Bugünün Hizbullah’ı: Güce, paraya ve halka dair

Bugünün Hizbullah’ı: Güce, paraya ve halka dair
İslami Sağlık Birimi faaliyetleriyle o kadar etkili oldu ki kendisinden Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi’nde hükümete bağlı birkaç hastanenin işletimini üslenmesi istendi. Bu birim, düşük gelirli insanlara, ya tamamen bedelsiz ya da cüzi bir bedel karşılığında sağlık hizmeti sunmakta.

 

 

Brett Redmayne-Titley

 

 

Watchingromeburn.uk

 

 

2006 yılındaki savaşta atılan son merminin ardından ve İsrail ordusunun ülkesine  dönmesinden sonra Lübnan yaralarını sarmaya başladı. Savaşın gelgitlerini ve yorgunluklarını başarıyla üzerinden atan Hizbullah, bu kez kendisini yeni yöntemlerle yapılandırıyor.

 

Lübnan ordusu, ülkenin kuzeyinde kendisine güvenli bir yer ararken Hizbullah, Lübnan'ın dört bir yanında girmiş olduğu savaşlarda elde ettiği saygıyı kullanarak pratikte salt askeri bir örgütten dört dörtlük bir siyasal harekete dönüşmüş durumda. Nasrallah istikrarlıydı, sistematik gidiyordu ve ulusal hedeflere ulaşma noktasında hiç gelgitler yaşamadı. Böyle davranarak Lübnanlı siyasi partileri öncelikli olarak kendi ülkelerine destek verme zorunda bıraktı. Böylece bu partiler ya mücadeleye destek vereceklerdi ya da oy sandıklarında boğulacaklardı. Bütün işaretler Hizbullah'ın başarısını tekrar edeceğini gösteriyor.

 

2006 Savaşının hatırası ve onun ürettiği korku, burada herkesin hala aklında. Yine de istisnasız bu yazıyı yazmak için bir düzine Lübnanlıyla yaptığım görüşmelerde herkesin burada barış istediğine kani oldum. Buna rağmen İsrail yayılmacılığının geçmişteki ve şimdiki halini doğru bir şekilde anlamak, onların iyimserliğini azaltıyor.

 

Hizbullah'ın gelişmiş bir ordu olmasının da ötesinde temel değişim, 2006 yılından önceki Lübnan hükümetlerinin yönetimi altında bütünüyle ortadan kalktıktan sonra, kamusal sosyal hizmete erişim alanında yaşandı. 1975-90 iç savaşından sonra ve bu iç savaş devam ederken Lübnan merkezî hükümeti, o zamanlar halka yönelik hizmetleri ciddi ölçüde ihmal etmişti. 35 yıl boyunca belediye seçimleri icra edilmedi. Bu yüzden de belediyelerin insani, finansal ve teknik kapasitesi geriledi, bu da söz konusu kurumların iskeletten ibaret, içi boş kurumlar haline gelmesine neden oldu. Halkın gerçek çıkarlarının farkında olmadan oy kullandığı geçmiş yönetimlerde daima Batı demokrasilerinin kötü bir kopyası olan ve bu tecrübeyi tekrar eden Lübnan parlamentosunda, halkın dinine ya da etnisitelerinin ne olduğuna bakmadan bütün Lübnanlıları ve Lübnan'da yaşayan insanları temsil etmeye çalışan ve bu konuda oldukça ısrarlı olan bir Hizbullah var.

 

Hizbullah hastaneler, tıbbi merkezler, okullar, yetimhaneler, engelliler rehabilitasyon merkezlerini yönetirken süpermarketler, akaryakıt istasyonları, müteahhitlik şirketleri, Radyo (Nur Radyosu) ve TV Kanalları (el Menar TV) işletiyor. Şu an için sağlık hizmetleri her yerde ve tamamen ücretsiz olmasa da büyük ölçüde sübvanse ediliyor. Söz konusu hizmetlerin halka sunulması, doğrudan bu tür hizmetlere muhtaç olan Lübnanlılara yarıyor. Hizmetlerin bu aşamaya gelmesi, aslında geçmiş Lübnan hükümetlerinin ve onların halka hizmet sunma konusundaki isteksizlikleriyle yakından ilgili.

