Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (10)

Ayetullah Kemal Haydari: Ey Ali! Sen benden sonra halifemsin! hadisi (10)
Ehl-i Beyt Okulunun bilginleri şöyle derler: Râvî İmâmiyye mezhebine mensup ve adil bir kişiyse bu rivayet sahih olarak kabul edilir. Ancak hadisi bize aktaran şahıs İmâmiyye mezhebine mensup değil ancak doğru sözlü birisiyse onun rivayetine güvenilir. Bu tür rivayetlere Ehl-i Beyt mezhebinde ‘‘muvassak hadis’’ denir.

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Hatırlatma olması cihetiyle geçen hafta sunduklarınızın bir özeti olacak şekilde bir önsöz sunmanız mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: “Ey Ali sen benden sonra halifemsin.”, “Ey Ali sen benden sonra bütün müminlerin velisisin.” Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden dökülen bu hadisin iki isnâdı veya iki geliş kanalı vardır.

 

Hadisin ilk geliş kanalını -Allah'a hamd olsun ki- bir önceki bölümde sunduk. İkinci kanal da bir önceki programda geçti. Ancak biz Cafer b. Süleyman ed-Dubaî üzerinde durmuştuk. Bu şahsın, hadisin bize gelen ikinci kanalında bulunduğunu söylemiştik. Bundan dolayı şu soruyu sormuştuk: Acaba bu isnâd zinciri, içinde Cafer b. Süleyman'ın bulunmasına rağmen dayanak alınabilecek bir itibara sahip midir?

 

Önceki programda Cafer b. Süleyman'ın üzerinde durduk. Ancak konu çerçevesinde çağdaş bilginlerden birisine ait ve oldukça değerli bir açıklama bulunmaktadır. Onlar açısından bir kanıt olsun diye ve onları bağladığından ötürü ben de bu açıklamayı okumak istiyorum. Allâme Albânî'nin Cafer b. Süleyman ile ilgili değerlendirmelerini okumak istiyorum.

 

O şöyle diyor:

 

Bu hadisin râvîsi bir Şiî'dir. Aynı şekilde hadisin isnâd zincirinde bir başka Şiî de bulunmaktadır. O da Cafer b. Süleyman'dır. Bu râvî, rivayet için bir taan ve bir illet sebebi kabul edilebilir mi?

 

Ben diyorum ki: Asla! Zaten Allâme Albânî şöyle diyor:

 

Çünkü hadisin rivayetinde ölçüt olan husus doğruluk / sıdk ve hıfz / zabttır. Râvînin mezhebine / inancına gelince bu onunla Rabbi arasındadır. Allah onu bu inancından hesaba çekecektir.[i]

 

Yani Allâme Albânî, senedinde Cafer b. Süleyman'ın bulunmasından dolayı hadis zayıf sayılır mı, sayılmaz mı diye soruyor?

 

Onların ifadesiyle söyleyecek olursak isnâdında bir Râfızî'nin yer alması hadisi zayıf kılmaz. Bir kaide olarak söyleyecek olursak Allâme şunu diyor: Bir hadisi kabul ederken biz şahsın doğruluğuna bakarız, inancını göz önüne almayız. Râvînin inancı ister makbul olsun ister olmasın, râvî doğru sözlü ise rivayeti kabul edilir. Bu kaideyi Ehl-i Beyt Okulu da benimsemiştir. Ehl-i Beyt Okulunun bilginleri şöyle derler: Râvî İmâmiyye mezhebine mensup ve adil bir kişiyse bu rivayet sahih olarak kabul edilir. Ancak hadisi bize aktaran şahıs İmâmiyye mezhebine mensup değil ancak doğru sözlü birisiyse onun rivayetine güvenilir. Bu tür rivayetlere Ehl-i Beyt mezhebinde ‘‘muvassak hadis'' denir. Yani inanç noktasında onunla farklılık göstersek de biz onun inancını değil rivayetini alır ve kabul ederiz.

 

Cerh ve ta'dil sahasının çağdaş otoritelerinden biri olan Allâme Albânî mealen şöyle diyor: Şiîler tarafından rivayet edilen bütün hadisler illetli ve zayıf değildir. Doğruluğu sabit olmayan bir Şiî'nin rivayeti zayıf ve illetlidir.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Bundan dolayı Buhârî ve Müslim ile diğer sünen sahiplerinin Hâricîler, Şiîler ve diğer muhalif inanca mensup olan birçok sika râvîden hadis tahric ettiklerini görüyoruz. Şu an ele aldığımız örnek (yani Cafer b. Süleyman) da bu şekildedir. Gördüğünüz gibi İbn Hibbân bu hadisi sahih kabul etmektedir. Nitekim o Meşâhiru Ulemâi'l-Emsâr adlı eserinde bu hadisin râvîsi Cafer b. Süleyman hakkında ‘‘O Şiî'dir ve bu konuda aşırıya kaçmıştır (guluvvda bulunmuştur). Cafer b. Süleyman rivayetler konusunda sağlam ve sika kişilerdendir. Şu var ki o Şia'ya eğilimliydi'' der.[ii]

 

Televizyona çıkan bazı kimseler bir rivayette Şiî varsa hemen ‘‘hadis zayıftır'' diyorlar. Ancak bunlar kendi âlimlerinin dahi kitaplarını okumuş değiller. Görüldüğü gibi ölçüt râvînin doğruluğu ve hadisin zabtıdır.

