ÖZEL: Şii Hazara topluluğu ve bitmek bilmeyen şiddet döngüsü

ÖZEL: Şii Hazara topluluğu ve bitmek bilmeyen şiddet döngüsü
Bununla birlikte, tüm saldırıların en kötüsü, Mayıs 2020'de, polis kılığına giren teröristlerin Dasht-e Barchi bölgesindeki bir doğum hastanesinde 15 hamile kadın ve yeni doğan bebeği öldürmesiyle gerçekleşti. Medicine Sans Frontier tarafından yönetilen hastane, finansman kuruluşunun baskı altında kalıp çekilmesinin ardından kısa süre sonra kapatıldı.

 

 

 

Syed Zafar Mehdi

 

 

Press TV

 

 

Cumartesi günü batı Kabil'in Şii yoğunluklu Dasht-e Barchi semtindeki birkaç patlamadan saatler sonra, kederli ebeveynler Seyyidü’ş-Şüheda Okulu'nun önünde kan lekeli çanta yığınlarını ve öldürülen çocuklarının kitaplarını karıştırdılar.

 

Öğrenciler oruçlarını bozmak için okuldan ayrılmadan hemen önce, okul girişinin önünde üç bomba patladı ve geride en az 68 ölü ve yüzlerce yaralı -hepsi büyük hayalleri olan genç kızlar- bıraktı.

 

IŞİD terör örgütü tarafından üstlenilen korkunç saldırı, son yıllarda Afganistan'da ve komşu Pakistan'da zulüm gören Hazara Şiileri topluluğuna yönelik benzer saldırıların tehlikeli bir modelini takip ediyor.

 

Eğitim kurumları, cemaat camileri, spor kulüpleri, doğum hastaneleri, düğün salonları, siyasi merkezler; Durand Hattı boyunca, bu dini ve etnik azınlık için artık hiçbir yer güvenli görünmüyor.

 

Soykırım saldırıları o kadar düzenli hale geldi ki artık dünyanın en büyük insan hakları savunucularının kınamasını veya öfkesini uyandırmıyor. Onlar için mum ışığında nöbetler, protesto yürüyüşleri, üst düzey soruşturmalar, hatta o sosyal medya hashtagleri bile yok. Ölümleri soğuk istatistiklere indirgeniyor.

 

Batı Kabil'in kalabalık Dasht-e Barchi Mahallesi, yaşam ve ölümün dans ettiği o yürek parçalayıcı yerlerden birine dönüştü. Bu yer, özellikle 2013-2014'te IŞİD terör örgütünün savaşın harap ettiği ülkede yer edinmesinden bu yana, yıllardır şiddetin yükünü çekiyor.

 

Grubun Şiilere duyduğu nefretin tarihi bir geçmişi var, MS 40 yılında Ali İbn Ebî Talib'in (a.s.) şehadetine kadar uzanan IŞİD ideologları, Kufe'de ilk İmam'a öldürücü saldırıyı gerçekleştirenlerden ilham alıyor. Oğlu Hüseyin b. Ali'nin (a.s.) katillerini övüyorlar ve takipçilerinin öldürülmelerini meşru görüyorlar.

 

Hazara etnik kökeni, bu Şiiler topluluğunu IŞİD'in nefret odaklı şiddetine karşı daha savunmasız hale getiriyor yalnızca.

 

En çok zulüm gören topluluk

 

Dünyada en çok zulüm gören etnik azınlıklar arasında yer alan Hazara Şiileri, kökeni gizemlerle örtülü kalan az sayıdaki ırktan biridir.

 

Kökenleri hakkında birçok teori var. Bazı antropologlar soylarının Türko-Moğollara kadar izini sürerken bazıları, bunların İslam'ın gelişinden önce, 2000 yıl önceki Kuşhan Hanedanlığı döneminden beri Afganistan'ın orta dağlık bölgelerinde, Hazarajat'ta yaşayan Budistler olduğuna inanıyor. .

 

Ülkenin, özellikle de Hazara Şiilerini hedef alan cinayetler olmak üzere acımasız bir etnik şiddet geçmişi var. 1900'lerin sonlarında, acımasız Peştun hükümdarı Abdurrahman Han, Afganistan'ın merkezindeki tüm Şiilerin imhasını emretti ve bu durum binlerce Hazara Şii'nin katledilmesine yol açtı.

 

Mallarına el konuldu ve evlerini terk etmek zorunda kaldılar. Neredeyse bir asır boyunca Hazara Şiileri hapsedildi ve zengin tüccarlara köle olarak satıldı. Kadınları ve çocukları cinsel istismara uğradı. Pek çok tarihsel anlatıma göre, birçoğu takiyye yapmak zorunda kaldı.

