Prof. Tim Anderson: 1979’dan beri İran, Filistin’in kendi kaderini tayin davasının baş destekçisi oldu

Prof. Tim Anderson: 1979’dan beri İran, Filistin’in kendi kaderini tayin davasının baş destekçisi oldu
Eğer Hizbullah olmasaydı Güney Lübnan muhtemelen Batı Şeria ve Golan Tepeleri gibi işgal edilmiş bir toprak haline gelecekti. İran lideri Ayetullah Hameney, 1980’lerden beri “Siyonist rejimin yeni toprakları çiğneyemediğini, aynı zamanda bazı yerlerden çekilmeye başladığını” söylemişti. Hameney’e göre Filistin direnişi bu geri çekilmelerde “büyük ve belirleyici bir rol” oynadı.

 

 

1979'dan beri İran, Filistin'in kendi kaderini tayin davasının baş destekçisi oldu

 

 

Prof. Tim Anderson

 

 

Global Research

 

 

 

 

Filistin Direnişi'nin kendisinin ardından, ırkçı devlete karşı ilerleyen yavaş ama kararlı akıntıya yön veren, İran İslam Cumhuriyeti oldu. Lübnanlı Sünni alim Şeyh Ahmed el-Zeyn'e göre, “odak noktasını Filistin'e taşıyan” İranlı lider İmam Humeyni olmuştu ve bunun sebebi “Yahudiliğe duyulan nefret değil, insanlık onurunu koruma, adaleti koruma ve saldırganlığı, ırkçılığı ve aşırıcılığı reddetme yönelimiydi.” 1979'den beri İslam Cumhuriyeti, Filistin'in kendi kaderini tayin davasını devamlı olarak yükseltti ve destekledi.

 

Vahşice saldırılarla geçen on yıllara rağmen, apartheid İsrail'i karşısındaki Filistin direnişi ortadan kalkmadı. Gerçekten de, çaresiz gibi görünen bir durumun ortasında bile bazı umut ışıkları var. Bunlardan biri Gazze.

 

2005 yılında Siyonist devlet, Gazze Şeridi'ndeki yerleşim birimlerini dağıttı ve bölgeden çekildi. Gazze'ye yönelik pek çok saldırıya öncülük etmiş gaddar bir Siyonist lider olan Ariel Şaron, İsrail'in çekilmesinin sebebinin “İsrail vatandaşlarına azami düzeyde güvenlik sağlama” isteği olduğunu söyledi. Bunun altında yatan neden, Gazze'nin cesur halkının 1940'ların sonlarından beri kesintisiz bir şekilde sürdürdüğü direnişti.

 

2005 yılından beri Filistin topraklarının bu kalabalık parçası, hapishane benzeri bir ablukaya ve tekrarlanan toplu cezalandırma saldırılarına maruz kaldı. Apartheid devleti çok sayıda operasyonda, binlerce kişiyi katletti. Ancak Gazze'den çekilme, “Büyük İsrail” projesi doğrultusundaki etnik temizliğe bir sınır çizdi.   

 

Ertesi yıl, Washington'un zorba “Yeni Ortadoğu” projesinin cesaretlendirdiği İsrail, bir kez daha Güney Lübnan'a saldırdı ve Şii Müslüman partisi Hizbullah'ı silahsızlandırmaya çalıştı. Bu parti tam da daha önceki İsrail saldırıları nedeniyle kurulmuştu. Siyonist güçler, her ne kadar çok sayıda insanı öldürebildiyse de, kendileri de ciddi kayıplar verdi ve hedeflerinden hiçbirini gerçekleştiremeden çekilmek zorunda kaldı. Bu yüzden 2006 saldırısının yenilgiyle sonuçlanması, Siyonist yayılmacılığa yeni bir sınır daha getiren, ikinci bir umut ışığı oldu.

