Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (5)

Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (5)
Ümeyyeci din anlayışını tesis edenler açıkça lanet ediyorlardı, hakaretlerde bulunuyorlardı ve İmamla ve Ehl-i Beyt ile açıkça savaşıyorlardı. Biz Kerbelâ örneğinde bunu görmekteyiz. Ancak İbn Teymiyye ve bağlıları İmam Ali’ye duydukları kini gizlemektedirler.

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey, efendim hoş geldiniz. Önceki programda İbn Teymiyye'nin İmam Ali'nin makamını küçük düşürmeye yönelik çabasının bazı kanıtlarını sundunuz. Bu programda ise diğer kanıtlara kulak vermek istiyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Öncelikle Resûlullah'tan (s.a.a.) sonraki muttakilerin imamı, muvahhidlerin seyyidi İmam Ali b. Ebû Tâlib'in şehadet gecelerinde bulunmaktayız. İmam Hasan'ın babasıyla ilgili birkaç cümlesiyle başlamak istiyorum. İnsanlar içinde babasını en iyi tanıyan oğludur. O Cennet ehli gençlerinin iki efendisinden birisi ve Allah-u Teâlâ'nın tertemiz kıldığı Itret-i Tahire'dendir.

 

İmam Hasan, Emîrü'l-Müminîn hakkında sahih isnad zincirine sahip bir rivayette şöyle diyor:

 

Hasan b. Ali (a.s.), İmam Ali'nin (a.s.) şehadetinden sonra bize bir hutbe vererek şöyle buyurdu: Dün gece, ilimde öncekileri geçmiş sonrakilerin de kendisini idrak edemediği bir kişi aranızdan ayrıldı. O, Hz. Peygamber (s.a.a.) kendisine sancağı verip de bir cenge gönderdiğinde fethetmeksizin geri dönmezdi. Ardında 700 dirhem dışında bir şey bırakmadı.[1]

 

Bu hadisin şerhini yapamayacağım için izleyicilerden özür diliyorum. Teberrük olarak bu hadisi okuduk. Öncekilerden muradın kim olduğu üzerinde biraz durmamız gerekiyor. İmam Hasan (a.s) bu sözüyle önceki peygamberlere işaret etmektedir. İmam Ali (a.s.) onlardan daha bilgili ve daha faziletli idi. Öyle bir mertebeye sahiptir ki öncekiler ve sonrakilerden hiç kimse bu mertebeye ulaşamaz.

 

Bu açıklamalar Itret-i Tahire'den, Kisa Ashâbından ve Resûlullah'ın iki reyhanından olan birinin İmam Ali'ye ilişkin açıklamalardır… İmam Ali'nin mazlumiyeti bütün tarihi kuşatmıştır. Bu hakkı elimizden geldiğince sahibine geri vermemiz gerekiyor.

 

Kardeşimizin elimizde başka kanıt bulunup bulunmadığına yönelik sorusuna geçelim.

 

Değerli izleyiciler bizler önceki programda İbn Teymiyye'nin İmam Ali'nin makamını küçültmeye yönelik çabasının bazı kanıtlarını sunduk. Hafız Hacer el-Askalânî de ‘‘İbn Teymiyye, bazı şeyleri reddederken bazen İmam Ali'nin makamını küçük görmektedir'' diye açıkça söylüyor.

 

Şöyle bir soru gelebilir: “İmam Ali (a.s.) belki de İslam'dan önce putlara tapıyordu ve kâfir idi. Çünkü kâfir bir anne babadan dünyaya gelmişti. Dolayısıyla konu Hz. Ali'nin İslam öncesi durumuyla alakalıdır. İslam sonrasına ilişkin bir eleştiri yoktur!”

 

O Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor:

 

Allah-u Teâlâ İmam Ali (a.s.) hakkında “Ey iman edenler, sarhoşken, ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” ayetini indirdi. İmam Ali (a.s.) namaz kılarken kıraatte hataya düştü.[2]

 

Kıraatte yanlış okumasının nedeni sarhoş olması idi! İmam Ali'nin Müslüman olduktan sonra içki içtiğini söylemek açık ithamıdır. Namazın teşri edildiği bir dönemde içki içmişti diyor!

 

Bir de İbn Kesir'e bakalım. Bu şahıs da dinî anlayış itibariyle İbn Teymiyye'ye yakındır.

