Dr. Ticani: İslam Dünyasında Ayetullah Hameneî’ye Denk Bir Rehber Yok

Dr. Ticani: İslam Dünyasında Ayetullah Hameneî’ye Denk Bir Rehber Yok
"Ben kendi adıma, bütün Müslüman kardeşlerimi, hem kanaat önderlerini ve hareket liderlerini, hem de bu önder ve liderlere tabi olanları Ayetullah Hamanei’ye biat edip bu olgun, bilge rehberin sancağı altında toplanmaya çağırıyorum. Çünkü bugün onun denginde başka bir rehbere sahip değiliz."
Dr. Ticani: İslam Dünyasında Ayetullah Hameneî\'ye Denk Bir Rehber Yok

 Aşağıda, basirat.ir’in, Ehlibeyt (a.s) Mektebi’nin yorulmak bilmez müdafii ve İslâm dünyasının aktif kültürel şahsiyetlerinden Seyyid Muhammed Ticani Semavi ile yaptığı söyleşiyi okuyacaksınız. Hepimizin tanıdığı bir sima olan Dr. Ticani’nin macera dolu hayat hikâyesini “Nasıl Hidayete Kavuştum?” adlı kitabında okuyabilirsiniz. Dr. Ticani, Ortadoğu’daki İslâmî Uyanışı, İslâm İnkılâbı’nın kıymetli Rehberi’ne borçlu olduğumuza ve düşmanın uyanışa tepkisinin asıl nedenin de bu olduğuna inanıyor.  Dr. Ticani’ye Allah’tan bereketli uzun bir ömür ve başarı diliyoruz.

Bize kısaca kendinizden bahsettikten sonra İslâm İnkılâbı Rehberi’nin İslâmî Uyanış’ın yayılmasındaki rolü hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

1943 yılında doğdum. Sorbonne Üniversitesi’nde tarih ve felsefe alanında doktora yaptım. On yedi yıl Tunus’ta çeşitli üniversitelerde ders verdim. Daha sonra kendimi kitap yazmaya ve İslâmî araştırmalara verdim. Bugüne kadar on iki kitap yazdım. İlk kitabım “Nasıl Hidayete Kavuştum?” yirmi altı dile çevrildi ve çevrildiği ülkelerde şaşırtıcı etkilere sebep oldu. İki milyondan fazla insanın Şia’ya yönelmesine vesile oldu. Elbette bu ilahî bir lütuftur. Bu vesileyle, kitabımın insanları bu denli etkilemesinden dolayı İnkılâp Rehberi Hz. Ayetullah Hamanei beni evine davet etti. Bu görüşmemizde bana, “Bu kitap sizin kitabınız değil, bilakis Ehlibeyt’in (a.s) ıtırlı esintisidir. Sizi Ehlibeyt müdafilerinden biri yaptığı için Allah’a şükrediyorum. Çünkü bu makam, tarihte yalnızca biricik erlere layık görülen ayrıcalıklı bir makamdır,” dedi. Ayetullah Teshiri ve Natık Nuri beyefendiler de oradaydılar. Ayetullah Teshiri, Natık Nuri’ye, “Rehber’in Ticani hakkında söylediklerinin dörtte birini benim hakkımda söylemesini isterdim,” dedi. Yıllar sonra Ayetullah Teshiri’ye sizin bu sözünüzü bir kitabımda naklettim dediğimde, “Ben tanıklık ederim,” dedi.

İnkılâp Rehberi ile ne zaman tanıştınız?

