Tiran ve Sanafir Adaları, Ortadoğu’nun gizli tutulan işleri / Suudiler ve İsrail komşu oldu

Tiran ve Sanafir Adaları, Ortadoğu’nun gizli tutulan işleri / Suudiler ve İsrail komşu oldu
"Suudi politikası bölgede yeni bir denklem yaratıyor. İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün, stratejik olarak tek bir güce karşı yöneliyor: İran. Bu, Riyad’daki rejimi Washington’daki politikacıların elinde, bölgeyi yeniden düzenleme çabalarına ve kendilerine göre Rusya, Çin ve İran’a karşı savunma stratejisi olan şeye hizmet edecek bir araç haline getiriyor."

 

 

Darko Lazar

 

 

Alahednews.com

 

 

 

Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki ilişkilerde buzların çözülmesinin şu ana kadarki en somut işareti olarak Tel Aviv, Mısır'ın Kızıldeniz'deki iki adasının egemenliğinin Riyad'a teslim edilmesi karşısında hiçbir rahatsızlık duymadı.

 

Tiran ve Sanafir, Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki dar deniz geçişinde yer alan iki küçük ve bütünüyle insansız toprak parçası. Ancak stratejik bir konumda bulunan bu adalar, Akabe Körfezi'ne girişin ve sırasıyla İsrail'de ve Ürdün'de bulunan Eliat ve Akabe limanlarının kontrol edilmesi için değerli bir mevki sunuyor.  

 

12 Nisan tarihinde Kahire hükümeti tarafından yapılan ve Kızıldeniz'deki adaların “Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki yeni sınır çizgileri anlaşması doğrultusunda Suudi karasularında kaldığını” söyleyen açıklama dünyanın çoğunu şaşırttığı gibi, bizzat Mısırlıların kendisini de şaşırttı.

 

Tiran ve Sanafir'i altıncı sınıf ders kitaplarından hatırlayan Mısır halkı için adalar her zaman Mısır adalarıydı. Dahası, Mısır'daki pek çok kişinin zihninde adalar her zaman, milli coşku ve yurtseverlik dönemiyle ve ülkenin İsraillilere karşı verdiği dört savaşla ilişkilendirilirdi.

 

O halde ne değişti?

 

"Ada bir milyara"

 

Kahire'nin Tiran ve Sanafir'in egemenliğini devretme kararı, Suudi Arabistan kralı  Selman bin Abdülaziz'in Mısır başkentine yaptığı nadir ziyaretlerden biri sırasında alındı. Kral bu ziyarette Suudilerin Mısır'a yönelik yardım ve yatırım planlarını duyurmuştu.

 

Ancak Suudi Arabistan'ın ve öteki Fars Körfezi monarşilerinin Mısır'a milyarlarca dolar yağdırdığı günler – bu, dönemin Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi'nin 2013 yılında Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi devirmesi zamanında benimsenen bir pratikti – geçmişte kaldı.

 

Rekor düzeydeki düşük petrol fiyatları ve maliyetli bölgesel savaşlar Suudi krallığını fiilen iflas ettirdi ve Mısır gibi ülkelere yönelik güçlü mali desteği sürdürülemez bir politika haline getirdi.

 

Reuters'ın alıntı yaptığı kaynaklara göre Suudi Arabistan'ın Mısır'a yönelik mali desteği artık “bedava para” niteliğini taşımayacak ve giderek artan ölçüde, Suudilerin düşük petrol fiyatlarından kaynaklı ekonomik çöküşle baş etmesine yardım edecek iadeler getirecek krediler biçimini alacak.

 

Meseleye aşina olan bir Suudi işadamı Reuters'a, "Bu bir strateji değişikliği. Yatırım dönüşleri Suudi Arabistan için önemli" şeklinde konuştu.

 

Ancak yıllardır devam eden siyasi karmaşanın ve Sina Yarımadası'ndaki devam eden isyanın tahrip ettiği bir ekonomiyi canlandırmak için mücadele eden Mısır'ın çok da fazla teminat sunması kolay değildir.

 

Bu yüzden Sisi, önümüzdeki beş yıl için 23 milyar dolarlık petrol arzı ve tahmini 4 milyarlık altyapı desteği karşılığında açıkça, Mısır toprağının bir parçasını satmıştır.

 

Mısır Cumhurbaşkanı'nın adaları parlamento onayı olmaksızın teslim etme yönündeki yürütme kararı, anlaşma halihazırda imzalandıktan sonra duyuruldu ve bu durum hükümet karşıtı protestolara ve sosyal medya sitelerindeki bir eleştiri fırtınasına yol açtı.

 

Ülkeyi terk etmiş olan meşhur Mısırlı hicivci Bassam Yusuf, anlaşmayla dalga geçtiği bir tweet'inde, Sisi'nin adaları çarşı esnafları gibi en yüksek fiyata sattığını iddia etti.  

 

Yusuf'un tweet'inde, "Haydi, haydi, ada bir milyara, piramit iki milyara, bir çift heykel de üçe" sözleri okunuyordu.