 

Hizbullah'ın, milliyetçi felsefe içerisindeki dini etkisine ilişkin bir soru sordum, Hadi de, “Bu, nedenlerden biri. Lübnan tarih boyunca farklı kültür ve dinlerin yurdu olmuş” şeklinde yanıtladı. Şöyle devam etti: “Büyük fark şöyle: Hizbullah'ın çoğunluğu Nasrallah gibi Şia'dandır. Biz eğitime inanıyoruz. Başka kültürlere ve dinlere hoşgörüye inanıyoruz. Biz onların hepsini kuşatmaya çalışıyoruz.”

 

Anlatmak istediğini daha net bir şekilde aktarabilmek için yine sandalyesini yaklaştırdı “Sünni kültür kuşatıcı ve hoşgörülü değil. Eğitimi de fazla teşvik etmiyor. Biz savaştayken Şiilerle Sünniler, Dürzilerle Hıristiyanlar yan yana ve birlikte savaştı. Biz bağımsızlık ve özgür Lübnan için savaştık. Birbirimiz için savaştık, onların dinlerine bakmadık. Lübnan…” Burada Hadi, şehadet parmağını masanın üzerine koyarak “Lübnan, Suudi Arabistan değildir” şeklinde konuştu. 

 

Toplumsal hizmet altyapısının bir kısmı 2006'da mevcutken, temel değişiklikler yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamıştı. Savaştan önce “Şii fundamentalist” grup olarak İran Şiası tarafından yılda 1.2 milyar dolarlık bir destek alıyordu. Ancak o dönemdeki sosyal hizmetler, sadece aynı inançtan olan insanlarla sınırlıydı, yani sadece Şiilere hizmet veriyordu. Savaş bir kez daha geldiğinde kayıpların artmasıyla birlikte Hizbullah, hastanelerini bütün Lübnanlılara açtı. Hizbullah böylece bir kez daha kendini her din ve mezhepten bütün Lübnanlılara sevdirmiş oldu. Bu değişim, başka toplumsal alanlara da yansıdı.

 

Hadi'ye göre İsrail, BM tarafından ilan edilen ateşkesi, mağlubiyetinin bir kanıtı olarak görülebilecek materyali -yaklaşık 200'e yakın yanmış ve kullanılamaz hale gelmiş tank ve zırhlı aracı-  ortadan kaldırmak için kullandı. Amacı hiçbir zaman İsrail'e dönmek değildi. Bu süreçte Lübnanlılar, İsrail tarafından kasıtlı olarak tahrip edilen altyapının, yolların, elektrik santrallerinin, barajların, köprülerin, havaalanlarının, havalimanlarının ve limanların, hükümet binalarının ve hastanelerin restorasyonunu talep etti.

 

Gelecekte meydana gelebilecek bir saldırıya karşı savunma çerçevesinde Hizbullah, askeri direniş, sağlık hizmeti ve diğer faaliyetlerini eşit hırs ve şevkle yerine getirdi. 1996 yılında İsrail, Güney Lübnan'a yeniden saldırdı, altyapıda çok büyük bir yıkım meydana getirdi. Bu saldırıdan sonra Hizbullah yeniden imar faaliyetlerine başladı. İstatistikler, Hizbullah'ın iki ayda 5 bin ev, 82 köy inşa ettiğini, yolları ve altyapıyı restore ettiğini ve 2300 çiftçiye tazminat ödediğini ortaya koyuyor. Bu faaliyetlerin sonunda Hizbullah, oylarını parlamentoya girmeye çalışan parti üyelerine vermeyi taahhüt eden Şiiler tarafından daha fazla destekle ödüllendirildi.

 

2006 yılının sonunda Hizbullah'ın sağlık ve sosyal hizmetleri, İsrail'e karşı savunmada ve İsrail'le girişilen savaşın sonrasında merkezi bir rol oynamıştır. İsrail bombardımanını takip eden 34 günde Hizbullah'ın ilk eylemi, askeri faaliyetlerini durdurmak ve bütün enerjisini sosyal faaliyetlere ve yeniden imara yoğunlaştırmak oldu. Hizbullah, yerlerinden edilmiş insanlara su, yemek ve barınak sağladı. Ayrıca evleri yıkılan insanlara tazminat ödemeyi taahhüt etti. Evler yeniden yapılana kadar eşya ve kira parası olarak toplamda 12 bin dolar yardımda bulundu. Bu faaliyetler Hizbullah'a olan toplumsal güveni artırdı, fakat bunlar Hizbullah'ın sosyal hizmetlerinin küçük bir bölümüydü.