 

Bu şahıs tefsirinde şöyle der:

 

Bize Ata İbn es-Saib'in, Ebû Abdurrahman es-Sülemî kanalıyla Ali b. Ebû Tâlib'den rivayet ettiğine göre Ali (a.s.) şöyle demiştir: Abdurrahman b. Avf bize yemek yaptı ve davet ederek içki ikram etti. İçki bizden alacağını aldı (sarhoş olduk). Namaz vakti gelince birisini (imâm olarak) öne geçirdiler. O da Kâfirûn Sûresi'ni “De ki ey kâfirler, sizin ibâdet ettiğinize ben ibâdet etmem. Biz sizin ibâdet ettiğinize ibâdet ederiz” şeklinde okudu. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ “Ey iman edenler, sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” ayetini indirdi. Bu hadisi İbn Ebû Hatem ve Tirmizî de Abd b. Humeyd'den, o da Abdurrahman ed-Deşkeşî'den bu şekilde rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadisin hasen sahih olduğunu söylemiştir.[3]

 

Bu toplantının sahâbenin içki meclisi olduğu açıktır. Abdurrahman b. Avf ve Ali b. Ebû Tâlib'in bulunduğu bir meclis… Garip olan şu ki bunlar Şia'yı sahâbenin değerini düşürmekle itham etmektedirler. Hâlbuki kendileri sahâbeye hakaret etmektedirler. Bundan daha büyük hakaret mi olur? Sahâbenin İslam'dan sonra içki meclisleri düzenlediğine inanıyorlar. Bütün bunlara rağmen kalkıp bize ‘‘Sahâbe adildir'' diyorlar. Bize göre bu rivayet en azından Ali'nin (a.s.) adı geçtiği için bâtıldır. Emevîlerce uydurulduğu kesin olan rivayetlerindendir. Ancak biz bu rivayete Ehl-i Sünnet'in yöntemince bakıyor ve ‘‘Sahâbenin adaletini içki meclisleri düzenlemekle nasıl bağdaştırıyorsunuz?'' diyoruz.

 

Rivayete göre Ali veya Abdurrahman b. Avf gibi sahâbenin büyüklerinden ve ulularından birisi namaz kıldırmak için öne geçmiş ve Kâfirûn Sûresi'ni yanlış okumuştur. İşte Ehl-i Sünnet'in tefsirleri, müsnedleri ve sünenleri!

 

İmam Ali'yi (a.s.) zemmedelim diye Abdurrahman b. Avf'ı da yermişler. İmam Ali'yi (a.s.) gözden düşürmek için öncekileri ve sonrakileri de karalıyorlar!

 

“Seyyidim bunca ısrar neden?” diye bir soru gelebilir.

 

El-cevap: İmam Ali'ye (a.s.) iftira gibi rezilliklerin birçoğu sahâbenin büyükleri arasında İslam'dan önce ya da İslam'dan sonra uygulanıyordu. Örneğin başını Muaviye'nin çektiği Ümeyyeoğulları yöneticilerini ele alalım. Muaviye içki içmekte hatta bunun için meclisler düzenlemekteydi. Şurada burada böyle bir rivayeti bulamayacak olurlar ise İmam Ali (a.s.) ile nasıl eşit olacaklar! Bu tür meseleler getiremeyip İmam Ali'yi yerecek rivayetler uyduramasalardı Muaviye ve Ümeyyeoğulları için eşitlenme söz konusu olamazdı.

 

Küfür meselesi de bu şekildedir. Kendileri putlara tapmaktaydılar. İlk üç halifenin Müslüman olmadan önce putlara ibadet ettiği açıktır. İmam Ali'nin (a.s.) bunun istisnası olduğunu nasıl kabul edebilir ve hayatı boyunca hiçbir puta secde etmediğinden O'na “kerremellahu vecheh” nasıl diyebiliriz! Bu Ali'ye ait bir fazilet ve meziyettir.

 

Bütün bunlar şu mesele ve rivayet içindir. Rivayet Sahihü'l-Buhârî'de geçmekte olup şöyledir:

 

Nafi'nin İbn Ömer'den, onun da İbn Ebû Müleyke'den rivayet ettiğine göre o şöyle der:

 

En hayırlı iki kişi, Ebû Bekir ve Ömer neredeyse helak olacaklardı. Temîmoğulları binitlileri Allah Rasulûne (s.a.a.) geldiklerinde Resûlullah'ın yanında seslerini yükseltmişlerdi… Ebû Bekir, Ömer'e: Sen, bana muhalefet etmekten başka bir şey istiyor değilsin, derken, Ömer de: Elbette ben sana muhalefet etmek istemiyorum, diyordu. Bu hususta sesleri yükseldi de Allah Teâlâ “Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygambere bağırmayın” ayetini indirdi.[4]

 

Hz. Resûlullah'ın huzurunda ikisi arasında bir tartışma çıkmış ve sesleri yükselmişti.

