Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (9)

Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (9)
Bir hadisin isnâdı sahih olduğu halde İmam Ali (a.s.) için bir fazilet ve bir menkıbe ortaya koyuyorsa bilginler ‘‘hadiste bir münkerlik vardır’’ diyerek kriterlikten düşürmeye çalışırlar. Çünkü hadis, İmam Ali’ye bir hususiyet tahsis etmektedir. Bu aslî ilkeyi tesis eden Muaviye ve İbn Teymiyye’dir.

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. “Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programımızın yeni bir bölümünde sizlere merhaba diyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz diyoruz. İlk olarak sizden önceki programın özetini sunmanızı istiyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler önceki programlardan hatırlayacaklardır; bizler siyasî imameti, yönetimi ve Müslümanların işlerinin idaresinin kimin uhdesinde olduğunu ispat eden delili incelemeye çalışıyoruz. Acaba Resûlullah (s.a.a.) kendisinden sonra herhangi bir sahâbînin velî olduğuna ilişkin bir söz ortaya koymuş mudur? Buradan hareketle de şu soruyu sorumuştuk: Allah Resûlünün hadisleri arasında bu hakikate delalet eden bir nas var mıdır? Böyle bir nas var ise şu şartları taşımalıdır:

 

- Metni açık olmalıdır.

 

- Sahih olmalıdır.

 

- İslam âlimleri arasında hakkında ittifak bulunmalıdır.

 

Buradan hareketle de esasında Allah Resûlünden aktarılan böyle bir hadisin mevcut olup olmadığını incelemiş ve bu hakikate delalet eden, Allah Resûlünden aktarılan en güzel metnin Hz. Ali hakkında söylenen şu hadis olduğunu belirtmiştik: ‘‘Sen benden sonra benim halifemsin.'' Hadisin bazı nüshalarında ise ‘‘Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin'' şeklinde geçmektedir. Hadisin bir üçüncü varyantı ise ‘‘Sen benden sonra bütün müminlerin ve müminelerin velisisin'' şeklindedir. Nitekim hadisin bu varyantını el-Müstedrek adlı eserden okumuş ve Zehebî'nin de hadisin sahih oluşunu doğruladığını belirtmiştik.

 

Ayrıca hadisin bu metninin İmam Ali'nin Allah Resûlünden (s.a.a.) sonra -fasılasız- doğrudan ‘‘veliyyü'l-emr'' olduğu noktasındaki delaletinin açık olduğunu da belirtmiştik. Bu hakikate ilişkin birtakım işaretleri de zikretmiştik.

 

İlk karine: Hadiste ‘‘min ba'dî” (benden sonra) ifadelerinin bulunduğunu söylemiştik. Bu karine, velayet sözcüğünün “muhabbet, yardım etme ve dost edinme” şeklinde tefsir edilmesine engeldir. Şöyle ki eğer hadiste geçen velayet dostluk anlamına gelseydi ‘‘benden sonra'' kaydına ihtiyaç kalmazdı.

 

İkinci karine: Şeyh İbn Teymiyye'nin hadisin içeriğinden kaçacak çıkar yolunun olmadığını belirtmiştik. Zira o şöyle demektedir:

 

Bu hadis Allah Resûlünün dilinden uydurulmuş bir yalandır ve uydurmadır.

 

Şeyh İbn Teyymiyye, Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle demektedir:

 

Hz. Resûlullah (s.a.a) muvalatı (dostluk, karşılıklı sevgi) kastetmiş olsaydı benden sonra kelimesine ihtiyaç duymazdı. Nitekim Gadir-i Hum hadisinde durum bu şekildedir.[1]

 

Buna göre Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘benden sonra'' ifadesini kullandığına göre dostluk, sevgi ve yardım etmeyi murat etmemektedir.

 

Bizler önceki programlarda bu nebevî nassın Gadir-i Hum hadisinden (Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır) ayrıldığını söylemiştik. Çünkü bu hadiste Gadir-i Hum hadisinde bulunmayan ‘‘min ba'di” (benden sonra) ibaresi bulunmaktadır. Ayrıca değerli izleyiciler hafızalarını zorlasınlar. Bizler Şeyh İbn Teymiyye'nin hadise metin açısından şöyle bir itiraz getirdiğini belirtmiştik: Eğer “velî”den murat yönetim ve siyasî idare olmuş olsaydı Hz. Resûlullah (s.a.a.) “velî” yerine “vâlî” kelimesini kullanır ve şöyle derdi. Ey Ali! Sen benden sonra bütün müminlerin valisisin.

 

Bu da hadisin metnine yönelik lafzî bir problemdir.

 

Bizler “velî” lafzının yönetim anlamına gelip gelmediğini görebilmek için uzağa gitmeyelim. Şeyh İbn Teymiyye, ‘‘velî'' sözcüğünü Müslümanların imamı hakkında kullanıyor mu kullanmıyor mu, buna bir bakalım.

 

Bakınız o, es-Siyasetü'ş-Şeriyye adlı eserinde şöyle demektedir:

 

Müslümanların işlerini düzenleyecek kişileri ataması veliyyü'l-emrin üzerine vaciptir.[2]

 

Görüldüğü gibi yazarın kendisi velî kelimesini bu anlamda kullanmaktadır.

 

Onu mazur görebiliriz. Belki de o Sahihü'l-Buharî'yi, Sahihü Müslim'i ve Müsnedü Ahmed'i mütalaa etmemiştir. Şimdi de bunlara bakalım. Birinci ve ikinci halifeler için veli ya da vali ifadelerinden hangisini kullandıklarını inceleyelim.

 

Sahihü'l-Buharî'ye bakalım. Rivayet uzundur. Ancak biz rivayetten bazı bölümler aktaracağız. Biz rivayette geçen şeylerin tamamını kabul etmiyoruz. Ancak önceki programlarda da belirttiğimiz gibi rivayeti ‘‘onları kendi nefislerini ilzam ettikleri şeylerle ilzam edin'' bâbından kanıt olarak kullanacağız. Zira onlar Sahihü'l-Buharî'de geçen her şeyi kabul etmektedirler.

