Washington, Katar’dan sonra Ortadoğu’yu mu kaybetti?

Washington, Katar’dan sonra Ortadoğu’yu mu kaybetti?
Geçtiğimiz bahar aylarında Katar, paylaşılan Güney Pars-Kuzey Kubbesi petrol sahasının işletilmesi konusunda bir uzlaşıya varmak için Tahran’la görüşmelere başladı. Sahanın işletilmesi üzerindeki moratoryumu kaldıran Katar, ortak gelişim için İran’la müzakerelere girdi. Aktarıldığına göre Katar ve İran, İran’dan Akdeniz’e veya Türkiye’ye ulaşacak ve aynı zamanda Katar gazını Avrupa’ya taşıyacak bir Katar-İran doğalgaz boru hattının ortak olarak inşa edilmesi konusunda anlaşmaya varmıştı.

 

 

 

F. William Engdahl

 

 

New Eastern Outlook

 

 

 

ABD Kongresi'nin İran'a ve şimdi Rusya Federasyonu'na karşı uyguladığı yaptırımlar ile Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşilerinin Katar'a yaptırım uygulama kararını birbirine bağlayan gizli ve ince bir kırmızı iplik var. Bu kırmızı ipliğin terörizme karşı savaşla hiçbir ilgisi yok; bütünüyle, dünyadaki en büyük doğalgaz rezervlerini kimin kontrol edeceği ve bu gaz için kurulan dünya piyasasına kimin hakim olacağıyla ilgisi var.

 

Aşağı yukarı bir asırdır, 1914 yılından beri, dünya neredeyse devamlı olarak petrolün kontrolü için yürütülen savaşların içinde oldu. Tedrici olarak Avrupa Birliği'nde temiz enerji politikalarının benimsenmesi, bilhassa Çin'in kömür üretimini azaltarak karbondioksit emisyonlarını önemli ölçüde azaltmayı kabul etmesi – ki bu kendi başına bilimsel bir eylem değil, politik bir eylemdi – ve bunların yanı sıra doğalgaz taşımacılığı teknolojilerinde, özellikle de doğalgaz sıvılaştırılması yahut LNG alanında yaşanan ilerlemeler sonucunda doğalgaz en sonunda, tıpkı petrol gibi küresel çapta ticaret yapılan bir pazar alanı haline geldi. Bu gelişmeyle birlikte artık sadece dünya çapındaki büyük petrol rezervleri için verilen savaşlar çağında değiliz. Aynı zamanda doğalgaz savaşları çağının şafağındayız. Bayanlar ve baylar, emniyet kemerlerinizi bağlayın.

 

Jeopolitik aktörler açısından, ilan edilmemiş en son gaz savaşlarının başlatılması konusunda, sözde derin devlet çıkarları adına politika yapan yozlaşmış Washington topluluğundan daha fazla sorumlu olan kimse yoktur. Bu, Obama'nın başkanlığında kayda değer bir düzeyde başladı ve şu andaki Trump-Tillerson ucuz gösterisi altında intikam şeklinde devam ediyor. Donald Trump'ın, Washington'un şimdi İran olarak tanımladığı “terörizm”le savaşmak üzere bir Sünni Arap “NATO”su fikrini dürtüklemek üzere Riyad ve Tel Aviv'e yaptığı son yolculuk, ABD'nin gelişmekte olan küresel gaz savaşlarında yeni bir aşamanın kıvılcımını çaktı.

 

Eti pişirmek için evi yakmak

 

Trump Yönetimi'nin Ortadoğu'daki politikası – ve bunun açık bir politika olduğundan emin olunmalıdır – bir domuzun etini pişirmek için evini yakan çiftçi hakkındaki kadim Çin masalına benzetilebilir. Washington, “düşük karbondioksitli” doğalgaz etrafındaki gelişen dünya enerji pazarını kontrol etmek için, yalnızca dünyanın en büyük gaz rezervlerine sahip ülkesi olan Rusya'yı hedef almadı. Şimdi İran ve Katar'ı da hedef alıyor. Bunun nedenlerine daha yakından bakalım.