 

İbn Hibbân “Ente veliyyu külli müminin ba'dî / Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadisini sahih kabul etmektedir.

 

İbn Hibbân'a göre Cafer b. Süleyman, Hz. Ali'yi diğer sahâbeden üstün tutmaktadır.   

 

Ey hakikat talipleri, ey hakkı araştıranlar işte size bir kural! Buhârî, Müslim ve Albânî açık bir cümle söylüyor. Râvî saduk ve hıfzı tam ise biz onun mezhebine bakmadan rivayetini alırız. Bu öyle aslî bir ilkedir ki sadece Ehl-i Sünnet tarafından kabul görmüş değildir. Bu ilke bizim tarafımızdan da kabul edilmektedir. Zira kimileri bize -şöyle bir soru sorarak- itiraz etmektedirler. ‘‘Sizler mademki sahâbeyi adil saymıyorsunuz peki onlardan nasıl rivayette bulunuyorsunuz?''

 

El-cevap: Bizimle ihtilaf hâlinde bulunsa da biz doğru sözlü sahâbîden rivayet alırız.

 

Burada sorulması gereken soru şudur: Cafer b. Süleyman saduk mudur değil midir?

 

Bu hususta iki âlime işaret edeceğiz.

 

İlk kaynak: İbn Hacer el-Askalânî'nin Takrîbu't-Tehzîb adlı eseri. O şöyle diyor:

 

Cafer b. Süleyman ed-Dubaî; Ebû Süleyman el-Basrî, saduk, zâhid. Ancak Şiîliği vardır.[iii]

 

Allâme Albânî'nin dediği ölçüte göre hareket edersek Şiîliği rivayetinin kabulüne etki etmediğinden bu hadisi temel alabiliyoruz.

 

İkinci kaynak Hafız Zehebî'nin Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ adlı eseridir. Zehebî onun hakkında şöyle diyor:

 

Cafer b. Süleyman; şeyh, âlim ve zâhid. Şia'nın muhaddisi… Şia'nın âbidlerinden ve muhaddislerindendir.[iv]

 

Bir önceki programda işaret ettiğimiz gibi Hafız Zehebî Tarîhü'l-İslâm ve Vefiyyâtü'l-Meşâhîri ve'l-Alâm adlı eserinde bu hadisi zayıf sayamamıştır. O, bu eserinde şöyle diyor:

 

Bu hadisin isnâdı Müslim'in şartına göre sahihtir. Ancak hadisin içeriğinin çirkinliğinden ötürü onu sahihinde tahric etmemiştir.[v]

 

Bu hadisin çirkinliği İmam Ali'nin imametine ve velayetine dair delil taşımasındandır! Bundan dolayı Müslim Sahih'inde bu hadisi tahric etmemiştir!

 

Bu ifade şu anlama gelmektedir. Bir rivayetin senedi sahih olsa dahi Hz. Ali'nin imametini ispatlıyorsa biz onu kabul edemeyiz! Bir diğer ifadeyle sened sahih olsa dahi metin bizim görüş ve düşüncelerimize uymuyorsa bizim o rivayeti doğrulamamız imkânsızdır.

 

Dahası var...

 

İbn Teymiyye senedinde Cafer b. Süleyman'ın olduğu bir hadisi aktarır ve hadisin sahih olduğunu söyler. O, İktidâü's-Sırâti'l-Müstakîm adlı eserinde şöyle diyor:

 

Müslim Sahih'inde Cafer b. Süleyman'dan, o Sâbit'ten, o da Enes'ten şöyle rivayet etmektedir: Resûlullah (s.a.v.) namazdayken annesiyle birlikte olan çocuğun ağlama sesini işitir. Hafif ve kısa bir sure okur.”[vi]

 

İbn Teymiyye, Cafer b. Süleyman'ın bulunduğu hadisi reddetmiyor ve kabul ediyor.

 

Eserin muhakkiki ise dipnotta şöyle der:

Ca'fer b. Süleyman ed-Dubaî el-Basrî Ebû Süleyman: Sekizinci tabakadandır, sikadır. Buhârî ve Müslim'in ondan rivayeti vardır.[vii] 

 

Yani Cafer Buhârî ve Müslim'in râvîlerindendir. Anlamıyorum, Buhârî ve Müslim'in ricâlinden olan bir şahıs hangi saha ile ilgili rivayet aktarırsa aktarsın sahih sayılıyor ama Ali'nin (a.s.) velayeti ile ilgili bir rivayet naklettiğinde İbn Teymiyye nezdinde yalancı oluyor ve hadisi de düzmece ve uydurma kabul ediliyor!

 

Sunucu: Problem, aktardığı hadisin konusunun ne olduğuyla bağlantılı.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Defalarca okuduğumuz İbn Teymiyye'nin şu pasajını tekrar okuyalım.