 

Ayet-i kerimede sesleriniz Peygamber'in sesinden fazla çıkmasın buyuruluyor. Bu ayet-i kerime birinci ve ikinci halifeyi övmemekte, onları yermekte ve kınamaktadır. Ümeyyeci mantık, ‘‘ilk iki halifeyi yeren bu rivayetten daha şiddetli bir rivayet uydurmamız gerekiyor'' şeklinde düşünür.

 

Şeyh İbn Teymiyye'nin ilk iki halife ile ilgili olan bu rivayeti aktardığı bağlam da ilginçtir. Bakınız Şeyh bu rivayeti nerede aktarıyor:

 

Hz. Peygamber'in onun bir davranışını inkâr etmediği ve bu tavrını eleştirmediği bilinmektedir. Ancak o ve Ömer, Temimoğullarını yönetecek kişinin kim olması gerektiğinde anlaşmazlığa düşmüşler ve nihayet sesleri yükselmiş, “Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygambere bağırmayın” ayeti nazil olmuştur. Hz. Peygamber'in bundan duyduğu eziyet Hz. Fâtıma olayında duyduğu eziyetten fazla değildir. Allah-u Teâlâ ‘‘Resûlullah'a eziyet etme hakkınız yoktur'' buyurmaktadır. Allah-u Teâlâ, Ali (a.s.) hakkında ise “Ey iman edenler sarhoşken namaza yaklaşmayın” ayetini indirmiştir.[5]

 

Mukayese etmek istiyorsanız İmam Ali (a.s.) Hz. Peygamber'e daha çok eziyet etmiştir demeye getiriyor! Çünkü Hz. Fâtıma'ya eziyet etmiştir. İlk halife ilâhî bir amaçla Hz. Fatıma'ya eziyet etmiş, Ali b. Ebû Tâlib ise kendisi nefsi için! Arada kurulan bağa bir bakar mısınız? Hadis Ebû Bekir ve Ömer hakkında, bu konu ile ne alakası var? Okuyucunun zihnine burada Ali'ye (a.s.) ilişkin bir meziyetin olduğu düşüncesi gelmesin diye uğraşıyor.

 

Bu uygulama Ümeyyeci din anlayışının en stratejik metotlarından biridir. Yani İmam Ali'nin (a.s.) makamını elden geldiğince küçük göstermeye çalışmak. Hatta zan ve töhmet altında kalsın ve diğer sıradan sahâbîler gibi olsun! İçki içen yüzlerce sahâbî olmasına hatta zina gibi diğer haram fiilleri işleyen sahâbîler olmasına rağmen kaynaklarında “şu ayet falanca sahâbî hakkında nazil olmuştur” diye bir açıklama bulunmazken Ali (a.s.) hakkında böyle bir ayet var diyorlar!

 

Altıncı kanıt: Bu kanıt da ilginçtir. “Hz. Ali, Hz. Resûlullah'ın açıkça yalanladığı fetvalar verirdi!” diyor. İbn Teymiyye burada Ali'nin (a.s.) Allah Resûlüne kasten muhalefet ettiğini söylemeye çalışıyor. Çünkü ona göre İmam Ali (a.s.) Resûlullah'ın yalan dediği şeyi onaylayan fetvalar veriyor. Yani ‘‘Ey insanlar, kimi sahâbîlerin Allah Resûlüne muhalefet ettiğini görecek olursanız sadece bunların muhalefet ettiğini düşünmeyin, Ali (a.s.) de aynı şekilde muhalefet etmiştir'' demeye getiriyor. Bu strateji de yeni değildir. Önceki programlarda da belirttiğimiz gibi aşere-i mübeşşereden birisine yönelik yerici bir rivayet varsa hemen Ali ve Ehl-i Beyt'i de bu yergiye ortak kılarlar. Aynı şekilde İmam Ali'ye (a.s.) ilişkin bir övgü var ise diğer sahâbenin de bu fazilete ortak kılınması gerekir.

 

İbn Teymiyye eserin bir başka yerinde şöyle der:

 

Resûlullah (s.a.a.) hiçbir konuda Osman'ı kınamamıştır. Ancak Ali'yi birçok konuda kınamıştır… Fetvalara gelince ise Hz. Ali kocası vefat eden hamile kadının iki iddetten en uzununu beklemesi fetvasını vermiştir. Bu fetvayı Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminde Ebû's-Senâbil b. Bakek vermiş ve Hz. Peygamber (s.a.a.) de “Ebû's-Senâbil yalan söylemiştir” demiştir.[6]

 

İmam Ali (a.s.) da yanılmış ve yalan söylüyor demeye çalışıyor ancak bunu örtük bir üslup ile diyor. Zira hemen arkasında “bu tür örnekleri fazladır”[7] diyecektir.

