Zafer Bengaş: Suriye savaşından edinilen dersler

Zafer Bengaş: Suriye savaşından edinilen dersler
WikiLeaks belgelerine göre Suriye’yi istikrarsızlaştırma ve bu şekilde oradaki hükümeti devirme komplosu, 2005 gibi erken bir tarihte hazırlandı (Craig Whitlock bunu Washington Post gazetesinde 17 Nisan 2011 tarihinde yayınlanan bir makalede açığa çıkarmıştı).

 

Suriye savaşından edinilen dersler

 

 

Zafer Bengaş

 

 

Crescent International

 

 

Suriye ve Irak'ta tekfircilerin safları dağılırken ve iki ülkede sahip oldukları topraklar hızla küçülürken, şimdi son altı yılın gelişmelerinin üzerine düşünme vaktidir. Suriye'de yüz binlerce masum insanın kanının akmasına sebep olan ve dünya genelindeki Müslümanlar arasında derin bölünmeler yaratan bu korkunç deneyimden çıkarılması gereken dersler bulunuyor.

 

Normalde samimi Müslüman olduğu halde Beşar Esad'a duydukları nefretten gözleri kör olan pek çok kişi, Kuran'ın adalet prensibini terk etti ve fiillerine duygularının yön vermesine izin verdi:

 

Ey iman edenler!  Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yapın. Haklarında şahitlik ettikleriniz zengin de olsa, fakir de olsa, Allah onlara daha yakındır (Nisa:135).

 

Bu, hem Suriye içinde hem de Suriye dışında böyle oldu ve bunun önemli bir bölümünün arkasında, Esad'ın hükümetinin birkaç ay içinde, hatta belki de daha kısa süre içinde düşeceği şeklindeki hatalı varsayım vardı. Pek çok naif Müslüman, Suriye'deki kaosun girdabına sürüklendi. Bu, Tunus, Mısır ve Libya'daki benzer ayaklanmaların izinden giden halkın değişim isteğinin parçası gibi sunuldu. Sözde “Arap Baharı”ndan hiçbir monarşik rejimin — Suudi Arabistan, Bahreyn, Ürdün, vs. — etkilenmemiş olduğuna dikkat çekmek gerekir. Neden bu rejimler es geçildi ve buralarda ayaklanmalar vuku bulmadı – yahut başarılı olmasına izin verilmedi?

 

Bu hayati gerçeği görmezden gelen pek çok samimi Müslüman, emperyalizmin, Siyonizm'in ve Vehhabiliğin, ne yaptığından habersiz araçları haline geldi. Bu, iki düzeyde gerçekleşti. Birinci olarak, Güneydoğu Asya, Orta Asya, Müslüman Doğu, Avrupa ve Kuzey Amerika gibi birbirine çok uzak bölgelerden çok sayıda idealist, ancak naif Müslüman, hilafetin (İslam Devleti'nin) kurulmasına yardım etme olarak algıladıkları şeyin cazibesine kapıldı.

 

Belki Hizbul Tahrir'in (HT) hilafet hakkındaki literatürü ve basitleştirici retoriği de bu gençlerin hilafetin kurulmasına ve “korunmasına” yardım etmek için Suriye'ye akmasına yardımcı olmuştur. HT bu niyette olmamış olabilir, ancak onların basitleştirici iddiaları, Daeş/IŞİD propagandasına meşruiyet kazandırmıştır.

 

İkinci olarak, İslam'daki acı çeken Müslümanlara yardım etme zorunluluğundan motive olan vakıf kuruluşları da yardım etme telaşı içinde oldu. Motivasyon kaynağı hayranlık oluşturucu olsa da, pek çok Müslüman kuruluş her şeyin suçunu Esad hükümetine atan Batı-Siyonist-Vehhabi propagandasının araçları haline geldi. Eğer tekfirci teröristlerin boğaz kesme ve organ yeme gibi korkunç suçlar işlediği görülürse, bunların suçu ya hükümet ajanlarına ya da CIA ve Mossad'a atıldı.

