Kaos imparatorluğuna hoşgeldiniz
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 18.03.2016

Dünya gezgini ve usta jeopolitik analisti Pepe Escobar Amerika Birleşik Devletleri’nden “Kaos İmparatorluğu” olarak bahsettiğinde bu bir mübalağa gibi görünebilir. Fakat hem Escobar’ın yayınlarına hem de bizzat Amerika Birleşik Devletleri’nin dış politikasına daha derin bir şekilde bakıldığında...
Ulson Gunnar
New Eastern Outlook
Dünya gezgini ve usta jeopolitik analisti Pepe Escobar Amerika Birleşik Devletleri'nden “Kaos İmparatorluğu” olarak bahsettiğinde bu bir mübalağa gibi görünebilir. Fakat hem Escobar'ın yayınlarına hem de bizzat Amerika Birleşik Devletleri'nin dış politikasına daha derin bir şekilde bakıldığında, bunun söz konusu siyasi oluşum ve onun operasyon araçları bakımından belki en yerinde tanım olduğu, belki de “Birleşik Devletler” adından bile daha yerinde olduğu görülecektir.
İkinci Dünya Savaşı'nın akabinde, ABD ve müttefikleri, Batı'nn kaybedilmiş sömürgelerinin geri kazanılmasına girişti. Bunlardan çoğu, Avrupa'nın kendi içindeki çatışmalardan ya uzun süredir başlarında olan sömürgeci efendilerinden kurtulmak, ya da kaçınılmaz olarak bağımsızlığa yönelecek çatışmalar başlatmak üzere yararlanmıştı.
Bu çatışmaların içinde belki de en iyi bilineni Vietnam Savaşı'dır. Amerika Birleşik Devletleri, Fransa yönetimindeki Çinhindi'nin dağılması sürecine dahil olduğunda bunun bedeli, yalnızca Vietnam'ı değil, aynı zamanda Kamboçya, Laos ve Tayland dahil Güneydoğu Asya'nın çoğunu içine alacak bir çatışmada yaklaşık 4 milyon insanın hayatını kaybetmesi olacaktı. Bu dönemde Washington, Ortadoğu'dan Güney ve Orta Amerika'ya kadar örtülü darbelerin ve vahşi isyanların altına imzasını attı. Ve her ne kadar bu kaotik görünse de, amaç her zaman bağımsız devletlerin yıkılması ve sürdürülebilir uydu devletlerin kurulması gibi göründü.
Bu uydu devletlerin arasında Şah İran'ı, Suudi Arabistan, Batı Avrupa ülkelerinin çoğu, belki de hepsi, hatta farklı düzeylerde, şu ya da bu nedenle Washington lehine duruş alıncaya kadar Ortadoğu'nun daimi otokrasilerinden bazıları da vardı. Buradaki fikir, küreselleşme konsepti üzerine inşa edilmiş bir uluslararası düzen kurmaktı.
Küreselleşmenin anlamı, ABD tarafından ve ABD için kurulmuş uluslararası kuruluşlar tarafından yönetilen geniş bir karşılıklı bağımlılıklar sistemi ve daha özel olarak, o zamandan beri Amerika'nın yazgısını yönlendiren özel çıkarlar sistemi demekti.
Ancak küreselleşme kavramı, hem enformasyon teknolojisi, hem de üretim açısından hızlı teknolojik ilerlemelerin herhangi bir şekilde öngörülmesini yadsımış görünmektedir. Bu küreselleşme vizyonunun üzerine işlenen gerçek karşılıklı bağımlılıklar çok azdır ve bunların çoğu, artan maliyetlerle yapay olarak korunmuştur. Bir ülkeyi bu küresel düzenden tecrit etmek yoluyla bu ülkeyi ‘aç bırakacak' yaptırımlar uygulama fikri, hava ve yerçekimi dışında neredeyse her şeye erişimlerinin engellenmesine rağmen on yıllarca ayakta kalan İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler karşısında şu ya da bu düzeyde etkisiz olduğunu göstermiştir.
Nitekim, ülkeler hem siyaset, hem de her devletin altyapısını teşkil eden temel ihtiyaçlar anlamında kendi kendine yeterliliğin değerini anlıyor. Rusya'nın yakın zamanda Batı yaptırımlarının karşısında durması, bu ülkenin yalnızca doğuya doğru değil aynı zamanda içeriye doğru bakmasına, kendi çıkarlarını emniyet altına almasına ve tamamen “küreselleşme” konseptine bağlı olan yaptırımları aşmasına yol açtı.