 

İmam Ali'nin yanıldığı meseleler bir veya iki tane değildir. Ali (a.s.), Resûlullah'ın yalanladığı ve yanlış olduğunu söylediği fetvaları alışkanlık haline getirmişti. ‘‘Yalancıydı'' diyemiyor, çünkü bu ifadeyi kullanacak olursa din dışına çıkmış ve açıkça münafık olmuş olur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a.) “Ey Ali (a.s.) seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder.” buyurmaktadır.

 

Eğer ‘‘Ali (a.s.) yalancıydı veya yalan söylerdi'' denecek olursa, yalancı olan birisini sevmemiz değil buğzetmemiz gerekir. Yalan söyleyen bir kişi sevilmez.

 

Bu meselenin özetini sunalım. Bunun gibi onlarca örnek mevcuttur. Ancak vaktimizin sınırlı oluşundan ötürü sadece bu örnekleri sunduk. Buraya kadar yapılan açıklamalarla şu altı meselede İbn Teymiyye'nin İmam Ali'nin makamını zedelemeye çalıştığını gördük.

 

İmam Ali (a.s.) Müslüman olmadan önce putlara ibadet ediyordu.

 

Kâfir hükmüne tâbi idi, çünkü kâfir bir anne babadan dünyaya gelmiş idi!

 

Dünyevî bir amaçtan dolayı Hz. Fâtıma'ya eziyet etmişti.

 

Sahâbe tarafından sevilmeyen, kendisine hakaret edilen ve kendisi ile savaşılan birisiydi.

 

Müslüman olduktan sonra içki içmişti.

 

Resûlullah'ın yalanladığı birçok fetvaya uygun fetva vermişti!

 

Azizlerim bütün bunlar tek bir siyasî gerekçeden ötürüdür. Bu siyasî ve stratejik gerekçeye daha önce işaret etmiştik. Bunun nedeni, İmam Ali'nin sahâbeden daha faziletli bir konumda görülmemesini sağlamaktır. Eğer sahâbînin birinde bir eksiklik veya çirkin davranış mevcutsa İmam Ali de buna ortak kılınmalıdır. İçki içmek, yalan söylemek ve Hz. Fâtıma'ya eziyet etmek gibi!

 

İbn Hacer el-Askalânî bu hakikati açıkça dile getirmekte ve bakınız, Şia'yı, gulatlığı ve Râfıziliği nasıl tanımlamaktadır:

 

Teşeyyü (Şiî olmak): Hz. Ali'yi sevmek ve O'nu diğer sahâbîlerin önüne geçirmektir. Onu Ebû Bekir'e ve Ömer'e öncelemek ise ğuluvdur (aşırı gitmek). Bu tür kimseler için Râfızî ismi de kullanılır.[8]

 

İmam Ali'yi (a.s.) sevmek övgü mü yoksa yergi mi vesilesidir? Konunun başlığı taan sebeplerinin ayırt edilmesidir. Buna göre Şiîliği (Teşeyyüü) sabit olan kimsenin kınanması için gerekçe vardır. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) “Seni seven beni sevmiş, sana buğzeden bana buğzetmiş olur!” buyruğunu hiç işitmemiş gibi yazıyor!

 

Pasaja göre bir kişi herhangi bir fazilet noktasında Ali'yi (a.s.) sahâbeye önceleyecek olursa Şiî olmuş olur.

 

Olumsuz perspektiften bakacak olursak sahâbîlerin içki içtiğini ancak Ali'nin (a.s.) içmediğini söyleyen kişi de Şiî olmuş olur. Bu durum da o kişi için kınanma sebebidir.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla Teşeyyü, ğuluv ve Râfıziliğin ne olduğu ortaya çıktı. Hepsinin ekseninde Ali (a.s.) sevgisi bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) “Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder” şeklinde bu hakikate vurgu yaptığını görmekteyiz. Bu ölçüt ve kriter sadece o zamana özgü değildir. Aksine şimdi de geçerlidir ve Kıyamet Gününe kadar da geçerli olacaktır. Dillerinin altındaki baklaların nasıl çıktığını görebiliyoruz. Kişi dilinin altında saklıdır. Emin olunuz ki bu tür cümleler kişinin dilinin altından veya satır aralarından dökülmektedir.

