Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (6)

Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (6)
Kardeşlerden biri bütün Müslümanların İbn Teymiyye’yi sevdiğini söylemişti. Bu söz doğru değil. Pek çok âlim onu eleştirmiş, hatta İmam Ali’ye düşmanlık gösteren bir Nâsıbî olduğunu ortaya koymuştur. İkinci olarak Allah aşkına bütün bu yalanlara rağmen İbn Teymiyye’yi sevebiliyor musun? Onun Nâsıbî ve Ehl-i Beyt düşmanı olduğunu anladığında da hâlâ bu sevgin devam edecek mi?

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Sizlere ve Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz diyorum. Seyyidim, Ali b. Ebû Tâlib'in (a.s.) faziletlerini konu edinen rivayetlere İbn Teymiyye'nin uyguladığı stratejinin özetini bize sunmanız mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Konuşmama İmam Ali'nin sözleriyle başlamak istiyorum. Defalarca tekrarladığım gibi İmamları en güzel bir şekilde tanıtabilecek olanlar yine kendileridir. Onları hakkıyla tanımak yine Allah Sübhanehu ve Teâlâ, Kitab-ı Kerim, beyanat-ı nebeviye ya da onların kendilerini tanıtmaları yoluyla mümkün olabilir. Ulaştıkları makamları ve dereceleri bizlere açıkladıkları kadarıyla kendilerini tanıyabiliriz.

 

Bu sahada aktarılan rivayetlerden biri İbn Abdülberr'in Câmiü Beyâni'l-İlm adlı eserinde geçmektedir.

 

Rivayet Ebû't-Tufeyl'dendir. O şöyle diyor:

 

Ali'yi (a.s.) hutbede şöyle buyururken gördüm:Bana sorun! Allah'a yemin ederim ki Kıyamete kadar olacak şeyler hakkında sorduğunuz her şeyi size haber veririm. Bana Allah'ın Kitabını sorun. Allah'a and olsun ki her bir ayetin gece mi gündüz mü, sahrada mı dağda mı indiğini biliyorum.” Hadisin isnadı sahihtir.[1]

 

Bilemiyorum, sahâbe içinde böyle bir ilim iddiasında bulunabilecek kim vardır? Tarihî gerçekler bu iddiada bulunan kimseyi tasdik mi yoksa tekzib mi etmektedir? Bu gerçek iki ekol tarafından da kabul edilen sabit hakikatlerdendir. Bu konuda icmâ vardır ve ümmet de dalalet ve hata üzere birleşmez. “Kıyamet gününe kadar gerçekleşecek her ne olay varsa size onu haber veririm.” Bu hadiselerle alakalıdır.

 

Hadisin son bölümü ise İmam Ali'nin (a.s.) Kur'ân ile ilgili iddiasıdır.

 

İmam Hasan (a.s.) O'nun hakkında “İlimde O'na öncekiler ulaşamadığı gibi sonrakiler de ulaşamayacaktır!” buyurmaktadır.

 

Değerli izleyiciler tarafından ‘‘Bu programı niçin İmam Ali'nin faziletlerine ve makamlarının beyanına tahsis etmediniz'' şeklinde bir soru gelebilir.

 

El-cevap: Biz bu konuyu enine boyuna İbn Teymiyye'nin bu faziletlere ilişkin yaklaşımının bağlamında ele alacağız. Şu hakikate işaret etmek istiyorum: Ümeyyeci dinî anlayışın Hz. Peygamber'e (s.a.a.), Ehl-i Beyt İmamlarına ve İslam kültürüne nasıl yaklaştığını ve bu kültürü nasıl yozlaştırdığını göreceğiz. İmam Ali'nin (a.s.) ve evlâdının cehd-ü gayreti olmasaydı ‘‘Öz Muhammedî İslam'' bugün elimizde olmazdı.

 

Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, bizler dün gece İbn Teymiyye'nin İmam Ali'nin menkıbelerini, faziletlerini içeren naslara nasıl yaklaştığını birkaç maddede özetlemiştik. Tahkik erbabı olan aziz dostların bu hakikate müracaat etmeleri ve incelemeleri gerekmektedir. Bu şahsın söylediği bütün sözlere kesin hakikatmiş gibi yaklaşmamaları gerekiyor.

 

İlk merhale: Doğrudan rivayetin uydurma olduğunu söyleyerek onu düşürmeye çalışır.  Hatta uydurma demekle kalmaz, ‘‘Ehl-i ilim ve marifetin ittifakıyla uydurmadır'' sözünü de kullanır. Bununla sadece kendisinin değil bütün ulemanın da bu rivayete uydurma nazarıyla baktığını okuyucunun zihnine aşılamaya çalışır. İbn Teymiyye'ye güvenen bir kişi gerçekte sahih olan bir rivayetin onun tarafından uydurma olarak gösterilemeyeceğine ve bunun makul olmadığına inanır. Böyle açık ve çirkin bir yalanı söyleyeceğine ihtimal vermez. Hâlbuki bu şahıs gün gibi parlayan bir gerçeği yalan olarak takdim etmeye kalkışmaktadır.