 

Daha önce, 15 Temmuz 2009 tarihinde dönemin Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halife el-Sani ile, o tarihte halen Emir'in güvenilir bir dostu olarak görülen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasında gerçekleşen kötü şöhretli görüşme hakkında yazmıştım. Aktarıldığına göre Şeyh Hamad Esad'a Katar'ın Fars Körfezi'ndeki dev gaz sahasından Suriye'nin Halep vilayeti üzerinden Türkiye'ye gidecek ve oradan da dev AB gaz pazarına ulaşacak bir doğalgaz boru hattının inşa edilmesini önerdiğinde Esad, gaz meselelerinde Rusya'yla uzun zamandır var olan iyi ilişkilere saygı göstererek ve Katar gazıyla Rusya'nın AB'ye yaptığı doğalgaz ihracatını kesmek istemeyerek bu öneriyi geri çevirmişti.

 

Fars Körfezi'nde bulunan ve Katar tarafına Kuzey Kubbesi, İran tarafına ise Güney Pars adı verilen bu gaz sahasının dünyada tek başına en fazla gaz bulunduran rezerv olduğu tahmin ediliyor. Kadere bakın ki saha, Katar ve İran karasularının ortasında yer alıyor.

 

Ardından Temmuz 2011'de – ve söylendiğine göre Moskova'nın da oluruyla – Suriye, Irak ve İran hükümetleri, “Dostluk Boru Hattı” adı verilen farklı bir doğalgaz boru hattı anlaşmasına imza attı. Bu anlaşmayla, İran'ın Güney Pars sahasındaki kullanılmayan dev miktardaki gazın Irak ve Suriye üzerinden gelişmekte olan AB pazarına ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e taşınması öngörülüyordu. 2011 sonrasında NATO'nun ve Vehhabi gerici Körfez devletlerinin Suriye'yi yıkmayı seçmesi nedeniyle bu boru hattı elbette askıya alındı. Bu ülkeler, önce Irak ve Suriye El Kaidesi, sonra Irak ve Şam İslam Devleti, ardından sadece İD, yahut Arapça DAEŞ diye çeşitli biçimlerde adlandırılan muhtelif terör oluşumları aracılığıyla Esad'ı ve üniter Suriye devletini yıkmayı seçti. NATO ve Körfez Arap devletleri için bir İran-Irak-Suriye doğalgaz boru hattı, Avrasya'nın enerji jeopolitiği haritasını değiştirecek ve İran'ın Suudi Vehhabi tahakkümü karşısındaki siyasi etkisini arttıracaktı.

 

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, şaibeli IŞİD örgütü 2014 yılında sahneye çıktığı zaman, Türkiye-Katar boru hattının geçeceği Halep'i işgal etmeye yöneldi. Tesadüf mü? Pek de muhtemel değil.

 

Önerilen Katar-Suriye-Türkiye-AB boru hattı (mavi) Halep Vilayeti üzerinden, alternatif İran-Irak-Suriye boru hattı (kırmızı) ise Lübnan üzerinden AB'nin gaz pazarlarına gidecekti.

 

2011 yılı, Katar'ın Esad'a karşı savaşına 3 milyar dolar gibi yüksek bir meblağ akıttığı tarihti ve bu savaşta Suudi Arabistan ve diğer Sünni Arap Körfez devletleri tarafından, daha sonra da jeopolitik Avrupa ve Asya gazının merkezi olma tutkularının solduğunu gören Türkiye tarafından desteklendi. İran-Suriye “Dostluk Boru Hattı” anlaşmasının duyurulmasından yalnızca bir ay sonra, Ağustos 2011'de ABD, BM Güvenlik Konseyi'nde Esad'ın çekilmesini istedi. ABD Özel Kuvvetleri ve CIA, Esad'ı devirip Şam'da Katar'ın doğalgaz boru hattı tutkularına dost olacak, Suudi kontrolündeki kukla bir rejimin kurulmasına kapıyı aralamak için, Sünni Vehhabi etkisindeki dünyanın her yerinden toplanmış “Suriye muhalefeti” teröristlerini Türkiye ve Ürdün'deki NATO üslerinde gizlice eğitmeye başladı.