 

Rivayetin bir bölümünde şu ifadeler geçmektedir:

 

Ömer der ki; sonra Resûlullah (s.a.a.) vefat edince Ebû Bekir ‘‘Ben Allah Resûlünün velisiyim'' dedi. Allah bilir ki muhakkak o doğruydu, iyi davranmıştı, doğru yolu görüp Hakk'a tâbi olmuştu. O vefat edince ben ‘‘Allah Resûlünün ve Ebû Bekir'in velisi benim'' dedim.[3]

 

Yani Ebû Bekir kendisi hakkında vali yerine veli tabirini kullanmaktadır. Yani ‘‘Ben Allah Resûlünden sonra müminlerin işlerini düzenleyen ve üstlenen kişiyim.''

 

Ömer kendisi için de veli kelimesini kullanarak ‘‘Ebû Bekir'den sonra Müslümanların işlerini ben üstlendim'' diyor.

 

Öyleyse azizlerim açık ve net bir şekilde görüyoruz ki veli kelimesinden murat edilen imaret, imamet ve ümmetin siyasî velayetidir.

 

Bu sözlerimizin kanıtı son dönem ulemasından Mübarekfurî'nin (h. 1353) şu sözleridir. Bakın bu bilgin bu hadisten ne anlıyor:

 

‘‘O benden sonra bütün müminlerin velisidir.'' Bazı nüshalarda “ba'dî” (benden sonra) lafzından önce “min” harf-i cerri bulunmaktadır ki her iki durum da hadisin anlamında bir farklılık doğurmaz. Hadisin bazı varyantlarında “ba'dî”den önce “min” geçmektedir. İmam Ahmed'in Müsned'inde de bu şekildedir. Şia, İmam Ali'nin Hz. Resûlullah'tan hemen sonraki halife olduğu hususunda bu hadisle istidlal etmektedir. Hadisten bu şekilde bir çıkarım yapmak bâtıldır. Çünkü istidlalin sahih oluşu hadiste “ba'dî” lafzının bulunmasına ve kanıt olarak kullanılabilecek mahfuz ve sahih bir hadis olmasına bağlıdır. Ancak böyle bir hadis yoktur.[4]

 

Hadiste ‘‘min ba'dî'' ifadesi geçtiğine göre Resûlullah'tan (s.a.a.) hemen sonra Hz. Ali'nin halife olması gerekmektedir. Yani bu ibare ilk önce yönetimi ikinci olarak da fasılasızlığı (kesintisizliği) göstermektedir ki bu da zaten Ehl-i Beyt Okulunun görüşüdür.

 

Pasaja göre böyle bir rivayet yoktur, mevcut olan da zayıf senede sahiptir. İbn Teymiyye'nin söylediği sözün aynısı. Eğer sahih isnâd zincirine sahip bir tarik bulunacak olursa herhangi bir münakaşa kalmamış olacak.

 

İşte bizim de vurgulamak istediğimiz husus budur. Bu hadis hiçbir hadiste bulunmayan bir hususiyeti içermektedir. Çünkü bu hadiste ‘‘benden sonra'' anlamına gelen ‘‘min ba'dî'' veya ‘‘ba'dî'' ifadeleri bulunmaktadır. Bir kişinin isminin geçmiş olup olmamasının önemi yoktur. Önemli olan ‘‘Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin'' ifadesidir. Önceki programda üzerinde durduğumuz gibi, bu nassın ispatı için elimizde isnâd açısından sağlam başka bir kanalın bulunup bulunmadığına bakmamız gerekiyor.

 

Sunucu: Konunun özünü ‘‘ba'dî'' kısmını içinde barındıran hadisin isnâd zinciri oluşturuyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Eğer bu lafız sahih isnâd zincirli bir hadiste mevcutsa, bu hadis Resûlullah'tan hemen sonrası için halife, yönetici ve imam olmaya delalet ediyor diyeceğiz.

 

Sunucu: Şimdi de Ehl-i Sünnet ulemasına göre bu hadisin isnâd zincirini bakalım. Acaba bu hadisin isnâdının sabit oluşunu ortaya koyan Ehl-i Sünnet âlimleri var mı?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tekrarlamak zorundayım. Önceki programlarda İbn Teymiyye'nin görüşlerini okumuştuk. Şimdi ise sadece işaret etmekle yetineceğiz.

 

O şöyle demiştir:

 

Bu rivayet, hadis ilmini bilen ulemanın ittifakıyla uydurmadır.[5]

 

Yani bu hadisin aslı bulunmamaktadır. Birileri bu hadisi uydurmuştur!

 

Eserin bir başka yerinde ise şöyle der:

 

‘‘Benden sonra bütün müminlerin velisisin'' hadisi Allah Resûlünün dilinden uydurulmuş bir yalandır.[6]

 

Üçüncü bir yerde de ‘‘Bu söz, Allah Resûlüne nispet edilemeyecek türdendir'' der.

 

Buna göre üç tanım yapmaktadır:

 

İlk tanımlama: Uydurma oluşu.

 

İkinci tanımlama: Yalan oluşu.

 

Üçüncü tanımlama: Hz. Peygamber'e (s.a.a.) nispeti mümkün olmayışı.

 

Ancak bizim için önemli olan ‘‘Bu rivayet, hadis ilmini bilen ulemanın ittifakıyla uydurmadır'' ifadesidir.

 

Geliniz, Ehl-i Sünnet uleması bu hadis için ne diyor, buna bir bakalım. Bu hadisin sahih olduğunu söyleyen bilginler varsa bu durumda İbn Teymiyye'nin beyanıyla bu hadisi sahih kabul eden âlimler, marifet ehlinden değildirler. Ve yine bu âlimler, cahillerden olmuş oluyorlar.