 

Değerlendirmeyi değerli izleyicilere bırakıyorum. Kur'ân-ı Kerim'in ‘‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor'' (Ahzâb, 33) buyruğunun kapsamına giren bir zâttan bahsediyoruz. İslam âlimlerinin tamamı Ali'nin (a.s.) Ehl-i Beyt'in kapsamına girdiğinde ittifak etmiştir. Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Size sımsıkı tutundukça asla sapıtmayacağınız Allah'ın Kitabını ve Itret'imi (soyumu) bırakıyorum'' buyruğunda geçen Itret'in kapsamına giren Ali'den (a.s.) bahsediyoruz. Bu şahıs hakkında Allah Resûlü (s.a.a.) “Ey Ali! Seni seven beni sevmiş, sana buğzeden ise bana buğzetmiş olur. Sana hakaret eden bana hakaret etmiş olur” buyurmuştur. Ama İbn Teymiyye ve Ümeyyeci din anlayışı Ali'nin (a.s.) içki içtiğini, yalan söylediğini ve putlara ibadet ettiğini söylemektedir! Hükmü vermek sizlere kalmış. Allah ve Resûlünü mü tasdik edeceğiz yoksa Muaviye'yi, Ümeyyeci din anlayışını, İbn Teymiyye'yi ve modern dönemlerin Emevîcileri olan Vehhâbîleri mi?

 

Sunucu: Zikretmiş olduğunuz hususların dışında Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin eksene aldığı ‘‘sahâbenin adaleti'' nazariyesi de önemlidir. Hz. Ali'nin konumunu zedeleme yönünde gösterilen bu çabalar, bu nazariyeyi de itibardan düşürmektedir. Bu nazariye çürütülecek olursa geriye ne kalıyor?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bir şahsın İbn Teymiyye'nin Ali (a.s.) hakkında yalancı dediği gibi ilk halife için de yalancı dediğini düşünelim. Yahut ikinci halife hakkında içki içiyordu dediğini veya ikinci halifenin kişisel gerekçeleri yüzünden Hz. Fâtıma'ya eziyet ettiğini söylediğini varsayalım. Fırtına kopar! Ama bu şahıs İmam Ali'nin kişisel isteklerinden dolayı Hz. Fâtıma'ya eziyet ettiğini söyleyebiliyor! Allah aşkına biz Ehl-i Beyt Okulu bağlıları herhangi bir sahâbî hakkında bir şey söylemeye kalkışsak dünyayı bize dar edersiniz! Bunlar sahâbeye hakaret ediyor, onlara saygı göstermiyor diye ortalığı velveleye vermez misiniz? Sahâbeden birinin makamını küçültmeye çalışmak Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) makamına zarar vermek değil midir, diye itirazda bulunmaz mısınız? Peki, İmam Ali (a.s.) söz konusu olduğunda neden bu şeylerin tamamı helal oluyor? Ben sadece Şeyh İbn Teymiyye'nin ifadelerini aktarmakla yetinecek, değerlendirmeyi izleyicilere bırakacağım.

 

O es-Sarimü'l-Meslul adlı eserinde şöyle diyor:

 

Cimrilik, korkaklık, az bilgi sahibi olmak veya zâhid olmamak gibi sözlerden biriyle adaletleri ve dinlerine yarar vermeyecek bir şekilde onlara hakaret eden kimse tedip edilir ve tazir cezasına çarptırılır.[9]

 

İmam Ali (a.s.) hakkında söylenen bu sözler Ali'nin adaletine ve dinine zarar veriyor mu, vermiyor mu? İçki içmek, yalan söylemek, Resûlullah'a (s.a.a.) eziyet etmek, İmam Ali'nin adaletini ve dindarlığını elbette ki yaralamaktadır.

 

Pasaja göre falanca sahâbînin cimri olduğunu söylemek, cesur değil korkak olduğunu belirtmek, savaştan kaçtığını, ilminin az olduğunu ya da zâhid olmadığını söylemek tedibi ve taziri gerektiriyor.

 

Bilemiyorum, sadece İbn Teymiyye değil modern dönemin Ümeyyeci din akımı bağlıları da bu açıklamayla ne kastediyor? Defalarca söyledik, kadim Emevîler düşmanlıklarını ve Nâsıbîliklerini açıkça ortaya koymaktaydılar. Vehhâbîlerin hepsini konu edinmiyoruz. Bunlar hakikatlerin birçoğunu biliyorlar. Bizler Vehhâbîler içindeki ilim ve tahkik erbabını konu ediniyoruz.