 

Net sonuç, bu tür yardım kuruluşlarının çalışmalarının yalnızca, yardım ettiklerini iddia ettikleri insanların acılarını daha da arttırması oldu. Bilakis, fikir ayrılığı içinde oldukları Müslümanlara karşı nefret oluşturmak üzere, alçak bir mezhepçi propaganda yayıldı. Müslüman toplumların dokusunda oluşan hasar o denli büyüktür ki, bunun üstesinden gelinmesi belki on yıllar, belki de daha uzun zaman alacaktır.

 

Bu propaganda taarruzunun içinde tümüyle görmezden gelinen şey, Suriye halkının büyük çoğunluğunun IŞİD'in gaddarlığından ürkmesiydi. Açık bir şekilde yapılan boğaz kesmelere ilave olarak – ki bunlar internette yaygın şekilde gösterildi – sıradan Suriyeliler aynı zamanda katil çetelerin elinde kişisel zorluklar da deneyimledi. Şahsi mallarına silah zoruyla el konuldu ve evlerinden çıkmaya zorlandılar. Politize olmayan Suriyeliler bile irkilip “bunlar mücahit olamaz!” diye haykırdı. Tekfircilerin başarılı olması halinde şiddetin ve kan gölünün sonunun gelmeyeceğini biliyorlardı. Suriye halkı onlarla hiçbir işlerinin olmamasını istiyordu.

 

Tekfirciler 21 Mart 2013 tarihinde, büyük İslam âlimi, 84 yaşındaki Şeyh Muhammed Said Ramazan el-Buti'yi namazdan sonra mescid içinde öldürdüler. Suriye Büyük Müftüsü olarak görev yapmış Sünni bir âlim olan Şeyh el-Buti, 60'dan fazla ilmi eser kaleme almıştı. Şiddeti reddediyordu ve muhalefetin hükümete karşı silahlanmasını desteklememişti. Tekfircileri savunanlar, El-Buti'yi rejimin ajanlarının öldürdüğünü iddia ettiler. Buna dair bir kanıt ya da rejimin bunu yapması için bir sebep sunamadılar. Benzer bir şekilde, şimdiki Suriye Müftüsü Şeyh Ahmed Bedreddin Hasun'un 18 yaşındaki oğlu Sariya da, 2 Ocak 2011 tarihinde, tekfirciler tarafından bir öğretim üyesiyle birlikte pusuya düşürüldü ve öldürüldü. Oğlunun cenazesinde Şeyh Hasun, Yüce Allah'a tekfircileri doğru yola iletmesi için dua etti. Tekfirciler ayrıca, hükümeti devirmek için yürütülen ve dışarıdan kışkırtılan savaşa katılmayı reddettikleri için üniversite öğretim üyelerine ve yüksek profilli sivil toplum figürlerine yönelik bir dizi suikast düzenledi.

 

Bazı Esad karşıtı unsurlar, tüm korkunç eylemler için Amerikan-Siyonist ajanlarını suçluyor. Bu, resmin ancak yarısını temsil ediyor. Kuşkusuz Suriye'de faaliyet yürüten CIA/Mossad ajanları var, ancak tekfirciler, Allah'ın düşmanlarıyla isteyerek yan yana geldiler. Bu, Suriye'deki muhalefeti destekleyen, ülke dışındaki Müslümanlar için de geçerli. İslam'da böyle bir davranışı haklı kılacak herhangi bir mazeret sunabiliyorlar mı?

 

Yüzyıl dönümünden bu yana çok sayıda Müslüman ülke, emperyalistler ve müttefikleri tarafından istila edildi ve yıkıldı. Afganistan, Irak ve Libya gibi ülkeler içten içe yanan enkazlara dönüştü. Bazı Müslüman ülkeler de 2001'den bu yana en az 5 milyon can kaybına yol açan emperyalist-Siyonist saldırganlık savaşlarında bilerek alet oldu. Bu rejimlerin Müslüman yöneticileri, milyonlarca masum Müslümanın kanını elinde taşımaktadır.

 

Yıkıma ve kitle katliamlarına rağmen emperyalistler tümüyle başarılı olamadı, bu yüzden de Suriye ve Yemen için yeni bir strateji benimsemek zorunda kaldı. Yabancı paralı askerler ülkeyi yıkmak için Suriye'ye akarken, Suudiler ve ucube bir baskıcı rejimler karması, çok yoksul bir ülke olan Yemen'e saldırdı. Her iki vakada da Suudilerin ayak izleri büyük izler olarak görülebilmektedir.

