IŞİD’i yenilgiye uğratmak için, ABD liderliğindeki koalisyonu defedin

IŞİD’i yenilgiye uğratmak için, ABD liderliğindeki koalisyonu defedin
Saddam Hüseyin’in ortadan kaldırılmasıyla birlikte ABD, kasıtlı olmadan İran’ın nüfuz kemerinin Filistin’e kadar uzanan bir coğrafyaya kadar genişlemesine sebep oldu ve İsrail sömürgeci projesini korunmasız halde bıraktı. Eski başkan George W. Bush derhal, İran’ın müttefikleri Hizbullah, Suriye ve Hamas’ı etkisizleştirerek Direniş Ekseni’ni yok etme görevini üstlendi – ve başarısız oldu.

 

 

 

Şermin Nervani

 

 

Russia Today

 

 

 

IŞİD'in hasımları için kötü zamanlardan geçiyoruz. ‘İslam Devleti', Irak'ın Sünni ağırlıklı Anbar eyaletindeki Ramadi'yi istila ederek, Suriye'nin tarihi cevheri Palmira'yı işgal ederek ve Irak'la olan son sınır kapısı El-Tanf'ın da kontrolünü ele geçirerek, başarılı bir üçleme gerekleştirdi.  

 

Çok uluslu, Amerikan liderliğindeki ‘Koalisyon' geçen Ağustos ayında ‘İslam Devleti'nin (İD, eski adıyla IŞİD) Suriye ve Irak çapındaki yürüyüşünü durdurmak için harekete geçti ve… hiçbir şey yapmadı.

 

Bağdat ve Washington da parmaklarıyla birbirine işaret edip, birbirini iş başında uyumakla suçluyor.

 

ABD Savunma Bakanı, Ash Carter, Pazar günü CNN'e verdiği bir röportajda sert çıktı: “Görünen o ki Irak kuvvetleri, savaşma yönünde bir irade sergilemedi. Karşı güçten sayıca çok daha kalabalıklar. Bunun bana söylediği… Iraklıların savaşma ve kendilerini savunma iradeleriyle ilgili bir meselemizin olduğudur.”

 

Carter, Iraklıların Ramadi'de IŞİD işgalini yaklaşık 18 ay boyunca savuşturduğunu unutmuş olmalı.  Amirli, Süleyman Bey, Tuzhurmatu, Curf el-Sakhar, Calula, Saadiye, Hanakin, Mukdadiye, Bakuba, Uzeym Barajı, Sarsar Barajı, Habbaniye, Hadise, El-Bağdadi, Musul Barajı, Sincar Dağı, Zumar, Erbil, Gewer, Maxmur, Ninova ovalarındaki onlarca Hristiyan köyü, Tikrit, Samarra, Beled, Duluiye, Duceyl, İshaki, El-Alem, El-Dur, Elbu Acil, Avca, El-Mutassim, Mukayşife, Acil ve Alas petrol sahaları, Hamrin dağları, Beyci petrol rafinerisi, ve yanısıra Selahaddin, Diyala, Kerkük, Anbar ve Babil eyaletleri ile başkent Bağdat'a bağlı çok sayıda köyü savunanın veya kontrolünü geri alanın Iraklılar olduğunu da unutmuş.

 

Iraklılar bu tepkiye, karşı ateşle yanıt verdi. Önde gelen milletvekillerinden Hakim el-Zemili, Ramadi'nin düşüşü nedeniyle ABD'yi askeri birliklere  “iyi teçhizat, silah ve hava desteği” sağlayamamakla suçladı.

 

Kendisi de Anbar eyaletinden bir Sünni olan Başbakan Yardımcısı Salih Mutlak, Amerikalıların bütün bölgelerde yetersiz olduğunu savundu ve “Koalisyon'un hava saldırıları, İD'yi ortadan kaldırmak için yeterli değil" dedi. Dahası, ABD'nin savaş için Sünni aşiretlerinden insan toplaması politikasının “çok geç”olduğunu, “önemli, ama yetersiz” olduğunu ekledi.