 

Resûlullah'ın (s.a.v.) ‘‘O benden sonra bütün müminlerin velisidir'' sözü de bu şekilde olup Resûlullah adına söylenmiş yalan bir sözdür.[viii]

 

İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne'nin üçüncü cildinde de bu hadis için ‘‘ilim ehlinin ittifakıyla uydurmadır'' demişti.

 

Şimdiki sözüm İbn Teymiyye'nin bağlılarınadır. Ey İbn Teymiyye'nin bağlıları! Ya İbn Teymiyye hadis sahasında cahildir ve Şeyhü'l-İslam değildir yahut da o sizin iddia ettiğiniz gibi yüz bin hadisi ezbere bilmesine ve hadis sahasında âlim olmasına rağmen Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra velayet, yönetim ve hilafetin İmam Ali'ye (a.s.) ait olmasına tahammül edemeyen birisidir! Eğer bu Ali ve Ehl-i Beyt düşmanlığına ve O'na karşı hınç ve kin duymaya delalet etmiyorsa başka neye delalet edebilir ki? Müslim'in şartına göre dahi sahih olan bir hadisin uydurma, yalan, düzmece olduğunu ve aklen mümkün olmadığını niçin söylüyor?

 

Açıklamalarımızı özetleyeyim: Allâme Şuayb el-Arnavût “O benden sonra bütün müminlerin velisidir” hadisi hakkında şöyle diyor:

 

Bu hadisin isnâdı zayıftır. Zira hadisin isnâdında Cafer b. Süleyman yer alır ki bu şahıs hakkında çokça söz söylenmiştir. Zira onda Şiîlik belirtileri ve alametleri vardı. Nitekim İbn Teymiyye de onun zayıf olduğunu söyler.[ix]

 

Yani Allâme Şuayb el-Arnavût verdiği bu hükümde İbn Teymiyye'ye uymaktadır. Cafer hakkında çokça söz söylenmesinin nedeni onun Şiî oluşudur!

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla hadisin ikinci kanalının da sahih olduğu anlaşıldı. Yani hadisin senedinde herhangi bir eksiklik ve açıklık bulunmamaktadır.  Hem mütekaddimûn hem de müteahhirûn dönem bilginleri hadisin isnâdında bir problem görmemektedirler.

 

Sunucu: İbn Teymiyye dışında Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Beyt mektebi arasında bu hadis çerçevesinde bir ittifakın olduğunu gördük. İbn Teymiyye'nin bağlılarında bir sıkıntı var. Ancak anlamadığım Allâme Albanî neden sahih olarak görüyor? O da İbn Teymiyye'nin bağlılarından değil mi?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hayır, o çoğu zaman adalete uymaktadır. O insaf sahibi bir âlim ve bir müçtehittir. Ara ara okuduğumuz metinlerde de gördüğümüz gibi o da İbn Teymiyye'nin gösterdiği tavırlara bazen şaşırmakta ve onun bu türden kusurları için bağışlanma dilemektedir.

 

Sunucu: Öyleyse Allâme Albânî yeni bir metot tesis etmiştir. Onun -ortaya koyduğu bu metoduyla- İbn Teymiyye'den daha çok Ehl-i Sünnet'e yakın olduğunu söyleyebiliriz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: O şöyle der:

 

Şaşılacak şey doğrusu! İbn Teymiyye bu hadisi inkâr etme cüretinde bulunmuş ve Minhâcü's-Sünne'de yalanlamaya kalkışmıştır.[x]

 

Gerçekten şaşılacak şey doğrusu. Bu hadis sahih ve muteber hadislerdendir. Allâme Albânî daha sonra ona tavsiyede bulunur, ‘‘sana düşen hadisin senedini değil metnini münakaşa etmendi'' der. Allâme Albânî, İbn Teymiyye'nin tavrını ‘tecerrü'; cüretli davranma olarak nitelendirmektedir.

 

Devamında şöyle der:

 

Bilemiyorum artık, onun bu hadisi tekzib etmesinin herhangi bir gerekçesi bulunmamaktadır. O Şia'yı reddetme hususunda çok acele etmekte ve ölçüsüz davranıyor. Allah onu da bizi de bağışlasın![xi]

 

Hayır, ey Allâme Albânî! İbn Teymiyye'nin tavrı acele etmek değil, Ali'ye karşı kin duymak veya cehâlettir.

 

Allâme Albânî, onun bu tavrını hatalı bulduğundan ötürü ‘‘Allah onu bağışlasın'' demektedir.

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid, hadisin delaletine işaret etmeniz mümkün mü acaba? Bu hadis Resûlullah'tan hemen sonraki imamet ve velayete delalet ediyor mu? Zira bu konu çok sorulmaktadır. Şöyle bir itiraz gelebilir. Doğrudur, Ali velidir ve bu hadis de buna delalet ediyor olabilir. Ama bu hadis Resûlullah'tan (s.a.a.) hemen sonraki yönetime delalet etmeyebilir. Belki bu hadis Resûlullah'ın vefatının akabinde Ebû Bekir ve Ömer'den sonraki veli olduğuna delalet ediyordur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu konu oldukça önemli. Zira bu hadisin ayırt edici özelliklerinden biri hadisin ‘‘min ba'dî / benden sonra'' ifadesini içermesidir. “Ba'dî” (benden sonra) ifadesi ‘‘velayet, siyasi yönetim ve halifeliğe'' delalet eder, evet ama hadis Ebû Bekir ve Ömer'den sonraki halifeliğine delalet eder, yoksa Resûlullah'tan hemen sonra halife olacağını göstermez, denebilir.