 

Savaş sonrasında Nasrallah bu sosyal hizmetlerin sağladığı kazançların kendisini formel bir siyasi partiye doğru ittiğini fark etti Bu, giderek artan bir politik görünürlük kazandırırken Lübnan Parlamentosu ise bundan etkilenerek benzer hizmetlere daha fazla finansal kaynak ayırmaya başladı. Zira parlamentodaki rakiplerinin giderek artan popülaritesine karşı durmaları gerekiyordu. Bugün, Hizbullah Batılı ülkeler tarafından artık o kadar kolayca görmezden gelinip terörist olarak yaftalanamaz. ABD'nin ısrarına rağmen, artık terörist ifadesi başta AB ülkeleri olmak üzere aklı başındaki hiçbir ülke tarafından tasvip görmüyor.

 

Lübnan kamuoyuna kendini sevdirmek için Hizbullah, oldukça gelişmiş bir sağlık ve sosyal hizmet organizasyonu geliştirdi. Hizmet sistemi, toplumsal birimden, eğitim ve İslami sağlık birimlerinden meydana geliyor. Bu birimlerin tamamı, ulusal hizmet sağlayıcılarını oluşturuyor. 2006 öncesinde Hizbullah'a bağlı birçok hizmet kurumu, legal olarak Lübnan hükümetine ait STK listesine kaydedilmiştir. Hizbullah'ın adına karşı önyargılı olan bazı kurumlar karşısında kesin hukuki koruma sağlayan ve başka kurumlarla işbirliğine gitmesine yardım eden bir statüdür bu. Formel ve saygın politik güç içerisinde yükseldiği için Hizbullah'ın artık bu görünüme ihtiyacı yok.

 

Toplumsal birim ise dört organizasyonun şemsiye kuruluşudur: Cihad İnşaat Kurumu, Şehitler Kurumu, Yaralılar Kurumu ve İmam Humeyni Destek Komitesi. Savaş sonrası cihad inşaat kurumu olan Cihadu'l-Bina, Lübnan'da en önemli hizmet haline gelmiş durumda. Öncesinde, bu kurum altyapının inşa edilmesinden sorumluydu ve Beyrut'un Güney banliyölerine su naklinin sağlanması görevini yerine getiriyordu. İsrail'in hava bombardımanını takip eden süreçte yani 2006 yazında, yıkımları tespit edip Güney Lübnan sakinlerine ve Beyrut'un banliyösünde oturanlara tazminat ödeyen Cihad İnşaat Kurumu, vazgeçilmez bir kuruma dönüştü. 

 

Buna karşın Şehitler Kurumu ise tıpkı yaralı ve engellilere yaptığı gibi savaşta yakınlarını kaybeden ailelere finansal yardım sağlama görevini üslenmiş durumda. Kombine olmuş bu üç mali program, Lübnan bir kez daha saldırıya uğrarsa Lübnanlılara yeniden yardım edileceğine dair kendilerini garanti altında hissetmelerini sağlıyor.

 

Hizbullah'ın İslami Sağlık Birimi, kamu sağlığının ihtiyaçlarını karşılama noktasında hayati bir fonksiyona sahip. 2007 itibarıyla bu kurum, 3 hastane, 12 sağlık kurumu, 20 klinik ve 20 diş kliniğinden müteşekkil. İslami Sağlık Birimi faaliyetleriyle o kadar etkili oldu ki kendisinden Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi'nde hükümete bağlı birkaç hastanenin işletimini üslenmesi istendi. Bu birim, düşük gelirli insanlara, ya tamamen bedelsiz ya da cüzi bir bedel karşılığında sağlık hizmeti sunmakta. Buna ilaveten İslami Sağlık birimi, yerel eczaneler ağı üzerinden ücretsiz sağlık sigortası ve reçeteli ilaç ihtiyacının karşılanması işini de üslenmiş durumda. Bu iddiayı test etmek için şoförüm ve aynı zamanda çevirmenim olan ve eşi ikinci çocuğuna hamile kalan Kifah'a, aynı durumun Dürzi olan kendisi için de geçerli olup olmadığını sordum, o da karısının bir medya şirketi için çalıştığını, şirketin ekstra bazı avantajlar sağladığını belirterek “Evet biz hiçbir şey ödemiyoruz. Bu durum, parası olan işadamı ve zengin birkaç kişi hariç birçok Lübnanlı için geçerli. Bunlar ödeme yapmak zorunda. Başka herkes için ücretsiz” şeklinde konuştu.