 

Bu hadisin çeşitli isnâd zincirleri bulunmaktadır.

 

İlk isnâd zinciri şöyledir: Amr b. Meymun kanalıyla İbn Abbas'tan aktarılmaktadır. Önceki programda el-Makdisî'nin el-Ehâdisü'l-Muhtâre, İbn Abdüllberr'in el-İstiâb, el-Busayrî'nin İthafü'l-Hiyereti'l-Mehere, Hâkim en-Nisaburî'nin el-Müstedrek adlı eserlerinde, Ahmed Muhammed Şakir'in Müsnedü'l-İmam Ahmed b. Hanbel tahkikinde bu kanalı sahih olarak nitelendirdiklerine değinmiştik. Bunların hepsini önceki programda okumuştuk.

 

Ancak bu ilk kanalla ilgili olarak çağdaş bilginlerden Allâme Albanî'nin de açıklamalarını aktarmak istiyorum.

 

O şöyle demektedir:

 

İbn Abbas hadisi hakkında Tayalisî'nin söylediklerini aktarmıştık. O şöyle der: Allah Resûlü, Hz. Ali'ye ‘‘Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin'' buyurmuştur. Bu hadisi Ahmed tahric etmiştir. Hâkim de bu hadisi el-Müstedrek adlı eserde tahriç etmiş, isnâdının sahih olduğunu belirtmiştir. Hafız Zehebî de onun bu yargısına muvafakat etmiştir.

 

Hadis o ikisinin (Hâkim ile Zehebî'nin) dediği gibidir. Ancak bu hadisin anlamı ‘‘Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır'' hadisindeki gibidir.[7]

 

Yani Allâme Albanî de bu metnin ve bu kanalın sahih olduğunu söylemekle birlikte hadisin içeriğinin hilafeti gerektirmediği görüşündedir.

 

Sunucu: Bizim açımızdan önemli olan seneddir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Programı takip eden dostlardan biri ‘‘Bunlar bu hadisi sahih sayıyorlarsa neden hadisin içeriğine tutunmuyorlar?'' diye sormuştu. Bunun cevabını bize değil kendilerine sorunuz! Onlar bu hadisi ‘‘Ben kimin mevlâsı isem Ali (a.s.) de onun mevlâsıdır'' ile aynı şekilde tefsir etmektedirler. Hâlbuki bu iki hadis arasında fark vardır. Çünkü bu hadisteki ‘‘benden sonra'' ifadesi Gadir Hadisinde yoktur.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla hadisin ilk kanalının açık ve net olduğu ortaya konuldu.

 

Sunucu: Acaba bu hadisin başka kanalları da var mı?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bize bu noktada ‘‘Seyyidim bu mesele oldukça önemli ve akide ile bağlantılı bir meseledir. Böyle bir meselede nasıl olur da sadece tek bir hadise dayanabilirsiniz?'' diye soru yöneltilebilir.

 

El-cevap: Bu haberin çeşitli kanalları-tarikleri vardır, biz sadece ilk kanalı aktardık. İkinci kanala geçelim ve değerli izleyiciler bu hadisin birden fazla kanalının olduğunu görsünler.

 

Hadisin ikinci kanalı İmran b. Husayn'dan nakledilmektedir. Bu nas Sünenü't-Tirmizî'de geçmektedir. Tahkikini Şuayb el-Arnavut yapmıştır. Allâme Arnavut'un hadise ilişkin değerlendirmesiyle şu an işimiz yok. Bizim için önemli olan İmam Tirmizî'nin sözleridir. Rivayet uzundur:

 

Bize Kuteybe b. Said rivayet etti ve dedi ki; bize Cafer b. Süleyman ed-Dabî rivayet etti ve dedi ki; bize Yezid rivayet etti… İmran b. Husayn'dan rivayete göre, o şöyle demiştir:

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) bir askeri kuvvet göndermiş, Ali b. Ebî Tâlib'i de bunun başına komutan tayin etmişti. Hz. Ali  bu müfreze ile yoluna devam etti… Beraberinde bulunan askerler Ali'nin (a.s.) yaptığı bir hareketi doğru bulmadılar ve dört kişi kendi aralarında anlaşarak ‘‘Resûlullah ile görüştüğümüzde Ali'nin bu yaptığını haber vereceğiz'' dediler.

 

Müslümanlar bir savaştan döndükleri zaman önce Peygamber'in (s.a.v.) yanına gelip selâm verirler, sonra evlerine dağılırlardı. Bu müfreze de geri dönünce Peygamber'e (s.a.v.) geldiler ve selâm verdiler. O dört kişiden biri kalkıp “Ey Allah'ın Resûlü! Ali b. Ebî Tâlib'e bakmaz mısın? O şöyle şöyle yaptı!” dedi. Peygamber (s.a.v.) bu kişiden yüz çevirdi. Sonra ikinci kişi kalktı, birinci şahsın konuştuğu gibi konuştu. Resûlullah (s.a.v.) ondan da yüz çevirdi. Üçüncü kişi kalktı ve diğerlerinin söylediklerini aynen tekrarladı. Resûlullah (s.a.v.) ondan da yüz çevirdi. Nihayet dördüncü kişi kalkıp onların söylediklerini tekrarladı. Sonra Resûlullah (s.a.v.) yüzünde öfke belirtisi ile bu kişiye dönerek: “Ali'den ne istiyorsunuz? Ali'den ne istiyorsunuz? Ali'den ne istiyorsunuz? Ali, bendendir, ben de O'ndanım. Benden sonra her müminin velisi O'dur!” buyurdu.

 

Tirmizî: Bu hadis hasen gariptir. Bu hadisi sadece Cafer b. Süleyman'ın rivayetiyle bilmekteyiz.[8]

 

Cafer b. Süleyman'ın kim olduğunu ele alacağız.