 

Bundan daha yetersiz bir ifade olamaz.

 

Washington'un uzun süredir ifade edilen, incelemeden geçmiş bir Sünni savaş gücünü – veya Ulusal Muhafızlar biçiminde, bunun bir dengini – bir araya getirme hedefi her zaman, gerçekliklerle yüzleşmede bir ikame edici işlevi gördü.

 

İD'nin büyük ve küçük Sünni kasabalardaki kazanımlarından öğrendiğimiz şey, aşırıcı grubun bu bölgeler içindeki uyuyan hücrelere ve ittifaklara bel bağlamasıdır. Sünni aşiretler ve aileler, İD'ye destek konusunda bölünmüş haldedir. Ve militanlar, ayrımsız bir korku salmayı ve acı yaşatmayı hedefleyen vahşi bir kampanya üzerinden, herkesin kendisiyle aynı çizgiye gelmesini sağlıyor. Bu yüzden yakın bir gelecekte, kaydadeğer bir İD karşıtı, iyi eğitilmiş ve iyi teçhizatlandırılmış bir Sünni savaş gücünün ortaya çıkma ihtimali, neredeyse sıfırdır. 

 

ABD liderliğindeki Koalisyon'un hava gücünün ‘İslam Devleti'nin belini kırabileceği fikri için de aynısı geçerlidir. Washington'un, hava kampanyasının başlamasından bu yana geçen dokuz ay içinde Suriye ve Irak üzerinde gerçekleştirdiği sortiler, İsrail'in 2008-2009'da üç haftalık Gazze saldırısı sırasında yaptığından daha azdır.

 

Ramadi ve Palmira düşerken Amerikan bombardıman uçakları neredeydi? Ve neden ABD Hava Kuvvetleri, sadece Kürt müttefikleri tehdit altında olduğunda – Suriye'deki Kobani'de (Ayn el-Arap) ve Irak'taki Erbil'de olduğu gibi – ciddi görünüyor?

 

 

ABD'nin Suriye ve Irak hesapları

 

Eğer eylemler sözlerden daha çok ses çıkarıyorsa, o halde Washington'un Ortadoğu'daki adımları kulakları sağır eden cinsten olmuştur.

 

‘Güçlü bir merkezi hükümete' sahip ‘birleşik bir Irak' hakkındaki konuşmaları unutun. Ve Suriye'nin Ürdün ve Türkiye sınırlarında ‘IŞİD'le mücadele etmek' üzere ‘ılımlı güçlerin eğitilmesi' konusunda yüksek sesle ifade edilen hedefleri kesinlike unutun. Bunlar laftan ibarettir.

 

ABD'nin bölgedeki çıkarlarına objektif bir şekilde bakılması halinde, tamamen farklı bir resim ortaya çıkacaktır. Amerikalılar, Irak ve Afganistan'daki yüksek maliyetli askeri işgallerini sonlandırıyor olsalar da, Ortadoğu'da mutlak hegemonya arayışındalar. Onların temel çıkarları, 1) düşük maliyetli petrol ve doğalgaza erişim, 2) İsrail'in arkasında durulması ve daha yakın zamanda 3) bölgedeki Rusya (ve Çin) nüfuzunun altının oyulmasıdır.

 

Hegemonyaya tutunmak, Washington'un pek çok bölgesel projesine taş koymaya devam eden güçlü, bağımsız bir İran İslam Cumhuriyeti'nin varlığı olmadan çok daha kolay olacaktır.

 

Bu yüzden hegemonya bir biçimde İran'ı – ve onu destekleyen ittifakları – zayıflatmaya bağlıdır.

 

Irak'ta Saddam Hüseyin'in ortadan kaldırılmasıyla birlikte ABD, kasıtlı olmadan İran'ın nüfuz kemerinin Filistin'e kadar uzanan bir coğrafyaya kadar genişlemesine sebep oldu ve İsrail sömürgeci projesini korunmasız halde bıraktı. Eski başkan George W. Bush derhal, İran'ın müttefikleri Hizbullah, Suriye ve Hamas'ı etkisizleştirerek Direniş Ekseni'ni yok etme görevini üstlendi – ve başarısız oldu.

