Ayetullah Kemal Haydari: Câhiliye Ölümü (3)
- Medyasafak.net
- EHL-İ BEYT OKULU
- 07.06.2020
Ben Ömer b. Abdülaziz’in huzurunda idim. Bir şahıs Yezid b. Muaviye’yi anmak için ‘‘Emirü’l-Müminin Yezid’’ deyince Ömer ‘‘Emirü’l-Müminin Yezid ha!’’ dedi ve ona yirmi kırbaç vurulmasını emretti.
Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.
Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimize olsun. ‘‘Utruhatü'l-Mehdeviyye'' adlı programımızın yeni bir bölümüyle karşınızdayız. Sizin adınıza değerli konuğumuz Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, diyorum.
Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.
Sunucu: Önceki programda Yezid b. Muaviye'nin bazı çirkin fiillerine işaret etmiştiniz. Özelde belirtmek istediğiniz başka hakikatler var mı?
Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.
Bu tür konulara değinmemizin gerekçesinin değerli izleyiciler nezdinde açık olduğunu düşünüyorum. Bu tür konularla aslî konuya işaret etmek istiyoruz.
Aslî konumuz şudur: Biat edilmesi gereken ve kişinin biat etmemesi halinde câhiliye ölümü üzere ölmesine neden olan imamın taşıması gereken temel özellikler nelerdir?
Bizler Hz. Resûl-u Âzam'dan sabit olan bu hadisin sadece belli bir zamana veya mekâna özgü olmadığına inanıyoruz. Kıyamet kopuncaya kadar bu hakikat geçerli olacaktır. Dolayısıyla bir Müslümanın boynunda bir imama biati olmaksızın uyuması ve geceyi geçirmesi caiz değildir. Bir Müslüman bu hâlde vefat edecek olursa câhiliye ölümü üzere ölmüş olur. Bütün İslâm âlimlerinin nezdinde de bu sabit bir hakikattir. Ancak tartışmaya konu olan husus, bu imamda bulunması gereken özelliklerdir.
Bizler önceki iki programda Ehl-i Beyt Okuluna mensup şahısların ‘‘kendisine biat edilmesi gereken imam hakkında ve onun özelliklerinin ne olduğu ile ilgili'' araştırma yapmalarına gerek olmadığını söylemiştik. Zaten Ehl-i Beyt Okulu ‘‘Masum İmam'ın'' şu an hayatta olduğuna ve bu İmam'a biat edilmesi gerektiğine inanmaktadır. Konu, İmam Mehdî-i Muntazar'ın hayatta olmadığına inanan kimseler için söz konusudur. Mehdî-i Muntazar'ın hayatta olduğuna inanmayan kimseler bir imama biat etmek zorundadırlar. İnşallah bu konu ilerleyen programlarda ele alınacaktır.
Resûlullah'ın (s.a.a.) akidevî ve inançsal bir hakikate işaret edip de bunu eksiksiz bir şekilde açıklamaması hiç makul ve mümkün müdür? Hz. Resûlullah (s.a.a.) boynunda bir imama biat etmeksizin ölen kişinin câhiliye ölümü üzere öleceğini söyleyecek, beri taraftan bu imamın ve imamların kim veya kimler olduğunu, kaç kişi olduklarını ve bu imamların hangi sıfatları taşımaları gerektiğini açıklamayacak? Böyle bir şey olabilir mi? Kimler olduğunu açıklamasa dahi bu imamın özelliklerini belirtmesi gerekmektedir.
Bundan dolayıdır ki kendilerine biat edilmesi gereken bu imamların beyanı hakkında Sahâbe Okulunun ve Emevîci din anlayışı mensuplarının büyük bir kaosa düştüklerini görmekteyiz. İnşallah bu konuyu ileride ele alacağız.
Önceki programda bu hakikate işaret ederek -başını Şeyh İbn Teymiyye'nin çektiği- Emevîci din anlayışı mensuplarının ‘‘kendisine biat edilmesi vacip olan ve biat edilmemesi halinde câhiliye ölümü üzere ölmeyi gerektiren imamın'' Nâsıbî, münafık, içki içen, Resûlullah'ın (s.a.a.) torununu katleden, Medine'nin hürmetini çiğneyen, pek çok başka münker fiil irtikâp eden bir şahıs olabileceğine inandıklarını belirtmiştik. Onlara göre böyle birisi yönetici olursa kendisine biat etmek vaciptir ve biat etmeyen kimse câhiliye ölümü üzere ölmüştür! Ayrıca önceki programda bu hususa işaret ettiğimiz gibi bazı âlimlerin açıklamalarından oluşan pasajlar da okuduk. Pasajlarını okuduğumuz kimseler, İslâm âlimlerinin ilk tabakalarından idiler. Bir bölümü Sahâbe Okulundan, bir bölümü ise Emevîci din anlayışını benimseyenlerdendir. Şimdi ise konuyla ilgili bazı pasajlar daha eklemek istiyorum.