İmam Humeyni ile ilk defa Neauphle-le-Château’da görüştüm. Sonra İnkılâb’ın ilk günlerinde Kum’da, damadının evinde bir kez daha görüştük. Daha sonra Cemaran’da defalarca görüştük. İnkılâp Rehberi Ayetullah Hamanei ile ilk görüşmeme gelince, kendisiyle ilk kez cumhurbaşkanlığı sırasında görüştüm. O zaman Hac Bakanlığı görevinde bulunan kardeşi Seyyid Hadi Hamanei samimi arkadaşımdı. İslâmî Uyanış konusuna gelirsek; başlangıcı, İran İslâm İnkılâbı’nın gerçekleştiği, İmam Humeyni’nin Fransa’dan İran’a döndüğü zamana rastlar. Şimdi artık gitgide bütün dünyaya yayılıyor. İran’da İslâm İnkılâbı zafer kazandığında Batılılar bu halk hareketini İslâmî Uyanış diye adlandırmışlardı. Bu büyük olaydan sonra Avrupa’daki Müslüman işçiler gaflet uykusundan uyandılar ve işverenlerinden işyerinde namaz kılabilmek için yer istediler. Hâlbuki o dönemde Müslümanlar sadece yollarda veya kaldırımlarda namaz kılabiliyorlardı. Bunun üzerine uluslararası uzmanlar İmam Humeyni’nin dünyayı sarsan bir deprem meydana getirdiği sonucuna vardılar.  Halklar, hicap, namaz, İslâm öğretisi, ahlak, onur ve özgürlük konularını gündeme taşıdılar ve İmam Humeyni’yi bir örnek ve bir sembol olarak tanıttılar. Çünkü İmam, silaha başvurmadan, yalnızca konuşmalarıyla bölgenin en zalim diktatörünü devirmişti; Şah’ı rezil rüsva etmiş, ülkeden kaçmasına sebep olmuştu. İmam Humeyni, İslâm tarihinde yeni bir sayfa açmıştı. Müslümanlara, bilinçli olurlarsa, bütün dünya zalimlerine karşı zafer kazanabileceklerini ve özgürlüklerine, amaçlarına ulaşabileceklerini öğretmiştir.

Çok iyi hatırlıyorum; bir gün Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat, İmam Humeyni’nin yanına gelmişti. İmam ona İran’daki sabık İsrail elçiliği binasını verdi; oysa o zamana kadar hiçbir Arap ülkesi Filistin’e elçilik binası tahsis etmemişti, yalnızca temsilcilik bürosu vermekle yetinmişlerdi. Hz. İmam bu tutumuyla, Filistin’i resmen tanımış oldu. Daha sonra İmam Humeyni birtakım şiarları dünya Müslümanlarının gündemine taşıdı ve bu şiarlar İslâm ülkelerinde yankılandı. Burada bu şiarlardan “İslâm ümmetinin vahdeti” şiarına işaret edebiliriz. Neauphle-le-Château’da ikamet ettiği dönemde Cuma günleri namaza katılmak için İmam’ın yanına giderdik. Buradaki konuşmalarımızda her şeyden çok İslâm ümmetinin vahdeti üzerinde dururdu. Şiî-Sünnî taassuplarından vazgeçilmesi ve İslâm düşmanlarına yekvücut karşı konulması gerektiğinden söz ederdi.  Hz. İmam Humeyni’nin gündeme taşıdığı bir başka şiar, “dünya müstekbirlerine karşı mustazafların inkılâbı”ydı. İmam, Müslümanlara zulüm altında birer köle gibi yaşadıklarını anlattı. Küresel istikbarın, Müslümanların servetini yağmaladığını, böylelikle de onları zillet altında yaşamaya mecbur ettiğini haykırdı.

İmam sözleriyle amel ediyordu. Çok iyi hatırlıyorum; 1981 yılında İrlanda’da Bobby Sands (IRA Mensubu, cezaevinde öldü; editör) adında birine zulüm edilmişti. İmam durumdan haberdar olduktan sonra Sands’i himaye etmesi için İrlanda’ya bir heyet gönderdi. İmam Humeyni’nin üçüncü yenilikçi hareketi “Dünya Kudüs Günü”nü ilan etmesidir. Arap ülkelerinin bir ölü gözüyle baktığı Kudüs, İmam’ın bu girişimiyle yeniden dirildi. Zaman olarak mübarek Ramazan ayının son cumasının seçilmesinin birçok hikmeti var. Bugün dünya ülkelerinin tamamında, İsrail ve ABD bayrakları ateşe veriliyor; hatta bu yıl Tunus’ta bile… Önceden Tunus’ta İsrail’e ve Amerika’ya hakaret sayılacak eylemlerin yapılması yasaktı. Dünya Kudüs Günü’nde düzenlenen görkemli mitingler İslâmî Uyanış’ın Müslümanlar üzerindeki etkisinin göstergesidir.

