İran İslam Cumhuriyeti liberalizmin ve liberal elitlerin niçin başlıca hedefidir?
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 14.11.2022
İslam Cumhuriyeti, siyasi konfigürasyonları nedeniyle mükemmel bir hedef haline geldi. Siyasal İslami bir yapı olarak İslam Cumhuriyeti, liberalizmin 'öteki'si olarak inşa edilmiştir ve [liberallere göre] ya mutlak bir siyasi yıkımı ya da içerden dönüşümü hak etmektedir.
Xavier Villar
Press TV
Batı'nın İran’ı nasıl gördüğünü analiz etmeden Batı'nın İslam Cumhuriyeti takıntısını anlayamayız.
Batı ve ayrıca İran'da yaşayan Batı eğilimli liberal seçkinler için, İslam Cumhuriyeti'nin siyasi anlatısı bir tür sapmayı ifade etmektedir.
Grameri İslam üzerine inşa edilmiş bir siyasi yapı, liberal konsensüs ve sözde uluslararası toplum içinde yabancı bir uzuv sayılıyor.
Bu Batılı vizyona göre, 1979'da İslam Cumhuriyeti'nin kurulması, farklı bir dile ve siyasi ufka sahip farklı bir dünya görüşünü hayata geçiren bir "skandal"dı.
İran'da yaşayan bu sözde liberaller için İslam Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana liberal uzlaşımdan sapan "gayrimeşru bir rejim" olmuştur, çünkü İslam Cumhuriyeti aynı Batı eğilimli uzlaşımın karşıtı bir alternatifi temsil etmektedir.
Bu "liberal" sınıfa odaklanalım. İslam Cumhuriyeti'ni "normal" bir devlete dönüştürmek istedikleri iddia edilebilir. Ve bu amaca Batı ile "samimi diyalog" yoluyla ulaşacaklarını düşünüyorlar denebilir.
"Samimiyet" ile ilgili sorun, gücün büyük ölçüde eşit olmayan dağılımını ve ırk meselesini dikkate almamasıdır.
Böylesi bir diyalogun tek bir net amacı vardır: alternatif güç konfigürasyonları ihtimalini önlemek. Dolayısıyla liberaller için bu diyalog ancak Batı'nın hegemonik dilini takip ederek gerçekleşebilir.
Bir grup insan bu normatif çerçevenin dışında bir diyalog kurmaya karar verirse, "liberal" elit onları "irrasyonel" olarak etiketleyecektir.
Yalnızca insanlar rasyonel düşünme yeteneğine sahiptir ve rasyonalite liberalizmin tanımlayıcı özelliklerinden biridir, bu nedenle de yalnızca liberaller insan olabilir! Normatif konsensüsün dışı, irrasyonel sayılanları ve dolayısıyla da "insan olmayanları" bulabileceğimiz yerdir.
Bu "insan olmayanlar" ya bir tehdit ya da asiler şeklinde tasvir edilir ve bu açıkça bir dışlama ve ırksallaştırma sürecidir. İslam Cumhuriyeti’ni de işte bu dışlama ve ötekileştirme alanında buluyoruz.
Ülke içindeki ve dışındaki liberaller, liberalizmin ırksal temellerine karşı kördürler. Liberalizmin meyvelerinden bahsederler ama bu meyveleri kimin ve niçin yediğini açıklamaya asla tenezzül etmezler.
Diğer bir deyişle, liberal teorinin temelinde yatan dışlama sürecine dikkat etmemeye kararlıdırlar. Ama bu dışlama, kristal berraklığında meydandadır. Sadece liberal teorinin kendisine dikkat etmeleri gerekiyor.
Şimdi de buna odaklanalım. Teorinin kurucu babalarından biri olan Stuart Mill, liberalizmin meyvelerini hiç gizlemeden ve özür dilemeden ırksal bir biçimde sunar. Ona göre demokrasi sadece evdekiler için - Batı için - bir meyve iken, Batı dışındaki diğerleri için mevcut tek seçenek despotizmdir.