İlk işaret etmek istediğim kaynak İbn Hacer el-Askalânî'nin (ö. h. 852) Tehzîbü't-Tehzîb adlı eseridir. İbn Hacer burada şöyle der:
Medineliler Yezid'e karşı çıkarak hicretin 63. yılında onu hilafetten azletmeye kalkıştılar. Bunun üzerine Yezid b. Muaviye üzerlerine Müslim b. Ukbe el-Mürrî'yi göndererek üç gün boyunca Medine'nin saygınlığını çiğnemesini ve Medine ehlinden Yezid'in köleleri olduklarını ilan etmek suretiyle biat almasını emretti. Müslim, Harre olayını gerçekleştirdikten sonra İbn Zübeyr ile savaşmak üzere Mekke'ye doğru harekete geçti. Bu çirkin işleri yapan Müslim b. Ukbe'dir. Müslim bazı sahâbîlerden, onların oğullarından ve seçkin tâbiîlerden oluşan bir grup insanı öldürdü. Müslim, kendisinin yerine ordunun başına Husayn b. Numayr es-Sekunî'yi atadı. Husayn, İbn Zübeyr'i muhasara etti ve Kâbe'ye fırlatılmak üzere mancınık kurdurdu. Bu mancınık Kâbe'nin sütunlarında gedik oluşturdu, sonrasında da Kâbe yandı. Onlar bu çirkin fiilleriyle meşgulken birden Yezid b. Muaviye'nin helak haberi kendilerine geldi. Bunun üzerine geri döndüler…[1]
Pasaja dikkatlice bakalım. Kimse bize ‘‘bu tasarruf Müslim b. Ukbe'nin kendisine ait idi'' demesin. Nitekim Hz. İmam Hüseyin'in (a.s.) şehadet olayında da Yezid'i aklamaya çalışanlar bu tasarrufun İbn Ziyad'a veya Ömer b. Sa'd'a ait olduğunu söylemeye çalışmışlardır. Bu konuda İbn Hacer gibi âlimlerin açık ifadeleri bulunmaktadır. İbn Hacer Emevîci din anlayışına eğilimli âlimlerdendir.
İşte Şeyh İbn Teymiyye'nin “emîrü'l-müminîn”i! Bu emir, ona ve onun imam olduğuna inanan ve ona biat edilmesini vacip görenlere mübârek olsun!
Pasajda geçen çirkin işleri yapan şahıs, tüm bunları Yezid'in emriyle yapmış. Yani bu çirkin işler, Muaviye'nin vasiyeti ile başa geçen “emîrü'l-müminîn”in emriyle gerçekleşiyor.
Evet, yazar ‘‘Yezid'in ölümü'' demiyor da ‘‘helaki'' diyor. Helak sözcüğünü kullanmasının nedenini ileride açıklayacağız. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır:
Ümmetimin helaki Kureyş'in sefihlerinden bir gencin eliyle olacaktır.
Aynı eserde şöyle bir rivayet geçmektedir:
Sika kimselerden biri olan Yahya b. Abdülmelik dedi ki, bize sika Nevfel b. Ebû Akrab rivayet etti ve dedi ki:
Ben Ömer b. Abdülaziz'in huzurunda idim. Bir şahıs Yezid b. Muaviye'yi anmak için ‘‘Emirü'l-Müminin Yezid'' deyince Ömer ‘‘Emirü'l-Müminin Yezid ha!'' dedi ve ona yirmi kırbaç vurulmasını emretti.[2]
Ömer b. Abdülaziz, Ehl-i Sünnet nezdinde büyük bir makama sahiptir ve on iki halifeden birisi olarak kabul edilir. Kendisine ‘‘Beşinci Râşid Halife'' denir. Ümeyyeoğullarının halifelerinden Ömer b. Abdülaziz, Yezid'i ‘‘Emirü'l-Müminin'' sıfatıyla anan kimseye tazir cezası uyguluyor. Şu televizyon kanallarına bakınız! Yezid'i ‘‘Emirü'l-Müminin'' sıfatıyla anmakla iftihar edenleri göreceksiniz! Yezid'e böyle diyen bu şahıslar her ne hikmetse Hz. Ali'yi ‘‘Emirü'l-Müminin'' sıfatıyla anmazlar. Yani en azından biz böyle andıklarını göremiyoruz. Bunlar kalpleri hasta kimselerdir. Ben bu sözleri Emevîci din anlayışını, İbn Teymiyye'nin yolunu ve metodunu benimseyenlere ve Kur'an'da geçen ‘‘melun ve habis ağaca'' sevgi besleyenlere ve bu ağacın bağlılarına söylüyorum. İmam Ali'nin ismi geçtiği zaman ne önüne ne de ardına bir şey eklemeyen bu şahıslar, Muaviye ve Yezid'in isimlerinin başına hemen ‘‘Emirü'l-Müminin'' sıfatını eklerler. Dahası Yezid'i bu tür çirkin eylemlerden aklamak için çeşitli eserler telif ederler. Yukarıda geçen rivayet ışığında sizin kabulünüze göre beşinci halife olan Ömer b. Abdülaziz, Yezid'i ‘‘Emirü'l-Müminin'' olarak anan kimseyi tazir cezasına müstahak görüyor.
İkinci kaynak, Süyûtî'nin Tarihu'l-Hulefâ adlı eseri.
Değerli izleyicilerin Yezid'in habis fiillerine dikkat etmelerini istirham ediyorum. Yazar şöyle diyor:
Hicrî 63 yılı. Yezid'e Medine ehlinin kendisine karşı ayaklandığı ve onu hilafetten azletmeye kalkıştıkları haberi geldi. Bu haber üzerine o da üzerlerine donanımlı ve kalabalık bir ordu gönderdi. Orduya Medine ehlini katletmelerini sonra da İbn ez-Zübeyr ile çarpışmak için Mekke'ye yürümelerini emretti. Ordu Mekke'ye geldi. Taybe kapısında Harre Vakası gerçekleşti. Harre Vakası ne kadar da dehşetli bir hadisedir! Hasan bir defa bu olaya değinerek şöyle demişti:
Allah'a kasem olsun ki neredeyse Medine ehlinden hiç kimse kurtulamadı. Sahâbeden ve diğer insanlardan oluşan bir grup topluluk öldürüldü. Medine yağma edildi. 1000 bakire kız tecavüze uğradı.[3]
Medine'de bulunanlar Yahudi ve Hristiyan olsalardı bile bunları yapma hakları yoktu! Evet, bunları yapan insan vahşidir. Buna insan dahi denilemez! İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Bu olayı bazı tarihçiler de zikretmiştir.