 

Cariye kıssasının da ayrıca ele alınması gerekiyor.

 

Dört kişi İmam Ali'yi Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) şikâyet edecekleri hususunda anlaşıyorlar. Şikâyet ettiklerinde ise Resûlullah (s.a.a.) bu şikâyete rıza göstermez ve başlangıçta susar.

 

En sonuncusu da konuştuktan sonra Resûlullah'ın (s.a.a.) yüzünden öfkelendiği anlaşılıyor. Ancak bu öfkelenme İmam Ali'nin amcası oğlu veya damadı olmasından kaynaklanmıyor. Asla! Onun sözleri vahiy kaynaklı olduğu gibi eylemleri de vahiy kaynaklıdır. O bütün beşeriyetin en hayırlısıdır.

 

Sunucu: ‘‘Ali'den ne istiyorsunuz!'' sorusu tarihî bir sorudur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Şunu biliniz ki bu durum devam edip gitmiştir. İmam Hasan için de aynı problem söz konusu olmuş ve ‘‘Kızlarınızı O'na vermeyin.'', ‘‘O, çokça karı boşayan birisidir.'' demişlerdir. İmam Hüseyin (a.s.) için ‘‘O ceddinin kılıcıyla öldürülmüştür'', ‘O, dünyayı talep etmiştir'' denmiştir. İmam Seccâd ve İmam Bâkır (a.s.) hakkında da ileri geri konuşulmuştur.

 

Büyük insanların kaderi bu galiba! Eleştirilmek…

 

Resûlullah (s.a.a.) üç defa ‘‘Ali'den ne istiyorsunuz?'' demiştir.

 

‘‘Ali'nin benden ve benim de O'ndan olmam'' size yetmiyor mu? Bu ifade ‘‘Senin bana nispetin Harun'un (a.s.) Musa (a.s) nezdindeki konumu gibidir'' hadisinin ifade ettiği anlamdır. Hz. Ali'nin (a.s.) Allah Resûlünden (s.a.a.) olmasını anlıyoruz. Ama Allah Resûlünün Hz. Ali'den olması incelenmeye muhtaç bir konudur.

 

‘‘Benden sonra her müminin velisi O'dur'' ifadesi ‘‘O sizin emiriniz ve imamınızdır'' anlamına gelmektedir. Allah Resûlü gibi Ali'ye (a.s.) de itiraz etmeniz mümkün değildir! Çünkü Hz. “Peygamber müminlere kendi nefislerinden daha evlâdır.” “Ben kimin mevlâsı isem işte bu Ali de onun mevlâsıdır.” Ali (a.s.) de öyledir.

 

Tirmizî'nin hasen hadisten kastı sahihtir. Sahih hadisin karşısındaki hasen kastedilmemektedir.

 

Biz zaten bu hadisin diğer kanalını zikretmiştik.

 

Bu durumda bunun sahih olduğunu söyleyen kim oluyor? İmran b. Husayn kanalından gelen hadisin muteber olduğunu İmam Tirmizî söylüyor.

 

İkinci kanal: Geliniz kaynaklara hızlıca devam edelim. Kaynaklar oldukça çoktur. Ben sadece aslî kaynakları seçtim. Yoksa kaynaklar oldukça fazladır. Sizler ‘‘ilim ve marifet ehlinin bu hadisin mevzu mu yoksa sahih mi olduğunda ittifak ettiğini'' göresiniz diye bazı eserlerin isimlerini sunacağız. Bu aldatmadan daha büyük bir tarihî dalavere var mıdır? Ancak buna rağmen bizler diğerlerine saygı göstermekten ödün vermeyeceğiz.

 

Allâme Albanî'nin Sahihü Süneni't-Tirmizî adlı eserine bir bakalım. Allâme Albanî bu hadisten (3712 no.lu hadis) sonra ‘‘sahihtir'' ifadesini kullanıyor.

 

Üçüncü kaynağımız Müsnedü'l-İmam Ahmed b. Hanbel. Eserin şârihi Ahmed Zeyn bu hadisi naklettikten sonra şöyle der:

 

Hadisin isnâdı sahihtir. Yezidü'r-Reşk ve oğlu İbn Yezid sikadır. Bir grubun nezdinde onun hadisi alınır. Bu hadisi Tirmizî Fezâil'de rivayet etmiştir. Hâkim de bu hadisin Müslim'in şartına göre sahih olduğunu belirtmiş ve Zehebî de buna muvafakat göstermiştir.[9]

 

Sünenü't-Tirmizî'de ‘‘min ba'dî'' ifadesi geçerken Müsnedü Ahmed'de ‘‘ba'dî'' ifadesi vardır.

 

Sunucu: İbn Teymiyye'nin sözüne göre bunlar marifet ehlinden sayılmazlar.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Beşinci kaynağımız Hafız İbn Ebî Âsım'ın (h. 287) es-Sünne adlı eseridir.

 

Yazar şöyle der:

 

‘‘Ali bendendir, ben de O'ndanım. O, benden sonra bütün müminlerin velisidir.'' Hadisin isnâdı sahihtir. İsnâd zincirindeki râvîler Müslim'in şartına göre sahih hadisin râvîleridir.[10]

 

Ancak Müslim bu hadisi şartına uyduğu halde eserine almaz.

 

Bir diğer kaynağımız İmam Ebû Bekir'in es-Sünnet adlı eseridir. Ehl-i Sünnet bilginlerinin tümü bu hadisin sahih olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu rivayete not düşen herkes rivayetin sahih ve muteber olduğunu söyler.