 

Bu oldukça önemli ve cevaplandırılması gereken bir sorudur.  Bu programda biraz da bu konu üzerinde duracağız. Zira sözcüğün hemen sonraki, kesintisiz halifelik ve velayet anlamına geldiğine delalet eden birtakım karineler vardır. Bu sadece benim anlayışım değil. Bu konuda inanç sahasında bizimle uyuşmayan Ehl-i Sünnet âlimlerinin de bu görüşte olduğunu ortaya koyan açıklamalarına değineceğim. Onlar ‘‘ba'dî'' kelimesinin ‘‘Resûlullah'ın (s.a.a.) vefatından hemen sonraki siyasi yönetim'' anlamına geldiğini söylemişlerdir.

 

Bu hususa delalet eden karinelere geçelim.

 

İbn Teymiyye'nin bu hadisi inkâr edip karşı çıkması ilk karinedir. Bu hadis Resûlullah'tan hemen sonraki halifeliğin ve yönetimin İmam Ali'ye ait olduğuna delalet etmeseydi İbn Teymiyye inkâr etmek zorunda kalmaz, hadisi yalan ve uydurma sayarak kendisini rezil rüsva etmezdi.

 

Üstad Ala'nın işaret ettiği gibi bu konu oldukça önemlidir. İbn Teymiyye'nin aynı râvî tarafından rivayet edilen bir hadisi kabul ederken bir başka hadisi kabul etmeyişi ve hadisler arasında ayrıma gitmesi onun Resûlullah (s.a.a.) ile dahası Kur'ân ile bir probleminin olduğunu gösteriyor. Zira Kur'ân, Resûlullah (s.a.a.) için “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun.(Haşr, 7) ve “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahiyden başka bir şey değildir.(Necm, 3-4) buyurmaktadır. Neden bir hadisi kabul ederken diğerinden yüz çeviriyorsun? Bu senin Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetine ve Kur'an'a değil de heva ve hevesine daha doğrusu Ümeyyeoğullarına sevgisine tâbi olduğunu göstermektedir.  En azından bu hadis imametin Resûlullah'tan hemen sonra İmam Ali'ye (a.s.) ait olduğuna delalet etmektedir. Yoksa o bu hadisi kabul eder ve Gadir Hadisi hakkında yaptığı yorumun bir benzerini bu hadis hakkında da yapardı. Zaten Allâme Albânî de ona bu tavsiyede bulunuyor ve hadisin metni üzerinde yorum yapıp ‘‘bu hadis sevgi ve yardımcı olmaya delalet ediyor, dolayısıyla senin hadisin isnâd zincirini tartışmaya gitmene gerek yoktu'' diyor.  

 

Allâme Albânî şöyle diyor:

 

Bu hadiste Şia'nın iddia ettiği Ali'nin hilafeti Şeyhayn'dan daha çok hak ettiğine dair bir delil bulunmamaktadır. Çünkü muvalat (dostluk) yönetim anlamına gelen velayetten ayrıdır... İbn Teymiyye'nin açıklamalarından ortaya çıkan sonuç budur. Hadis gördüğün gibi kuvvetlidir. Bilemiyorum artık, onun bu hadisi tekzib etmesinin herhangi bir gerekçesi bulunmamaktadır.[xii]

 

Allâme'ye biz cevap verelim. İbn Teymiyye bu cevabı vermek zorundadır. Zira o hadisin ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. Bu da gösteriyor ki hadiste cevaplandırılması olanaksız bir nükte bulunmaktadır. Böyle olunca da kendisi ‘‘Evlâ olan hadisin yalan ve düzmece olduğunu söylememizdir'' diye düşünüyor.

 

İkinci karine: Hafız Mubârekfûrî'nin Tuhfetü'l-Ahvezî adlı eserinde geçen şu ifadeler:

 

Şia İmam Ali'nin Hz. Resûlullah'tan hemen sonraki halife olduğu hususunda bu hadisle istidlâl etmektedir. Hadisle bu şekilde bir istidlâl bâtıldır. Çünkü istidlâlin sahih oluşu hadiste ‘‘ba'dî'' sözcüğünün bulunmasına ve kanıt olarak kullanılabilecek mahfuz ve sahih bir hadis olmasına bağlıdır. Ancak böyle bir hadis bulunmamaktadır. (Yani hadis sahih değildir. çev.) Çünkü Cafer b. Süleyman bunu nakilde yalnız kalmıştır (münferittir) ve bu şahıs Şiî'dir, hatta Gulat-ı Şia'dandır.[xiii]

 

Şia bu hadisle İmam Ali'nin (a.s.) Resûlullah'tan hemen sonra araya fasıla girmeksizin halife ve siyasi imam olduğuna istidlal etmektedir. ‘‘Ba'dî / benden sonra'' ifadesi buna delalet etmektedir.