 

Hizbullah'ın eğitim birimiyse özellikle de eğitim alanında en çok ihtiyaç duyulan hizmetleri sunuyor. 2000 öncesinde ilk ve orta öğrenim kalitesi oldukça düşüktü. Sadece özel okullarda kaliteli eğitim veriliyordu, bu ise oldukça yüksek maliyetliydi. Hizbullah kendi okul ağlarını hayata geçirmeye başladı ki bu hizmet, Şiilere oldukça düşük bir ücretle veriliyordu. Bu örneğin nihai sonucu, Lübnan hükümetinin belirli bir kaliteye sahip ilk ve orta öğretim hizmetini, yaygın ve ücretsiz hale getirmesi oldu.

 

Hizbullah halen kendi okullarını işletmekte ve aktarıldığına göre bu okullarda 14 binden fazla öğrenci bulunmakta. Hizbullah hareketi, bunun yanında öğrencilerin çalışması için kütüphaneler, öğrenim bursu ve kitapları toplu olarak alıp maliyetine dağıtarak kitaplar için de öğrencilere mali katkı sağlamakta. Hizbullah'ın eğitimde çağ atlaması, geniş Şii tabana dayanan ve kendi mezhebi öğretilerine göre eğitime oldukça değer veren bir kitleye büyük katkılarda bulunmakta.

 

Bugünün Lübnan'ında Hizbullah, askeri başarılarını kendi sosyal altyapısını geliştirmek, kitlesine ve dünyaya profesyonel bir medya sunumu sağlamak ve parlamento içerisinde ve seçim sandığında görülür bir hükümet alternatifi sunmak için kullanıyor. Sürpriz olmayan bir şekilde Hizbullah'ın ülke çapındaki popülaritesi büyüyor. Şu an Hizbullah, Müslümanlara ayrılmış bulunan 128 sandalyenin 12'sini elinde tutuyor. Ancak 8 Mart koalisyonu sayesinde parlamentoda 57 sandalyeyi etkisi altına almış durumda. Bunun yanında bakanlar kurulunda da bakanlıkların üçte ikisini elinde tutması sayesinde giderek büyüyen bir güce sahip. Önümüzdeki Mayıs ayının 7'sinde yapılacak son dokuz yılın en önemli seçimlerinden birinde, hükümetteki gücü öyle görünüyor ki daha da artacak. 

 

Mevcut Lübnan Parlamento yapısı, iç savaşı bitiren anlaşmaların bir sonucu. Lübnan Parlamentosunun dayandığı tek kriter “dini ve mezhebi dağılım” kriteri. Daha önce 1932 ile 1972 yılları arasındaki süreçte parlamentodaki sandalye dağılımı büyük ölçüde Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında 6/5 oranı şeklinde gerçekleşiyordu. 1960 yılından itibaren Müslümanlar bu sisteme açıkça direnmeye başladı. Savaştan sona 1989 yılında etkili bir şekilde savaşı sona erdiren Taif Anlaşması, parlamentodaki dağılımı Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki eşit temsiliyet esasına göre yeniden düzenledi. Buna göre 128 olan milletvekili sayısı,  64'ü Müslümanlara 64'ü de Hıristiyanlara ait olacak şekilde dağıtıldı. Bununla her dini topluluk -Şia, Sünniler, Aleviler, Hıristiyanlar, Dürziler ve Hizbullah- parlamentodaki milletvekilliği sandalyesi için kampanyalar düzenlemeye başladı. Hizbullah Lübnan'da ilk kez katıldığı seçimlerde 128 sandalyenin 12'sini kazandı. Örgüt 1996 yılında 10, 2000'de ise 8 sandalye kazandı.