 

Takip eden on yıl içinde, her ne kadar bazı Lübnan toprakları halen ilhak edilmiş durumda olsa da Tel Aviv, Lübnan sınırında maceraya girme konusunda ihtiyatlı oldu. İsrail'in pek çok Batılı destekçisinin aksine Siyonist devletin askeri liderleri Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'ı dinliyor ve kendi tarzlarıyla ona saygı gösteriyor. Aynı zamanda Hizbullah'ın şimdi 2006'ya kıyasla daha hazırlıklı ve daha iyi silahlanmış halde olduğunu biliyorlar. Eğer Hizbullah olmasaydı Güney Lübnan muhtemelen Batı Şeria ve Golan Tepeleri gibi işgal edilmiş bir toprak haline gelecekti.

 

Bu başarıları görmezden gelemeyiz. İran lideri Ayetullah Hameney, 1980'lerden beri “Siyonist rejimin yeni toprakları çiğneyemediğini, aynı zamanda bazı yerlerden çekilmeye başladığını” söylemişti. Hameney'e göre Filistin direnişi bu geri çekilmelerde “büyük ve belirleyici bir rol” oynadı. 

 

İran'ın Filistin direnişine gerçek bir destek sağlayan bölgesel bir ittifaka öncülük etme rolü, Filistin'in geleceği için üçüncü umut ışığıdır. İran'ın yükselişi ve Suriye ve Irak'ta NATO, Suudiler ve İsrail'in terörist vekil güçlerine karşı kazanılmış zaferler, bu ittifakı güçlendirmiştir.

 

İsrail liderleri, DAEŞ, El Nusra ve öteki mezhepçi grupların Suriye-Irak-İran güçlerine yenilmesinden korkuyorlar. Bunun işgal altındaki Filistin ve işgal altındaki Suriye sınırlarında güçlenmiş, İran öncülüğünde bir koalisyona yol açacağını biliyorlar. Özel olarak işgal altındaki Golan Tepeleri'nin özgürleşmesinden korkuyorlar ki Suriye ve müttefikleri, bunu getirecek bir operasyon için uluslararası hukukun tam desteğine sahip.

 

Filistin Direnişi'nin kendisinin ardından, ırkçı devlete karşı ilerleyen yavaş ama kararlı akıntıya yön veren, İran İslam Cumhuriyeti oldu. Lübnanlı Sünni âlim Şeyh Ahmed el-Zeyn'e göre, “odak noktasını Filistin'e taşıyan” İranlı lider İmam Humeyni olmuştu ve bunun sebebi “Yahudiliğe duyulan nefret değil, insanlık onurunu koruma, adaleti koruma ve saldırganlığı, ırkçılığı ve aşırıcılığı reddetme yönelimiydi.” 1979'den beri İslam Cumhuriyeti, Filistin'in kendi kaderini tayin davasını devamlı olarak yükseltti ve destekledi.

 

Bu büyük ülke, düşen Filistinli direniş savaşçılarının ailelerine, İsrail'in toplu cezalandırma amaçlı saldırılarında evlerinin yıkılması sonrasında para ödedi. Apartheid devletine karşı direnen neredeyse bütün Filistinli militan gruplara eğitim ve silah desteği sağladı; hatta buna Şii karşıtı Müslüman Kardeşler'le bağlantılı gruplar da dâhil. Bu bir “Şii Hilali” değil, zira Filistinliler ağırlıklı olarak Sünni Müslümanlardır.

 

Bazı Filistinliler, Washington, Riyad ve Tel Aviv'in teşvik ettiği mezhepçi projenin içine çekildi. Ancak Suriye'ye karşı savaşa katılmaları için Katar ve Suudi parası almaları için yanlış yönlendirilen Filistinli liderlerin oluşturduğu küçük grup, şimdi ya itibar kaybına uğradı ya da yeniden İran'a yöneliyor.