 

İkinci adım: Kaynaklarda geçtiğinden ‘‘hadisin uydurma olduğunu'' söyleme imkânı bulamazsa veya ‘‘hadis uydurmadır'' demesi mümkün değilse rivayetin zayıf olduğunu ve ana kaynaklarda geçmediğini söyler. Tabii genel bir şekilde söyler, bu ana kaynakların hangileri olduğunu belirtmez.

 

Üçüncü adım: Eğer buna da imkân yoksa yani hadis sened açısından zedelenemeyecek bir yapıda ise rivayetin içeriğini boşaltmaya başlar. İnsan neredeyse ‘‘Keşke Resûlullah'ın (s.a.a.) ağzından bu hadis çıkmasaydı!” diye düşünmeye başlar. Hadisi öyle yorumlar ki övgüden daha çok yergiye benzer! Bu programda İmam b. İbn Ebû Tâlib'in faziletlerinden olduğu müsellem olan hadislerin içeriğini boşaltmaya çalışmasının bazı örneklerine işaret edeceğiz.

 

Dördüncü adım: Sened ve içerikle oynama olanağı yoksa bu sefer de hadisteki faziletin İmam Ali'ye mahsus olduğu algısını devre dışı bırakmaya çalışır ve şöyle der: İmam Ali'nin böyle bir fazileti ve menkıbesi vardır, ancak bu faziletin Ali'ye özgü olduğunu size kim söyledi?

 

Çünkü bu faziletlerin Ali'ye (a.s.) özgü olduğu kesinleşecek olursa Allah Resûlünden sonra hilafete en layık kimsenin Ali (a.s.) olduğu da ortaya çıkacaktır. Öyle ki imametin ve hilafetin nasla olduğu nazariyesini kabul etmeyecek olsak dahi Ali (a.s.) bu durumda da yine hilafete en layık kişi olacaktır. Nas nazariyesinden yüz çevirecek olsak bile Ali (a.s.) sahâbenin en faziletlisi, en bilgini, en iyi hükmedeni, en zahidi ve cesuru olacak ve Allah Resûlünün halifesi olmayı hak edecektir.

 

O bu stratejisinde bir noktaya dikkat eder. Sened ve içerik açısından devre dışı kılamadığı her ne varsa diğer sahâbîleri de bunda Ali'ye (a.s.) ortak kılmaya çalışır ki hiç kimse ‘‘bu hadis veya bu husus hilafete delalet ediyor'' demesin. Eğer bu husus Allah Resûlünden sonra hilafete layık olmayı gerektiriyorsa diğer sahâbîlerde de mevcuttur, der. Daha da ileri gider: Sahâbede İmam Ali'de bulunandan daha güzeli vardır. Eğer bu imamet için yeterliyse diğerleri için evleviyetle yeterlidir.

 

Muaviye ve ondan sonra gelenler için ‘‘hadis uydurma mekanizmasının'' çalıştırılması güç değildir. Altıncı veya yedinci merhale olarak kabul edeceğimiz bir diğer adım var. Bu konuda sahih isnad zincirli nakiller olduğunu iddia eder ve bir takım uydurma ve zayıf rivayetleri, isnad zinciri sahih rivayetler şeklinde takdim eder. Ancak tahkik kitaplarına ve ricâl kaynaklarına baktığınızda sahih saydığı rivayetlerin uydurma veya zayıf olduğunu görürsünüz.

 

Buna göre işaret ettiğimiz beşinci ve altıncı merhale şudur: Araştırmacılardan, âlimler ve hakikat taliplerinden isteğimiz, özellikle de İbn Teymiyye'ye, Muhammed b. Abdülvehhab'a ve İbnü'l-Useymin'e kayıtsız şartsız güvenip bağlananlardan dileğimiz onların sözlerini araştırıp, tahkik edip öyle kabul etsinler.

 

Bu programda vaktimizin elverdiği ölçüde bu stratejinin uygulanmasına delalet eden kanıtlardan birini sunmaya çalışacağız. Anlattığımız stratejiyi iyice kavrayanlar gidip İbn Teymiyye'nin külliyatındaki bu kanıtlara baksınlar. Bu kişinin özel gayesi İmam Ali ve Ehl-i Beyt hakkındaki nebevî kültürü ortadan kaldırmaktır.

 

Sunucu: Emevîci din anlayışının kullandığı kanıtlara geri dönelim. İşaret etmiş olduğunuz İbn Teymiyye'nin kullandığı stratejiye delalet eden bu örnekleri göstermeniz mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu örneklerin tamamında bu beş altı merhalenin yer alması şart değildir. Bu şu anlama gelmektedir: O, ilk adımın etki etmeyeceğinden korkacak olursa ikinci adıma geçer. İkinci basamağın etki etmeyeceğinden korkarsa bir sonraki basamağa geçer.

 

İlk örnek: İbn Teymiyye, ‘‘Ali b. Ebû Tâlib (a.s.) için güneşin geri döndürüldüğünü ifade eden reddü'ş-şems hadisini'' rivayet eder.