 

İbn Teymiyye devamında şöyle diyor:

 

Sadece bununla kâfirliğine hükmedilemez.[10]

 

Yazar eserin bir başka yerinde şöyle der:

 

Ömer'i Ebû Bekir'den üstün tutan kimse üstün tutmasında bir hakaret ve kusuru barındırmıyorsa bunda bir sorun yoktur. Bu ikisine hakaretin cezası bunun üstündedir ve müfteri (iftiracı) haddiyle celde cezasına çarptırılır.[11]

 

Bir kişi Ali'yi (a.s.) Ebû Bekir ve Ömer'den üstün sayacak olursa müfteri haddiyle cezalandırılır.

 

Ancak üzücü olan şudur ki şu ana kadar açıkladığımız hususların kaynaklarınızda ve eserlerinizde kayıtlı olduğunu ve evlatlarınızın bunları okullarında okuduklarını görmektesiniz. Buna rağmen bunlar biz sahâbeyi seviyor, onlara ikram ediyor ve onları ululuyoruz, diyerek böbürlenmektedir. Bizler hiçbir sahâbî hakkında ileri geri konuşulmasına müsaade etmeyiz. Ancak bu sahâbînin Ali olmaması gerekir. Eğer sahâbî Ali ise istediğinizi söyleyebilirsiniz!

 

Sunucu: İbn Hacer'in İbn Teymiyye'nin ceyyid rivayetlere ilişkin değerlendirmesi hakkındaki sözlerine geri dönelim. Burada iki söz bulunmaktadır. İlki İmam Ali'nin makamını alçaltmaya çalışması. İkincisi ise ceyyid rivayetler ile ilgilidir. Acaba İbn Hacer'in ifadesiyle ceyyid rivayetleri reddettiğine delalet eden başka kanıtlar var mıdır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, bizler aslî ilkeye işaret etmiş ve ele aldığımız bütün konuları bu aslî ilke üzerine yerleştirmiştik. Bu aslî ilke bir kimseyi başka birisinin sözüyle itham etmemek ve o şahsın bizzat kendi teliflerine ve mirasına bakarak bir sonuca ulaşmaya çalışmaktı. Bugün ise Şeyh İbn Teymiyye'nin uygulamaya çalıştığı bir stratejiye işaret etmek istiyoruz. İnşallah bazı kanıtları ele almaya da muvaffak oluruz.

 

Şeyh İbn Teymiyye; İmam Ali'nin makamlarının, faziletlerinin ve imtiyazlarının geçtiği naslar hakkında bir strateji ortaya koyar. Ali'nin (a.s.) faziletlerini, menkıbelerini ve diğer sahâbîlerde olmayan imtiyazlarını açıklayan ve içeren birçok rivayet vardır. Şeyh İbn Teymiyye bu naslara karşı şöyle bir strateji geliştirmiştir.

 

İlk olarak: Mümkün ise bu rivayetlerin asılsız ve uydurma olduklarını söylemek. “İlim ehlinin ittifakıyla uydurmadır” ifadesini çok sık kullanır. Bazıları İbn Teymiyye'ye güvenmekte ve onun sözlerini sened kabul etmektedirler. O, “ilim ehlinin ittifakıyla” dediğine göre kesin öyledir diye düşünürler. Yalan söylediğini varsaymak aklın kabul etmediği bir şey sayılır. Bu konudan bağımsız olarak şunu ifade edelim. İcmâ iddiası ileri sürülüyorsa ilk önce bunun ortaya konulması gerekmektedir.

 

İbn Teymiyye'nin İmam Ali ile ilgili naslar hakkında uyguladığı ilk strateji “İlim ehlinin ittifakıyla uydurmadır” sözlerine başvurmaktır.

 

Eğer buna gücü yetmiyorsa ikinci merhaleye geçer ve şöyle der: “Bu hadis zayıftır. Ulemadan falanca ve filanca kişiler bunun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.” Hâlbuki bu bir rivayettir, rivayeti zayıf sayanlar olmuş olsa da kimileri hasen görmüş, kimileri de kuvvetli ve sahih addetmiştir. O gözler önüne rivayeti zayıf sayanları getirir ve mutlak olarak sahihtir diyenlere ise hiç işaret etmez. Okuyucunun zihninde ‘‘bu hadisi sahih sayan hiçbir âlim yoktur'' algısı oluşturmaya çalışır.

 

Üçüncü merhale: Eğer buna da gücü yetmiyorsa ‘‘Bu rivayetin muhtevasının öyle kayda değer bir kıymeti bulunmamaktadır'' der. Rivayetin içeriğini boşaltmaya çalışır. Örneğin Gadir hadisindeki ‘‘velî” ve “mevlâ'' kelimelerini ‘‘muhabbet ve meveddet'' anlamında alır ve yönetime delalet etmediğini söyler. Rivayetin söyleniş gayesini devre dışı bırakmaya çalışır.