 

Bununla birlikte 2006 Savaşı'ndan sonra yapılan 2009 seçimlerinde Hizbullah 12 sandalye kazandı. Hemen hemen her hafta Arap basınında yayınlanan İsraillilerin, Lübnanlıları içinde tutmaya çalıştığı 2006 Savaşı'yla ilgili korkuya rağmen, önümüzdeki Mayıs ayında yapılacak seçimlerde Hizbullah'ın yapacağı koalisyonla kabine içindeki çoğunluğu elde etmesi zor bir şey değil. Hizbullah'ın çoğunluğu elde etmesi için -ki Şiilerin çoğu için değil, fakat bütün mezhepleriyle Müslümanlar için olduğu kadar Hıristiyanların da oluşturduğu Lübnan halkının çoğu için- bunun olması gerekiyor. Anayasa bunu gerçekten mümkün hale getiriyor: Kendisi aracılığıyla bütün vatandaşların diledikleri partiye oy verebileceği evrensel oy hakkı. Partilerin çoğu şu an en önemli gördükleri sadece bir siyasi konuya ilgi gösteriyor: Kendini koruma.

 

Lübnan, yürütme erki olan kabinenin üç bakandan oluşan bir ekip tarafından seçilmesini öngören kanuni düzenlemeye alışık değil, zira bu şekilde üç bakan cumhurbaşkanından, parlamentodan ve başbakandan daha fazla yetki sahibi olmuş olacak. Bu, partiler arasındaki koalisyonun istedikleri koalisyonu iş başına getirmesi anlamına geliyor. İşte tam bu noktada Hizbullah'ın siyasi gücü açıkça ortaya çıkıyor.

 

Bu amaçla Hizbullah birçok parti arasında Hıristiyan ve Sünnilerin bulunduğu 14 Mart ittifakıyla müzakerelerde bulunmayı tercih etti. 2009 Aralığının sonunda sonuç, milletvekillerinin Hizbullah'ın domine ettiği parlamentoda yemin etmesi şeklinde olmuştu. Bu adım, iki Hizbullah yanlısı bakanın seçilmesi ve Hizbullah taraftarı olan eski General Mişel Avn'ın Cumhurbaşkanlığına getirilmesiyle sonuçlanmıştı. Kabine içerisinde çoğunluğu elde etme ve cumhurbaşkanlığının elde tutulması, hiçbir şekilde küçük görülemeyecek siyasi değeri haizdir.

 

Bununla birlikte Saad Hariri'nin siyasi tutumunda da ortaya çıktığı gibi başbakanlık makamı, onun Mişel Avn'ın cumhurbaşkanı olmasına itiraz etmesi nedeniyle 14 Mart Hareketi içinde ayrışmaya neden oldu. Hariri, kendi kişisel gücünü yanlış hesaplayarak sonunda Avn'ın cumhurbaşkanlığına onay vermek zorunda kaldı. Bununla birlikte 14 Mart hareketi içinde kırılma süreci başlamıştı.

 

Son olarak Hariri'nin ülkesinden çıkarak S. Arabistan'a, ardından Fransa ve aktarıldığına göre İran'a gitmesi ne parlamentoda ne de Lübnan halkı içinde hoş karşılanmadı. 8 Mart ile Hizbullah arasındaki ittifak, Hariri'nin kendi koalisyonu içerisindeki çatlaklara bir reaksiyon olarak çoğu Şii partilerinin oluşturduğu güçlü bir koalisyonun parçası olarak kendisini 8 Mart ittifakı olarak ortaya koymaktadır.

 

Daha da fazlası, Şubat 2006'da Mişel Avn ve Hasan Nasrallah, seçimlerde adaylar için medyaya eşit erişimin garanti edilmesi, yurt dışındaki Lübnan vatandaşlarının da oy kullanmasını içeren bir kanun değişikliği konusunda anlaşmaya varmışlardı. Bu anlaşmanın amacı, iktidar üzerinde tekel oluşturan Canbolat-Hariri ittifakını kırma yönünde yapılan bir girişimdi.  8 Mart-Hizbullah anlaşması, Şii toplumunda genel bir kabul gördü ve Hizbullah'ın siyasi zekâsının bir ürünü olarak değerlendirildi. Ayrıca Beyrut Araştırma ve Bilgi Merkezi'nin yaptığı bir ankete göre Hıristiyanların da  %77'i bu anlaşmayı olumlu karşıladı. Yeni seçimden sadece birkaç ay önce bu dinleri ve mezhepleri aşan destek, şimdiden seçim sonuçlarına ilişkin önemli bir işaret olarak görülmektedir.