 

Esma Bint Umeys'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir:

 

Resûlullah'ın (s.a.a.) mübarek başı Hz. Ali'nin kucağındayken kendisine vahiy geldi. İmam Ali ikindi namazını güneş batıncaya kadar kılamamıştı. Hz. Resûlullah (s.a.a) şöyle buyurdu: ‘‘Ey Ali, ikindi namazını kıldın mı?'' İmam Ali ‘‘Hayır, kılmadım ey Allah'ın Resûlu'' dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Allah'ım, o şüphesiz senin ve Resûlünün hizmetindeydi. Güneşi ona geri çevir''. Esma binti Umeys, gördükleriyle ilgili şunları söylemiştir: ‘‘Güneşin o halini gördüm. Battıktan sonra tekrar doğdu.”[2]

 

İbn Teymiyye bu hadis hakkında şu değerlendirmelerde bulunur:

 

Hadis sahasının ilim ve marifet erbabı olan muhakkikler bu hadisin yalan ve uydurma olduğunu bilirler. [3]

 

‘‘Tahkik erbabı'' ifadesi yine belirsizlik üzere kuruludur. Hadisi kökünden söküp atıyor.

 

Bu akşam konuyu uzatmayacağım. Çünkü size bu programda rivayetin sıhhatine delalet eden bütün pasajları zikretmek istemiyorum. Aksi takdirde programın tamamını sadece bir hadis hakkında konuşarak bitiririz.

 

Büyük muhakkiklerin İbn Teymiyye'ye nasıl karşı durduklarını veya nasıl itham ettiklerini görebilesiniz diye bu konu çerçevesindeki açıklamalarına müracaat etmek istiyorum.

 

Önümüzde müfessir Tahavî'nin Şerhü Müşkili'l-Âsâr adlı eseri bulunmaktadır. Eserin tahkikini yapan Şuayb el-Arnavut da çağdaş âlimlerdendir. İbn Teymiyye bu hadisi zayıf addederken İmam et-Tahavî ise sahih kabul eder. Hâl böyle olunca İbn Teymiyye, İmam Tahavî'yi itham etmek, ilim ve marifet erbabı olmadığını söylemek zorunda kalır. Onun hadis sahih sahasında cahil olduğunu söyler. Sebep bellidir, çünkü Tahavî ‘‘reddü'ş-şems'' rivayetini sahih olarak değerlendirmektedir.

 

Allâme el-Arnavut ise şöyle der:

 

Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne adlı eserinde, İmam Ali için güneşin geri döndürülmesi hadisinde et-Tahavî'yi eleştirir ve şöyle der: “Onun ilim ehli gibi hadis tenkidi yapma âdeti yoktur.” Şeyhü'l-İslam'ın bu hükmü dikkatten yoksundur. Çünkü Tahavî bir hafızın düşemeyeceği bir hataya düşmekten münezezehtir… Emâniyyü'l-Ahbâr adlı eserin sahibi -ki bu şahıs da İbn Teymiyye'yi tezkiye edenlerdendir- onun İmam Ebû Cafer et-Tahavî'ye ilişkin bu hükmüne şaşırır. İmam Tahavî bu hadisi tenkid imamlarından tahric eder. Çünkü reddü'ş-şems hadisi sahihtir. Bu rivayeti sahih sayan sadece İmam Tahavî de değildir. Kadim ve müteahhir ulemadan birçok kişi ona muvafakat etmektedir. Ve onlar İmam Tahavî'nin sözünü İbn Teymiyye'nin sözüne tercih etmişlerdir.[4]

 

İmam Tahavî muhaddislerin imamlarından olduğu halde İbn Teymiyye'ye göre hadis sahasında cahil birisidir. Emâniyyü'l-Ahbâr adlı eserin sahibi, İbn Teymiyye'nin Tahavî ile ilgili verdiği hükme çok şaşırıyor.

 

Allâme Arnavut ise meseleye şöyle yaklaşmaktadır: Bu hadisi sadece İmam Tahavî sahih saymıyor ki sen ona niçin kızıyorsun?

 

İkinci üçüncü dereceden değil birinci dereceden ulema, hadis ve ricâl imamları bu konuda Tahavî ile uyuşmaktadır. Ancak Ali'ye (a.s.) karşı kinle dolu olan bu Nâsıbî, hadisin uydurma ve yalan olduğunu söylüyor.

 

İnsan, televizyon kanallarına çıkıp da ‘‘bu hadisin sahih hiçbir sahih isnadı yoktur'' diyenlere şaşırmadan edemiyor.

 

İkinci kanıt: Azizlerim! İbn Teymiyye, en önemli nasları incelemeye alır. Sizler de biliyorsunuz ki güneşin bir şahıs için geri döndürülmesi sıradan bir olay değildir. İmam Ali (a.s.) namaz kılsın diye Resûlullah (s.a.a.) güneş sisteminde bir mucize gerçekleştiriyor. Bu Hz. Peygamber'in (s.a.a.) mucizelerindendir.