Dünyayı Wall Street ve Washington'un uluslararası düzenine taşıma yönündeki bu “havuç-sopa” yöntemi daha az etkili hale geldikçe, Batı'nın jeopolitik ticaretinin bazı daha çirkin ve daha az zarif araçları küresel sahnede daha baskın bir rol oynamaya başladı. Öyle görünüyor ki eğer Batı küreselleşme konseptleri üzerine kurulu bu uluslararası düzeni yönetemezse, kaos üzerine kurulu bir uluslararası düzeni yönetecektir.
Kaos imparatorluğu
Küreselleşmeye zemin oluşturan tek kutuplu jeopolitik konseptler bir hayli aşınmıştır. Uluslar artık yalnız başına tecrit olma ve sosyo-ekonomik körelme ile, bu uluslararası düzen içinde ast konumunda olma arasında bir seçim yapmak zorunda değiller. Bilakis, Batı'nın “haydut devletler” olarak adlandırdığı büyüyen toplulukla bütünleşmeyi seçebilirler. Bu liste o kadar büyüdü ki, ABD yakında kendisini ve Batı Avrupa'yı kendi başarısız olmuş uluslararası düzeninin son kalan üyeleri olarak bulabilir.
Hırslı bir küresel imparatorluk açısından en büyük tehlike, birden bire kendi gölgesinden çıkmaya başlayan ve göreceli bir barış ve refah içinde kendileri olmaksızın hareket eden bir gezegen bulmaktır. Bunu engellemek için büyüyen çok kutuplu dünyayı bozmaya ve yıkmaya odaklanan düzenli bir çaba yürüttüklerini gördük.
Avrupa'da mülteci krizi, Avrupa toplumunu kutuplaştırmak ve hükümetlerin ülke içindeki güçlerini arttırıp ülke dışındaki savaşlara daha fazla gerekçe bulmak için kullanılıyor. Batı Avrupa sınırları üzerinde, Rusya'nın karşısındaki eski Sovyet toprakları üzerinde hem Doğu hem de Batı ile bütünleşmekten fayda sağlamaya çalışan görece istikrarlı bir denge, yerini açık savaşşa bıraktı.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu çapında, egemen bir ulus-devlete birazcık benzeyen ülkelerin bile hepsinin altı oyuldu ve bu ülkelere karşı şiddet yoluyla devirme amacı güdüldü. Amaç artık sürdürülebilir uydu devletler kurmak değil, ülkeleri Balkanlaştırmak ve onları bölgedeki Batı tutkularına bir daha asla itiraz edemeyecek kadar enkaz halinde bırakmak. Bu, Libya'da, Suriye'de, Irak'ta ve Yemen'de açıkça görülebilir. Bu ülkelerde ABD ve müttefikleri tarafından desteklenen grupların hiçbiri, hiçbir zaman gerçekçi bir şekilde işleyen bir ulus devleti yönetemez.
Asya'da da birbirini izleyen devletlerde, Washington'un geleceğin uydusu statüsü verdiği yönetici siyasi partiler iktidardan indiriliyor ve uzun zaman boyunca ABD tarafından desteklenen liderleri ya sürgün ediliyor ya da hapse atılıyor.
Bu ilk siyasi adımlar çatırdadığı zaman ise, bölgenin yerlisi bile olmayan terörist grupların daimi şiddet eylemleri dalgası güç kazanmaya başladı.
Böl ve yönet
“Böl ve yönet”, kayıtlara geçmiş beşeri medeniyetin başlangıcından bu yana imparatorluğun geçim yolu olan bir jeopolitik kural olmuştur. İngilizler, imparatorluğun kavradığı alanın hemen ötesindeki bir hedef toprağı boyunduruk altına alamadıkları zaman onları bölüp yok ederdi. Yağmalanabilir ve çiğnenebilir harap olmuş bir ülke, bir İngiliz naibinin yönettiği sadık bir uydu devlet kadar arzu edilir olmayabilir, fakat bu, “Büyük Britanya”ya direnmenin erdemleri konusunda başkalarına örnek teşkil eden bir ulusal egemenlik gediğinden iyidir.