Ancak İbn Teymiyye ‘‘İslam izzetinin, Yezid ve emsali döneminde tahakkuk ettiğini'' söylemektedir. Bu konu birazdan gelecek ve biz de Minhâcü's-Sünne adlı eserde Yezid'i nasıl övdüğünü okuyacağız. El-İsâbe adlı eserde ve benzerlerinde geçtiği üzere Müslim b. Ukbe de bu tür davranışlarından dolayı “müsrif” olarak isimlendirilmiştir.
Üçüncü kaynak: İbn Kesir'in el-Bidâyetü ve'n-Nihâye adlı eseri. Yazar şöyle diyor:
Yezid, Müslim b. Ukbe'ye Medine'yi üç gün süreyle mubah sayıp saygınlığını hiçe sayması için emir vermekle hata yapmıştı. Bu çok büyük ve fahiş bir hatadır. Ayrıca sahâbîlerden ve çocuklarından çok sayıda kişiyi de öldürtmüştü… Bu üç günlük süre zarfında Medine-i Nebeviye'de haddi ve ölçüsü olmayan, miktar ve niteliği bilinemeyen büyük kötülükler ve bozgunculuklar vuku bulmuştu ki bunları ancak Azîz ve Celil olan Allah bilir.[4]
Dolayısıyla bu katliam ve Medine'nin saygınlığı çiğneme Müslim'in kendisinin ictihâdı değildir. Nitekim İbn Ziyad'ın olayında da aynı davranışta bulunmaya çalışmışlardır. Hayır, asla! Bizzat bu saygınlığı çiğnemeyi Yezid'in kendisi Müslim'e emretmiştir. Ey kardeşler, bu olaylar nerede gerçekleşiyor, biliyor musunuz? Sıradan bir İslam beldesinde değil! İnancımıza göre Mekke'den sonraki en mukaddes belde olan Medine'de vuku buluyor. Resûl-u Âzam'ın (s.a.a.) Medine'sinde! Eğer bu şahıs Resûlullah'ın hürmetine inanıyorsa -velev ki Medine ahalisi kendisini haksızca görevden almaya çalışmış olsunlar- Resûlullah'tın ve Ravza'sının hürmetine Medine'ye ilişmemesi gerekirdi. Evet, ilk üç halifenin saygınlığına inanıyor idiyse -ki üçüncü halife Ümeyyeoğullarından idi- Medine'ye ilişmemeliydi. Ancak bu insan herhangi bir inanca sahip değildir. Aslında İslami bir terbiye üzere de yetişmiş değildir. Allâme Alayilî'nin el-İmam Huseyn adlı eserinde belirttiği gibi Hıristiyan kültürüyle yetişmiştir.
Yazar devamında şöyle diyor:
Yezid, Müslim b. Ukbe'yi Medine'ye göndermekle kendi saltanat ve hâkimiyetini sağlama almak, hilafet dönemini çekişmesiz bir şekilde sürdürmek amacını gütmüştü. Ama Allah-u Teâlâ onu kendi amacının zıddıyla cezalandırdı. Onunla amacının arasına engeller koydu. Onu zorba hükümdarlara yaraşır biçimde kahretti. Onu, Güçlü ve Azîz Zâtına layık bir şekilde yakaladı.[5]
Yezid'e “Emirü'l-Müminin” diyen ve ona biat etmemeyi ‘‘câhiliye ölümü üzere ölmeye'' neden sayan mantık nerede, bu mantık nerede! İşte İbn Kesir'in mantığı, işte İbn Teymiyye'nin mantığı! Emevîci din anlayışı ile Sahâbe Okulu arasındaki fark budur! Emevîci din anlayışı, meseleyi ‘‘kendisine biat edilmesi vacip olan Yezid'e karşı çıkıp ayaklanmak'' olarak değerlendirirken Sahâbe Okulu olaya bu perspektiften bakmaz.
Bundan dolayıdır ki Sahâbe Okulunun büyük âlimlerinden İbn İmâd el-Hanbelî'yi meseleyi şu şekilde değerlendirirken görmekteyiz.
İbn İmâd el-Hanbelî Şezerâtü'z-Zeheb adlı eserinde şöyle diyor:
Hz. İmam Hüseyin'in ve İbn Zübeyr'in Yezid'e karşı kıyamının, Haremeyn halkının Ümeyyeoğullarına karşı mücadelesinin güzel bir davranış olduğu hususunda ittifak bulunduğu aktarılmıştır. İbnü'l-Eş'as ve beraberinde bulunan büyük tâbiîlerin, Müslümanların seçkinlerinin Haccâc'a karşı mücadeleleri de aynı kategoridedir.
Ayrıca ulemanın cumhuru Yezid gibilerine kıyam etmenin caiz olduğu görüşünü benimsemiştir. Hatta ulema arasında kim olursa olsun her zalime karşı ayaklanmanın caiz olduğu görüşünde olanlar vardır. Nitekim İbn Hazm, İslam'ın temellerini sarsan dört olay sayar: Osman'ın öldürülmesi, Hz. İmam Hüseyin'in şehid edilmesi, Harre olayı ve İbn ez-Zübeyr'in katledilmesi.[6]
İbn İmâd bu kıyamları överken İbn Teymiyye ise Yezid'e biat edilmemesini eleştirmekte ve biat etmeksizin ölen kimselerin câhiliye ölümü üzere öldüklerini iddia etmektedir.