 

Arap Baharı, yeniden gruplaşma için taze bir fırsat sundu: ABD ve onun Türk ve Fars Körfezi müttefikleri, Suriye'de rejim değişikliği için uygun koşulları yaratmak üzere eyleme girişti. Amaç mı? İran'dan – Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden – Filistin'e uzanan bu coğrafi hattı kırmak.

 

Rejim değişikliği başarısız olduğu zaman, hedefler ikinci en iyi plana yöneldi: merkezi devleti zayıflatıp İsrail sınırı üzerinde ABD yanlısı bir ‘tampon' bölge yaratacak şekilde, Suriye'nin çok sayıda rakip parçaya bölünmesi.

 

Irak'ta da devletin Kürt, Sünni ve Şii çizgileri üzerinden bölünmesi yoluyla merkezi hükümetin zayıflatılması da Amerikalılar için bir öncelik oldu.

 

Bu konuşulmamış planın uygulamada olduğunu görmek için ABD'nin Irak'taki son eylemlerine bakmanız yeterlidir. Washington'un şu ana kadarki en yoğun hava saldırıları, Kürt Erbil şehri ve civarları IŞİD tehditi altına girdiğinde gerçekleşti. Kongre bütün uluslararası normları yıkarak Bağdat'taki merkezi hükümeti by-pass ederek Sünni ve Kürt milis gruplarını doğrudan silahlandıran yasalar çıkardı. Ve Amerikalılar, sonu gelmez sözlere ve taahhütlere rağmen, her engelde Irak ordusunu ve güvenlik güçlerini faydalı herhangi bir şey yapabilecek şekilde eğitmekten ve teçhizatlandırmaktan aciz kaldı.

 

Zayıf, bölünmüş bir Irak'ın, İran'la ve Direniş Ekseni'yle müttefik bir bölgesel güç merkezi olması mümkün değildir. Zayıf, bölünmüş bir Suriye'nin de öyle. Fakat bu merkezi hükümetler üzerinde ABD kontrolü olmaksızın buna erişmenin yegane yolu 1) ‘Direniş devletleri'nin içinde ABD yanlısı tampon bölgeler meydana getirecek şekilde mezhepsel ve etnik bölünme yaratmak ve/veya 2) İran'dan Filistin'e uzanan bu hattı kırmak için düşman bir ‘Sünni tamponu' yaratmaktır.

 

 

Bugün, Amerika'nın ‘Sünni tamponu' IŞİD'dir

 

Lübnan parlamentosunun direniş yanlısı Sünni bir üyesi olan General Velid Sukariyye de aynı fikirde:  “ABD ve İsrail için IŞİD, güçlü bir İran, Irak ve Suriye'den daha iyi olacaktır… Eğer bunu başarırlarsa, Irak'taki Sünni devleti direnişi Filistin'den koparacaktır.”

 

Washington uzun süre Irak'ta ve Suriye sınırında bir tampon bölge yaratmaya çalışırken, kelimenin gerçek anlamıyla yıllarını da, rahat bir şekilde Amerikan yanlısı bir çizgi izleyecek temsilci konumunda Sünni Iraklı liderler bulmaya ve şekillendirmeye çalıştı – ve başarısız oldu.

 

Bunun bir örneği, Anbar delegasyonundan ABD Generali John Allen'ın bir DC turuna çıkması ve bunun Irak'ta IŞİD'le savaşan iki önde gelen Sünni aşiretin - Elbu Elvan ve Elbu Nimr – temsilcilerini dışarıda bırakmasıdır. O tarihte aşiretlerin El-Ceride gazetesine konuşan bir sözcüsü, yaşanana itiraz ediyordu: “Biz IŞİD'le savaşıyoruz ve katlediliyoruz, fakat silah sıkıntısı çekiyoruz. Eş zamanlı olarak başkaları Washington'a gidip finansman alıyor ve daha sonra başımıza lider tayin edilecekler.”  