 

Ey Hafız bu istidlâl neden bâtıldır?  ‘‘Ba'dî / benden sonra'' mi buna delalet etmiyor yoksa hadisin isnâd zinciri mi problemli? O “benden sonra” lafzının bu anlama geldiğini kabul ediyor. O bu istidlâlin batıl oluşunu hadisin isnâdının zayıflığına bağlamaktadır.

 

Gerçekten ortada bir tenakuz var.

 

- Hadisin senedinin sahih olduğunu kabul ediyorsanız metnini nereye koyuyorsunuz?

 

- Hadisin metnini kabul ediyorsanız senedi nereye koyuyorsunuz?

 

Zira Cafer b. Süleyman ed-Dubaî Buhârî ve Müslim'in ricâlindendir, onun itibarını nasıl düşürebiliyorsunuz?

 

Alıntıladığımız metinde de görüldüğü üzere Mubârekfûrî “ba'dî /benden sonra” lafzının bulunmasını şart koşuyor. Eğer böyle bir rivayet varsa ve sahihse bu durumda Şia'nın iddiası sahih olur. Yani O Şia'nın istidlâlinin sahih olduğunu ancak hadisteki ‘‘ba'dî'' lafzının sabit olmadığını söylüyor.

 

Üçüncü karine: Bu karine üzerinde biraz durmak istiyorum. Eğer “benden sonra” ifadesi Resûlullah'tan (s.a.a.) sonraki fasılalı hilafete işaret etseydi Resûlullah'ın (s.a.a.) bu ifadeyi öncelikle Ömer ve Osman hakkında da kullanması gerekirdi. Zira onlar Ömer ve Osman'ın İmam Ali'den (a.s.) daha üstün olduğuna inanmaktadırlar. Bu iki şahıs da Resûlullah'tan hemen sonra değil fasıla ile yönetime geçmiştir. Dolayısıyla Resûlullah'ın (s.a.a.) bu iki şahıs hakkında da aynı sözleri söylemesi gerekirdi.

 

Öyleyse Resûlullah (s.a.a.) bu sözü sadece İmam Ali'ye (a.s.) özel olarak söylemiştir. Şimdi meydan okuyoruz. Bu içerikte başka sahih, sarih bir hadis varsa buyurun, söyleyin. “Ey Ebû Bekir sen benden sonra bütün müminlerin velisisin.” “Ey Ömer sen benden sonra bütün müminlerin velisisin.”  Hatta sadece sizin kanallarınızdan olsa dahi kabulümüzdür! Gerçi Ehl-i Sünnet ‘‘Resûlullah (s.a.a.) Ebû Bekir'e namaz kıldırmasını emretti'' iddiasında bulunmaktadır. Öncelikle bu hadis sened açısından tam değil, ikinci olarak da delalet açısından sorunludur.

 

Sunucu: Garip olan şu; namaz nasıl halifelik ve yönetime delalet ediyor da veli sözcüğü bunlara delalet etmiyor?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu ifade fasılalı halifeliğe delalet etseydi Resûlullah'ın (s.a.a.) diğer halifeler hakkında da bu sözü söylemesi gerekirdi.

 

Dördüncü karine: Elimizde Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan sahih bir hadis vardır ve buradaki “benden sonra” ifadesi fasılasız hilafete yorumlanmaktadır. Ehl-i Sünnet âlimlerinin kendileri bunu söylüyorlar.

 

Şimdi onların açıklamalarından iki şahide işaret etmek istiyorum. Bu kişiler ‘‘ba'dî'' ifadesinin fasıla girmeksizin halifeliğe delalet ettiğini söylemektedirler. Yirmi, otuz yıl sonrasına değil hemen sonrasına delalet ettiğini açıkça söylüyorlar.

 

İlk şahid: Allâme Albânî'nin Sahîhu Süneni't-Tirmizî adlı eserine yaptığı inceleme. Bâb başlığı ‘‘Halifeler Hakkında Gelen Rivayetler'' şeklindedir. Rivayet Câbir b. Semüre'dendir:

 

Câbir b. Semüre şöyle dedi: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: Benden sonra (min ba'dî) on iki emir olacaktır.[xiv]

 

Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğu bu on iki emirin Ebû Bekir ile başladığını söylemektedirler. Buradaki ‘‘min ba'dî''yi neden yüz, iki yüz sene sonrasıyla değil de Ebû Bekir ile başlatıyorsunuz? Bu ifade hemen sonrasına delalet etmiyorsa niçin Ebû Bekir ile başlatıyorsunuz? Ebû Bekir, Ömer, Osmân, Ali, Muâviye, Yezîd, Abdülmelik b. Mervân vb. diye de devam ediyorsunuz!

 

İbn Hacer el-Askalânî, Celâlüddîn es-Suyûtî, İbn Ebi'l-İzz el-Hanefî, İbn Teymiyye, İbn Kesîr hep bu görüşü benimsemişlerdir. Bunlar on iki emiri sayarken araya fasıla koymamaktadırlar!

