Davud Koridoru: “Büyük İsrail” rüyasının rotası

Davud Koridoru: “Büyük İsrail” rüyasının rotası
Netanyahu’nun 12 Ağustos 2025’te i24’e verdiği röportajda, “Büyük İsrail vizyonuyla bağlantılı tarihî ve ruhani bir misyonla” sorumlu olduğunu söylemesi, İsrail’in sınırlarını Tevrat temelli bir çerçevede genişletme çabasına dolaylı bir itiraf niteliği taşıdı. Benzer biçimde, Donald Trump’ın 2024 seçim kampanyasında “İsrail çok küçük ve genişletilmeli” açıklaması...

 

 

El-Ahbar

 

Hüseyin el-Emin

 

İsrail, Suriye’nin güneyinde saldırılarını sertleştirerek, Esad rejiminin çöken otoritesinin yarattığı boşluğu fırsata çevirdi. Bu hamleler, güvenlik ve “insani müdahale” kisvesi altında meşrulaştırıldı. Ardından, İsrail hükümeti güneyde askerden arındırılmış bir tampon bölge oluşturma planını açıkladı; gerekçe olarak Dürzî toplumunu korumak ve İran nüfuzunu sınırlamak gösterildi. Bu adım, işgal altındaki Golan Tepeleri’ni Suriye’nin iç bölgelerine bağlayacak stratejik genişleme yolunda atılan ilk somut adım olarak değerlendirildi.

 

Ardından, İsrail özel kuvvetleri Kuneytra ve Batı Dera’ya derinlemesine sızarak sahada fiili kontrolünü pekiştirdi. Aralık 2024’te Benyamin Netanyahu, Suriye topraklarına konuşlandırılan İsrail askerlerini ziyaret ederek, güneyin bazı bölgelerini artık fiilen kendi egemenliği altında gördüklerini tüm dünyaya göstermiş oldu. Bu gelişmelerle eşzamanlı olarak, araştırma merkezleri “Davud Koridoru” olarak adlandırılan ve stratejik bir plan niteliği taşıyan çalışmaları gündeme taşımaya başladı. Ayrıntılar ancak son aylarda netleşirken, bu fikrin kökeni erken dönem Siyonist vizyonuna dayanıyor.

 

Theodor Herzl, Nil’den Fırat’a uzanan bir “Büyük İsrail” hayalini öne sürmüştü. Ardından, 1960’larda Başbakan David Ben-Gurion’un geliştirdiği “çevre doktrini”, Arap kalbini zayıflatmak ve Levant’ı İsrail lehine yeniden yapılandırmak amacıyla Kürtler, Dürzîler, Türkler, Maruniler ve Etiyopyalılar gibi azınlıklarla stratejik ittifaklar öngörüyordu. Bu çerçevede, “Davud Koridoru” yeni bir fikir değil; uzun süredir süregelen yayılmacı hedeflerin çağdaş bir yeniden dirilişi olarak ortaya çıkmaktadır.

 

İsrail’in stratejik vizyonuna göre, koridor işgal altındaki Golan Tepeleri’nden Kuneytra ve Dera üzerinden Süveyda’ya, oradan ABD’nin el-Tenf üssüne, devamında Deyr ez-Zor ve Fırat’ın doğusundaki SDG kontrolündeki bölgelere ve nihayetinde Irak Kürdistanı’na sınır kapıları üzerinden uzanacak.

 

Coğrafi olarak dar ama stratejik açıdan hayati öneme sahip bu kara köprüsü, İsrail’e kuzey Suriye ve Irak’a doğrudan erişim imkânı sağlayacak. Jeopolitik istihbarat ve risk değerlendirme kuruluşu SpecialEurasia’nın raporu, bu planın “sadece kâğıt üzerinde bir çizgi değil; İsrail’in hâkimiyetini güvenceye almak için güvenlik, ekonomi ve demografiyi bir araya getiren kapsamlı bir proje” olduğunu vurguladı. Raporda, planın dört temel hedef katmanı ön plana çıkarıldı:

 

Güvenlik: Plan, İran ile Hizbullah arasındaki kara bağlantısını kesmeyi ve Direniş Ekseni’ni İsrail sınırlarından uzaklaştıracak bir tampon bölge kurmayı hedefliyor.