 

Sunucu: Evrensel yasa durdurulmakta.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah Resûlü İmam Ali'nin namaz kılması için güneşi durdurmaktadır. Ey Ali (a.s.) seni kim tanıyabilir ki!

 

İkinci örnek: Resûlullah'ın (s.a.a.) Medine'ye geldiğinde muhacir ile Ensar'ı birbirine kardeş kıldığı muahat akdinin tarihî ve naklî açıdan sabit olduğunu biliyorsunuz. O bazı muhacirleri ve aynı şekilde ensardan bazılarını kendi aralarında kardeş kılmıştır. Bu mübarek nebevî hareket, birbirine çok yakın şahısları kardeş kılmıştır. Bir diğer ifadeyle ahlak ve sıfatça ya da dostluk noktasında birbirine yakın olanları kardeş kılmaya özen göstermiştir. Kendisine de kardeş olarak Ali'yi (a.s.) seçmiştir! Bu ötesinde başka hiçbir değerin yer almadığı bir fazilettir. Muhacirler arasında ilk halife de mevcuttur, Resûlullah (s.a.a.) Ebû Bekir ile Ömer'i birbirine kardeş kılmıştır. Ancak kendisine Ali'yi (a.s.) kardeş kılmıştır. ‘‘Resûlullah'ın (s.a.a.) kardeşi'' ifadesi nerede ve nasıl kullanılmıştır? Bu konuya girmek istemiyorum.

 

Kardeş (eh) kelimesi lügatte bazen nesebî boyutla ilgili olarak kullanılır. Bu açıdan öz kardeşler veya anne yahut da baba bir kardeş için “eh” sözcüğü kullanılır. Ancak “eh” lafzı sözlükte bazen “misliyyet” anlamında kullanılır. Mesela “İnne ve ehevâtuha” (“inne” ve kız kardeşleri) ifadesi kullanılır. Yani Arapça'daki “inne” lafzının gösterdiği etkiyi gösterip onun gibi olanlar anlamında… “Küllema dehalet ümmetun leenet uhteha / her bir ümmet cehenneme girince ‘uhtlerine / benzerlerine' lanet edecektir.” Ayette geçen “uht” sözcüğü benzer ve misil anlamına gelmektedir. Buna göre muahat anlaşmasında geçen uhuvvet Allah'ın Peygamberinin benzeri anlamına gelmektedir. Bir diğer ifadeyle O'nun misli, benzeri ve O'na yakın olan kişi; sahâbe içinde de O'na en yakın olan şahıs.

 

Sunucu: Kur'ân-ı Kerim'in nassı ile Resûlullah'ın nefsi.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kardeşlikten daha öte bir sözcük. İbn Teymiyye ve Ümeyyeoğulları Ali'nin (a.s.) bu faziletine tahammül edebilirler mi hiç?

 

Bakınız ne diyor:

 

Muahat hadisi bâtıl ve uydurmadır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a.) kimseyi kendisine kardeş etmemiştir. Ne muhacirleri kendi aralarında kardeş kılmış ne de ensarı. Sadece muhacirler ile ensar arasında kardeşlik uygulaması gerçekleştirmiştir.''[5]

 

Altını çizerek söylüyor ve meseleyi kökünden çözüyor. Allah Resûlü ile İmam Ali (a.s.) arasındaki kardeşliği olumsuzlamak için diğerlerinin kardeşliğini de inkâr ediyor.

 

Ben İbn Teymiyye'nin genel stratejisini paylaşan başka birisinden bir söz aktaracağım.

 

İbn Hacer el-Askalânî Fethü'l-Bârî adlı eserinde şöyle diyor:

 

İbn Teymiyye, Râfızî İbnü'l-Mutahhar'ı reddettiği kitabında muhacirler arasındaki kardeşliği reddetmiştir. Özellikle de Hz. Peygamber'in Hz. Ali ile olan kardeşliğini. Bu durum nassı kıyas ile inkâr etmektir.[6]

 

Bu edepli bir sözdür. Yoksa ortada herhangi bir kıyas da yoktur. Bilemiyorum, bu açık nebevî nas karşısında hangi kıyas var? Yani İbn Hacer bu nass-ı nebevînin sabit olduğunu ancak İbn Teymiyye'nin kıyas kanalıyla bu hadisi reddettiğini söylemektedir. Aslında kıyas kanalıyla değil, Ali'ye (a.s.) duyduğu kin ve düşmanlığı yüzünden reddetmektedir.

 

Üçüncü kanıt: Bence Şeyh İbn Teymiyye'nin kendisi şimdi ileri süreceğimiz fazileti herkesten daha çok kabul etmeliydi. Aynı şekilde diğerleri de bu fazileti kabul etmeliydi. Çünkü bu fazilete şahitlik yapan Ömer'in kendisidir.