 

Yazarımız şöyle der:

 

‘‘Ali bendendir, ben de Ali'denim. O benden sonra bütün müminlerin velisidir.'' Bu hadisin isnâdı sahihtir. Ricâli de Müslim'in ricâlidir. Bu hadisi Tayalisî, Ahmed (...) rivayet etmiştir.[11]

 

Yani Sahihü Müslim'e inanan biri bu hadisin sahihliğine de inanmak zorundadır. Aziz dostlar bu hadisi rivayet eden onlarca kaynağa da müracaat edebilirler.

 

Bir diğer kaynak Nesâî'nin Hasâis'idir. Müellifimiz şöyle der:

 

Hz. Peygamber'in ‘‘Ali benden sonra bütün müminlerin velisidir'' buyruğu.

 

Hadisin isnâdı sahihtir.[12]

 

Zehevî de hadisi sahih kabul edenlerdendir.

 

Aynı şekilde bu hadis Hafız İbn Hacer el-Askalanî'nin el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe kitabında geçmektedir.

 

İbn Hacer şöyle der:

 

Tirmizî bu hadisi kavî bir isnâd ile İmran b. Husayn'dan tahric etmiştir. Hadisin bir bölümünde geçen ifadeler şöyledir: ‘‘Ali'den ne istiyorsunuz? Ali bendendir, ben de Ali'denim. O benden sonra bütün müminlerin velisidir.''[13]

 

Bizler şu ana kadar onu aşkın kaynağa işaret ettik. Ancak kaynaklar bundan daha fazladır. Bunlardan bazılarına işaret edelim.

 

Müsnedu Ebi Yala el-Mavsılî. Müellif, İmran b. Husayn'ın ‘‘Ali bendendir, ben de Ali'denim'' hadisini aktardıktan sonra şöyle demektedir: Bu hadisin ricâli, sahih hadisin ricâlidir.[14]

 

Bu hadisi sahih olarak değerlendirenlerden biri de İbn Hibbân'dır. Zira o, bu hadisi Sahih'inde zikretmektedir. O bu eserinde (Sahihu İbn Hibbân) bir rivayeti zikrediyorsa bu hadis ona göre sahihtir demektir. Gerçi bazı hadisleri zikretmekte ve o hadisi tartışmaktadır. Bu hadis hakkında herhangi bir tartışmaya girmediğine göre onun nezdinde sahihtir.[15]

 

Bu hadisi sahih sayanlardan birisi de İmam Salihî eş-Şamî'dir. O, Sebilü'l-Hedyi ve'r-Reşâd adlı eserinde şöyle der:

 

Bu hadisi İbn Ebî Şeybe el-Musannef adlı eserinde Ömer'den rivayet eder. Ömer şöyle der: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: Ali bendendir ben de O'ndandım. Ali benden sonra bütün müminlerin velisidir.[16]

 

Nüshada bir yanlışlık var. Bu rivayet Ömer'den değil İmran b. Husayn'dan rivayet edilmektedir.

 

Hadisin sahih olduğuna işaret edenlerden bir diğeri de İbn Hacer el-Heytemî'dir. O, el-Minehü'l-Mekkiyye adlı eserinde şöyle diyor:

 

Hz. Peygamber'den (s.a.v.) sahih olarak aktarılan haberde O şöyle buyurmaktadır: ‘‘Allah'ım, Ona dost olana dost, düşman olana düşman ol. Ali bendendir ben de O'ndanım. O benden sonra bütün müminlerin velisidir.''[17]

 

Yani hadis sahihtir.

 

Yine hadisi sahih olarak kabul edenlerden biri de Muttaki el-Hindî'dir. O, Kenzü'l-Ummâl kitabında hadisin sahih olduğunu belirtir. Ancak bizim için önemli olan onun meşhur müfessir ve tarihçi İbn Cerir et-Taberî'den yaptığı aktarımdır. Muttaki el-Hindî hadisi aktardıktan sonra şöyle der:

 

‘‘Ali benden sonra bütün müminlerin velisidir'' hadisini İbn Cerir rivayet etmiş ve hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

 

Bu hadisin sahih olduğunu gösteren bir diğer kaynak Allâme ez-Zerkanî'nin (h. 1122) Allâme Kastallanî'nin Mevâhibü'l-Ledüniyye'sine yazdığı şerhtir.

 

O şöyle der:

 

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: ‘‘Ali bendendir ben de O'ndanım. O benden sonra bütün müminlerin velisidir.'' Bu hadisi İbn Ebî Şeybe rivayet etmiştir ve hadis sahihtir.[18]

 

Hadisi sahih sayanlardan biri de Allâme Albanî'dir. Allâme, Sahihu Mevâridi'z-Zemân adlı eserinde ‘‘O benden sonra bütün müminlerin velisidir'' hadisinden sonra ‘‘sahihtir'' ifadesini kullanır.[19]

 

İbn Teymiyye'den önce ve sonra onlarca kaynaktan ve çağdaş muhakkik bilginlerden nakillerde bulunduk…

 

Bu hadisi sahih olarak kabul edenlerden biri de Allâme Şuayb el-Arnavut'tur. Sizler de biliyorsunuz ki Allâme Arnavut günümüzdeki cerh ve tadil sahasının uzmanlarındandır. O da bu hadis için iki yerde sahih değerlendirmesinde bulunuyor.

 

İlk yer, Sahihu İbn Hibbân:

 

‘‘O benden sonra bütün müminlerin velisidir'' hadisinin isnâdı kavidir. Hasan b. Ömer b. Şakik saduktur. Buharî'nin ondan rivayeti vardır. Cafer b. Süleyman dışındakiler ise Şeyhayn'ın ricâlidir.[20]

 

Cafer b. Süleyman'ı ileride ele alacağız.