Metinde geçen ulemanın cumhurundan kasıt Ehl-i Sünnet'in cumhurudur, Emevîci din anlayışının cumhuru değil.
Bu anlayışa benzemeyen ve bu anlayışıyla örtüşmeyen İbn Teymiyye'nin nazariyesini ve bakış açısını birazdan okuyup değerlendireceğiz. İki yaklaşım arasında büyük bir fark mevcuttur. Bir tarafta Yezid gibi birisine biat etmenin vacip olduğuna inanan bir yaklaşım, diğer tarafta ise zalim bir insana karşı ayaklanmanın caiz olduğuna inanan bir yaklaşım...
İbn Hazm, Emevîci bir din anlayışına sahiptir. Bundan dolayı Ömer'in öldürülmesi yerine Osman'ın öldürülmesini saymaktadır. İbn Hazm'ın saydığı dört olaydan üçü Yezid döneminde gerçekleşmiştir.
Geliniz, bir de bu yaklaşımın karşısında bulunan İbn Teymiyye'nin yaklaşımına ve onun neler dediğine bir bakalım. Minhâcü's-Sünne adlı eserden aktaracağım. Bu eserin iki basımı bulunmaktadır. Eski basımı sekiz, yeni basımı ise dört cilt halindedir. Piyasada da bulunan bu basımdır. İzleyicilerimiz kolayca takip edebilsinler diye yeni baskısını getirdim.
İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle der:
Ben Resûlullah'ı (s.a.a.) ‘‘Her kim bir elini itaatten çıkarırsa kıyamet gününde Allah'a hiçbir hücceti olmadığı halde kavuşur. Ve her kim boynunda bir biat olmadığı halde ölürse câhiliye ölümü üzere ölür'' buyururken işittim, hadisini aktardıktan sonra şöyle der:
Abdullah b. Ömer'in Abdullah b. Mutî el-Esved'e söylediği hadis İbn Mutî'nin ve Medinelilerin kendi dönemlerinin emiri olan Yezid'i makamından atma ve ona karşı gelme çabalarına ilişkindir. Yezid'de her türlü zulüm bulunsa da ona karşı çıkılmamasının gerekliliğini ifade etmektedir. Yezid Medineliler ile savaştı. Harre ehline karşı bazı çirkin işler yaptı.
Bu hadis -gelecek hadislerin de delalet ettiği gibi- Müslüman yöneticilere zor kullanılarak karşı çıkılamayacağına delalet etmektedir. Müslümanların liderlerine karşı çıkmak caiz değildir. Müslümanların işlerinin dizginlerini elinde bulunduran kimselere itaat etmeyenler câhiliye ölümü üzere ölürler. İşte bu Râfızîlerin görüşünün zıddıdır.[7]
Yani İbn Ömer, İbn Mutî'ye Yezid'e karşı ayaklanmaması için nasihat ediyor ve ona ‘‘senin Yezid'e karşı çıkma hakkın yoktur'' diyor. Pasajda görüldüğü gibi İbn Teymiyye kılıç ve kuvvet kullanarak Müslümanların liderlerine karşı çıkılamayacağı görüşünü savunmaktadır. Hâlbuki yukarıda geçen pasajda ise İslâm âlimlerin çoğunluğunun -kim olursa olsun- zalime karşı gelmenin caiz olduğu görüşünü benimsediklerini okumuştuk.
Pasajın son cümlesine ilişkin olarak da şu değerlendirmede bulunabiliriz: Evet, biz bu görüşteyiz ve bununla da iftihar etmekteyiz. Bizler Yezid, Muaviye ve Haccâc gibilerine biat etmeyiz. Sizler isterseniz biat edin, Yezid ve Muaviye gibiler size mübârek olsun!
Bu rivayetten önce bir rivayet bulunmaktadır. Bu rivayete göre Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Kıyamet gününde gadreden (hainlik, vefasızlık) kimse için bir sancak dikilecektir'' buyurmuşlardır. İbn Ömer de bu rivayeti Yezid'in biatinden çıkanlara uygulamak istiyor!
Bize hadisi aktarılan Abdullah b. Ömer'in kim olduğuna işaret etmek istiyorum. Sadece tek bir rivayete değineceğim. Rivayet İmam Buhârî'nin Sahih'inde geçmektedir. Ancak biz rivayeti Buhârî'nin Ebû Suheyb el-Keremî'nin baskısından değil de Mektebetü's-Selefiyye basımından aktaracağız. Niçin bu baskıdan rivayette bulunduğumuza da ileride değineceğiz.
İmam Buhârî el-Câmiu's-Sahîhinde şöyle rivayet etmektedir:
Medine ahalisi, Yezid b. Muaviye'nin biatinden çıktıkları zaman İbn Ömer kendine has cemaatini ve oğullarını topladı ve onlara hitaben şöyle dedi:
Ben Peygamber'den (s.a.a.) işittim. O (s.a.a.) ‘‘Verdiği sözünde durmayıp cayan, her hain kişi için kıyamet gününde bir bayrak dikilir'' buyuruyordu. Ve şüphesiz bizler bu adama (Yezid'e) Allah'ın ve Resûlünün biat emri üzere biat etmişizdir. Ve ben bir adama Allah'ın ve Resûlünün emri üzere biat edilip de sonra o adam için kıtal bayrağı dikilmesinden daha büyük bir gadr ve sözünden cayma bilmiyorum. Ve yine ben sizden hiç kimsenin Yezid'in biatinden çıkıp da bu işte başka bir kimseye biat ettiğini bilmiyorum. Şayet böyle bir şey olmuşsa onunla benim aramda muhakkak bir kesici ve ayırıcı olmuş olur, dedi [8]
Eserin muhakkiki haşiyede şöyle diyor:
Kasıt, Allah ve Resûlünün imama biatı şart koşuşu üzere biat edilmesidir. İbn Ömer, bilmiyorum ve anlayamıyorum, Allah-u Teâlâ'nın ve Resûlullah'ın (s.a.a.) Yezid gibilerine biat etmeyi emrettiğini nereden bulup getirdi? Bu konu inşallah ileride ortaya konulacaktır. Önemli olan İbn Ömer gibi birisinin ‘‘bunlara biatin, Allah'a ve Resûlüne biat olduğuna'' inanıp biat etmesidir.