 

Washington ve Riyad'da jeopolitik ahmaklık

 

Peki bütün bunlar bugün Trump'ın ve Suudi Prensi Selman'ın İran'ı “bir numaralı terör sponsoru” olarak, Katar'ı da terörizm destekçisi olarak şeytanlaştırmasıyla nasıl bir uyum içinde?

 

Şeyh Hamad'ın oğlu, şu andaki Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad el-Sani'nin daha pragmatik olduğunu ve Rusya'nın Suriye savaşına girmesi sonucunda Katar'ın Halep üzerinden Türkiye'ye, oradan da AB'ye gidecek boru hattı hayallerinin kül olduğunu idrak edince sessizce Tahran'la görüşmeye başladığını anladığımız zaman bütün bunlar birbiriyle uyumlu hale geliyor.

 

Geçtiğimiz bahar aylarında Katar, paylaşılan Güney Pars-Kuzey Kubbesi petrol sahasının işletilmesi konusunda bir uzlaşıya varmak için Tahran'la görüşmelere başladı. Sahanın işletilmesi üzerindeki moratoryumu kaldıran Katar, ortak gelişim için İran'la müzakerelere girdi. Aktarıldığına göre Katar ve İran, İran'dan Akdeniz'e veya Türkiye'ye ulaşacak ve aynı zamanda Katar gazını Avrupa'ya taşıyacak bir Katar-İran doğalgaz boru hattının ortak olarak inşa edilmesi konusunda anlaşmaya varmıştı. Doha bunun karşılığında Suriye'de terörizme verdiği desteğe son vermeyi kabul etti ve bu, Trump ve Suudilerin yok edilmiş bir Suriye'yi balkanlaştırma ve bölgedeki doğalgaz akışını kontrol etme planlarına  büyük bir darbe indirdi.

 

Washington, Riyad ve Tel Aviv'in gördüğü haliyle bu jeopolitik felaketi önlemek için, kutsal olmayan üçleme bir araya gelip İran'ı ve ironik bir şekilde Pentagon'un bütün Ortadoğu'daki en önemli üslerine ev sahipliği yapan Katar'ı suçlamaya başladı. Katar, dünyadaki terörizmin “Şeytan Knievel”ı ilan edildi; ABD savunma bakanı “Çılgın Köpek” Mattis İran'ı dünyadaki “en büyük terör destekçisi devlet” ilan ederken, Katar Hamas'ın, El Kaide'nin ve IŞİD'in baş finansörü  olmakla suçlandı. Belki bir zamanlar öyleydi. Bugün ise Katar başka amaçlar peşinde koşuyor.

 

Washington bu şekilde, son yıllarda Kabil'den Çin'e, Bosna-Hersek'ten Kosova ve Suriye'ye ve hatta İran ve Rusya'ya kadar uzanan bir fanatik cihadçı teröristler ağı kurmak için 100 milyardan fazla para aktardığı söylenen Vehhabi Suudi Arabistan'ın rolünü aklıyor.

 

Başarısızlığa mahkum

 

Yakın zamanlardaki neo-con Washington stratejilerinin çoğu gibi, Katar ve Tahran'ın şeytanlaştırılması ve yaptırımlar da destekçilerinin yüzüne geri çarpıyor. İran, 1948-1949'de çok farklı bir bağlamda gerçekleşen 1948-49 Berlin Hava Nakliyesi'ni hatırlatır şekilde, ablukayı kırmak için acil gıdalar ve başka yardımlar sunarak yanıtını derhal verdi.