 

Ayrıca Allâme Arnavut Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ adlı eserde de ‘‘O benden sonra bütün müminlerin velisidir'' hadisini aktardıktan sonra ‘‘isnâdı kuvvetlidir'' diyerek hadisin sahih olduğunu belirtir.[21]

 

Ancak Müsnedü'l-İmam Ahmed'e düştüğü notlarda İbn Teymiyye'ye uyar ve rivayetin sened açısından zayıf olduğunu söyler. Tabii, bu bütün yönlerden uyma değildir. İbn Teymiyye rivayetin uydurma olduğunu söylerken o rivayetin zayıf olduğunu kaydeder. Bizler de zayıf isnâda sahip bir rivayetin Peygamber'in dilinden dökülebileceğini biliyoruz. Sadece elimizde o sözün sahih olduğunu gösteren bir kanal bulunmamaktadır. Ama uydurma rivayet bu sözün Peygamber'in dilinden dökülemeyeceği anlamına gelmektedir.

 

O Müsnedü Ahmed'de şöyle der:

 

İsnâdı zayıftır. Biz bu hadisin isnâdını İbn Hibban'da kuvvetli olduğunu belirtmiş idik. Fakat Cafer b. Süleyman hakkında çokça söz bulunduğundan o tashihten geri dönüyoruz.[22]

 

Yani diğer eserlerinde verdiği hükmün yanlış olduğunu söylüyor ve söz konusu şahsın sıhhatinin sabit olmadığını, dolayısıyla rivayetinin kabulünün mümkün olmadığını söylemeye çalışıyor.

 

Hadisin sahih olduğunu belirten onlarca mütekaddimûn, müteahhirûn ve çağdaş âlimin karşısında bu şahsı zayıf saymasının bir kıymeti bulunmamaktadır. Allâme Şuayb el-Arnavut dışında diğer bilginler rivayette bir sorun bulunmadığını söylüyor. O da iki görüşünden birisinde zayıf olduğunu söylüyor. Bununla birlikte ‘‘bu hadis uydurmadır'' diyemiyor.

 

Sunucu: Cafer b. Süleyman'daki probleme geçelim.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu soruya cevap vermeden önce değerli izleyiciler için bir kurala işaret etmek istiyorum. Bu kural sadece bu meselede değil birçok konuda fayda verecek türdendir.

 

Bu kaide şudur: Cerh ve tadil bilginleri, “kendi görüşünü desteklemek için bir şey diyen rey sahibinin sözünün bâtıl olduğunu” söylerler. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak; cerh ve tadil uleması Şia'nın bidat ashâbı olduğuna inanmaktadır. Eğer bir Şiî saduk dahi olsa Resûlullah'tan kendi görüşünü destekleyen bir şey aktarıyorsa o şahıs yalancıdır. Bidat sahibi bir kişi görüşünü destekleyecek bir şeyi naklederse bu ondan kabul edilmez. Sonrasında da bütün Şiîler bidat ehlidir, derler. Bidat sahibi oluşu adaletine taan etmek için yeterlidir ve bir adım sonrası da hadisinin kabul edilmemesidir. İsterse bu şahıs âlim, zâhid ve doğru sözlü birisi olsun, fark etmez.

 

Seyyidim İslam âlimlerini niçin itham ediyorsunuz, diyebilirsiniz.

 

El-cevap: Bu sözü kendiliğimden söylemiyorum. Size bir pasaj aktarmak istiyorum.

 

Allâme Arnavut bu şahıs hakkında şöyle der:

 

Zayıftır. Onun hakkında ileri geri konuşulmuştur. Şiîliği vardır. İbn Adiy el-Kâmil adlı eserinde onun bu hadisini münker hadisler kategorisinde saymaktadır.[23]

 

Bir diğer kaynak Tuhfetü'l-Ahvezî'de de bu bağlamda şu ifadeler geçmektedir:

 

Ehl-i bidatten bir kişi bidatini kuvvetlendirecek bir şey rivayet edecek olursa bu hadisi merduttur. Şeyh Dehlevî Mukaddime'sinde şöyle der: Seçkin olan görüş şudur ki bidatine davet ediyor ve onu tervic ediyorsa kelamı reddedilir. Eğer rivayeti bu özelliğe sahip değilse kabul edilir. Ancak bidatini güçlendirecek bir şeyi rivayet ediyorsa bu kesinlikle merduttur.[24]

 

Şöyle ki Cafer b. Süleyman ed-Dabî, Şiî'dir. Hadisi ‘‘benden sonra'' diye rivayet ediyor ve bu rivayeti de imamet nazariyesini kuvvetlendiriyor. Öyleyse bu hadis merduttur.

 

Dahası var. İbn Hacer el-Askalânî Hedyü's-Sârî adlı eserinde taan nedenleri arasında kişinin Şia'ya inanmasını da sayar.

 

Zikredilen Kimseler Hakkında Taanın Sebeplerini Ayırt Etme Hakkında Bir Fasıl (Başlık)

 

İlki; inanç nedeniyle zayıf sayılanlar.

 

Teşeyyü; Hz. Ali muhabbeti ve O'nun sahâbeye öncelenmesi.[25]

 

Buna rağmen televizyona çıkıp da ‘‘Şia başkalarına taan ediyor, onlara hakaretlerde bulunuyor'' diyenler dikkat etsinler, Şia kimseyi yermiyor ve kimseyi itham etmiyor. Şia'nın günahı İmam Ali'yi sevmesi ve O'nu dost etmesidir!

 

İnanç sebebiyle zayıf sayılanlardan kastedilenler biliniz ki sadece Şia'dır. Haricilere gelince ise onlarda problem bulunmamaktadır! Her ne kadar akideleri bâtıl ise sözlerine taan edilmez, çünkü onlar sadukturlar! Şia'ya gelince ise akideleri bâtıl olduğundan kınanmaları şarttır! Bundan dolayıdır ki televizyon kanallarında sadece senedinde ‘‘bir Şiî var'' diye rivayeti atan kimseler görmekteyiz. Sanki senedinde dinine ve ırzına taan edilen bir kişi varmış gibi…

 

Gözleri aydın olsun! Ehl-i Beyt Okulu başkalarına taan etmezler ve diğerlerini küçük görmezler. Ancak bizler, hakkında Allah Resûlünün ‘‘Seni ancak mümin sever, sana sadece münafık buğzeder'' dediği kimseyi sevmekteyiz. Bununla kıvanç duyar ve iftihar ediyoruz. Sizler bunu ister kabul edersiniz ister etmezsiniz, özgürsünüz.