Soru: İbn Ömer bütün meselelerde bu hakikatin gereğini yerine getirmiş midir?
Fethu'l-Bârî adlı esere bir bakalım. Müellif şöyle diyor:
İbn Ömer, İmam Ali'nin hilafetine değinmedi. Çünkü kendisi O'na biat etmiş değildi. O'nun döneminde ihtilafların çıkmasından dolayı Ali'ye biat etmemiştir. Nitekim bu husus sahih haberlerde meşhurdur. Öyle anlaşılıyor ki İbn Ömer insanların hakkında ihtilaf ettiği kimselere biat etmiyor. Bu gerekçeden dolayı İbn Zübeyr ve Abdülmelik b. Mervân ihtilaf halindeyken ikisine de biat etmemiştir. Ancak Yezid b. Muaviye'ye biat etmiş. Sonraları da Abdülmelik'e biat etmiştir. Belki de söz konusu müddet içinde İmam Ali'ye de biat etmemiştir.[9]
Bu da İbn Ömer'in başarısı! Yezid'e biat ediyor ama İmam Ali'ye biat etmiyor! Yezid'de bulunup da Hz. Ali'de bulunmayan hangi özellikler var, bilemiyorum. Yezid'i Hz. Ali'den ayırt eden özellikler nelerdir? Bilemiyorum. Yoksa Yezid hakkında ‘‘ona sevgi duymak iman, ona buğzetmek münafıklık mıdır'' hadisi mi söylenmiştir? Yoksa ‘‘Yezid'e sevgi Resûlullah'a sevgidir'' diye nebevî buyruk mu var? Onu sevmek Allah'ı sevmek ile eşdeğer midir? Dahası, Yezid'e biat etmekle kalmıyor, aksine Yezid'e karşı çıkanların yanına varıp onları bu davranışından alıkoymak istiyor! İmam Ali'ye biat etmemesi hakkında ihtilaf bulunmasından imiş! Peki, Yezid, üzerinde görüş birliği sağlanan kimselerden midir?
İbn Ömer İmam Ali'ye biat etmediği dönemde kime biat etmiştir? Bu dönemde bir kimseye biat etmesi gerekiyor. Çünkü bir insanın boynunda biat edeceği bir imamın yükümlülüğü bulunmaktadır. Peki, bu şahıs Ali'ye biat etmemişse o dönemde kime biat etmiştir? Muaviye'ye mi, bilemediğimiz bir insana mı, yoksa bir cine mi biat etmiştir? Ali (a.s.) Müslümanların imamı değilse biati vacip olan imam kimdir? Artık hiçbir değerlendirmede bulunmak istemiyor ve değerlendirmeyi izleyicilere bırakıyorum. Bizler Emevîci din anlayışı ile Sahâbe Okulunu birbirinden ayırıyoruz. Çünkü her iki ekolün ilkeleri ve öğretileri birbirinden ayrıdır. Sahâbe Okulunun dayanaklarına göre ilk halifeye biat vacip olduğu gibi dördüncü halifeye de biat etmek vaciptir.
Sunucu: Hâlbuki babası Ömer, İmam Ali'nin de aralarında bulunduğu altı kişiye şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.a.) sizlerden razı olarak vefat etmiştir.
Seyyid Kemal Haydarî: İşte Abdullah b. Ömer! Bu şahsa özetle değinmiş olduk.
Sunucu: İlk konu anlaşıldı. Ümeyyeoğullarının bu tür açık bozgunculuklarına delalet eden Hz. Resûlullah'tan aktarılan açık naslar var mıdır?
Seyyid Kemal Haydarî: Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan naslar arasında Yezid'in ismi açıkça geçmiyor. Bizler de O'nu bu ismi anmayacak kadar yüce bir şahsiyet olarak görüyoruz. O, bu tür şahısları diline dolamaz. Ancak O (s.a.a.), âlimlerin ittifakıyla ileride ümmetinin fesadına neden olacak ve onları helak edecek bazı şahısları genel olarak zikretmektedir. Ümmetin fesadı bunların eliyle gerçekleşecektir. Âlimlerin rolü burada devreye giriyor. Muradın Ümeyyeoğulları olduğunu söyleyemeseniz de en azından Yezid'in kastedildiğini söyleyebilirsiniz. Fesad ve helak Yezid ile başlıyor. Bize göre fesad ve helak Muaviye'den başlıyor. Çünkü bu konudaki naslar açıktır. ‘‘Benden sonra sünnetimi ilk olarak değiştiren Muaviye'dir.'' Naslar açıktır. Bu nasların tümü uygun bir zamanda ele alınacaktır. Ancak şimdi ben ‘‘Ümmetimin helaki Kureyş'ten bir gencin eliyle olacaktır'' veya ‘‘Ümmetimin helaki Kureyş'ten bazı gençlerin eliyle olacaktır'' şeklindeki nasları ele almak istiyorum. Bu sahadaki naslar çeşitlidir ve ben bunlardan bazılarına işaret edeceğim.