 

Ancak şer rejimleri ve onların paralı askerlerinin oluşturduğu koalisyon, her iki mahalde de başarısız oldu. Esad'ın bunlara nasıl baskın geldiğini ve Yemen'deki Ensarullah savaşçılarının saldırganların başarılı olmasını nasıl engelleyebildiğini incelememiz gerekir. Önce Suriye'ye bakalım.

 

WikiLeaks belgelerine göre Suriye'yi istikrarsızlaştırma ve bu şekilde oradaki hükümeti devirme komplosu, 2005 gibi erken bir tarihte hazırlandı (Craig Whitlock bunu Washington Post gazetesinde 17 Nisan 2011 tarihinde yayınlanan bir makalede açığa çıkarmıştı). Bu büyük uluslararası komploda birkaç faktör belirleyici oldu: Suriye'nin stratejik konumu, İran İslam Cumhuriyeti'yle olan ve Siyonist işgalcilerle mücadele etmesi için Lübnan'daki Hizbullah'a silah tedarikini kolaylaştıran yakın bağlar ve Şam'ın Rusya'yla olan yakın ilişkileri. Rusya'nın Tartus'ta bir askeri üssü bulunuyor ve bu, Rus filosunun Akdeniz'de kullandığı tek deniz üssü.

 

Suriye'nin alt edilmesi, Siyonist İsrail karşıtı direniş cephesine indirilecek dev bir darbe olacaktı. Peki, başkaları başarısız olurken Suriye hükümeti bu büyük komplo karşısında nasıl ayakta kalmayı başarabildi? Buna ilişkin bir dizi sebep sıralanabilir:

 

1. Suriye ordusundan kaçışlar çok az oldu;

 

2. Suriye'nin devlet yapısı Libya'da olduğu gibi parçalanmadı;

 

3. İslami İran, müttefiki Suriye'ye yardım etme yönünde stratejik bir karar aldı ve Hizbullah savaşçılarını Suriye ordusunu desteklemeye gönderdi; ve son olarak,  

 

4. Rusya Eylül 2015'te Esad'ın yardımına geldi.

 

Bütün bu faktörler, verdiği dev askeri kayıplara ve kelimenin gerçek anlamıyla bütün altyapısının tahrip olmasına rağmen Suriye devletinin çökmesinin engellenmesine katkıda bulundu. Suriye'nin maddi kaybının 200 milyar dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor; bu yüzden ülkenin yeniden inşa edilmesi yıllar alacaktır.

 

Komplocular topluluğunun adını da verelim: Bunlar, ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye, Ürdün ve bir dizi başka figürandan müteşekkildir. Suudi Arabistan, Suriye'de savaşma karşılığında hapisten çıkarılan hüküm giymiş tecavüzcüler ve katiller de dâhil olmak üzere Suriye'ye en fazla sayıda paralı askeri gönderirken, ABD ve İsrail teröristleri silahlandırmış ve Suriye ordusu mevzilerini rutin olarak bombalamıştır. Bunlar tümüyle yasadışı fiillerdir ve eğer bu kanunsuzlar adaletin karşısına çıkarılabilseydi, Amerikalı ve Siyonist yöneticilerin savaş suçundan yargılanması gerekirdi.

 

Savaş suçlularından çok da fazla şey beklenemez, fakat Suriye muhalefetine, hatta siyasi ve dini muhalefete ne demeli? Onlardan İslami prensiplere belli bir bağlılık beklemeli miyiz? Suudiler tarafından eğitilen “dini” bir lider olan Adnan el-Arur örneğine bakalım. Temmuz 2014'te Hamas, Siyonist saldırılara misilleme olarak Gazze'den roketler attığı zaman El-Arur YouTube'da yayınlanan bir videoda, Hamas'ın eylemlerinin “Suriye devrimine” ihanet ettiğini söyleyerek gürlemişti! Bu Suriyeli vaize göre Hamas'ın, halkının bombalanarak parçalara ayrılmasına veya İsrail tankları altında ezilmesine izin vermesi gerekirdi, böylelikle Suriye “devrimi”, elbette ABD, İsrail ve Suudi Arabistan'ın yardımıyla ilerleyebilecekti!  