 

Durumları daha sonraki on yıllarda, özellikle de Taliban'ın 1990'lardaki zalim yönetimi sırasında, evlerinin basıldığı ve çoğunlukla ülkenin kuzey illerinde tespit edilip öldürüldükleri zamanlar, daha da kötüye gitti.

 

Taliban komutanı Molla Muhammed Hanif, bir keresinde, Afganistan'ın kuzeyindeki Peştun aşiretinin büyüklerinin toplantısında "Hazaralar Müslüman değiller, onları öldürebilirsiniz" demişti.

 

1990'larda birçok Hazara Şii Pakistan ve İran'a kaçarken, birçoğu anlatılamaz dehşetin hayaletiyle yüzleşmek için geride kaldı. Yazar-analist Ahmed Raşid'in “vahşi bir soykırım” olarak tanımladığı, yakın tarihin en barbar olaylarından birinde (1998) kuzeydeki Mezar-ı Şerif şehrinde binlerce Hazara Şii sistematik olarak katledildi.

 

İlginç bir şekilde Taliban, son yıllarda azınlık topluluğuna uygulanan şiddetten kendini uzak tutarak suçu baş düşmanı IŞİD'e atıyor.

 

Bununla birlikte, önemli olan, terörist grupların - hem Taliban hem de IŞİD - ülkenin kontrolünü ele geçirmesini sağlamada yabancı işgalcilerin oynadığı roldür.

 

Ünlü gazeteci ve yazar Anand Gopal'ın bir keresinde verdiği bir röportajda bana söylediği gibi, Afganistan'daki isyanı diriltmenin suçu nihayetinde Amerikalıların elinde.

 

Tencereyi kaynar durumda tutmak sonuçta onların lehine bir durum ve Taliban'ın aşağılayıcı bir yenilgisiyle karşı karşıya kalmalarına rağmen, savaşın harap ettiği ülkeye müdahaleye devam etmeleri için bir gerekçe oluşturuyor.

 

Şiddet döngüsü

 

Dasht-e Barchi ve Kabil'de Şiilerin yaşadığı diğer küçük mahalleler, son yıllarda çoğunlukla IŞİD'in üstlendiği kesintisiz bir saldırı zincirine tanık oldu. Hemen aklıma gelen iki saldırı, yabancı gazetecilerden biri olarak Afgan başkentinde görev yaptığım 2016 yılına ait.

 

Kabil'in Şiilerin yoğunlukta olduğu bölgedeki Ziyarat-e Sakhi türbesinde Aşura'yı anmak için yas tutanlara asker giysileri içindeki birinin ateş açması sonrasında en az 18 kişi öldü ve 54 kişi yaralandı. Kurbanlar arasında dört kadın ve iki çocuk vardı.

 

IŞİD, korkunç saldırının sorumluluğunu hemen üstlendi. Ertesi gün, örnek bir meydan okuma gösterisi ile binlerce Hazara Şii, Kerbela ve Kabil şehitlerini anarak Kabil sokaklarında yürüdü.

 

Tam 40 gün sonra, Erbain vesilesiyle teröristler Kabil'de tekrar saldırdı. Bir intihar bombacısının, parlamento binasından birkaç blok ötede, oldukça korunaklı Daru’l-Aman Yolu üzerindeki Bâkıru’l-Ulûm Camii’nde kendisini havaya uçurması sonucu en az 27 kişi öldü ve yüzlerce kişi yaralandı.

 

Kanlı idare; sivil yönetim, güvenlik ve istihbarat aygıtlarıyla birlikte sessiz seyirciler olarak şiddetin girdabını izliyordu. Bir gazeteci olarak kısa süre sonra saldırıların sayısını ve sivil kayıpları takip edemez oldum.

 

Haziran 2017'de IŞİD teröristlerinin Kabil’in Şii Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgesindeki bir camiye düzenlediği başka bir saldırıda çok sayıda insan öldürüldü. Afganistan'ın başkentinde büyük bir kamyon patlamasından bir ay sonra Ramazan ayında el-Zahra Camisi’ne düzenlenen saldırı, terör örgütün savaşın harap ettiği ülkeye sağlam bir şekilde yerleştiğini gösteriyordu.

 

Korkular, dört ay sonra, Ekim 2017'de, aynı bölgedeki İmam-ı Zaman Camii'nde en az 39 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırının ardından büyüdü. Namaz kıldıran imam da öldürülenler arasındaydı, daha sonra yine tek sıra halinde, birlikte namaz kılıyorlarmış gibi yan yana gömüldüler.

 

Yerel güvenlik teşkilatları ve yabancı patronları felçliymiş gibi davranmayı sürdürürken, terör kampanyası hız kesmeden devam etti. Mart 2018'de bir IŞİD intihar bombacısı, 1995'te Taliban tarafından öldürülen Afganistan'daki Hazara Şiilerin saygıdeğer lideri Abdul Ali Mazari'nin ölüm yıldönümünü anmak için gerçekleştirilen bir toplantıya saldırdı.