 

Azizlerim, tamam Resûlullah'ı (s.a.a.) kabul etmiyor ve reddediyor, Resûlullah'ın nassı karşısında içtihatta bulunuyorsunuz! İşte Resûlullah'tan sonra İslam'ın üçüncü şahsiyeti olduğuna inandığınız Ömer'in kendisi bize ‘‘Ali en iyi ve en doğru hüküm verenimiz idi'' demektedir.

 

Sunucu: İlmi en çok olanımız Ali idi.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Şimdi bu sözü tefsir etmek istemiyorum. Önemli olan ikinci halifenin itirafıdır. Sizler de biliyorsunuz ki itiraf delillerin en güçlüsüdür. Diyor ki ‘‘Ali benden daha doğru hüküm vermektedir.'' Yani Ali (a.s.), ilk halife Ebû Bekir'den ve ikinci halife Ömer'den daha doğru karar vermektedir.

 

Bakınız İbn Teymiyye bu itirafa nasıl yaklaşıyor ve ne diyor:

 

İbn Mutahhar'ın Resûlullah'tan (s.a.a.) naklettiği ‘‘Sizin en iyi yargıda bulunanız / hükmedeniniz Ali'dir.” şeklindeki sözüne gelince, bu hadis sabit değildir ve kanıt olabilecek bir isnaddan yoksundur.[7]

 

Önümüzde ise Sahihü'l-Buhârî'de geçen şu rivayet bulunmaktadır. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre o şöyle der:

 

Ömer şöyle demiştir: En iyi okuyanımız Übey, en iyi kadımız-hükmedenimiz-yargıda bulunanımız Ali'dir.[8]

 

“Seyyidim o bu hadisi reddetmiyor. Aksine İbn Teymiyye bu hadisin Allah Resûlünün dilinden aktarılmadığını söylemektedir. Belki sadece Ömer'den vârid olmuştur.” diyebilirsiniz. Evet, doğrudur. Ancak, İbn Teymiyye şöyle diyebilirdi: “İbnü'l-Mutahhar bu rivayeti Allah Resûlünden aktarıyor ancak bu nakil dakik değildir. Bu sadece Ömer'den aktarılan bir sözdür.”

 

Ancak bu söz bağlamında Ali'yi (a.s.) eleştirinin merkezine ve hedef tahtasına oturtuyor. İbn Teymiyye, İbnü'l-Mutahhar'ın yanlış bir aktarımda bulunduğunu söylemesi gerekirken bunu yapmaz.

 

Bakın bu rivayeti nasıl değerlendiriyor: ‘‘En iyi kadımız Ali'dir.'' Kadılık ilim ve dini gerektirmektedir. Bu hadis sabit olmamıştır.[9]

 

İbn Teymiyye ‘‘kadılık, ilim ve dini gerektirmektedir'' dedikten sonra ikinci öncülü zikretmez. Doğrudan ‘‘bu hadis sabit olmamıştır'' der. Yani öyle bir sonuç doğurur ki Ali'nin (a.s.) ne dini vardır ne de ilmi! Hadisin içeriği de ‘‘bâtıldır'' kapısına çıkmış olur. Bizler önceki programda bir sonraki programı beklemenizi istemiş ve bu şahsın sadece İmam Ali'nin faziletlerine ve adaletine değil O'nun dinine de taan ettiğini söylemiştik.

 

Pasajda geçen “fe haza'l-hadisü” ibaresinin başında geçen “fa” bu cümlenin sonucudur. Bu sonuca nasıl ulaşmış? El-cevap: İbn Teymiyye öyle habis bir insandır ki ikinci öncülü gizlemektedir. Mantık bilginleri bazı mukaddimelerin kıyasta söylenmediğini belirtirler. İbn Teymiyye de ikinci öncülü açıkça söylemeye çekiniyor. Oysa sözlerinden açıkça ‘‘Ali'nin (a.s.) ne dini vardır ne de ilmi'' sonucu çıkmaktadır.

 

Bu da Allah Resûlünün, ‘‘İmam Ali ve Kur'ân-ı Kerim ayrılmazlar'' hadisinin nassına aykırıdır.

 

Öncelikle senedin tam olmadığını söyler. İkinci olarak da içeriği eleştirir. Öyle bir şekilde eleştirir ki insanı, ‘‘Ali'nin ne dini vardır ne de ilmi'' sonucuna ulaştırır.

 

Üçüncü olarak şöyle der:

 

Ömer'in ‘‘En iyi kadımız Ali idi'' sözüne gelince, bu ancak zâhirdeki davaları çözme konusundadır.[10]

 

Böyle bir yorumu nasıl bulup getirdi anlayamadım doğrusu. Hâlbuki ikinci halife ‘‘en iyi kadımız Ali idi'' demekteydi. Zâhirde böyle idi, gibi bir ifade kullanmıyor. İbn Teymiyye, Ali'nin (a.s.) herhangi bir fazilete sahip olmasına tahammül edemiyor.

 

Dördüncü kanıt: Size Minhâcü's-Sünne'den bir pasaj okumak istiyorum. Sonra da İslam tarihinin kesin hakikatlerinden olan notlara bakmanızı istiyorum.