İnkılâb’ın Yüce Rehberi Hz. Ayetullah el-Uzma Hamanei hakkında konuşacak olursak; onun İmam Humeyni’nin nefesi olduğunu, onunla aynı yolda ilerlediğini ve aynı yönteme sahip olduğunu görürüz. Bugün Ayetullah Hamanei rehberlik görevini, kelimenin genel ve yetkin anlamında, tam manasıyla yerine getirmektedir. Halk Meşhed’de kendisini İran’ın Rehberi olarak karşılarken ben, İslâm ümmetinin Rehberi olarak karşıladım. Bu, daha yakışık alır bir unvandır. Kur’ânî İslâm’ın, Nebevî Sünnet’e dayalı İslâm’ın temsilcisi olan Müslüman aydınların ve âlimlerin tamamı, İslâm ümmetinin rehberliğinin, bütün boyutlarıyla, Hz. Ayetullah Hamanei’de billurlaştığını görüş birliğiyle kabul ediyorlar.

Dr. Helbâvî (Mısır İhvanı’nın önde gelenlerinden biri) İnkılâp Rehberi’ne “Seyyidu’l-İmam” şeklinde hitap ediyordu. Kendisine böyle hitap etmesinin felsefesini sorduğumuzda, “Sadece İran İslâm Cumhuriyeti’nin değil, bütün İslâm ümmetinin rehberi olduğunu vurgulamak istiyorum” demişti. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Kesinlikle katılıyorum. Onun Ümmetin Rehberi olduğunu söylersek bu makama sahip olamaz. İmam olması gerekir. Cemaat imamı, namaz kılanın bütün hareketlerini ve sükûnetini yönetir. İmam sözcüğünün daha genel bir anlamı vardır ve Kur’ânî bir terimdir. Ümmetin imamı dediğimizde genel anlamını kastederiz. İmametin iki türü vardır: büyük imamet ve küçük imamet. Birisine bu unvan verildiğinde bu, yaşadığı dönemde ona denk veya ondan üstün başka birinin olmadığı anlamına gelir. Bugün çok sayıda taklit mercii var; ama İnkılâp Rehberi’nin şahsiyeti mümtaz bir şahsiyettir. İki dönem cumhurbaşkanlığı görevinde bulunmuştur, aynı zamanda da risale sahibi bir taklit mercidir. Biz bütün mercilere saygı duyuyoruz, hepsi muhteremdir; ancak hiçbiri, Ayetullah Hamanei’nin tecrübesine sahip değildir. O, din ile siyasetin arasını bulmuştur. Mercilerden hiçbiri iki dönem cumhurbaşkanı olma fırsatını yakalayamamıştır. İnkılâp Rehberi bu özelliğiyle, çok az insanın elde edebileceği, değerli tecrübelere ve önemli siyasi birikime sahiptir. Dolayısıyla ümmetin rehberi, ümmetin imamı ve Veli-yi Fakih ancak o olabilir. İslâmî Uyanış Kongresi’nde kendisini dinledik. Bence o sözler tarihî birer belge olarak İslâm ümmetinin arşivine kaydedilmeli, hatta altın yaldızla yazılıp çeşitli yerlere asılmalıdır.  Ayetullah Hamanei bu konuşmasında ayet ve hadislerle, etkili beyit ve önemli nasihatlerle herkesi bilinçlendirdi. Ayetullah Hamanei İslâm ümmeti adına konuşuyor, İran İslâm İnkılâbı veyahut Mısır, Libya, Bahreyn vs. inkılâpları adına değil… Bütün Müslümanlardan, halktan ve âlimlerden, Batı’nın ve emperyalistlerin tuzaklarına karşı sağlam bir set oluşturmalarını ve sömürgecilere, zalimlere asla boyun eğmemelerini istedi.