 

Bugünün Lübnan'ı: Halka dair… Halk tarafından ve halk için!

 

Hizbullah, bugün artık Lübnan ordusuyla rekabet etme ve ondan bağımsız olma gibi bir amaç gütmüyor. Hadi, burada, Hasan Nasrallah'ın Lübnan ordusuna ve parlamentosuna olan desteğini açıkça ilan ettiğine dikkat çekiyor. Lübnan ordusunun ayrıca Beyrut'un her yerindeki oldukça geniş ve Güney sınırındaki yoğun askeri varlığı daha güçlü bir caydırıcılığın gündeme gelmesini sağlıyor. Hadi, gerek taktiksel alanda gerekse cephane ve tedarik olarak Hizbullah'ın ayrı bir örgüt olarak var olmaya devam edeceğini ancak Lübnan'a yine saldırılırsa ordu ve Hizbullah'ın, 2006 yılında yapılmamış olan istihbarat ve strateji paylaşımında bulunacağını teyit etti. 

 

Beyrut ve Lübnan'ın dört bir yanında röportaj yaptığım düzinelerce insan gibi Hadi de barış istiyor. Maalesef onlar savaşın bitmediğini biliyorlar. 1963'ten beri savaş onlara dayatıldı ve her seferinde döndü yine patlak verdi. İç savaş dışarda planlandı ancak sonuçları bütün Lübnan kentlerini, özellikle de Beyrut'u etkisi altına aldı. Hadi, yıllar önce Amerika ve İsraillilerin emriyle iç savaşın oluşumunda oynadığı rol nedeniyle birçok Lübnanlının Suriyelilerden hoşlanmasa da yanı başlarındaki Suriye ile Lübnan'da olanların benzerliğine işaret ediyor. 

 

Hadi'nin bana söylediği şeylerin, Lübnan'da gezinirken Beyrut'un caddelerindeki kafelerde, barlarda karşılaştığım birçok insan tarafından aynen tekrarlandığına tanık oldum. Profesyonel bir muhabirin Lübnan'da insanlardan ya da Hizbullah'tan korkmasını gerektirecek bir durum yoktur. Filistin mülteci kampları tamamen ayrı bir konu ve istisnai bir tehlikeye sahip. Ancak onlar Lübnan'ın her tarafına dağılmış durumda ve BM tarafından korunuyorlar ve tamamen sakinler. Ancak Güney sınırında yeni bir savaş çıkacakmış gibi görünüyor.

 

İsrail, savaş öncesi retoriğine geri dönüyor, Hizbullah'ın giderek güçlenen ordusunu durdurmak için yeni bir işgale girişeceğini net bir şekilde ifade ediyor. Bu, bir milliyetçilik gerçeği… Hizbullah'ın bugün tam olarak ne olduğunu gözden kaçırıyor. Hizbullah askeri bir güç değil. Siyasi bir parti, sosyalist bir hareket değil. Hizbullah, Lübnan'dır. 

 

Onun gücü tam da şurada yatmakta: Halkın iktidarı… Ve onların doğal, baskı ve zulümden kurtulmak isteyen insanlarının arzusu…

 

Konuşmamız şu an sona eriyor, ikimizde ayakta sıkı sıkıya tokalaşıyoruz. Son bir izlenim olarak, bir araya gelerek trajik savaşın bir kez daha olmasına izin vermemek için son bir kez partisine, halkına, ulusuna inanmış birinin gözlerine derinlemesine bakıyorum.

 

Son olarak “Bir daha savaşacak mısın?” sorum hala yanıtsız...

 

Elimi sıkarken, Hadi, belki röportajın en önemli sorusuna, oldukça aydınlatıcı olan bu konuşma boyunca konuştuğumuz şeyleri özetleyen bir yanıtla karşılık veriyor: 

 

“Başka şansımız var mı?”

 

Gerçekten de öyle.

 

 

Çeviri: Hüseyin Şahin

 

www.medyasafak.net