 

Bir Batı Asya İttifakı olan “Direniş Ekseni”, Filistin direnişini, İran, Suriye ve Hizbullah'ı bir araya getiriyor ve apartheid devletine karşı ana ve gerçek muhalefeti meydana getiriyor. İsrail'in korktuğu bu eksendir. Bu ittifak yeterince konsolide olduğu zaman, Tel Aviv'i müzakere masasına getirmeye zorlayabilecek bir güç olacaktır. Washington ve Tel Aviv bunu biliyor, bu yüzden de bölgeyi bölme ve istikrarsızlaştırma çabalarında ısrarcılar.

 

Filistin halkını desteklediğini iddia eden, ancak onların en güçlü müttefiklerine karşı olan çok sayıda oportünist var. Bunlar İsrail'i, görünürde daha hoş, daha nazik bir apartheid devleti haline gelmesi için eleştiriyor. Filistinlileri desteklediklerini ileri sürüyorlar ama yalnızca pasif kurbanlar olarak yaklaşıyorlar. Onların direnme hakkını yadsıyorlar ve oldukça sert bir şekilde İran, Hizbullah ve Suriye'ye saldırıyorlar. Pek çoğumuz bunların Batılı versiyonlarını “sol-Siyonistler” olarak tanımlamaya başladı.

 

Bu “sol-Siyonistler”, Direniş hakkındaki kendi aşındırıcı mitlerini yaydılar. Örneğin Gazze'ye yönelik Siyonist saldırılar esnasında, İsrail'in suçları ile Filistinlilerin İsrail'e düzenlediği, “ayrımsız” olduğu iddia edilen roket saldırıları arasında bir ahlaki denge kurmaya çalıştılar. Gerçekte, bağımsız kanıtlar (BM ve kendi çıkarlarına aykırı olacak şekilde İsrail'in kendisi) üzerinden, 2014'teki Gazze saldırısı esnasında hayatını kaybeden 1,088 Filistinlinin %75'ten fazlasının sivil olduğunu, İsrail tarafındaki 51 can kaybının ise yalnızca %6'sının sivillerden olduğunu biliyoruz. Siyonist devletin etnik temizlik ve cezalandırma saldırıları ile, Filistin halkının direnişi arasında karakter bakımından da, “ikincil zarar” bakımından da ahlaki denge yoktur. Bu konuda ahlaki açıklık gereklidir.  

 

Filistin Direnişi'ni destekleyen bölgesel ittifak, ülkenin geleceği için kritik faktörlerden biridir, diğeri ise Filistin halkının birliğidir. Bu açıdan, farklı gruplar arasındaki birlik görüşmeleri hayati önemdedir. Filistinlilerin gruplara ve liderlerine güven seviyesinin düşük olduğu, ancak onların ulusal kurumlarına güçlü destek vermeye devam ettiği anketlerden biliniyor. Bölünmeler moral düşürüyor. İran lideri Ayatullah Hameney, gruplar arasındaki farkların “doğal ve anlaşılır” olduğunu, ancak “daha fazla işbirliği ve derinliğin” gerekli olduğunu söylüyor. Daha fazla birlik, halkta güven inşa edecek, odaklanma ve organizasyona destek sağlayacak ve ileriye doğru yeni adımlar atılmasına izin verecektir.

 

Filistin'in geleceğinin üzerinde, bölünmeler, büyük acı ve fedakârlıklar ve güçlü düşmanların sebep olduğu korku sisi çökmüş durumda. Ancak umutsuzluktan uzakta. Son yıllarda gerçek kazanımlar oldu. Direniş, hem kuzeyde hem de güneyde, sömürgeci projenin yayılmasına sınırlar getirdi. “Direniş Ekseni”ni ezme ve bölme çabaları başarısız oldu ve yükselen ve güçlenen bir Batı Asya ittifakının alametleri var. Son olarak, Filistinli gruplar arasındaki birlik görüşmeleri yıpranmış, ancak cesur ve dirençli bir halka taze nefes aldırabilir.

 

 

Çeviri: İlyas Halitoğlu

 

www.medyasafak.net