 

İbn Teymiyye şöyle demektedir:

 

Râfızî şöyle der: Cumhurun geneli şöyle rivayet etmektedir: Hz. Peygamber (s.a.a.) 29 gecedir Hayber'i muhasara ettiğinde ve sancak Emîrü'l-Müminîn'de iken gözünde bir ağrı oluştu ve savaşmaktan aciz kaldı. Merhab savaşçı isteyince Allah Resûlü Ebû Bekir'i çağırdı ve kendisine “sancağı al” dedi. Ebû Bekir muhacirlerden bir grup ile sancağı aldı, ancak hiçbir şey elde etmeksizin hezimete uğramış olarak geri döndü. Bir sonraki gün Ömer'i çağırttı. Ömer de fazla gitmeden geri döndü. Hz. Peygamber (s.a.a.) “Bana Ali'yi getirin.'' dedi. Bir sonraki gün ‘‘Sancağı öyle birisine vereceğim ki Allah ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de onu sever'' buyurdu.[11]

 

Bu rivayet tarihin kesin hakikatlerindendir.

 

Bakınız İbn Teymiyye nasıl cevap veriyor:

 

Bu rivayete çeşitli yönlerden cevap verilebilir. Rivayetin sahihliğinin ortaya konulmasını isteyebiliriz… İmam Ali (a.s.) Hayber Harbinde bulunmuyordu. Bu savaşta hazır bulunmamış ve gazaya katılanlar arasında yer almamıştı. Gözü ağrıyordu. Savaşa katılmama ve Hz. Peygamber'den geride kalma duygusu kendisine ağır geldi. Sonradan onlara katıldı. Onun gelişinden önce Hz. Peygamber (s.a.a.) “Sancağı öyle birisine vereceğim ki Allah ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de O'nu sever. Allah-u Teâlâ O'nun eliyle fethi verecektir” buyurdu. Sancak bundan önce ne Ebû Bekir'e ne de Ömer'e verilmişti. Onlardan hiçbiri hiçbir şekilde sancağa yaklaşmamıştı. Sancağa yaklaştıklarına dair sözler uydurma şeylerdendir. [12]

 

Kendisi de rivayetin sahih olduğunu biliyor. Ancak bunun sahih olup olmadığına bakmamız gerekir diyerek kuşku oluşturmaya çalışıyor.

 

İlk eleştirisi Ali'nin (a.s.) Hayber'de bulunmamasıdır. Sahâbenin hepsi mevcut ancak Ali (a.s.) Allah Resûlüne katılmamış ve geride kalmıştır.

 

‘‘Tehallefe ani'l-ğuzati / savaşa gidenlere katılmamıştı, geri durmuştu.'' Seçilen sözcüklere dikkat ediniz lütfen. Resûlullah (s.a.a.) O'nu Medine'de bıraktı demiyor, kendisi geride kaldı. “Tehallüf” sözcüğüne Kur'ân-ı Kerim içerisinde baktığınızda olumsuz bir algı oluşturduğunu görürsünüz. “Tehallüf” ve “muhallefun” sözcükleri Kur'ân-ı Kerim'de hep yergi cümlelerinde kullanılır. Gizli bir şekilde hep yergiyi ifade eden kelimeleri seçiyor ve kullanıyor. Bu Nasıbînin ve İmam Ali'ye buğzeden bu şahsın niyetlerini ve iç dünyasını ancak dikkatlice bakan anlayabilir.

 

Yani Hz. Ali (a.s.) ‘‘Niçin Allah Resûlü ile çıkmadım?'' diyerek pişman olmuş daha sonra da gözü ağrıdığı halde çıkıp onlara katılmıştır!

 

Yani Hz. Resûlullah'ın Ebû Bekir ve Ömer'e sancağı verdiği ve onların da hezimete uğrayarak geri döndükleri hususu ebediyen yalandır!

 

Azizlerim! İbn Teymiyye üç hususu ortaya koymaya çalışmaktadır.

 

İlki; Ali (a.s.) Hayber Savaşına katılmamış ve geride kalanlardan olmuştur.

 

Saniyen; birinci ve ikinci halife ne sancağı almışlar ne de hezimete uğramışlardır.

 

‘‘Sancağı öyle birisine vereceğim ki Allah ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de O'nu sever. Allah-u Teâlâ O'nun eliyle fethi verecektir.'' nebevi buyruğuna ise hiçbir not düşmez. Çünkü bu sözün mısdağı Ali'dir. Allah aşkına tüm İslam tarihini bir araştırınız! Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Şia'nın ittifakla rivayet ettiği hadisler arasında Allah Resûlü başka biri için böyle bir söz söylemiş midir?

 

Seyyidim bu hadisin hususiyeti nedir?

 

Ben diyorum ki bu hadisin hususiyeti şudur: Âl-i İmrân Sûresi'nde ‘‘De ki eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah-u Teâlâ da sizleri sevsin'' ayetinin mısdağını ortaya koymaktadır. Buna göre Ali (a.s.) mutlak olarak Allah Resûlüne tâbi olan kimselerdendir. Aksi takdirde sevilenlerden olmazdı. Çünkü ayet-i kerime ‘‘De ki Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah da sizleri sevsin'' buyurmaktadır. Sen Allah-u Teâlâ'yı sevebilirsin ancak bu sevgin karşılık görmeyebilir.