 

Dördüncü merhale: Hiçbir çare bulamazsa diğer sahâbîleri de bu fazilete ortak etmeye çalışır. Bu faziletin Ali'ye (a.s.) özgü olmadığını söyler. ‘‘Bu fazilete Hz. Ali sahiptir, ancak fazilet falanca ve filanca sahâbîlerde de bulunmaktadır'' der. Aziz dostlar, Şeyh İbn Teymiyye'nin rivayetler hakkında uyguladığı bu stratejiye dikkat ediniz. Birçok örnek vermek istiyordum ancak vakit darlığından dolayı bu programda sadece bir veya iki örneği kanıt olarak sunacağım.

 

Mecmûatü Fetâvâ adlı esere bir bakalım. Yazar eserin bu bölümünde “Ben kimin mevlâsı isem işte bu Ali de onun mevlasıdır” hadisini ele almaktadır. Ama bu esere geçmeden önce Allame Albanî'nin Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha adlı eserinden bu rivayete ilişkin değerlendirmeyi sunmak istiyorum. Yazar şöyle diyor:

 

‘‘Ben kimin mevlası isem işte bu Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım O'nu veli edinenin velisi, O'na düşman olana düşman ol…” bu hadis Zeyd b. Erkam, Sa'd b. Ebû Vakkas, Bureyde İbn el-Husayn, Ali b. Ebû Tâlib, Ebû Eyyub el-Ensarî, Bera b. Azib, Abdullah b. Abbas, Enes b. Malik, Ebû Said el-Hudrî ve Ebû Hureyre kanalından rivayet edilmiştir. Zeyd'in hadisinin beş geliş kanalı vardır… Ebû Süleyman'ın hadisinin tek bir kanalı vardır. Atiyye'nin bir, Sa'd b. Ebû Vakkas'ın üç, Ali b. Ebû Tâlib'in dokuz geliş kanalı vardır.[12] Bu pasaja göre rivayet mütevatirin de çok ötesindedir. En azından hadisin 25 geliş kanalı vardır. Bundan daha fazlasına artık ihtiyaç duyulabilir mi?

 

Sunucu: Allâme Albanî de bu din anlayışına sahip olanlardandır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Elbette. Aynı din anlayışına sahiptirler. Geliniz, Şeyhülislam olarak tanınan İbn Teymiyye ne diyor, ona bir bakalım:

 

“Ben kimin mevlâsı isem işte bu Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım O'nu velî edinenin velisi, O'na düşmanlık edene düşman ol…” hadisine gelince, bu hadis Tirmizî hariç ana kaynaklarda geçmiyor. Onda da sadece “Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır” bölümü geçmektedir. “Allah'ım O'nu velî edinenin velisi, O'na düşmanlık edene düşman ol…” bölümü ise ziyadedir. Hadisin aslından değildir. İmam Ahmed'e bu bölüm sorulduğunda ‘‘Kufelilerin ziyadesidir-eklemesidir'' demiştir. Hadisin bu bölümü İslam'ın aslî ilkelerine de aykırıdır.[13]

 

Bu hadis ikinci ve üçüncü dereceli kaynaklarda geçmektedir diyerek önce bu naklin muteber olmadığını söylemek istiyor.

 

“Allah'ım O'nu velî edinenin velisi, O'na düşmanlık edene düşman ol…”  bölümü de uydurmadır demek istiyor. Hâlbuki yukarıda Allâme Albanî'nin hadisin bu bölümünün rivayetin aslından olduğunu belirten ifadelerini gördük.

 

Stratejisini nasıl uyguladığını görünüz.

 

Esasında Resûlullah'ın (s.a.a.) İslam'a aykırı bir şey buyurmaması için İbn Teymiyye'ye danışması gerekmektedir!

 

İbn Teymiyye devamında İmam Ali (a.s.) ile ilgili hadisleri birer birer ele alır:

 

Rükûda iken yüzüğü tasadduk ettiğini bildiren rivayet, marifet ehlinin ittifakıyla uydurmadır. Gadir-i Hum'da söylediği “Size Ehl-i Beyt'im hakkında Allah-u Teâlâ'yı hatırlatırım!” şeklindeki buyruk Ehl-i Beyt'e özgü değildir. Diğerleri de bu hususta Ehl-i Beyt'e eşittir. Mübahele ayetine gelince ise o da hasâisten (O'na özgü faziletlerden değildir). Aksine Hz. Ali ile birlikte Hz. Fâtıma'yı ve iki oğlunu da çağırdı. Çağırmasının nedeni onların ümmetin en faziletlileri olmasından kaynaklanmamaktadır. Ehl-i Beyt'i O'na en yakın, en özel kişiler olduğundan onları çağırdı. İnsan Sûresi'nin Ali, Fâtıma ve Hasaneyn hakkında nazil olduğu da uydurmadır. Çünkü bu sûre Mekkîdir, nâzil olduğunda Hasan ve Hüseyin henüz dünyaya gelmemişti.[14]