 

Dahası var. İbn Hacer el-Askalânî Fethu'l-Bârî adlı eserinde bu hususu açıkça belirtiyor. O bu hadisin şerhinde şöyle diyor:

 

Bu hadisin anlamı hakkında aklıma gelen düşünce şudur… Bu takdire göre Resulullah'ın (s.a.v.) ‘‘Benden sonra on iki halife olacak'' sözünün hakiki zamansallığa yorumlanması evlâdır. Ebû Bekir Sıddık'tan Ömer b. Abdülaziz'e kadar yönetime geçenlerin sayısı on dörttür.[xv]

 

Yani ‘‘araya fasıla girmeksizin hemen sonrasına yorumlanmalıdır'' diyor. Biliyorsunuz bir kelimenin bir hakiki bir de mecazî anlamı olabiliyor. Buna göre ‘‘ba'dî / benden sonra''nın hakiki anlamı, araya fasıla girmeksizin hemen sonra anlamına gelmesidir. Eğer “ba'dî / benden sonra” ile araya zamansal fasıla girmesi kastediliyorsa cümlede bu anlamda olduğuna dair bir karinenin bulunması gerekiyor. Eğer ortaya karine konamıyorsa bu durumda ‘‘ba'dî'' kelimesi hakiki anlamında ‘‘hemen sonrasını'' ifade eder.

 

Bu açıklamalara göre “benden sonra” ifadesi hakiki sonralık ve hemen ardından gelme anlamındadır.

 

İkinci şahid: “el-Hilafetu ba'dî selasune seneten / Benden sonra hilafet otuz yıl sürecektir” hadisi.

 

Sunucu: Bu sonralık neden bir süre sonra başlamadı da hemen sonra başladı?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii ki. Bu sonralık örneğin neden Muâviye veya Ömer b. Abdülaziz ile başlamadı de Ebû Bekir ile başladı? Niçin Abbâsîler veya iki bin yıl sonra başlamadı? Bu hadisi neden Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'ye (a.s.) yorumluyorsunuz?

 

Bu hususu ben değil açıkça Ehl-i Sünnet bilginleri dile getirmektedirler.

 

İlk kaynak Zeynüddîn b. Receb'in (h. 795) Câmiu'l-Ulûm ve'l-Hikem adlı eseridir. O şöyle diyor:

 

İmam Ahmed'in Müsned'inde ve Tirmizî'nin Câmii'nde Huzeyfe'den şöyle rivayet edilmektedir: Peygamber'in (s.a.a.) yanında oturmakta idik şöyle buyurdu: Aranızda ne kadar kalacağımı bilmiyorum. Benden sonra şu ikisine uyunuz dedi ve Ebû Bekir ve Ömer'e işaret etti… Resûlullah (s.a.a.) ömrünün son dönemlerinde kime uyulacağını açıkça söylemiştir. Kendisine uyulması emredilen râşid halifeler: Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir. Sefîne'nin rivayet ettiği hadiste Hz. Resûlullah şöyle buyurdular: Hilafet benden sonra otuz yıldır. Sonrasında ise melikler olacaktır.[xvi]

 

Bu hadis ile istidlâl ediyor. Ancak bu hadis nezdimizde sahih değildir ve bize karşı hüccet sayılmaz. Hatırlarsanız daha öncesinde de belirttiğimiz gibi bir hadisin kanıt olabilmesi için şu üç şartı taşıması gerekiyor.

 

- Sahih olmalı

 

- Açık ve net olmalı

 

- Üzerinde ittifak edilmeli. Yani bütün fırkalar tarafından kabul görmeli. Zira sizin rivayetiniz bize hüccet olacaksa bu durumda bizim rivayetimiz de size karşı hüccet olur. 

 

Bu hadisteki göre sonralığı niye bir müddet sonrasına yorumlamıyorsunuz? Çünkü Resûlullah (s.a.a.) “ba'dî”yi kendisi yorumlamakta ve hakiki anlamda kullanmaktadır.

 

Mubârekfûrî'nin Tuhfetü'l-Ahvezî'sine geçelim. O şöyle diyor:

 

Molla Aliyyü'l-Kârî el-Mirkât adlı eserde şöyle diyor: Denilmiştir ki bunlar şu dört halifedir: Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) ‘‘benden sonra hilafet otuz senedir'' buyurmuştur. [xvii]

 

Bu açıklamaya göre de “benden sonra” ifadesi hemen sonralığa delalet etmektedir.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla belli oldu ki “O benden sonra bütün müminlerin velisidir” hadisi hiç şeksiz ve şüphesiz sened açısından sahih, delalet açısından tamdır. Bu hadisle sevgi ve yardımcı olmak değil de siyasî yönetim murad edilmiştir.

 

İbn Teymiyye ise Minhâcü's-Sünne adlı eserinde “Eğer Peygamber dostluğu murat etseydi ‘benden sonra' ifadesine ihtiyaç duymazdı. O yönetimi murat etseydi ‘Ali benden sonra bütün müminlerin valisidir' demesi gerekirdi[xviii] diye yazıyor.