 

‘‘Sen bir kimseyi veya bir şeyi seversen o da sevgine karşılık verir'' gibi bir düşüncenin garantisini kim verebilir? Zira sevdiğin kişi bazen seni sevmeyebilir. Allah'a duyduğun sevginin karşılığı görmek istiyorsan Hz. Hâtem'e mutlak olarak ittiba etmen gerekir.

 

Bu hadis ‘‘Allah ve Resûlünün kendisini sevdiği'' ifadelerini taşımaktadır. Allah ve Resûlü kendisini sevdiğine göre bu şahıs mutlak olarak Allah Resûlüne tâbidir, demektir. Bundan dolayıdır ki hem Ehl-i Sünnet hem de Ehl-i Şia kanalından aktarılan bir kudsî hadiste şöyle buyrulmaktadır: Kul bana nafilelerle öyle yaklaşır ki sonuçta onu severim. Ben onu sevince de gören gözü, konuşan dili, tutan eli olurum.

 

Yani böyle bir vücud; rabbanî, kudsî ve hakkanî bir vücud olmuş olur.

 

Ancak İbn Teymiyye bu cümleye hiçbir not düşmez. O özellikle birinci ve ikinci halifeyi temize çıkarmak ister.

 

İkinci husus ise Ali'nin geride kaldığını söyleyerek O'na tahkir etmek.

 

Müsnedü'l-İmam Ahmed b. Hanbel'e bir bakalım. Emin olun ki bu hadisi onlarca kaynak aktarmış ve sahih olduğunu belirtmişlerdir.

 

Müsned'de geçen rivayet şöyledir:

 

Abdullah b. Bureyde bana rivayet etti ve dedi ki: Babam Büreyde bana şöyle anlattı:

 

 Hayber'i muhasara etmiş idik. Ebû Bekir sancağı aldı gitti, ancak Hayber'i fethetmeksizin geri geldi. Bir sonraki gün Ömer sancağı aldı, o da savaş meydanına çıktı, ancak fethedemeden geri döndü. O gün insanlar bir sıkıntı ve zorluk içindeydiler.

 

Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: Ben yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki ‘‘Allah ve Resûlü O'nu sever, O da Allah ve Resûlünü sever. Hayber'i fethetmeden de geri dönmez.'' Biz ertesi gün fetih gerçekleşecek duygusu içinde geceyi gönül hoşnutluğu ile geçirdik. Gün doğunca Resûlullah (s.a.a.) sabah namazını kıldı, sonra insanlar henüz saflarından ayrılmamış iken doğrularak sancağı istedi. Gözünde ağrı bulunan Ali'yi (a.s.) istetti.

 

Hadis sahihtir.[13]

 

Ey insaf sahibi! Eğer sen hak ve hakikat ehlinden isen bu nassın neresinde İmam Ali'nin Hayber Gazvesinden geri kaldığı geçiyor? Ebû Bekir ve Ömer'in sancağı alıp fethi gerçekleştirmeksizin geriye döndükleri açıkça geçiyor. Sen ise bunun uydurma olduğunu söylüyorsun!

 

Allâme Arnavut hadis sahih derken bu şahıs uydurma olduğunu söylüyor.

 

Sunucu: Allah Resûlüyle ve Âlemlerin Rabbiyle sıkıntısı var gibi.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İslam ile sıkıntısı var. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a.) ‘‘Ey Ali seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder'' buyurmaktadır.

 

Nesâî'nin Hasâisü Emiri'l-Müminin Ali İbn Ebî Tâlib kitabını değerli izleyicilerin mütalaa etmelerini istirham ediyorum. Bu kitap Nesâî'nin öldürülmesine neden olmuştur. Kendisine ‘‘Ali (a.s.) hakkında bir eser telif ettin de Muaviye hakkında niye yazmadın?'' dediklerinde o da ‘‘Muaviye hakkında ne yazayım! Onun hakkında Resûlün, Allah karnını doyurmasın bedduasından başka bir şey mi var!'' demiş ve sonunda öldürülünceye kadar dövülmüştür.

 

İmam Nesâî bu eserde şöyle diyor:

 

(…) Babam Büreyde'nin şöyle dediğini işittim: Ebû Bekir sancağı aldı gitti, ancak Hayber'i fethetmeksizin geri geldi. Bir sonraki gün Ömer sancağı aldı… Bu hadisin isnadı sahihtir: Bu hadisi İmam Ahmed Müsned'inde ve Fezâil'inde Beyhakî ed-Delâil'inde… tahric etmiştir.[14]

 

Değerli izleyicilere söz veriyorum, bir sonraki programda Allah'ın izniyle bu şahsın inkâr ettiği diğer önemli faziletleri ele alacağım.