 

Fakat açıkça İD karşıtı olan Sünni grupları neden görmezden geliyorlar? Onlar Amerika'nın Irak içindeki doğal unsurları değil mi?

 

Tekfirci aşırıcı gruplar, Washington için bir amacı yerine getiriyor. İD, ABD'nin ‘tampon' projesini fiziksel bir gerçekleştirme olanağına sahip – Bağdat'tan giderek büyüyen talep listeleri olan rakip Sünni gruplar ise bu olanağa sahip değil. Ve Washington, bu işin yapılmasını sağlamak için kan, hazine veya insan gücü bedeli ödemek zorunda da kalmadı.

 

Geçen hafta hükümet izleme grubu Judicial Watch, Amerika'nın Suriye hesaplarına ışık tutan 2012 tarihli gizli (artık gizli olmayan) bir ABD Savunma İstihbaratı Ajansı (DIA) belgesini yayınladı.

 

50 aydır süren Suriye çatışmasının 16. ayının sonunda kaleme alınmış ve yüksek bir dille redakte edilmiş olan DIA belgesi, şu temel ifşaatları ortaya koyuyor:

 

"Selefiler, Müslüman Kardeşler ve IEK (Irak El Kaidesi), Suriye'deki isyanı yürüten başlıca güçlerdir.”

 

"Batı, Körfez ülkeleri ve Türkiye, muhalefeti desteklemektedir."

 

Suriye hükümeti önceliklerini hükümet yanlısı bölgelerin ve ana nakliye yollarının emniyetini sağlamaya odakladı, bunun anlamı ise “rejimin Irak sınırına bitişik bölgelerde (Haseke ve Deyri Zor) yoğunluğunu azalttığı” anlamına geliyordu.

 

"Muhalefet güçleri, Irak'ın Batı sınırlarına (Musul ve Anbar) bitişik doğu bölgelerini (Haseke ve Deyri Zor) bölgelerini kontrol altına almaya çalışmaktadır… Batı ülkeleri, Körfez ülkeleri ve Türkiye bu çabaları desteklemektedir.”

 

"Durumun bozulması… IEK'nin Musul ve Ramadi'deki eski deliklerine dönmesi için ideal ortamı yaratmaktadır…”

 

"Eğer durum çözülürse, Doğu Suriye'de ilan edilmiş veya fiili bir Selefi Emirliği'nin kurulması fırsatı doğacaktır ki bu tam da muhalefeti destekleyen güçlerin, Şii yayılmasının (Irak ve İran) stratejik derinliği olarak görülen Suriye rejimini tecrit etmek için istediği şeyin kendisidir."

 

DIA değerlendirmesi, Suriye'deki çatışmanın tırmanışının daha fazla mezhepçilik ve radikalleşme üreteceğini, bunun ise Suriye-Irak sınırında muhtemelen Irak İslam Devleti (IİD) tarafından yönetilecek olan bir ‘İslam Devleti'nin kurulma ihtimalini arttıracağını söylüyor.

 

O halde Washington bu bilgiyi aldığı zaman ne yaptı? Yalan söyledi.

 

DIA raporunun yayınlanmasından bir aydan daha az bir zaman sonra ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Senato Dış İlişkiler Komitesi'ne Suriye muhalefeti hakkında şunu söyledi: "Ben çoğunluğun El Kaide ve kötü çocuklar olduğuna inanmıyorum. Bu doğru değil. Yaklaşık 70 bin ila 100 bin arasında muhalif var…. Belki bunların yüzden 15-25'i kötü çocuklar olarak göreceğimiz şu ya da bu gruptan olabilir…. Gerçek bir ılımlı muhalefet mevcuttur.” 

 

‘Suçlu Suriye rejimiyle' savaşmak için desteğe ihtiyaç duyan ‘ılımlı isyancılar' hakkındaki imal edilmiş anlatıyı kullanan ABD hükümeti, Suriye çatışmasını uğuldamaya devam eder halde tutarken, sonucun Suriye-Irak sınırına yayılan bir Sünni aşırıcı topluluğun kurulması olacağını gayet iyi biliyordu – bu ise, Amerikalıların deyimiyle, “Şii yayılmacılığının stratejik derinliğini” kıracaktı.