Biz Tunus’ta Ehlisünnet mezhebine bağlı kardeşlerimizle birlikte, muhaliflere Hizbullah’ı örnek gösteriyoruz; 2006’da İsrail’e, hatta yalnızca İsrail’e değil bütün dünyaya karşı zafer kazanan Hizbullah’ı! Hepimiz biliriz, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, hepsi Hizbullah’ı ortadan kaldırmaya çalıştı. Ama Hizbullah bütün hepsine karşı zafer kazandı. Genel Sekreteri, Hizbullah’ın zaferini önce Allah’ın lütfuna, sonra İnkılâp Rehberi’nin ve İran halkının desteğine borçlu olduğunu açıkça ifade etti. Bu durum, muhaliflerimizin, Hizbullah’ın zaferi sayesinde hakikati kavradıklarını itiraf etmelerine sebep oldu. Allah dinine yardım edenlere mutlaka yardım eder. Hizbullah, az sayıdaki üyesiyle, bizim altmış yıllık çaba ve mücahedeyle ulaşamadığımız yere ulaştı.

Sizce Sünnîler, Ayetullah Hamanei’nin Şiîlerin rehberi olduğunu ileri sürüp, “Beyanatları ve konuşmaları bizi bağlamaz!” demezler mi? Başka bir ifadeyle, Şiî olmayan Müslümanların mezhebî taassupları İnkılâp Rehberi’nin mesajının algılanmasına engel olmaz mı?

Konuşmam sırasında bu soruya cevap verdim; Ayetullah Hamanei’nin bütün genişliğine ve dağınıklığına rağmen İslâm ümmetinin rehberi olduğunu söyledim. Nitekim İslâmî uyanış hareketlerinin çoğunluğunu Sünnî hareketler oluşturur ve Kongre’ye katılan kanaat önderlerinin birçoğu Sünnî kardeşlerimizdir. Bu iki husus sözüme delil olarak yeter. Tabii öte yanda Şiî hareketler de mevcut; ancak açıkça ifade etmek gerekirse, İslâmî Uyanış bağlamında söz konusu edilen hareketler Sünnî hareketlerdir. Mısır’daki, Tunus’taki, Filistin’deki hareketler gibi… Bu hareketlerin liderleri İnkılâp Rehberi’nin davetine icabet edip Kongre’ye katılmış; katılımcı olmanın ötesinde Ayetullah Hamanei’yi görünce slogan atmış ve onu öven şiirler okumuşlardır. Buradan, Ayetullah Hamanei’nin Şiîlere özgü bir şahsiyet olmadığını anlıyoruz. Şunu sormak gerekir: Acaba Ayetullah Hamanei yalnızca kanaat önderlerince mi ümmetin imamı olarak kabul edilmektedir, yoksa halk ve gençler de böyle mi inanmaktadır?