 

Beş ay sonra, 34'ten fazla genç öğrenci, Dasht-e Barchi semtindeki bir eğitim merkezinde soğukkanlılıkla biçildi. Öğrenciler o sırada üniversite giriş sınavlarına hazırlanıyorlardı. Rüyaları onlarla birlikte gömüldü.

 

Eylül 2018'de, aynı mahalledeki bir spor kulübüne yapılan ikiz bombalamalarda, gazeteciler ve ilk patlamadan sonra olay yerine gelenler de dahil olmak üzere 20 kişi hayatını kaybetti. İlk patlamadaki yaralıları kurtarmaya çalışırken ölmüştüler.

 

Bir yıl sonra, Ağustos 2019'da, Afganistan'ın İngiltere'den bağımsızlığının 100. yıldönümüne rastlayan günde, bir IŞİD intihar bombacısı, Kabil'de genç bir Şii Hazara çiftinin düğününü havaya uçurarak 63 kişiyi katletti ve yüzlerce kişiyi yaraladı. Gelin ve damat hayatta kaldı, ancak yakın ve uzak akrabalarının çoğu dehşetten kaçamadılar.

 

Bununla birlikte, tüm saldırıların en kötüsü, Mayıs 2020'de, polis kılığına giren teröristlerin Dasht-e Barchi bölgesindeki bir doğum hastanesinde 15 hamile kadın ve yeni doğan bebeği öldürmesiyle gerçekleşti. Medicine Sans Frontier (MSF) tarafından yönetilen hastane, finansman kuruluşunun baskı altında kalıp çekilmesinin ardından kısa süre sonra kapatıldı.

 

Sanki tüm bunlar yeterli değilmiş gibi, Ekim 2020'de, Kabil'in kalabalık bir Şii mahallesindeki eğitim merkezini hedef alan başka bir saldırı, çoğu 15-26 yaş arası genç öğrencilerden oluşan 30 kişiyi öldürdü.

 

Daha yakın zamanlarda, yedi Şii Hazara işçisi 4 Mart 2021'de Celalabad'ın doğusundaki bir plastik fabrikasında IŞİD teröristleri tarafından katledildiler. Sonsuza kadar susturulmadan önce gözleri ve elleri bağlıydı.

 

Hedeflenen şiddetin bu korkunç sarmalından ve kolluk kuvvetlerinin korumasından yoksunluğun ardından, Hazara Şii topluluğuna ait birçok cami, eğitim kurumu ve sağlık tesisi artık genç Hazara gönüllüleri tarafından korunuyor.

 

Ancak son saldırının da ortaya çıkardığı gibi, güvenlik örtüsü hala teröristlerin istediği gibi saldırmasını engelleyecek kadar sıkı değil.

 

Durand Hattı karşısında

 

Bu arada, komşu Pakistan'da küçük gettolara yerleşen küçük bir göçmen nüfus azınlığını oluşturan Hazara Şiileri korku içinde yaşamaya devam ediyor. Ayrıca militan grupların farklı isimler altında uyguladıkları şiddet olaylarına da maruz kalıyorlar.

 

Pakistan'daki Hazara Şiileri, IŞİD'in yanı sıra Leşker-i Cengevi ve Sipah-i Sahabe gibi yasadışı militan gruplar tarafından da hedef alındılar.

 

Pakistan Ulusal İnsan Hakları Komisyonu'nun 2019 raporuna göre, 2013'ten beri en az 509 Hazara Şii inançlarını savundukları için öldürüldü. Pakistan İnsan Hakları Komisyonu, 2009 ve 2014 yılları arasında mezhepsel şiddette yaklaşık 1000 Hazara'ın öldürüldüğünü söylüyor.

 

Son vakada, IŞİD terörist grubu Haziran 2021'de güneybatı Belucistan eyaletinde tamamı Hazara Şii olan 11 kömür madencisini öldürme sorumluluğunu üstlendi.

 

Pakistanlı yetkililer tarafından önemsenmeyen korkunç olay, Hazara topluluğu üyelerini yüksek sesle ve korkusuzca seslerini yükseltmeye zorladı. Dondurucu soğukta, adalet ve koruma talep eden bir oturma eylemi düzenlediler.

 

Başbakan İmran Han bunu "insanlık dışı bir terör eylemi" olarak nitelendirdi, ancak protestocu ailelerle görüşmeye gelmeyi reddetti. Talepleri karşılanana kadar cesetleri gömmeyi reddettiklerinde, Başbakan Han onları ona "şantaj yapmaya" çalışmakla suçladı.

 

Sonunda eyalet başkenti Quetta'nın eteklerinde bir toplu mezara gömüldüler.

 

Adalet talepleri, pek çok defa olduğu gibi yine cevapsız kalmıştı.

 

 

Çeviri: Medya Şafak