Despotizmin, "barbarlar"la uğraşırken kullanılabilecek meşru bir yönetim biçimi olduğu konusunda da nettir.
Alexis de Tocqueville - sadece liberalizmin kurucu babalarından biri değil, 1998'de CNN ile yaptığı bir röportajda Muhammed Hatemi tarafından uzun uzun alıntılanan bu şahıstır da - aynı ırksal dışlamayı takip ediyor.
Amerika'da Demokrasi'nin yazarı, demokrasiden dışlayıcı terimlerle bahsediyor. Batı'da ırksal bir demokrasiyi savunurken yurtdışında da tiranlığı destekliyor.
Tocqueville'in Amerika'da Demokrasi'si onun liberal vizyonunun sadece bir yanıdır. Hatemi diğer yanını, yani emperyal vizyonunun karanlık tarafını görmezden gelmeyi tercih etmişti.
Hatemi'nin liberalizmin temelindeki asıl soruyu görmezden gelmeyi seçtiğini söyleyebiliriz: İnsan kimdir? Bu hayati soruyu görmezden gelerek liberalizmin hegemonik dilinin yanında yer almıştır.
Liberal unutkanlık aslında kendi anlatısının bir parçasıdır. Liberalizmin bir diğer sözde temel taşı olan "hoşgörü" kategorisinden bir başka örnek daha verebiliriz.
Hoşgörü, herkesin tadını çıkarabileceği "evrensel" meyvelerden biri değildir, o da ırk temelli olarak da inşa edilmiştir. Sadece liberal ana akımın içinde yer alanlar bunun tadını çıkarabilirler.
Liberal olmayanlar, hoşgörü ve hoşgörü yaratmak adına kendilerine karşı yürütülen vahşi şiddete katlanmak zorundadır.
İslam Cumhuriyeti elbette hoşgörüsüz bir devlet addedilmektedir. Hoşgörü ve hoşgörüsüzlük, patolojik ve patolojik olmayan, liberalizmin üzerine inşa edildiği ırksal farklılığın kavram çiftleridir.
Sadık bir liberal ve İran'daki 2009 rejim değişikliği girişiminin destekçisi olan Hamid Dabaşi de liberalizmin ırksal dışlamasını görmek istemeyen bu insan grubuna mensuptur.
Dabaşi önemlidir çünkü liberal vizyonunu gizleyen bir ilericilik havasına sahiptir. Ama eserlerine biraz daha dikkatle eğildiğimizde, her sayfasında liberal dile rastlarız.
Irksal bölünmeye veya aynı ırksal dışlama teorisini takip eden güç ilişkilerinin nasıl işlediğine hiç dikkat etmez. Ona göre İslam ve Batı arasındaki karşıtlık algısı bir hatadır ve küresel bir diyalogla bu hatanın üstesinden gelinebilir. Ama elbette liberalizm dilinde yürütülecek bu diyalog, mevcut statükoya siyasi alternatiflerin ortaya çıkmasını engellemek için tasarlanmıştır.
Liberalizm, diller arasında bir dil değildir sadece. Bu dil evrensel olmayı hedeflemekle birlikte bu evrenselliğin ırksal sınırları vardır. Batı için saygı ve hoşgörü ve geri kalan her yer için de vahşet ve terör.
Sözde "Terörle Savaş" da aslında liberal görüşten sapma değildir. Liberalizmde siyasi alternatifin olmayışı esasen onu mümkün kılan şeydir.
Liberal duvarı yıkmaya yönelik her girişim, liberalizmin homojenleştirici dürtülerine direnenler için şiddet ve yavaş ölüm demektir.
İslam Cumhuriyeti, siyasi konfigürasyonları nedeniyle mükemmel bir hedef haline geldi. Siyasal İslami bir yapı olarak İslam Cumhuriyeti, liberalizmin 'öteki'si olarak inşa edilmiştir ve [liberallere göre] ya mutlak bir siyasi yıkımı ya da içerden dönüşümü hak etmektedir.
Çeviri: Medya Şafak