 

Fakat Suudi muhalifi ve Körfez İşleri Enstitüsü Müdürü Ali el-Ahmed, Sisi'nin gerekçelerinin salt ekonomik olmaktan çok daha fazla olduğuna inanıyor.

 

El-Ahmed şöyle konuştu: "Bu gerçekten de dahil olan herkes için, özellikle de büyüyen iç siyasi muhalefetle karşı karşıya olan Sisi için parlak bir siyasi adımdı. Sisi bir taraftan adalar için para alırken, bir taraftan da İsrail'den ve Suudilerden destek alıyor. Ben Sisi'nin yakında, siyasi ıslahın yeni aşaması olarak adlandırabileceğiniz şey için Beyaz Saray'da olacağını öngörüyorum."

 

"Bir anlaşmaya vardık"

 

1967 yılında İsrailliler, Cemal Abdülnasır'ın gemilerin Tiran Boğazı'ndan geçişini bloke etme kararını Altı Gün Savaşı'nı başlatmanın bahanesi haline getirmiş, savaş ise İsrail'in hem Tiran hem de Sanafir'i işgal etmesiyle sonuçlanmıştı. 

 

1982 yılında Camp David Anlaşmaları hükümleri uyarınca adalar Mısır'a geri verildi ve boğazdan geçiş serbestisini sağlamak üzere buraya bir çokuluslu güç konuşlandırdı.

 

Bu yüzden Suudiler, 1950 yılından beri ihtilaf konusu ettikleri adaları nihayet ellerine alınca, yaptıkları ilk iş İsraillilere teminat vermek oldu.

 

Haaretz gazetesi, İsrail Savaş Bakanı Moşe Yalon'un "Dört taraf – Suudiler, Mısırlılar, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri arasında – Suudilerin barış anlaşmasının askeri eki konusunda Mısırlıların yerini ikame etmesi şartıyla adaların sorumluluğunun teslim edilmesi konusunda anlaşmaya vardık" sözlerine yer verdi.

 

Burada dikkate değer olan şey, anlaşmanın yalnızca dört ana taraf – Kahire, Riyad, Washington ve Tel Aviv – arasında bir anlaşmaya varıldıktan sonra ilan edilmiş olması.

 

Tel Aviv'in, içinde Suudilerin de olduğu çoktaraflı bir müzakere sürecinin parçası olduğu şeklindeki yalın gerçek ise çok şey anlatıyor.  

 

El-Ahmed'e göre anlaşma, "Suudi Arabistan ve İsrail'i resmen komşu yapıyor."

 

El-Ahmed şunları ekliyor: "Bu İsrail'i çok memnun ediyor, zira adaların Suudi toprağının parçası haline gemesiyle İsrailliler şimdi Kızıldeniz'e hem ticari, hem de askeri olarak doğrudan açılan bir güzergaha sahip… Bu adalarla Suudi Arabistan arasındaki su yolları çok sığ. Bu yüzden gemiler, adalarla Mısır toprağı arasında gitmek zorunda olacaktır ki, buralar şimdi uluslararası karasuları haline gelmiştir. Şu anda İsrailliler de bu uluslararası karasularına erişim sağlayabilmektedir ve mevcut durum onlara uluslararası hukuk güvencesi altında, bu bölgede istedikleri her şeyi yüzdürme veya uçurma veya konuşlandırma hakkı vermektedir."

 

Nitekim, şu aralar Riyad'la olan büyüyen gizli güvenlik işbirliğinin tadını çıkaran Tel Aviv, Suudilerin İsrail gemilerinin Tiran Boğazı'ndan serbest geçişine saygı göstermek niyetinde olduğu yönünde yazılı teminatlar aldı. Bu, söz konusu anlaşmanın en kaydadeğer unsuru.

 

Mısır doğumlu yazar ve siyasal yorumcu Dr. Nasır el-Omeri, "Suudi rejimiyle İsrailliler arasında koordinasyon olduğunu ve bu anlaşmaya İsraillilerin onayıyla ulaşıldığını biliyoruz. Siyonist devlet, Suudi politikasının bir parçası haline gelmiştir" şeklinde konuşuyor.

 

Hızla Ortadoğu'nun en kötü gizli gerçeği haline gelen şey, ilan edilmemiş olan İsrail-Suudi anlaşmasının İran'da bir ortak düşman bulduğudur. Tiran Boğazları hakkındaki anlaşma, onların ortak çıkar gündeminin genişlediğini ortaya koyuyor.

 

El-Omeri, görüşlerini şöyle ifade ediyor: "Suudi politikası bölgede yeni bir denklem yaratıyor. İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün, stratejik olarak tek bir güce karşı yöneliyor: İran. Bu, Riyad'daki rejimi Washington'daki politikacıların elinde, bölgeyi yeniden düzenleme çabalarına ve kendilerine göre Rusya, Çin ve İran'a karşı savunma stratejisi olan şeye hizmet edecek bir araç haline getiriyor."

 

 

www.medyasafak.net