 

Biz bu sözü Kur'an, rivayetler ve kelimenin kullanımı açısından incelemiş ve eleştirmiştik.

 

Yine bu açıklamalarla “O benden sonra bütün müminlerin velisidir” hadisinin “Ben kimin mevlâsı isem işte şu Ali de onun mevlâsıdır” hadisiyle kıyaslanamayacağı da anlaşıldı.  Zira bu hadiste bulunan bir fazlalık var ki Gadir Hadisinde bulunmamaktadır. Bu fazlalık (benden sonra) ifadesi, hadisin sevgi ve yardımcı olma manalarına yorumlanmasına engel teşkil etmektedir.

 

Allâme Albânî şöyle diyor:

 

Bu hadiste Şia'nın iddia ettiği Ali'nin hilafeti Şeyhayn'dan daha fazla hak ettiğine dair bir delil bulunmamaktadır. Çünkü muvalat (dostluk) yönetim anlamına gelen velayetten ayrıdır...[xix]

 

Allâme Albânî'nin bu sözleri sened açısından doğru, ancak metin yönünden yanlıştır. Ey Şeyhimiz bu rivayette ‘‘mevlâ'' kelimesi değil ‘‘velî'' kelimesi kullanılmaktadır. Şeyh ‘‘velî'' ile ‘‘mevlâ'' kelimelerini birbirine karıştırmıştır. Tamam, Gadir Hadisinde geçen ‘‘muvalat / mevlâ'' sözcüğünün siyasî yönetime delalet etmediğini kabul edelim, -gerçi biz Gadir hadisinin de karinelerle siyasî yönetime delalet ettiğini kabul etmiştik- ancak mevlâ kelimesi velî kelimesinden farklıdır. Rivayet açıktır ve “Ey Ali sen benden sonra bütün müminlerin mevlâsısın” demiyor.

 

Sunucu: Bu nebevi hadisin bir başka geliş kanalı var mı?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hadisin iki geliş kanalını ortaya koyduk. Şimdi hadisin üçüncü geliş kanalına geçelim. Bu hadisi de sunalım ki bu rivayetin haber-i vahid olmadığı anlaşılsın.

 

Hadisin üçüncü kanalının ilginç bir özelliği bulunmaktadır. Şöyle ki bu hadis içinde Kur'ânî bir ifadeyi barındırmaktadır. Bu hadis bu açıdan “Senin bana göre konumun Hârûn'un Mûsâ'ya göre konumu gibidir” hadisine benzemektedir.

 

Hiç kimse “İnnemâ veliyyukumullâhu ve rasûluhu / sizin veliniz Allah ve Resûlüdür(Mâide, 55) ayetinin siyasî yönetim anlamına geldiğine şüphe etmemektedir. Aklı, düşüncesi, tefekkürü olan herkes bilir ki kimse bu ayette geçen “velî” sözcüğünden kastın yardımcı anlamına gelip de siyasî yönetici ve amir anlamını içinde barındırmadığını söyleyemez. Bundan dolayıdır ki son dönemlerde Ümeyyeci din âlimleri ayetinin “…namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir(Mâide, 55) bölümünün Ali (a.s.) hakkında olmadığı hususunda ısrar etmektedirler. Onlar diyorlar ki ‘‘vellezine amenu / iman edenler'' ifadesi gibi çoğul bildiren bir ifadeden sonra tekil bir şahsın gelmesi akla uygun düşmemektedir. Görüldüğü gibi onlar “velî” kelimesini tartışmıyorlar. Müfessirlerden hiçbiri de ‘‘veliyyukum'' lafzının siyasî yönetime delalet etmediğini söylememektedir. Bu çerçevede bir bakalım, Ali (a.s.) hakkında “Ali sizin velinizdir” ifadesi kullanılmakta mıdır?

 

Şimdi “Ali benden sonra sizin velinizdir” ifadesini barındıran sahih ve açık bir hadisi takdim edeceğiz. Rivayet uzundur, rivayetin tamamını okuyacağım ki yarın ‘‘bu nakli kesik olarak aktardınız'' demeyesiniz.

 

Büreyde'den rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir:

 

Resûlullah (s.a.a.), Yemen'e iki askeri birlik gönderdi. Bu birliklerden birinin başında Ali b. Ebî Tâlib, diğerinin başında da Halid b. Velid vardı. Resûlullah (s.a.a.), bunları gönderirken kendilerine şu talimatı vermişti: İkiniz Yemen'de bir araya geldiğinizde komutan Ali'dir. Ayrıldığınız zaman da herkes kendi askeri birliğinin komutanı olacaktır. Nihayet Yemen'e vardık. Yemenlilerden Beni Zeyd kabilesiyle karşılaştık, onlarla savaştık. Biz Müslümanlar, Yemenli müşrikleri mağlup ettik. Savaşçılarını öldürdük, geri kalanlarını esir aldık. Ali, esir alınan kadınlardan birini kendi şahsına ayırdı. Halid b. Velid de bir mektup yazıp beni Resûlullah'a göndererek Ali'nin böyle bir davranışta bulunduğumu haber vermemi istedi. Resûlullah'ın (s.a.a.) yanına vardığımda Halid'in mektubunu kendisine verdim. Mektup O'na okundu.  Resûlullah'ın (s.a.a.) öfkelendiğini yüzünden anladım ve şöyle dedim: Ey Allah'ın Resûlü, ben Yemen'den dönen bir adamım. Sen beni bir komutanla Yemen'e göndermiş ve ona itaat etmemi emretmiştin. Şimdi ben onun sana gönderdiği mesajı tebliğ ettim. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ali'nin aleyhinde konuşma. O, bendendir, ben de O'ndanım! Benden sonra veliniz O'dur! O, bendendir, ben de O'ndanım! Benden sonra sizin veliniz O'dur!