Ben halk ile kanaat önderleri arasında bu noktada bir fikir ayrılığı olmadığı kanaatindeyim. Arap ve İslâm toplumlarına mensup muhtelif halk tabakaları Ayetullah Hamanei’nin konuşmalarından etkilenmektedir. Özellikle son konuşmaları güncel meselelerle sınırlı değil. Ayetullah Hamanei, konuşmalarında, Şiî olmasalar da, bütün halklara hitap ediyor. Nitekim Tunus halkına da bir tebrik mesajı gönderdi. Bu, Kur’ân’ın öğretisinden edinilmiş bir yöntemdir. Kur’ân’da Hz. Peygamber’e şöyle buyrulur: “De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın elçisiyim.” İnkılâp Rehberi, aynı rolü bugün ifa ediyor; bütün insanları muhatap alan Hz. Peygamber’in görevini üstlenmiş durumda. Zulme, sömürüye, istikbara karşı durmaya çağırdığında bütün insanları bu davet ediyor; yalnızca Şiîleri veya Müslümanları değil! Halklar ve kanaat önderleri bu yüzden İnkılâp Rehberi’ne yoldaşlık edip onu sahipleniyor. Dün televizyonda Ayetullah Hamanei dinlerken ağlayan erkek ve kadınların görüntüleri yayınlandı. Bu görüntüler Ayetullah Hamanei’nin insanların gönüllerini muhatap aldığının göstergesidir. Açıklamalarıyla günümüz Müslümanlarının karşı karşıya kaldıkları sıkıntılara en iyi çözüm yollarını sundu. Amerika ile İsrail’in mevcut durumu nasıl kötüye kullandığını; yapılan inkılâpları halkların elinden çalmaya çalıştıklarını vurguladı. İran İslâm İnkılâbı’nın da defalarca saldırıya uğradığını, halktan çalınmaya çalışıldığını; ancak İran halkının bilinçli davranarak İmam’la biatlerine vefa gösterdiğini, bunun da düşmanın planını suya düşürdüğünü hatırlattı. 

Dini bir lider olarak Hz. Ayetullah Hamanei’nin liderliği ile diğer İslâmî şahsiyetlerin, siyasi parti başkanlarının vb. liderliğini karşılaştırmanızı istesek neler söylersiniz?

Aslında İslâm’da liderlik, rehberlik, halkın isteyerek biat etmesi temeline dayanır. Zorbalıkla halktan biat alan birisi rehber olamaz. Nitekim İmam Ali (a.s), ilk imam olmasına rağmen, Allah tarafından imamete tayin edilmesine, Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından imamete atanmasına karşın, halk biat etmediği için yirmi beş yıl boyunca sessiz kaldı. Kur’ân’da da bu gerçeğe işaret vardır; müminler biat etmek için Hz. Peygamber’in huzuruna gidiyorlardı. Hz. Ayetullah Hamanei de hiçbir zaman halkı biat etmeye zorlamadı; gerek İran halkını, gerek İran halkı dışındaki halkları. Bu, hükümetin zalim olmadığının en güzel kanıtıdır. Ayetullah Hamanei kendisini halka tanıttı ve onlara yardımcı olmak için hazır olduğunu bildirdi; nitekim bugün, Batı’nın korktuğu onurlu ve güçlü bir hükümeti elinde tutuyor. İleri askerî teknolojisiyle zalim dünyayı korkutan bir devlete sahip! Böyle birisi biata layıktır. Ben kendi adıma, bütün Müslüman kardeşlerimi, hem kanaat önderlerini ve hareket liderlerini, hem de bu önder ve liderlere tabi olanları Ayetullah Hamanei’ye biat edip bu olgun, bilge rehberin sancağı altında toplanmaya çağırıyorum. Çünkü bugün onun denginde başka bir rehbere sahip değiliz. Mevcut rehberler, rehberlik için gereken özellikleri edinmekte dahi sorun yaşıyorlar. Bütün dünya ülkelerinden yedi yüz şahsiyetin katıldığı İslâmî Uyanış Kongresi bu sözümün en güzel delilidir.

Gerçeği görmekten korkan, gerçeğin tehlikeli olduğunu düşünen veyahut kendi çıkarımlarında ısrarcı olan İslâmî hareketlere gelince; tarihte her zaman böyle topluluklar var olmuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.a) ve Masum İmamlar’ın (a.s) zamanında da anlayış seviyesi düşük topluluklar vardı.  Lakin bugün Hz. Ayetullah Hamanei dışında İslâm ümmetine rehberlik edecek güçlü ve bilge başka bir şahsiyet yok.

Ayetullah Hamanei, hükümet teorisi olarak “dini demokrasi” düşüncesini gündeme getirdi ve bunun Batı’nın demokrasi anlayışından farklı olduğunu söyledi. İnsanlar ve Müslümanlar bu hükümet teorisini kavrayabilecek anlayış seviyesine nasıl ulaşırlar?