 

Sunucu: Müslümanlar da buna muvafıktırlar. Biz bunu siyasî imamet meselesinde söylüyoruz. Aksi takdirde Ali (a.s.) sevgisi noktasında herhangi bir kuşku bulunmamaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yani sen Şiî damgası yemek istemiyorsan İmam Ali'yi sahâbe listesinin sonuna eklemelisin. Onu Muaviye ile aynı derecede görmelisin!

 

Devamında şöyle der:

 

Eğer Hz. Ali'yi Ebû Bekir ve Ömer'e önceliyorsa bu kişi taşkın bir Şiî'dir ve buna Râfızî denir. Eğer sövgülerde bulunur ya da bunlara buğzedecek olursa aşırı bir Rafızi'dir.[26]

 

Gulûvun tanımını da bu pasajdan öğrenmiş oluyoruz.

 

İkinci itham: Bir hadisin isnâdı sahih olduğu halde İmam Ali (a.s.) için bir fazilet ve bir menkıbe ortaya koyuyorsa bilginler ‘‘hadiste bir münkerlik vardır'' diyerek kriterlikten düşürmeye çalışırlar. Çünkü hadis, İmam Ali'ye bir hususiyet tahsis etmektedir. Bu aslî ilkeyi tesis eden Muaviye ve İbn Teymiyye'dir. Bugün çağdaş Vehhâbîler de bunu piyasaya sürüyorlar. İmam Ali'yi sıradan bir insan gibi takdim etmeye çalışmaktadırlar.

 

Geliniz, bir diğer esere Zehebî'nin Tarihü'l-İslam adlı eserine bir bakalım. Zehebî hadisi tamamen aktardıktan sonra şöyle der:

 

‘‘O benden sonra bütün müminlerin velisidir'' hadisini Kuteybe, Bişr İbn Hilal ve bir grup Cafer'den rivayet etmişlerdir. Bu hadisi Nesâî ve Tirmizî tahric etmişler. Tirmizî hadis hakkında hasen garip ifadesini kullanır. Ayrıca bu hadisi İmam Ahmed Müsned'inde Abdürrezzak'tan rivayet etmiş Affan da ondan almıştır. Bu hadisin isnâdı Müslim'e göre sahihtir… Ancak Müslim bu hadisi tahric etmemiştir. Hadisi tahric etmemesinin nedeni hadisin münkerliğidir.[27]

 

‘‘Hadisin isnâdında değil de metninde problem olduğundan dolayı Müslim tahric etmemiştir'' diyor. Bu problem de tabii ki İmam Ali'ye bir hususiyet vermesindendir.

 

Bazı dostlar niçin bunları ‘‘Nâsıbîlik ve İmam Ali'ye düşmanlık ruhunu taşımakla'' itham ediyorsunuz, diye itiraz etmektedirler. Ey kardeşim, Resûlullah'ın (s.a.a.) buyurduğu şeyleri kabul ederiz. Kur'ân Allah Resûlü hakkında ‘‘O, heva ve hevesinden konuşmaz'' diyor.

 

Bunlar ise şöyle davranıyorlar: Eğer isnâd zincirinde eleştirmeye güçleri varsa ‘‘bu Şiî'dir'' diyerek atarlar. Eğer buna güçleri yetmezse metnine ‘‘münkerdir'' diyerek taan ederler. Ya da Allah Resûlü (s.a.a.)  Ali (a.s.) hakkında ‘‘Sen bendensin ben de sendenim. Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin'' sözünü nasıl söyler, diyerek itiraz etmeye çalışırlar.

 

Allah aşkına bu hadis birinci halife hakkında olmuş olsaydı siz yine ‘‘hadis münkerdir'' der miydiniz? Yahut da Peygamber (s.a.a) bir sahâbî hakkında bunu söylemiş olsaydı yine reddeder miydiniz?

 

Sunucu: Rivayetin kabulü noktasında hüccet sened midir yoksa dile getirdiğiniz münkerlik problem mi teşkil etmektedir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bunlar her ikisine de dayanmaya çalışmaktadırlar. Ancak ilkine güçleri yetmezse ikincisine sığınırlar. Eğer ikincisine güçleri yetmezse birincisine dayanırlar. Allâme Arnavut iki gerekçeden de faydalanmaya çalışıyor ve şöyle diyor: Hadisin isnâd zincirinde de metninde de problem var. İsnâddaki problem, Cafer b. Süleyman'ın varlığı, metnindeki problem ise münkerliktir.

 

Sunucu: Allah Resûlüne ulaşan sahih bir isnâd zinciri var ama İmam Ali hakkında oluşu münkerlik mi teşkil ediyor?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Cafer b. Süleyman için cerh ve tadil uleması ‘‘Şiî, galî ve Râfızî'' der.

 

Size İbn Teymiyye'nin İktidâü's-Sırâti'l-Müstakim adlı eserinden bir cümle aktaracağım. Cafer b. Süleyman'ın kim olduğunu söylemek istemiyorum. Müslim Sahih'inde Cafer b. Süleyman'ın şu hadisini rivayet eder:

 

Resûlullah (s.a.a.) namazdayken annesiyle birlikte olan çocuğun ağlama sesini işitir. Hafif ve kısa bir sure okur (…)

 

Haşiyede şöyle der: Cafer b. Süleyman ed-Dabî el-Basrî Ebu Süleyman: Sekizinci tabakadan sikadır. Buharî ve Müslim'in ondan rivayeti vardır. İbn Hacer et-Takrib adlı eserinde onun hakkında ‘‘Saduktur ve zâhiddir. Ancak Şiiliği vardır'' der.[28]

 

Cafer b. Süleyman, saduk ve sikadır. Şiilikle ilgili olmayan noktalarda rivayeti kabul edilir. Ama rivayeti Ali (a.s.) ile ilgili ise sikalığı ve sadukluğu değişir!

