İran İslam Devrimi: doğru İslami alternatif
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 12.02.2019
Yukarıdaki tüm konular reformculuktan ziyade devrimci yaklaşımlar gerektiriyor. Özel bankalarca faize dayalı nakit yaratımı tamamen ortadan kaldırılmalıdır, ıslah kurtarmaz. Filistin Siyonizm’den tamamen kurtarılmalıdır. Neo-liberal kapitalizm devrilmeli ve yoksulları ve ezilenleri gözeten bir sistemle yer değiştirmelidir.
crescent.icit-digital.org
Kevin Barrett
Aslen diplomat olan Murad Hoffman 1992 tarihli İslam: Alternatif adlı kitabında, Batı'nın, seküler bir kapitalist cennette tarihin sonuna ulaşmak bir yana dursun, büyük bir krize doğru baş aşağı gittiğini iddia ediyordu. Hoffman'ın da gördüğü gibi, yaklaşmakta olan bu krizin yegâne geçerli çözümü otantik ve sahih İbrahimî tektanrıcılık, hassaten İslam'dır. Hoffman 21. yüzyılın ortalarına dek İslam'ın Batı'da çoğunluğun dini olacağını, bunun da göçmenler değil Batılıların kucaklamasıyla gerçekleşeceğini tahmin ediyordu.
İslam'ın azılı düşmanı Siyonist Bernard Lewis de İslam'ın meydan okuyan bir alternatif uygarlık modeli sunduğunu anlamıştı. Lewis bu durumu korkunç olarak tanımlıyordu. Lewis, 1990 tarihli “Müslüman öfkesinin kökleri” makalesinde, tektanrıcılığın Hristiyanî ve İslamî formlarının bu uzun dönemli sözde uyuşmazlığını tanımlamak için “medeniyetler çatışması” terimini icat etti. Lewis'in İslam'ı tehlikeli bir “öteki” olarak sunmada gösterdiği hayat boyu devam eden “kutsal savaşı”, diğer şeylerin yanında İslam'ın Hristiyan uygarlığını kurtarabileceğini anlamasına -bunu bastırsa da- verdiği aşırı bir psikolojik tepkidir. Ve bu durumun, inanmış bir Siyonist için korkunç bir ihtimal olması da doğaldır.
Samuel Huntington, Lewis'i yankılayarak Hoffman'a karşı çıktı ve 1993 yılında “Medeniyetler Çatışması” makalesini yayımladı. Huntington da Lewis gibi İslam ile Hristiyanlık arasındaki farkları abartıyor, İslam ve Batı arasında kaçınılmaz bir çatışmanın istikbaldeki medeniyetler arası savaş döneminin merkezi teması olacağını öngörüyordu.
Gerçek ise, hiç şüphesiz İslam ve Hristiyanlık arasındaki farkların, evrensel İbrahimî tektanrıcılığı (İslam/Hristiyanlık) ile seküler materyalist hümanizm, Yahudilik, Budizm, Hinduizm, Konfüçyüsçülük, paganizm vs. dahil diğer dinler arasındaki farklara nispetle çok küçük olduğudur. Gerçekte sadece tek bir geleneksel Batı dini vardır, evrensel İbrahimî tektanrıcılık ve inanç dünyanın 2.5 milyar Hristiyanı ve 2 milyar Müslümanı tarafından paylaşılmakta olup bu sayı 7.5 milyarlık dünya nüfusunun çoğunluğunu teşkil etmektedir ve bu topluluk birkaç milyon Siyonist tarafından kendi Kutsal Topraklarından yoksun bırakılmıştır. Fakat Siyonizm etkisindeki Batılı elitler, tüm uluslararası-bankacılık finanslı ağırlıklarını Lewis-Huntington'un Batı'nın yakında İslam ile savaşacağı kehanetine koydular. 11 Eylül 2011'de “kamu ilişkileri tarihinin en ahlaksız kitlesel propaganda gösterisini” (Ulusal Bilim Madalyası sahibi Lynn Margulis'in ifadeleriyle) piyasaya sürerek kendi kehanetlerinin doğrulanmasını garantilediler.
11 Eylül sonrası dünyada İslam'ı “Batı'nın giderek artan sosyal ve ideolojik krizlerinin tek alternatifi” olarak sunmak 1992 yılında olduğundan çok daha fazla tahripkâr sayılmaktadır. Aslında İslam'a Karşı Küresel Savaş, Murad Hoffman'ın teklif ettiği üzere Batı'nın İslam'a doğru barışçıl ve tabii seyri önüne dev bir kaya engeli fırlatmak amacıyla tasarlanmıştı. Bugün dünyayı silah olarak kullandıkları faizle yöneten en üst düzey Batılı elitlerin kendi iktidarlarını ve bunu besleyen faiz sistemini korumak için ellerinden gelen her şeyi yapabileceklerini gayet iyi görmekteyiz.
Bugün Murad Hoffman'ın liberal fakat müphem bir şekilde Selefi yaklaşımı biraz eskimiş gözüküyor. Batı'nın gizli yöneticilerinin, Aydınlanmacı liberalizm tarafından korunan araştırma özgürlüğü nedeniyle, kendisi gibi bireylerin İslam'ı keşfetmelerine izin verecekleri inancı, şimdilerde naif gözüküyor (belki de Hoffman'ın mükemmel kitaplarının IslamicBookstore.com'un kelepir eserler kısmında olmasının nedeni de budur).
Hoffman belli ki 1992 yılında bile tek işlevsel “İslami alternatif” toplumunun İran İslam Cumhuriyeti olduğunu anlamamıştı. Bugün, İslam Devrimi'nin 40. yıldönümü vesilesiyle İranlı Müslümanların bir İslam medeniyeti modelini tahakkuk ettirmeye dönük süreğen çabalarının deneyimi üzerinde düşünmek zorundayız.