 

ABD Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve terörizm analisti Max Abrahms'in twitter'da kabul ettiği gibi: "5 Ağustos 2012 tarihli DIA raporu, Esad'ın hem Suriye içindeki hem de Suriye dışındaki muhalifleri hakkında söylediklerinin çoğunu teyit ediyor.” torical city of Palmyra, Syria (Reuters / Nour Fourat)

 

 

Bu Amerikan “Frankenstein”ıyla nasıl savaşmalı?

 

Geçen yıldan beri, çok sayıda Iraklı yetkili ABD'nin havadan İD'ye silah attığından yakındı – bunun kasten mi yoksa yanlışlıkla mı olduğu ihtilaf konusu olmaya devam ediyor. Askeri kaynaklar ise, ABD liderliğindeki Koalisyon'un, Iraklıların kara operasyonları sırasında hava desteği için sunduğu talepleri görmezden geldiğini belirtti.

 

Eğer ABD Irak'ın İD'ye karşı yürüttüğü varoluşsal savaşta topa girmek istemiyorsa, neden Amerikalıları dert edelim?

 

Irak Başbakanı Haydar el-Abadi, devletin ‘zayıf' başı olarak - ABD çıkarlarıyla Irak'ın güçlü komşusu İran'ın çıkarları arasında bir dengeyi korumak için sabırla çalışacak, görece Amerikan yanlısı bir lider olarak – görülüyor.

 

Ancak Ramadi'nin felaket getiren düşüşünden ve Suriye içinden gelen daha da kötü haberlerden sonra Abadi'nin, bu kayıpları yatıştırmak ve bunu hızla yapmaktan başka pek bir seçeneği yoktu. Başbakan şimdi, binlerce Haşid el-Şaabi (yaygın olarak Halk Seferberlik Güçleri olarak bilinen Şii paramiliter gruplar) askerinin Ramadi'nin kontrolünü geri almak üzere Anbar'a girmesini emretti. Ve bu, alışık olunmadık bir şekilde, büyük çoğunluğu Haşid'e askeri destek çağrısı yapan Anbar'ın Sünni aşiretlerinin de teşvikiyle meydana geldi. 

 

Haşid'e birkaç bin Sünni savaşçının katılması, bunu siyasi açıdan makul bir yanıt haline getiri. Eğer Ramadi operasyonu iyi giderse, (Tikrit'te de başarılı olduğunu göstermiş) bu ortak Sünni-Şii çabası, Irak'a her yerde öykünülecek bir model sağlayabilir.

 

Suriye ve Irak'taki son kayıplar, Lübnan'dan İran'a ve Rusya'ya kadar İD karşıtlarını harekete geçirip silah, insan gücü ve finansman akıtma sözü vermeye teşvik etti. Eğer Ramadi geri alınırsa, bu gruplaşma İD yoğunluklu topraklar üzerinden örgütü Suriye sınırına itecektir. Bunun için iyi bir sebep vardır: Ramadi'yi alan militanlar, - ABD keşif kapasitelerinin gözü önünde – Suriye sınırı üzerinden geliyorlar.

 

Önde gelen bir direniş yanlısı devlet yetkilisi bu yılın başında bana şunu söylemişti: “Suriye ve Irak arasında büyük bir (aşırıcı) demografik ve coğrafi bölgenin meydana gelmesin izin vermeyeceğiz. Suriye IŞİD'ini Suriye içine, Irak IŞİD'ini Irak içine itmeye çalışacağız.”  

 

Tam şu anda, Suriye'nin doğusundaki ve kuzeybatısındaki Tekfirci kazanımlarını geri çevirmenin yolu, Irak ordusunun görünümünü güçlendirmekten geçiyor. Mutlak bir öncelik ise, iki devlet arasındaki İD ‘tamponunu' temizlemek olacaktır.