Bu rivayetlerden birisi Sahihu'l Buhârî'de geçmektedir. Rivayet şöyledir:
Amr b. Yahya b. Said el-Emevî, dedesi Said el-Emevî'den şöyle rivayet etmektedir:
Bir kere ben, Mervân ve Ebû Hureyre ile bir yerde bulundum. Ebû Hureyre, ‘‘Resûlullah'ın, ümmetimin helaki Kureyş'ten birkaç gencin ellerindedir buyurduğunu işittim'' dedi. Mervân hayret ederek, ‘‘Birkaç genç, koca bir ümmetin ölümüne nasıl sebep olabilir?'' dedi ve Ebû Hureyre cevaben, ‘‘İstersen şimdi bunları adlarıyla sana haber vereyim. Benî falan ve benî fulan'' demesi üzerine Mervân, ‘‘Allah onlara lanet etsin!'' dedi.[10]
Konu açık. Dolayısıyla hadiste söz konusu edilen tek bir şahıs değildir. Bir grup olduğu açıktır ve bellidir. ‘‘Benî'' sözcüğü belirli olduklarını göstermektedir. Dilerseniz bunlara ‘‘Benî Hâşim'' deyiniz. Peki, naslar bunun ‘‘Benî Hâşim'' olduğuna mı yoksa ‘‘Benî Ümeyye'' olduğuna mı işaret etmektedir?
İşin dikkat çeken tarafı Fethu'l-Bârî'de geçen şu ifadelerdir:
Ebû Hureyre'ye ‘‘Bunları tanıyor musun?'' diye sorulunca o, “Evet, isterseniz size teker teker isimlerini söyleyeyim'' dedi.
“Niçin onlara işaret etmiyorsun?” diye sorulunca o, ‘‘eğer söyleyecek olursam sizler şu boğazı kesersiniz'' dedi.[11]
Değerli izleyicilerin hadiste geçen hususa dikkat etmelerini istirham ediyorum. Bu hadisler onların hilafeti döneminde söyleniyor. Ebû Hureyre biliyor bu isimleri söylemesi durumunda kendisini boğazlayacaklarını biliyor!
İbn Hacer şöyle diyor:
Ebû Hureyre bu isimleri biliyor gözüküyor. Verdiği cevaptan da anlaşılan onun bu isimleri söylemediğidir.[12]
Değerli izleyicilerin aklına şöyle bir soru gelebilir. Bu belirteceğimiz mülahazalar da konuyla bağlantılı olsun. Çünkü bir daha böyle uygun bir fırsatı bulamayabilirim. Bizler yukarıda Sahihu'l Buhârî'nin iki basımının olduğunu söylemiş ve Ebû Suheyb el-Kerramî'nin gözden geçirdiği baskıyı değil de Mektebetü's-Selefiyye baskısından hadisleri rivayet ettiğimizi belirtmiştik.
Şimdi bunun gerekçesini sunmaya çalışalım. Bunun nedeninin ortaya konulması bağlamında size güzel bir açıklama okumak istiyorum. Bu açıklamalar Allâme Albânî'ye aittir.
O, en-Nasîha adlı eserinde şöyle der:
Bu tür meseleler, bu işi güzelce yapamayan gençleri bir şekilde yutmaktadır. Bilmediği halde bilir gibi gözüken cahillerin rüsva oluşlarını ortaya koyar. Bunlar büyük âlimler arasında başlı başına bu tür işleri yapmaya koyulurlar. Eserleri tahkik eder, hadisleri tahric ederler, cerh ve tadil ilminin asılları ve terminolojisinin inceliklerinin bilgileri bulunmayan konularında notlar düşer ve şaşılacak bir şekilde cüretli sözler söylerler.[13]
Allâme Albânî burada kastedilenin kim olduğuna değinmese de dipnotta şöyle der:
Davaya konu olan şahıs Hassân Abdülmennân'dır. Yanımda bir tahkiki var. Ebû Suhayb el-Keremî adı altında rüsvalığı ve hakikati ortaya çıktıktan sonra kitaplarını bu isimle yayınlamaya başladı. Hakkı batıla karıştırmış, sapıklıklar ve aldatmalar içinde boğulup kalmıştır. Hatta herhangi bir isim ve künye vermeksizin mukaddimelerinin ve taliklerinin olduğu eserler yayımlamaya başlamıştır. Okuyucu onun tahribatlarını ve türlerini görmek istiyorsa Sahihu'l Buhârî'deki oynamalarına bir baksın. Ebû Suhayb el-Keremî hadisin sened açısından munkatı olduğunu göstermek ve ortaya koymak için bazen sahâbî ile kendisinden rivayet edilen kişi arasındaki tâbiîni düşürür. Bazen de hadisin metninden sözcükleri düşürür veya sözcükler ekler. Bu düşürme anlamın bozulmasına, delalet noktasında karışıklığa neden olur… Ben öyle zannediyorum ki bu şahıs bunca oynamaları uzmanlığı ve bilgisi olduğu halde gerçekleştirmektedir. Bazen de kendisince belirlediği bir amaca göre yapmaktadır. [14]
Görüldüğü gibi Allâme Albânî, onu cahillerden saymaktadır. Yani hadisin isnadıyla oynamaktadır.
Ebû Suheyb el-Keremî ve Allâme Albânî'den kimin haklı olduğunu söylemek istemiyorum. Peki Ebû Suhayb el-Keremî'nin tahkikini ve talikini yaptığı Sahihu'l-Buhârî baskısına güvenilebilir mi? Asla!