İran İslam Devrimi'nin ilk dersi “pan-İslamcı düşün, lokal bir şekilde eyleme geç” idi. İmam Humeyni bir Şii devrimi ya da safi bir İran devriminin değil bir İslam Devriminin kıvılcımını çakmış olmakla birlikte onunki de “tek ülkede devrim” idi (tıpkı Rus Bolşeviklerin 1925'ten sonra kendi projelerini adlandırdıkları gibi). Hem İmam Humeyni hem de halefi İmam Seyyid Ali Hüseyni Hamenei, kendilerini pek çok ülkedeki İslami hareketleri ve İslam ile uzlaşan değerlerin temsilcisi diğer adalet talep eden akımları desteklemeye adadılar, öte yandan aynı zamanda İran'da uzun erimli etkin kurumlar tesis ettiler. Ve bu kurumlar, apaçık nedenlerden dolayı nüfusun yerel dini ve ideolojik yönelimleriyle uyumlu olmak zorundadır. Bu nedenle İslami İran doğal olarak On İki İmam Şii (Caferi) düşünce ekolüne bağlı Farsça konuşan insanlarca yönetilen dini kurumlar tesis etti. Türk toplumunu İslamileştirmek isteyenlerin Türkçe konuşan Hanefilerle, Fas'ta faaliyet yürütenlerin Arapça konuşan Malikiler ile bazı Sufilerle muhatap olacakları gibi. (ve elbette bu kişiler Batı'nın dünyanın çoğunluğuna empoze ettiği de-facto hegemonik din olan seküler-materyalist hümanizmi düşüncesizce özümseyen kişilerle de iletişim kurabilmek zorunda kalacaklardır.)
Yukardaki gözlemlerin doğruluğu muhtemelen çok açık gözükmektedir, buna rağmen kendi yaklaşımlarının yegâne kabul edilebilir seçenek olduğu şeklindeki mezhepçi yanılgı maalesef pek çok İslamcı aktivistin ayaklarına dolanmıştır. Bu insanların Kur'an-ı Kerim'in (Bakara, 148) şu ayetini hatırlamaları gerekmektedir: “Herkesin yüzünü ona doğru çevirdiği bir yönü vardır. Öyleyse hayırlarda yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”
İslam Devrimi başarılı olmuştur zira İran üst düzey nitelikte İslam uleması yetiştirmektedir ve bunların pek çoğu bilgilerini gerçek dünyanın sosya-politik problemlerine çözüm bulmada uygulamaya isteklidir ve bunun yetkinliğine de sahiptir. Başarılı olmuştur zira İmam Humeyni'nin önderliğindeki İran ulemasının çelik çekirdeği, ruhlarını ve hizmetlerini çürümüş liderlere satan pek çok İslam “âliminin” yapageldiğini reddetmiştir. İmam Humeyni ve yoldaşları, bunun yerine iktidara hakkı haykırarak demokratik-cumhuriyetçi bir politik düzende, Velayet-i Fakih doktrini altında ulemaya bir rol biçen bir halk devrimini ateşlemiştir.
Müslümanlar, dindaşlarının çoğunlukta olduğu diğer ülkelerde de İran'ın Velayet-i Fakih modelini dayatmak için mi çabalamalıdırlar? Muhtemelen hayır. Pek çok ülkedeki şartlar İran tecrübesini olduğu gibi kopyalamaya imkân vermeyecektir. Fakat hiç şüphesiz diğer Müslüman topluluklar da iktidara hakikati haykıracak birinci sınıf İslam âlimleri yetiştirmede İran ile “hayırda yarışmalıdırlar.” Tiranların çizmelerini yalayan satılmış sözde âlimleri telin etmelidirler. Ve nerede yaşarlarsa yaşasınlar otantik İslami değerler açısından önemli konulara odaklanarak politik angajman içerisinde olmalıdırlar. Bu önemli konular arasında şunlar yer alır: uluslararası bankerlerin faizciliğine dayalı cari para-nakit sistemi ile savaş; resmi yalanlar ve örtmeler karşısında hakikat kavgası vermek; Filistin'i özgürleştirme mücadelesi; ezilenler (mustazaflar) lehine yürütülen diğer mücadelelerde yer almak ve daha geniş planda nihai itaat odağı olarak insanı (ya da yeni yeni ortaya çıkmakta olan post-human robotları) değil Tanrı'yı merkeze alma mücadelesi.
Yukarıdaki tüm konular reformculuktan ziyade devrimci yaklaşımlar gerektiriyor. Özel bankalarca faize dayalı nakit yaratımı tamamen ortadan kaldırılmalıdır, ıslah kurtarmaz. “Gizli tarihin” en yıkıcı gerçekleri tamamen ifşa edilmeli ve yalancı yöneticilere duyulan kamusal inanç tahrip edilmelidir. Filistin Siyonizm'den tamamen kurtarılmalıdır. Neo-liberal kapitalizm devrilmeli ve yoksulları ve ezilenleri gözeten bir sistemle yer değiştirmelidir. Ve hümanist ve post-hümanist putperest uyumculuğun yerini Tanrı'ya teslimiyet almalıdır.
Kısacası, İran'ın Şah'tan kurtuluşundan 40 yıl sonra hala İslam devrimlerine ihtiyacımız var.1979 Devrimi'nin dersleri her zaman olduğundan daha fazla geçerli ve İslam Cumhuriyeti dünyanın her yerindeki Müslümanlara ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu
Medya Şafak