 

On sekiz ay önce, Levant bölgesinden Fars Körfezi'ne kadar cihadçı militanlarla nasıl savaşılacağına dair bir analizde, bu savaş için çözümün sadece bölge içinde, özellikle de güvenliği en fazla tehdit altında olan devletlerin – Lübnan, Suriye, Irak ve İran – içinde olacağını yazmıştım.

 

Çatışmalar yoğunlaştıkça bu dört devletin askeri işbirliğini arttırmaya zorlanacağını ve bu savaşta ‘karaya asker indirenin' sadece bu devletler olacağını savunuyordum.

 

Gerçekten de bunu yapacaklardır. Fakat konvansiyonel olmayan savaş koşullarında bile hava desteği, başarılı hücum operasyonlarının gerekli bir bileşenidir. Eğer ABD ve onun gevşek Koalisyon'u, gerekli keşif desteğini ve merkezi bir Irak askeri komutanlığı tarafından kılavuzluk edilecek şekilde arzulanan hava korumasını sağlayamayacaksa, yahut sağlamaya istekli değilse, o halde Irak yardımı başka bir yerde aramalıdır.

 

Akla gelen İran ve Rusya'dır – ve bu noktaya gelebiliriz.

 

Irak ve Suriye, askeri stratejilerini daha etkili bir şekilde kaynaştırmalıdır – bir kez daha söylemek gerekirse, İranlıların ve Rusların değerli deneyimler sunabileceği bir alandan söz ediyoruz. Her iki devlet de son birkaç haftada tehlikeli bir şekilde duvara çarptı ve bugün acil ve belirleyici eylem dürtüsü yüksek düzeyde.

 

Lübnanlı direniş grubu Hizbullah da, artan düzeyde oyuna giriyor: Genel Sekreter Hasan Nasrallah kısa süre önce, Hizbullah'ın artık coğrafi olarak kendini sınırlandırmayacağını söyledi ve Tekfirci düşmanın alt etmek için nereye gitmek gerekiyorsa oraya gitme sözü verdi. Cihadçı ve Tekfirci çekirdeği meydana getiren devlet dışı aktörler, konvansiyonel ordularla yenilemez, ve işte bu yüzden asimetrik savaşa alışkın yerel milis güçleri, bu muharebeler  için en uygun olanlarıdır.

 

Geçtiğimiz günlerde, ABD'nin Ramadi bozgununa kesinlikle hiçbir yanıt vermemesini eleştiren, İran'ın seçkin Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani şuna işaret etti: "Bugün, İran İslam Cumhuriyeti ve İran'ın yanında olan, yahut İran tarafından desteklenen ülkeler dışında, [İD] ile mücadele eden kimse yoktur.” İranlılar terörle mücadelede merkezi figürler haline gelmiştir ve 6 bin mil uzakta olan Washington'un aksine, onun hemen yanındadır.

 

Eğer ABD, Terörizmle Savaş konusunda herhangi bir gerçek taahhüt sunuyorsa, aşırıcılığın altını oyma açısından da temel önemde olan savaş dışı önceliklere odaklanmalıdır: 1) Suriye'ye ve Irak'a daha fazla cihadçı sızmasını engellemek için, Türkiye ve Ürdün sınırlarının emniyete alınması,  2) Tekfircileri finanse eden ve silahlandıran, çoğu ABD'nin sıkı müttefikleri olan, şimdi ise ironik bir şekilde İD ile mücadele ‘Koalisyon'unun parçası olan ülkelere ve kişilere yaptırım uygulanması ve 3) savaşa girmiş ülkelerle, cihadçı hareketler hakkında kritik istihbarat paylaşımı yapılması.

 

Bu kayıpları telafi etmenin ve aşırıcılğa karşı mücadeleye ağırlık kazandırmanın zamanı gelmiştir. Eğer ABD'nin yönlendirdiği Koalisyon, bu savaşta büyük riske girmiş egemen devletlerin açık komutası altında hava saldırıları gerçekleştirmeyecekse, Irak ve Suriye hava sahasını koalisyon jetlerinden temizlemenin ve bu hava sahalarını, kendini adamış partnerlere açmanın zamanı gelmiş olabilir.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net