Bakınız, en önemli kaynaklarıyla nasıl da oynuyorlar? Bu oynamalardan sonra da Sahihu'l Buhârî için ‘‘Allah'ın Kitabından sonraki en sahih kitaptır'' diyorlar. Bizi dünyanın dört bir tarafından izleyen değerli izleyicilere, Müslümanlara ve Ehl-i Beyt Mektebinin bağlılarına şu hakikatleri göstermek istiyorum. Bu kitaplarla isnad ve metinler açısından, takdim-tehir noktalarında oynandığını bilsinler. Metinlerden bazı ifadeleri atmakta, tedlise gitmekte ve oynamalarda bulunmaktadırlar. Nasıl oynadıklarına ileride işaret edeceğiz. Ebû Suhayb el-Keremî'nin tahkikini yaptığı Sahihu'l Buhârî yerine Mektebetü's-Selefiyye'nin basımını yaptığı Sahihu'l Buhârî'yi tercih etmemizin nedeni budur. Bu nüsha Ümeyyeoğullarının bağlıları nezdinde de makbuldür.
Sahihu'l Buhârî'den okuduğumuz bu hadis Sahîh-i İbn Hibbân'da da geçmektedir. Burada iki rivayet bulunmaktadır.
İlk rivayet Ebû Hureyre'dendir. O, şöyle der:
Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ümmetimin helaki Kureyşli bazı sefih gençlerin eliyledir. Mervân…[15]
Öyleyse hadisten helakin nedeninin sadece tek bir kişi değil birden fazla kişi / genç olduğu anlaşılıyor.
İkinci rivayet şöyledir:
Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini işittim: Dostum, doğru sözlü ve doğrulanan Ebu'l-Kâsım (s.a.a.) bana şöyle haber verdiler: Ümmetimin fesadı Kureyş'ten birkaç sefih çoluk çocuğun eliyle olacaktır. Dipnotta bu iki hadis için ‘‘sahihtir'' ifadesi geçmektedir.[16]
Bu rivayet aynısıyla Müsnedü'l-İmâm Ahmed'de geçmektedir:
‘‘Ümmetimin helaki Kureyşli birtakım sefih gençlerin eliyledir.'' Haşiyede ‘‘hadis sahihtir'' denmektedir.[17]
Müracaat etmek isteyenler için bir diğer esere de işaret etmek istiyorum. Hadis başlık olarak Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha'da geçmiyor. Ancak 3191 no.lu hadisli konuda geçmektedir:
Hadisin bâb başlığı: ‘‘Yetmişli yılların başından ve çocukların yönetiminden Allah'a sığının''
Bu başlıkta ‘‘Ümmetimin fesadı Kureyşli birkaç sefih çoluk çocuğun eliyle olacaktır'' hadisi geçmektedir. Allâme Albânî adres olarak şunları verir: Sahihu'l-Buhârî, Sahîh-i İbn Hibbân, es-Sikat, el-Hâkim, et-Tayalisî, Ahmed. Hâkim hadis hakkında şöyle der:
Hadisin isnadı sahihtir. Zerhebi de onun bu yargısını kabul eder.[18]
Soru: Bu sefih-akılsız gençler kimlerdir? Ümmetin helakinin ve fesadının elleriyle gerçekleşeceği bu kimseler kimlerdir? İki kaynağa müracaat edeceğiz. Biri Emevîci din anlayışına bağlı, diğeri Sahâbe Ekolüne.
İlki Allâme Askalânî'nin Fethu'l-Bârî adlı eseridir:
Ebû Hureyre'nin kendisi refederek şöyle demiştir: Çocukların yönetiminden Allah'a sığınırım.
Çevresindekiler ‘‘Çocukların yönetimi nedir'' diye sorunca cevaben şöyle demiştir: Eğer onlara itaat edecek olursanız -dininiz konusunda- helak olursunuz. İsyan edecek olursanız onlar sizi dünyanız konusunda nefsinizi helake sürüklemek veya malı ortadan kaldırmakla yok ederler…
Ebû Hureyre çarşı pazarda yürür ve şöyle derdi: Allah'ım! Beni hicrî 60 yılına ve çocukların yönetimine ulaştırma!
Ebû Hureyre'nin bu sözünde ‘‘çoluk çocuğun ilk emaretinin, hicretin altmışıncı yılında vuku bulacağına” işaret vardır. Ve tarihin seyri de bu suretle gerçekleşmiştir. Altmış tarihinde Muaviye'nin ilk defa veliahd tayin ettiği oğlu Yezid, saltanat makamına geçmiş ve dört sene hükümran olarak türlü çirkinlikler işlemiştir. Bu rivayet, Ebû Zura'nın Ebû Hureyre'den rivayet ettiği yukarıda geçen ‘‘Kureyşli şu kabile insanları helak edecektir'' şeklindeki nübüvvet alameti hadisi tahsis etmektedir.[19]
Hadiste geçen şu kabile ifadesinden anlaşılan Ümeyyeoğullarıdır. Ancak İbn Hacer, bütün Ümeyyeoğullarını kapsamasın sadece Yezid'e özgü olsun diye ‘‘hadiste tahsis vardır'' diyor.
Geliniz, bir de İbn İmâd el-Hanbelî'nin Şezerâtü'z-Zeheb adlı eserine bir bakalım. Yazar şöyle diyor:
İmam Hüseyin'in katilleri ve O'na saldıranlar hakkında aktarılanlar zındıklığa, kalplerinde imanın dönüştüğüne ve nübüvvet makamını küçük gördüklerine delalet etmektedir. Ne kadar korkunç şey! Bu dönemde şeriatı koruyan, temellerini sağlamlaştıran Allah-u Teâlâ ne kadar da yücedir! Nihayet bunların devletleri yıkıldı. ‘‘Ümmetimin helaki Kureyş'ten birkaç gencin eliyle gerçekleşecektir'' hadisinden murad edilen şey, Ümeyyeoğullarının ve emirlerinin Ehl-i Beyt'e uyguladıkları zulümlerdir.[20]
İbn Teymiyye ve bağlılarının sözlerinde bu tür ifadelere rastlanmaz. Pasajdan anlaşılan bir diğer husus Ümeyyeoğullarının şeriatı yıkmayı amaçlamalarıdır. Pasaj ‘‘günah keçisi sadece Yezid'dir'' demiyor, eleştirisini bütün Ümeyyeoğullarına yöneltiyor.