 

Mübahele ayetinin İmam Ali (a.s.) ile ilgili olduğunu bildiren rivayetler sahih olduğundan zayıf veya uydurma sayamıyor. Hemen içerik boşatma kuralını uygular ve diğer sahâbenin de ortak olduğunu söyler. Resûlullah (s.a.a.) ailevî dürtülerle, câhilî etmenlerle konuşmaktadır. Çünkü bunlar O'nun ailesidir ve ailesini herkesten çok sevdiğinden kendisiyle birlikte götürmüştür. Yoksa bu yönde ilahî bir emir bulunmuyordu. Peygamberi (s.a.a.) heva ve hevesinden konuşan bir şahıs gibi düşünüyor. Defalarca belirttik “ma yentıku ani'l-heva” ayetinde nutkun-konuşmanın zikredilmesi galibiyet bâbındandır. Yoksa bunun kapsamına fiiller de -sözler gibi- girer. O heva ve hevesiyle konuşmadığı gibi heva ve hevesiyle iş de yapmaz.

 

İbn Teymiyye'nin İmam Ali'ye ve Ehl-i Beytine karşı durmaktan başka hiçbir işi yok gibi.

 

Sunucu: Belçika'dan Muhammed kardeş hatta, buyurun.

 

Muhammed: Es-selâmu aleykum. Seyyidim, ilk Emevîlerin duruşu Şeyh İbn Teymiyye'de somutlaşan tutumun aynısı mıdır?

 

Sunucu: Şimdiki Ümeyyecilerin konumu kadim Ümeyyecilerin konumu ile aynı mıdır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu temel bir meseledir. Bizler Muaviye'nin ve Ümeyyeoğullarının tesis ettiği, İbn Teymiyye'nin teorisyenliğini yaptığı Emevîci metodun günümüzde Vehhâbî ekol tarafından piyasaya sürülmek istendiğine inanmaktayız. Kadim Ümeyyeciler ile modern Ümeyyeciler arasında bir fark bulunmaktadır. Ümeyyeci din anlayışını tesis edenler açıkça lanet ediyorlardı, hakaretlerde bulunuyorlardı ve İmamla ve Ehl-i Beyt ile açıkça savaşıyorlardı. Biz Kerbelâ örneğinde bunu görmekteyiz. Ancak İbn Teymiyye ve bağlıları İmam Ali'ye duydukları kini gizlemektedirler.

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[1] İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 2, s. 344, hadis no: 1720, şerh: Ahmed Muhammed Şakir, Dârü'l-Hadis, Kahire.

[2] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 206.

[3] İbn Kesir ed-Dımeşkî, Tefsirü'l-Kur'âni'l-Azîm, c. 4, s. 61, Dârü Âlemi'l-Kütüb.

[4] el-Camiü's-Sahih, c. 5, s. 206, hadis no: 7302, Kitabü'l-İtisam, Bâbü'l-İktidâ bi-Efâli'n-Nebî, haz. Şuayb el-Arnavut, er-Risâletü'l-Âlemiyye.

[5] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 206.

[6] Minhâcü's-Sünne, c. 2, s. 665.

[7] A.g.e., a.g.y.

[8] İbn Hacer el-Askalânî, Hedyü's-Sâri Mukaddimetü Fethi'l-Bârî, c. 2, s. 1238, Dârü Taybe. 

[9] Şeyhülislam Ebü'l-Abbas Takiyüddin Ahmed İbn Abdülhalim İbn Abdüsselam İbn Teymiyye, es-Sarimü'l-Meslul alâ Şatimi'r-Rasul, c. 3, s. 1110, tahkik: Hulvanî Dârü'l-Meali, 1428, ed-Demmam,

[10] A.g.e., a.g.y.

[11] A.g.e., c. 3, s. 1107.

[12] Muhakkik Allâme Nasırüddin Albanî, c. 4, s. 330.

[13] Mecmûu Fetâvâ Şeyhi'l-İslam İbn Teymiyye, c. 4, s. 416,  Arabistan. 

[14] A.g.e., a.g.y.