 

Keza Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov çok kısa süre önce Katar Dışişleri Bakanı'yla Moskova'da görüştü ve Çin Deniz Kuvvetleri, Hürmüz Boğazı'ndaki son derece stratejik petrol geçidinde İran-Çin ortak deniz tatbikatlarına katılmak üzere bir İran limanına indi. Umman ve İran arasında, Fars Körfezi'nin Umman Denizi'ne açıldığı noktada bulunan Hürmüz Boğazı, Çin'e ve dünyanın diğer pazarlarına deniz yoluyla giden petrolün %35'ten fazlasının buradan geçmesiyle, günümüz dünyasındaki tartışmasız en stratejik su geçididir.

 

ABD ve AB'nin yaptırımlarının yarı yarıya kalkmasıyla şimdi İran Şangay İşbirliği Örgütü'ne tam üye olmaya adaydır ve halihazırda Çin'in Tek Kemer Tek Yol projesine katılmaya davet edilmiştir. Önceden “Yeni Ekonomik İpek Yolu” olarak bilinen bu proje, Ortadoğu da dâhil olmak üzere Avrasya devletleri genelinde ekonomik bağlantılar yaratacak olan, dünyanın açık ara en etkileyici altyapı projesidir.

 

Katar ise Çin'e de, Rusya'ya da yabancı değil. 2015 yılında Katar Çin Halk Bankası tarafından Çin'in para birimi olan ve şimdi uluslararası kabulünde önemli bir sıçrama yaratacak şekilde IMF'nin SDR kur sepetine kabul edilen yuanla kliring işlemleri yapılan ilk Ortadoğu merkezi olarak resmen tanındı. Çin'in resmi para biriminin bu kliring statüsü, Katarlı şirketlerin Çin'le, örneğin doğalgaz alanında yaptıkları ticareti bu para birimiyle yapmasına olanak veriyor. Katar halihazırda Çin'e önemli miktarda LNG ihraç ediyor.

 

Amsterdam'dan gelen son raporlara göre Katar halihazırda Çin'e ABD dolarıyla değil yuanla gaz satıyor. Eğer doğruysa bu, ABD dolarının gücünde, onun her yerde savaşlar yürütebilme ve 19 trilyon doları aşkın bir federal bütçe açığını ve kamu borcunu idare edebilme becerisinin mali temelinde büyük bir deprem demektir. İran zaten petrol için dolar almayı reddediyor ve Rusya kendi gazını Çin'e ruble ya da yuan cinsinden satıyor. Eğer bu durum uluslararası iki taraflı ticaretin yuan, Rus rublesi ya da diğer dolar dışı para birimleri lehine önemli bir değişim meydana getirirse, bu Amerika'nın küresel süper gücü için alacakaranlık demek olacaktır. Işıklar kesildi, basta (yeter)!

 

Bugün dünyanın tek süper gücü olmak, örneğin 1990'larda olduğu kadar basit değildir. Çılgın Köpek gibi lakapları olan psikopat generaller bile, Washington emirlerini havlayarak verirken başkalarını kendi çizgilerine dönmeleri için korkutamaz. 1990'lar gibi yakın bir zamanda bu, söz yerindeyse çantada keklikti. Yugoslavya'da savaş yürüt, Afganistan'daki uzun bir savaştan sonra Sovyetler Birliği'ni istikrarsızlaştır, bütün Doğu Avrupa'daki komünist ekonomileri yağmala. Artık bu kadar kolay değil. Daha da kötüsü, dünya da artık Washington'un yıkım savaşlarına değer vermiyor gibi görünüyor. Washington'un son yıllarda onlar için yaptığı onca şeyden sonra hakikaten nankörlüktür bu…

 

Acaba gelecekteki tarihçiler, Amerikan Yüzyılı'nın ölüm tarihi olarak, Washington'un Dick Cheney'nin enerji zengini Ortadoğu'ya verdiği isimle “stratejik ödül”ün kontrolünü kaybettiği 2017 yılı dolaylarını mı yazacak?

 

 

www.medyasafak.net