 

Dahası var: Hafız Zehebî Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ adlı eserinde şöyle der:

 

Cafer b. Süleyman; şeyh, âlim, zâhid ve Şiî muhaddis Ebu Süleyman ed-Dabî el-Basrî… Şia'nın âbid ve âlimlerindendir. Tirmizî kendisinden hadis tahric eder. Müslim de onu kanıt olarak kullanır.[29]

 

Ancak anlayamıyorum, konu Ali (a.s.) sevgisine gelince bütün bu nitelikler değişir, o şahsın âlimliği, zâhidliği ve âbidliği kalmaz ve o şahsın ‘‘Ali benden sonra bütün müminlerin velisidir'' hadisindeki rivayeti dayanak olarak alınabilecek türden düşer! Tabii bütün bilginler böyle düşünmüyor. Sadece Ümeyyeci din anlayışına bağlı olanlar böyle düşünür…

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak 

 



[1] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 299, thk: Muhammed Reşad Salim.

[2] İbn Teymiyye, Siyasetü'ş-Şeriyye fi İslahi'r-Raî ve'r-Raiyye, s. 7, thk: Ali b. Muhammed el-Umran, Dârü Âlemi'l-Fevâid.

[3]Sahihü'l-Buhârî, c. 2, s. 640, Kitabü Farzi'l-Humus, 55. bâb, hadis no: 3093, thk: Şuayb el-Arnavut, er-Risâletü'l-Âlemiyye.

[4]  İmam Hafız Muhammed Abdurrahman b. Abdurrahim el-Mübarekfurî, Tuhfetü'l-Ahvezî bi Şerhi Câmii't-Tirmizî, c. 10, edisyon: Ali Muhammed Muavvaz ve Adil Ahmed Abdülmevcud, Dârü İhyâi't-Turâsi'l-Arabî.

[5] Minhâcü's-Sünne, c. 3, s. 224.

[6] Age, c. 4, s. 299.

[7] Allâme Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha, c. 5, s. 263.

[8] Sünenü't-Tirmizî, c. 6, s. 256, hadis no: 3712, thk: Allâme Şuayb el-Arnavut.

[9] Müsnedü'l-İmam Ahmed b. Hanbel, c. 15, s. 78, şerh: Hamza Ahmed ez-Zeyn, Dârü'l-Hadis, hadis no: 19813.

[10] Hafız İbn Ebî Âsım eş-Şeybânî, es-Sünne, s. 559, hadis no: 1187 (Muhammed Nasırüddin Albanî'nin Zilâlü'l-Cenne fi Tahrici's-Sünne adlı eseriyle birlikte basılmıştır.)

[11] İmam İbn Âsım, es-Sünne, c. 2, s. 799, hadis no: 1221, thk: İbn Faysal el-Cevabire, Riyad, Dârü's-Sumayi.

[12] Hafız Nesâî, Hasâisü Emiri'l-Müminin, s. 79, thk: ed-Danî İbn Münir Âl-ı Zehevî, el-Mektebetü'l-Asriyye.

[13] Hafız İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe, c. 7, s. 282, thk: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî.

[14] İmam Hafız Ahmed b. Ali (h. 307), Müsnedu Ebî Yala el-Mavsılî, c. 1, s. 293, hadis no: 92, thk: Hüseyin Selim Esed, Mektebetü'r-Rüşd.

[15] Sahihu İbn Hibban, c. 15, s. 374.

[16] İmam es-Salihî eş-Şamî (h. 942), Sebilü'l-Hedyi ve'r-Reşâd fi Sireti Hayri'l-İbâd, c. 11, thk: Adil Ahmed Abdülmevcud ve Şeyh Ali Muhammed Muavvaz, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye.

[17] İbn Hacer el-Heytemî, el-Minehü'l-Mekkiye fi Şerhi'l-Hemziyye, s. 577.

[18] Şerhü'l-Allâme ez-Zerkanî ala'l-Mevâhibi'l-Ledüniyye bi'l-Minehi'l-Muhammediyye, c. 4, s. 542, zabt ve tashih: Muhammed Abdülaziz el-Halidî, Dârü'l-Kutübi'l-İlmiyye.

[19] Allâme Muhammed Nasırüddin Albanî, Sahihu Mevâridi'z-Zemân bi lâ Zevâidi İbn Hibbân, c. 2, s. 352.

[20] Allâme Şuayb el-Arnavut, Sahihu İbn Hibbân, c. 15, s. 3744.

[21] Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ, c. 8, s. 199.

[22]  Müsnedü İmam Ahmed b. Hanbel, c. 15, s. 334.

[23] A.g.e., a.g.y.

[24] Tuhfetü'l-Ahvezî, c. 10, s. 200.

[25] Ahmed İbn Hacer el-Askalânî, Hedyü's-Sârî Mukaddimetü Fethi'l-Bârî, s. 646, Dârü's-Selâm, Riyad.

[26] A.g.e., a.g.y.

27] Tarihü'l-İslam ve Vefiyyatü'l-Meşâhiri ve A'lam, c. 4, s. 599, thk: Beşşar Avvad Maruf, Dârü Ğarbi'l-İslamî.

[28] İbn Teymiyye, İktidâü's-Sırâti'l-Müstakim li Muhalefeti Ashâbi'l-Cehim, c.1, thk: Doktor Nasır Abdülkerim el-Akl.

[29] Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ, s. 197, 36 no.lu tercüme-i hâl.