 

Sunucu: Suudî Arabistan'dan Muhammed kardeş hatta, buyurunuz.

 

Muhammed: Es-selâmu aleykum. İbn Teymiyye'nin ‘‘Ali (a.s.) gazaya katılmaktan tahalluf (geride kalma) etmiştir'' sözüne ilişkin bir değerlendirmem var. İbn Teymiyye, İmam Ali'nin özrünü belirtmektedir. Gözünde ağrı olduğundan dolayı savaşa katılamadığını söylemektedir. Dolayısıyla İmam Ali'ye yönelik bir taanı söz konusu değildir. Kişi hasta olduğunda savaşa katılamaz. Sizler de biliyorsunuz ki gözler insanın sahip olduğu en önemli organlardır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İbn Teymiyye'nin nedeni ortaya koyduğundan İmam Ali'ye yönelik bir hakareti olmadığını söylüyorsun.

 

Sunucu: Suudî Arabistan'dan Naif kardeş hatta, buyurunuz.

 

Naif: Es-selâmu aleykum. Programın başlığını oluşturan “Ey Ali! Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisiyle İbn Teymiyye'nin İmam Ali'ye ilişkin eleştirileri arasında ne tür bağ var?

 

Sunucu: Muhammed kardeşin sorusuyla başlayalım.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Aziz kardeşim şunu demek istiyorum. Öncelikle niçin “tahalluf” kavramını kullanıyor. Kalben hasta olan bir kimse yergi anlamını barındıran Kur'ânî lafızları kullanır. Çünkü Kur'ân bu tahalluf kavramını kullanmaktadır. Bu tür bir tabir algı oluşturmaya yöneliktir. Pekâlâ “Hz. Ali Hayber Savaşında bulunamadı. Çünkü…” şeklinde bir ifade kullanabilirdi.

 

İkinci olarak, tarihsel olarak da yalan söylüyor. Aziz kardeşim, önce aslî ilkeyi ortaya koy, sonra tartışmaya başla. İmam Ali'nin (a.s.) savaşa katılamadığını hangi delile dayanarak söylüyorsun? Haydi varsayalım ki bu adam tahalluf sözcüğünü bilinçli bir şekilde kullanmamış veya taan etmeyi murat etmemiştir. Peki neden tarihsel açıdan yalan söylüyor? Ümmetin tamamı hak ile batıl arasında kalmış, ya Allah-u Teâlâ'ya ibadet edilecek yahut artık ibadet edilmeyecek! Bu koşullar altında Ali b. Ebû Tâlib evinde oturuyor! Sahâbenin tamamı Allah Resûlünün çevresinde bulunuyor, ancak Ali (a.s.) hariç!

 

Allah'a kasem olsun ki eğer Şiî bir âlim veya başka birisi ‘‘Ebû Bekir veya Ömer tahalluf etmişti” deseydi siz dünyayı onun başına yıkardınız. Sahâbeye taan ediyor, derdiniz.

 

Kardeşlerden biri bütün Müslümanların İbn Teymiyye'yi sevdiğini söylemişti. Bu söz doğru değil. Pek çok âlim onu eleştirmiş, hatta İmam Ali'ye düşmanlık gösteren bir Nâsıbî olduğunu ortaya koymuştur. Ehl-i Sünnet'in tamamının onu sevdiğini nasıl iddia edebiliyorsun? İkinci olarak Allah aşkına bütün bu yalanlara rağmen İbn Teymiyye'yi sevebiliyor musun?

 

Onun Nâsıbî ve Ehl-i Beyt düşmanı olduğunu anladığında da hâlâ bu sevgin devam edecek mi?

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Ebû Ömer Yusuf b. Abdülberr, Câmiü Beyâni'l-İlm, c. 1, s. 383, hadis no: 726, tahkik: Ebû'l-Eşhal ez-Züheyrî, Dârü İbni'l-Cevzî.

[2] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 475, tahkik: Muhammed Reşad Salim, Dârü'l-Fazilet.

[3] A.g.e., a.g.y.

[4] Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selame et-Tahavî, Şerhü Müşkili'l-Âsâr, c. 1, s. 68, tahkik, tahric ve talik: Allâme Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risâle, 1427, Beyrut, 2. basım.   

[5] Minhâcü's-Sünne, c. 2, s. 544.

[6] Hafız İbn Hacer el-Askalânî, Fethü'l-Bârî bi-Şerh-i Sahihi'l-Buhârî, c. 8, s. 734, Dârü Taybe.

[7] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 371.

[8] Sahihü'l-Buhârî, c. 3, s. 460, Kitâbü't-Tefsir, “Biz bir ayeti nesh eder veya unutturursak” Ayeti Bâbı.

[9] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 371.

[10] A.g.e., a.g.y.

[11] A.g.e., c. 4, s. 283-284.

[12] A.g.e., a.g.y.

[13] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 38, s. 97, tahkik: Allâme Şuayb el-Arnavut

[14] Nesâî, Hasâisü Emiri'l-Müminin Ali İbn Ebî Tâlib, s. 29, hadis no: 15.