 

El-Arur'un feveranından bir yıl önce Suriyeli muhalif figürler, Esad hükümetinin düşeceğini öngörerek hâlihazırda hükümet mevkileri hakkında tartışmaya başlamıştı. Fakat bu düşüş olmadı ve bu, onlar için dev bir hayal kırıklığı oldu. Onlar, Şam'da Batı'nın tahsis ettiği hükümet görevleri için takım elbiselerini giyip kravatlarını takarak yemin edemeyecekler.

 

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümeti ayakta kalmayı başarırken, Rusya, İran ve Hizbullah zirveye çıktı. Hepsi, en öncelikli olarak da küfrün ve onun bölgesel kuklalarının fitne birliğini karşısına alıp yenilgiye uğratmak için kan ve can bedeli ödeyen İran İslam Cumhuriyeti, siyasi ve stratejik hedeflerini korudu.

 

Eski Rus istihbarat görevlisi ve soğukkanlı hesap adamı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin için Suriye, elden gitmesine izin verilmeyecek kadar önemli bir ödüldü. Dahası, Vehhabi doktrini aşılanmış teröristlerin, Suriye'de başarılı olmaları halinde Rusya'ya akın edeceklerini görüyordu. Kendisi ve pek çok Rus milliyetçisi zaten Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sızlanıyordu. Putin, ABD ve Suudiler tarafından eğitilmiş paralı askerlerin eliyle Rusya'nın yıkılmasına izin vermeyecekti.

 

İslami İran için Suriye, yaklaşık 40 yıldır elde edilen en büyük zaferi temsil ediyor. Bu zafer, ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye, Katar ve Ürdün'ün birleşik gücünü yenilgiye uğrattı. Bir yandan Beni Suud'u Beni İsrail'le açıkça kucaklaşmaya iterken, aynı zamanda Necd Bedevilerinin gerçek yüzünü de açığa çıkardı. Kendi deyimleriyle Beni İsrail onların kuzenleri, İslami İran ise düşmanları. Onların hain doğası başka kanıt gerektiriyor mu?

 

İslami İran, ilkeli politikaları ve çabaları sayesinde büyük bir bölgesel güç haline geldi ve bu durum Tel Aviv'de büyük panik yarattı. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun İran'ın Suriye'deki etkisinin engellenmesi için Putin'in desteğini aramak üzere 23 Ağustos'ta Soçi'ye koşmasının sebebi buydu. Siyonist lider, eli boş halde ve derin kaygılar içinde döndü, zira şimdi Hizbullah savaşçıları ve İran Devrim Muhafızları Golan Tepeleri'nde, Siyonist işgalcilerin tam karşısında.

 

Bu, Siyonist rejim için kapsamlı etkileri olacak olan yeni bir gelişmedir. Düşük ihtimalli olan bir şeyin gerçekleşip yeni bir savaşın başlaması halinde Siyonistler, birden fazla cephede savaşmak zorunda kalacaktır. Temmuz 2006'da hafif silahlı Hizbullah savaşçılarına yenildilerse, Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları'nın birleşik gücü karşısında ne kadar şansları olabilir?

 

Suriye'nin altyapısı yıkılmış olabilir, ancak ülkenin ordusu, hayati önemde savaş sahası deneyimi elde etmiştir. Suriye'nin kana bulanmış topraklarından, dış saldırganlıkla mücadele etmek için birliğin önemini anlayan daha olgun bir nesil doğacaktır. Müslüman Doğu'nun manzarası radikal şekilde değişmiştir. ABD-Siyonist komplolarıyla değil, halkın iradesiyle şekillenmiştir. Bu, umut verici bir alamettir.

 

Bugün samimi Müslümanların yapması gereken şey, geride kalan altı buçuk yıldaki kendi davranışları üzerine düşünmektir. Halka yardım edilmesine mi yardım ettiler yoksa bölgenin yıkılmasına mı? Dürüst bir yanıt, onların kendi davranışlarını yeniden değerlendirmelerine ve gelecekte, farkında olmadan da olsa savaş suçlularının ve kitle katliamcılarının elinde alet olmamalarına olanak verecektir.

 

 

Çeviri: İlyas Halitoğlu

 

www.medyasafak.net