Bugün, modern imparatorluğun özellikleri ve saplantıları konusunda giderek bilinçli hale gelen bir kamuoyunun orta yerinde bir uydu devlet kurma fikrinin her geçen gün daha da zayıf hale geldiği açıktır. Bu türden uydu devletlerin, en iyi şekilde finanse edilmiş yabancı vekillere bile asgari çabayla kaydadeğer bir direniş sergileyebilecek bir yerel nüfus tarafından kabul edilebilme olasılığı çok daha azdır.
Küreselleşme, insanları şimdi ulusal ve hatta yerel düzeydeki teknolojideki ilerlemeler yoluyla yapılabilir olan şeyi yapmak için çok uzaktaki özel çıkar grupları tarafından kontrol edilen bir küresel sisteme ihtiyaç duyduklarına ikna etmek için giderek daha fazla yanılsamaya ihtiyaç duydu. Şimdi onlar için geri kalan tek seçenek, insanların bu teknolojiyi ulusal ve yerel düzeyde kullanmalarını engellemek, onları mümkün olduğunca uzun süre boyunca bölünmüş ve dengesini yitirmiş halde tutmak ve Batı'nın küresel hegemonyasını mümkün olduğunca uzun süre boyunca devam ettirmek için kaos ekmektir.
Kaosun ötesine geçmek
Kaos üzerine kurulmuş bir imparatorluk tek başına ayakta duramaz. Kendisini önceleyen uluslararası küreselleşme düzeni gibi kaos da, kendisini kalıcı hale getirmek için yanılsamalara ve manipülasyona ihtiyaç duyar. Ne yazık ki, bir toplumun içinde kaosu uyandırmak, onları küreselleşmenin aslında var olmayan karşılıklı bağımlılıklarına ikna etmekten çok daha kolaydır.
Bu kaostan çıkış yoluna öncülük eden ülkelerin arasında, ondan en fazla acı çekmiş olanlar var. Bu ülkelerin liderleri, Batı'nın kendi sınırları içinde bu kaosu beslemesini sağlayan vektörleri kapama ihtiyacını anladılar. Bu vektörlerin arasında sosyo-ekonomik eşitsizlik, dış finansmanlı propaganda, dış finansmanlı sivil toplum kuruluşları (STK'lar) ve elbette kaosun en kötü türünü yaratmak için gerekli fiili terörizmi ve ajitasyonu gerçekleştirmek için kullanılan aşırıcı gruplar da vardır.
Özellikle Rusya ve Çin, yalnızca Batı'nın küreselleşme şamatasının kalıntılarına değil, aynı zamanda Batı'nın daha önce kurmaya çalıştığı tek kutuplu dünyaya da alternatifler geliştirme çabası içinde oldu. Bu ülkelerin her ikisi de, kaosun ötesine geçme ve çok daha geniş bir güç dengesine yönelmeye hazır ülkelerden oluşan bir bileşim yaratmak üzere kendi sınırlarının içine ve ötesine bakıyor.
Rusya, Batı'ya karşı kendi yaptırımlarını getirmek yoluyla kendi kendisini ihracata yönelik hammadde üretebilir hale getirdiği gibi, aynı zamanda daha yetenekli bir bitmiş mamul üreticisi haline gelmeye yöneliyor. Rusya bu şekilde, Amerika'nın yaptırımlar oyununu tersine çeviren bir süreç başlattı. Pek çok kişi Amerikan politikalarını Washington'un yönettiğine inansa da, Wall Street'in rolünü görmezden gelmek gerçekçi olmayacaktır. Wall Street'le ticaret yapan şirketlerin ölçeğini küçülten, onların küresel sahne üzerinde kullandığı haksız gücü de küçültür.
Ülkeler, bir grup insanın onların yalnızca ne alıp satacağı üzerinde değil, doğal kaynaklarının nasıl ve nerede kullanılacağı üzerinde bile daha fazla kontrole sahip olacağı, kazanç sağlamayan bir küreselleşme sistemi yerine ticaret yapmayı seçiyor.
Kaos İmparatorluğu son gerilemesine girerken ve yeni bir çok kutuplu düzen doğarken, geriye sorulacak bir soru kalıyor: kaos, bu yeni çok kutuplu düzenin inşa edilebileceği hızdan daha hızlı mı yayılıp yıkacılığını gösterecek? Şüphesiz bu, her iki tarafı da giderek artan ölçüde tahayyül edilemez bir karşı karşıya gelişe iten bir başabaş yarış.
www.medyasafak.net