Devamında şöyle diyor:
Ebû Hureyre diyor ki ‘‘İsterseniz size teker teker isimlerini söyleyeyim.'' Yezid'in, Muaviye'nin valisi Busr b. Ertat el-Amırî'nin Ehl-i Beyt'e reva gördükleri şeyler… Öldürmeler, sürgünler, Hz. Ali hakkında aktarılan çirkin haberler.[21]
Ümeyyeoğullarının sireti bu şekildedir. Bu uygulama sadece Yezid'e özgü değildir.
Şu ana kadar yapılan açıklamalarla hadiste geçen birkaç gençten ve Kureyş'ten kastın Ümeyyeoğulları olduğu anlaşılıyor. İbn Kesir'in gerçekleştirdiği bir aldatmaya dikkat çekmek istiyorum.
İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eserinin 9. cildinde Yezid ve Ümeyyeoğulları hakkında okuduğumuz rivayeti aktarır. Ancak konuya başlık olarak şunu seçer:
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Muaviye'den sonra Hâşimoğullarından birkaç gencin eliyle gerçekleşecek fitneler hakkında haber vermesinin zikri.[22]
Hâşimoğullarından birkaç genç başlığını niçin kullanıyorsun? Kureyş hem Hâşimoğullarını hem de Ümeyyeoğullarını kapsıyor. Bizler asla Hâşimoğullarının hepsinin temiz olduğunu söylemiyoruz. Hâşimoğulları içinde de seviye itibariyle düşük kimselerin bulunduğunu kabul ediyoruz. Rivayet ‘‘Kureyş'' dediği halde sen neden ‘‘Hâşimoğulları'' diyorsun? Ve bu başlık altında Ümeyyeoğulları hakkında rivayetler aktarıyorsun? Bakınız, bu başlık altında şu rivayeti aktarıyor:
Ben, melik olduklarından sonra babam ve dedem ile Mervân'ın yanına çıktım. Bir de ne görelim! Onların kundaktaki bir şahsa biat ediyorlar… Dostum Ebu'l-Kasım ‘‘Ümmetimin fesadı Kureyşli birkaç genç eliyle gerçekleşecektir'' demişti. [23]
Hadiste, görüldüğü gibi ‘‘Kureyş'' kelimesi geçiyor, İbn Kesir ise bu kelimeyi ‘‘Hâşimoğulları'' olarak değiştiriyor! El-Bidâye'nin tüm nüshalarına baktım, hepsinde bu ifade kullanılıyor.
Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Beye teşekkürlerimizi sunuyoruz. Değerli izleyicilerimiz sizlere de teşekkür ediyoruz. Bir sonraki programda görüşmek üzere. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.
Çeviri: Cevher Caduk
Medya Şafak
[1] Hâfız Ebû'l-Fadl Şihabüddin Ahmed b. Ali İbn Muhammed b. Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, c. 4, s. 429, thk: İbrahim ez-Zi'bık ve Adil Mürşid, el-Müessesetü'r-Risâle, Beyrut.
[2] A.g.e., a.g.y.
[3] Hâfız Celâlüddîn es-Süyûtî, Tarihu'l-Hulefâ, s. 246, ed. ve thk: İbrahim Salih, Dâru Sadır, Beyrut.
[4] Hâfız İmâdüddîn Ebû'1-Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 11, s. 627, thk: Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki, Dâru'l-Âlemi'l-Kütüb.
[5] A.g.e., a.g.y.
[6] İmam Şihâbüddîn Ebü'l-Felâh Abdülhay b. İmâd el-Hanbelî, Şezerâtü'z-Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, c. 1, s. 276, thk: Abdülkadir Arnavut, Dâru İbn Kesir, Dımeşk-Beyrut.
[7] A.g.e., a.g.y.
[8] Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmiu's- Sahîh, c. 4, s. 322, hadis No; 7111, el-Mektebetü's-Selefiyye.
[9] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî Şerhu Sahihi'l-Buhârî, c. 5, s. 31, Dârü's-Selâm, Riyad.
[10] Sahihü'l-Buharî, c. 2, s. 529, hadis no: 3605.
[11] Fethu'l-Bârî Şerhu Sahihi'l-Buhârî, c. 13, s. 14.
[12] A.g.e., a.g.y.
[13] Allame Muhammed Nâsırüddin Albânî, en-Nasîhatü bi't-Tahziri min Tahribi İbn Abdülmennan li-Kütübi'l-Eimmeti'r-Râcihati ve Tadifihi li Miati'l-Ehâdîsi's-Sahîha, s. 5-6.
[14] A.g.e., a.g.y.
[15] Sahîh-i İbn Hibbân, c. 15, s. 107, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, hadis no: 6713, Müessesetü'r-Risâle.
[16] A.g.e., a.g.y., hadis no: 6712.
[17] Müsnedü'l-imam Ahmed c. 13, s. 404.
[18] Muhammed Nâsırüddin Albânî, Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 2, s. 580.
[19] Fethu'l-Bârî, c. 13, s. 14.
[20] Şezerâtü'z-Zeheb, c. 1 s. 276-7.
[21] A.g.e., a.g.y.
[22] el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 5, s. 230.
[23] A.g.e., a.g.y.