İslâm’da hükümet teorisi Müslümandan Müslümana çeşitlilik gösterir. Ancak Batı demokrasisini savunanlar bir zanna kapılmışlardır; onlar İslâm’ın yalnızca kabuğunu anlayabilmişlerdir. Şöyle ki, onlar, Batı düşüncesinin etkisi altında, İslâm’ın özgürlüklerini ve diğer haklarını ayaklar altına aldığını sanmaktadırlar. Oysa durum tam tersidir. İslâm özgürlüğü ve demokrasiyi en üst düzeyde savunmuştur; elbette İslâmî hukuk çerçevesinde… İmam Ali (a.s) şöyle buyurur: “Allah sizi özgür yaratmışken başkasının kölesi olmayın!” İmam Ali’nin bu kısa sözü inkılâp çağrısı olarak nitelenebilir; çünkü insanı zulme boyun eğip zilleti kabul etmekten sakındırır. “İzzet, ancak Allah\'a, elçisine ve müminlere mahsustur.” Buradan, insan onurunun bütün kanunları, her şeyi öncelediğini anlarız. Bu, İslâm ülkeleri arasında yalnızca İran’da gerçekleşti. Dünya istikbarına karşı kıyam eden, emperyalist planlara boyun eğmeyen yalnızca İran oldu. Bütün dünyanın İran’a savaş açması, sürekli tehdit etmesi de bu yüzdendir. İran özgür bir ülke olduğunu ve bunun inkâr edilemez bir gerçek olduğunu haykırdı. Bir toplumun özgürlüğü ile bir bireyin özgürlüğü karşılaştırılamaz. Bir milletin izzeti, özgürlüğü ve bağımsızlığı bireysel özgürlükten çok daha değerlidir. Mesela bir Tunus vatandaşı Fransa vizesi almak için birkaç ay uğraşır. Sonuçta, bir sürü para harcadıktan sonra belki vize alabilir. Oysa Fransız vatandaşları vizesiz, hatta bazen pasaportsuz Tunus’a girebilir! Bu, Tunus halkı için bir zillet değil midir? Tunus ürünlerini Fransa’da tanıdık. Ben Tunus hurmasını Fransa’da yedim! Ülkemdeyken yememiştim. Milletimizin çabalarıyla Batılıların müreffeh hayat sürmesi zillet değil midir?

Bu, İnkılâp Rehberi’nin anlaşılması için çaba sarf ettiği gerçektir. Müslümanları sultaya teslim olmaktan sakındırmaktadır. İslâm ümmetinin sorumluluk duygusuna sahip olması, kıyam etmesi, özgürlük, bağımsızlık ve İslâm demokrasisi uğrunda vahdet sağlaması İnkılâp Rehberi’nin ve bütün özgür insanların isteğidir. Kuşkusuz müstekbirler ve zalimler halkları hiçbir zaman rahat bırakmayacak, daima egemenlik kurmak için çalışacaklar. Ayetullah Hamanei son konuşmasında şöyle buyurdu: “Süper güçlerin tebessümleri ve yardımları sizi kandırmasın; çünkü tebessümlerin ve yardımların arkasından işgal, dikta ve sömürü gelecek.” Demek ki İslâm’ın özgürlük ve demokrasi anlayışı, Batı’nın ahlakî yozluk üzerine kurulu demokrasisinden farklıdır. İslâm’da mihenk ahlaktır; cinsel tercih özgürlüğü değil! İslâm’a göre Hz. Peygamber dahi Müslümanlar üzerinde sulta kuramaz veya onlara kötü davranamaz: “Sen onlar üzerinde zorba değilsin.” “Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” O halde İslâmî özgürlük ve demokrasi ilahî sınırlar çerçevesindedir ve bütün semavî dinlerce kabul edilen ahlak ekseninde hareket eder.