 

Ekonomi: Fırat ve Dicle nehirlerinin yanı sıra Suriye’nin buğday ve petrol kaynaklarının kontrolü ele geçirilecek; ülke, İsrail’in denetiminde bir tarım ve enerji üssüne dönüştürülecek. Bu güzergâh, ABD destekli Hindistan–Orta Doğu–Avrupa Koridoru (IMEC) ile bağlantılı olup, İsrail’in genişlemesini küresel altyapı ve ticaret ağlarına entegre ediyor.

 

Siyaset/demografi: Suriye, özerk kantonlara bölünecek; güneyde Dürzî, kuzeydoğuda Kürt ve kıyılarda potansiyel olarak Alevî kantonları kurulacak. Bu yapı, Şam’ı zayıflatacak ve mezhepsel dengeleri yeniden şekillendirecek.

 

Yayılmacı ideoloji: Tevrat temelli anlatılarla “Büyük İsrail” projesi ilerletilecek.

 

SpecialEurasia raporu, planın Suriye, Irak ve İran’ın toprak bütünlüğü üzerindeki etkisine dikkat çekiyor. Süveyda’da bir Dürzî varlığı ve kuzeydoğuda bir Kürt varlığı oluşturulması, Suriye’nin fiilen parçalanması anlamına gelecek; İran güvenliği zayıflayacak, Irak bölünecek ve Türkiye istikrarsızlaşacak.

 

Ankara, koridoru doğrudan bir tehdit olarak değerlendirerek, Temmuz 2025’te Dışişleri Bakanı Hakan Fidan aracılığıyla İsrail’in Suriye’yi parçalamayı planladığını öne sürdü ve olası askeri müdahale uyarısında bulundu. Türkiye ayrıca, Körfez ile geleneksel ticaret yollarının kesilmesinden kaynaklanan ekonomik kaygılara sahip.

 

Haziran ayında Süveyda’da patlak veren olaylar ve İsrail’in doğrudan müdahalesiyle birlikte, “Davud Koridoru” yeniden gündeme geldi. Dürzî lider Hikmet el-Haceri, Kürt bölgelerine “insani koridor” çağrısında bulundu; bu çağrı SDG tarafından memnuniyetle karşılandı.

 

Ağustos ayında, ABD özel temsilcisi Thomas Barrack, İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer ve Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütünün sözde “dışişleri bakanı” Esad Şeybani arasında Paris’te yapılan görüşmede ön anlaşmaya varıldı: ABD arabuluculuğunda ateşkes, yerel güvenliğin “Dürzî güçlere” devredilmesi ve hava yardımlarının teslimine izin verilmesi kararlaştırıldı. Bunu takiben İsrail, Süveyda’ya havadan insani yardım attı.

 

Ürdün, İsrail’in yardımlarının kendi topraklarından geçişine izin vermedi; Şam yönetimi ise Golan’dan Süveyda’ya doğrudan bir koridora karşı çıktı. Bunun üzerine Washington, geçici bir çözüm olarak Şam– Süveyda hattı üzerinden bir koridor önerdi.

 

İsrail, resmi olarak herhangi bir “Davud Koridoru” planını kabul etmiş değil. Ancak Netanyahu’nun 12 Ağustos 2025’te i24’e verdiği röportajda, “Büyük İsrail vizyonuyla bağlantılı tarihî ve ruhani bir misyonla” sorumlu olduğunu söylemesi, İsrail’in sınırlarını Tevrat temelli bir çerçevede genişletme çabasına dolaylı bir itiraf niteliği taşıdı. Benzer biçimde, Donald Trump’ın 2024 seçim kampanyasında “İsrail çok küçük ve genişletilmeli” açıklaması, Netanyahu’nun yayılmacı vizyonuna doğrudan destek olarak yorumlandı.

 

Analistler, projenin hâlen ciddi engellerle karşı karşıya olduğunu vurguluyor: Hiçbir güç tüm güzergâhı kontrol etmiyor; Irak ve Ürdün sınır değişikliklerini reddediyor; Türkiye ise Kürtlerin yayılması veya bağımsızlığına kesin olarak karşı. Şimdilik, “Davud Koridoru” sahada gerçekleşmiş bir proje olmaktan ziyade, İsrail’in stratejik planlarında yaşayan bir hedef olarak varlığını sürdürüyor ve bölgesel güç dengelerinde değişim bekliyor.

 

 

Çeviri: Medya Şafak