 

Hadisin isnâdı sahihtir. İsnâd zincirinde Eclah el-Kindî vardır. Bu şahıs muvassaktır. Sünenlerde ve Buhârî'nin Edebü'l-Müfred'inde hadisleri vardır.[xx]

 

Hadiste de görüldüğü gibi Resûlullah (s.a.a.) Ali'ye yapılan eleştirilere tahammül edememektedir. Zira Ali'ye yapılan hakaret Resûlullah'a (s.a.a.) yapılmıştır. Ali Resûlullah'ın nefsidir, Resûlullah'a (s.a.a.) taan eden Kur'an'a taan etmiş olur. Kur'an'a taan eden de Allah'a taan etmiştir.

 

Büreyde “Ben Yemen'den dönen bir adamım” sözüyle ben sadece bir elçiyim demeye çalışıyor. Sizin bana vermiş olduğunuz ‘‘emirinize itaat ediniz'' buyruğunuza uygun davranarak onun size ulaştırmamı emrettiği mektubu size getirdim.

 

Resûlullah'ın “Ali'nin aleyhinde konuşma” ifadesi Halid'in nifakının en açık göstergelerindendir. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) “Ey Ali seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder.” buyurmaktadır. Resûlullah'ın (s.a.a.) sözlerinden O'nun Ali'yi kınadığı veya özür dilediği mi yoksa Ali'nin aleyhine konuşanları eleştirdiği mi anlaşılıyor?

 

“O benden sonra sizin velinizdir.” Ben yarın ayrılıp gideceğim. O benden sonra sizin halifeniz olacak. Şimdiden böyle yapıyorsanız yarın kim bilir nasıl davranacaksınız? Sakife de zaten böyle vuku buldu. Halid de Sakife'de bulunan ve başrol oynayanlardan birisiydi.

 

Hadiste görüldüğü üzere Resûlullah “O bendendir. Ben de ondanım. Benden sonra sizin veliniz O'dur” sözünü tekrarlamaktadır. 

 

Hadisin isnâdında geçen Eclah el-Kindî'nin üzerinde önümüzdeki programda duracağız.

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[i] Allâme Muhammed Nâsırüddîn Albânî, Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 5, s. 262.

[ii] A.g.e., a.g.y.

[iii] İbn Hacer el-Askalânî, Takrîbu't-Tehzîb, s. 199, 950 no'lu tercüme-i hâl, Dârü'l-Âsıme.

[iv] Şemsüddîn ez-Zehebî, Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ, c. 8, s. 197-199, 36 no'lu tercüme-i hâl, Müessesetü'r-Risâle. 

[v] Şemsüddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osmân b. Kaymâz ez-Zehebî, Tarîhü'l-İslâm ve Vefiyyâtü'l-Meşâhîri ve'l-Alam, c. 5, s. 596, thk: Beşşâr Avvâd Marûf.

[vi]İbn Teymiyye, İktidâü's-Sırâti'l-Müstakîm li Muhalefeti Ashâbi'l-Cehîm, c. 1, thk: Doktor Nasır Abdülkerim el-Akl.

[vii] A.g.e., a.g.y.

[viii] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 299, thk: Muhammed Reşad Salim.

[ix] Müsnedü İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 33, s.154.

[x] Allâme Albânî, Silsiletü'l-Ahâdîsi's-Sahîha, c. 5, s. 263, Ali'nin Fazileti Bâbı, hadis no: 2223.

[xi] A.g.e., a.g.y.

[xii] A.g.e., a.g.y.

[xiii] Hafız Muhammed Abdurrahmân b. Abdurrahîm el-Mubârekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, c. 10, s. 199.

[xiv] Allâme Albânî, Sahîhu Süneni't-Tirmizî, c. 2, s. 484, hadis no: 2223.

[xv] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî bi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, c. 17, s.72, talikat: Abdurrahman el-Berrâk, Dârü Taybe.

[xvi] Hafız Zeynüddîn Ebü'l-Ferec Abdurrahmân ed-Dımaşkî, Câmiu'l-Ulûm ve'l-Hikem, c. 2, s. 121, thk: Allâme Şuayb el-Arnavut- İbrâhîm Bâcis, onuncu baskı.

[xvii] Tuhfetü'lü-Ahvezî, c. 7, s. 475.

[xviii] Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 199.

[xix] A.g.e., a.g.y.

[xx] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, s. 497, hadis no: 22908, tahkik, şerh ve fihrist: Hamza Ahmed Zeyn, Dâru'l-Hadis.