Elbette Batılılar, dünya çapında faaliyet gösteren Siyonist ve masonik kuruluşlar insanlığı fesada sürükleme peşindedirler. Kumar, zina, uyuşturucu, içki vb. araçlardan faydalanarak insanları fesat bataklığına çekiyorlar. Diğer tarafta ise İnkılâp Rehberi, insanları durmadan Kur’ân öğretilerine davet ediyor. Konuşmasının başında, “Ey Peygamber! Allah\'tan kork, kâfirlere boyun eğme!” ayetini okudu. Bu ayette muhatap yalnızca Hz. Peygamber değildir; bütün ümmettir muhatap.  Müslümanlar Allah’ın Kitabı’nı terk ettiklerinde kaybolurlar. Ayetullah Hamanei bizleri İslâm’ın anayasası olan Kur’ân’a döndürmek istiyor.

Sizce İslâm demokrasisi kamuoyunda nasıl karşılanır?

Allah Kur’ân’da “Kullarımdan pek azı şükreder” buyurur. Bu bakımdan insanların çoğu hidayeti kabul etmez, kimi zaman da dört ayaklılardan daha aşağı olurlar. Biz insanların azınlığı arasında vahdet sağlamak istiyoruz. Çünkü birlik beraberlik sağlanırsa azınlığın bütün dış güçlere galip geleceğine inanıyoruz. Allah iman edenleri destekler ve korur. Bu yolun yolcusu olmayan, dine rağmen yaşayan insanlara gelince, onlar cehennem ateşine odun olacaklar. Şükretmeyen çoğunluk sorunu her zaman, her yerde olmuştur; Tunus’ta, Libya’da… Hatta İran’da gece gündüz İslâm devletini yıkmak için uğraşan münafıklarla karşılaşıyoruz. Biz mümin azınlığın vahdeti için çalışıyoruz. Çünkü henüz bu azınlık yekvücut olmadı. Vahdet gerçekleştiğinde beraberinde çok büyük avantajlar getirecek.

Halkların kıyam etmesine sebep olan şey neydi? İslâmî güdülerle mi kıyam ettiler, insanî güdülerle mi? Konuşmanızda değindiğiniz, Ayetullah Hamanei’nin de konuşmalarında değindiği aşağılık hissini İslâmî güdüler arasında mı, yoksa insanî güdüler arasında mı saymalıyız?

Ben, Dr. İbrahim Caferî’nin de son konuşmasında değindiği gibi, İslâm ile insan arasında bir fark görmüyorum. İslâmî ilkeler, insanî ilkelerdir; çünkü insan fıtratı ilahîdir. Bütün Kur’ân ahkâmı insanî ahkâmdır. Bu bakımdan inkılâpçı şiarlar da insanî şiarlardır: Onur, cesaret, adalet, kardeşlik, eşitlik… Hepsi İslâmî, aynı zamanda insanîdir. Bu kavramları farklı şekillerde değerlendirenler insanlardır. Harekete geçmek için İslâmî bir sembol olan Cuma gününün seçilmesi, bu inkılâpların İslâmî mahiyete sahip olduklarının göstergesidir. İnkılâpçıların tekbir getirmeleri ve özgürleşen topraklar üzerinde şükür secdesi yapmaları, halkların gönlündeki İslâmî coşkuyu gösterir. Bu, İslâmî Uyanış denilen gerçektir işte. Bu inkılâpların özünde İslâm vardır.

Bugün, 11 Eylül’den sonra şiddetlenen İslâm-Batı savaşına şahitlik ediyoruz. Müslümanlar terörist ilan edildi. Bu savaş, İslâm, zulme ve küfre galip gelene dek devam edecek. Galibiyet, mutlaka gerçekleşecek ilahî bir vaattir. Bu süreçte biz Müslümanların üzerine düşen sabırlı olmak, hikmetli davranmak ve askerî hazırlık görmektir. İslâmî İran, savunma amaçlı donanarak Kur’ân’ın emrini yerine getirmiştir ve gelecekte mutlaka zafer kazanacaktır.

 

medyasafak