İsrail’in Aksa Tufanı Operasyonu’nu önceden bildiği iddiası niçin çok saçma?
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 14.10.2023
İsrail rejiminin aslında neyin yaklaşmakta olduğunu bildiği fikri, Siyonistlere her şeye kadirlik ve mükemmellik sıfatı atfetmekten başka bir şey değil ki böyle olmadıkları da zaten açığa çıktı.
Ramin Mazaheri
Press TV
Dünyanın hiçbir yerinde doğru ve yanlış, adil ve zalim Filistin'de olduğu kadar net değildir.
İsrail rejiminin savunucuları, sadece orman kanunlarına inandıklarını ve İbrahimî dinlerin hiçbir öğretisine iman etmediklerini itiraf edecek dürüstlükten yoksunlar.
Ya da şöyle demeli: "göze göz, dişe diş" ilkesinin sadece kendileri lehinde geçerli olduğunu ama onlara karşı asla işlemediğini itiraf edecek kadar ahlaklı değiller.
İsrail rejiminin Gazze'nin tarihi 'El Aksa Tufanı' operasyonunu önceden bildiğine dair pek çok söylenti var, ancak meseleyi daha derin bir şekilde incelediğimizde bunun tamamen saçmalık olduğu ortaya çıkıyor.
Ayrıca Mısır'ın 7 Ekim'den günler önce Tel Aviv'deki rejimi büyük bir olayın yaklaşmakta olduğu konusunda uyardığı ancak Tel Aviv'in bunu mantıksız bir şekilde görmezden geldiği iddiası da ortalıkta dolaşıyor.
Ana akım Batı medyası onlarca yıldır İsrail'in muhafızlarının, casus ve ordu mensuplarının çokça abartılan yeteneklerinin esiri olmuştu ancak 7 Ekim bunların hepsini yerle bir etti.
İsrail rejiminin aslında neyin yaklaşmakta olduğunu bildiği fikri, Siyonistlere her şeye kadirlik ve mükemmellik sıfatı atfetmekten başka bir şey değil ki böyle olmadıkları da zaten açığa çıktı.
"İsrail biliyordu ama..." iddiasının en önemli mantıksal sonucu, rejimin felaketin gerçekleşmesine izin verdiği çünkü bundan eninde sonunda kazançlı çıkacağına inandığı fikridir.
Bu yutulması çok zor bir hap çünkü şu saatten sonra gerçekten her şey olabilir, zira durum çok istikrarsız ve İsrail'in kayıpları da benzersiz.
Bu fikre en yakın örnek, 11 Eylül'ün Washington tarafından organize edildiği ve bunu, Afganistan ve Irak'taki kârlı savaşlara dönüştüreceklerini bildikleri için Amerikalıların düzenledikleri inancıdır.
Ancak buradaki karşılaştırma yetersiz kalmaktadır çünkü İsrail askeri açıdan ABD kadar güçlü değildir ve çok daha savunmasız bir konumdadır.
Amerika Birleşik Devletleri istila endişesinden masundur. Kimse Boston ve Seattle'a aynı anda çıkarma yapmayı planlamıyor ve kuzey Meksika ya da güney Kanada'ya tank yığmıyor. ABD, Amerikan yerlilerini sefalet içindeki toplama kamplarından kurtarmak için bekleyen düşman güçler tarafından da kuşatılmış değildir.
Aksine, Tel Aviv'deki rejim, Filistinli silahlı direniş gruplarının yanı sıra bölgedeki direniş hareketleri tarafından kuşatılmış durumda.
Washington'daki müesses nizam sert ve yumuşak güç, nüfus, GSMH, teknoloji, güvenlik ve yaşam kalitesi bakımından da Siyonist varlıktan kat kat büyüktür. Bu liste uzar gider ve bu da İsrail rejiminin neden tamamen ABD desteğine bağımlı olduğunu açıklamaktadır.
İsrail'in sonuçtan kârlı çıkacağını düşündüğü için 7 Ekim'in gerçekleşmesine izin verdiği iddiası, rejimin aslında durumu kontrol altında tuttuğunu imliyor.
İşte durumun kesinlikle İsrail'in kontrolünde olmadığını ve kontrol kabiliyetinin büyük ölçüde azaldığını gösteren dört kritik nokta:
Askeri teçhizatın kalitesi: Artık 1990'larda değiliz ve Batı artık en iyi askeri silah ve mühimmatın tekeline sahip değil. Rusya'nın NATO karşısındaki askeri teknolojik üstünlüğünü Ukrayna'ya bakan herkes her gün görüyor.
Bu üstünlük ilk olarak Rusların Suriye'de hükümeti başarıyla savunmalarıyla ve Suriye'de Moskova'ya karşı hiçbir Batılı askeri girişimin gerçekleşmemesiyle kanıtlandı.
Hipersonik füzeler, elektronik savaşta üstünlük ve daha iyi askeri üretim… Bu uzun listenin çok ciddi ve reel dünyasal sonuçları var.
İran şu anda tartışmasız bir şekilde dünyanın insansız hava aracı lideridir. Batı Asya bölgesindeki en büyük ve en çeşitli balistik füze cephaneliğine sahip ve dünyanın hava savunma füze sistemleri üreten sadece dokuz ülkesinden biri ki bu da mühendisliğinin ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor.
Öte yandan Gazzeli direnişçilerin, Apple gibi ABD ürünlerinde gömülü olduğuna inanılan casus yazılımlarını barındırmayan Çin malı Huawei telefon, tablet ve dizüstü bilgisayarları kullanarak İsrail istihbaratını atlattıkları bildiriliyor.
Bu, artık 1990'larda olmadığımızın, 21. yüzyılda Batılı olmayan ulusların ve emperyalizm ve ırk ayrımcılığı karşıtı hareketlerin muazzam teknolojik kazanımlar elde ettiğinin bir başka göstergesidir.
Moral üstünlük: İsrail karşıtı güçler son dönemde Irak, Afganistan, Yemen, Lübnan, Suriye, Ukrayna’da ABD ve IŞİD'e karşı zaferler kazandılar.
Direnişçilerin morallerinin çok yüksek olduğu açık ve Vietnamlılardan Taliban'a kadar kanıtlandığı üzere savaşta hiçbir şey moralden daha önemli değildir.
İsrail'in moralinin yüksek olması için hiçbir neden yok. İsrail yanlısı tüm güçler kaybetmeye devam ediyor ve rejimin kendisi de iç krizlerle boğuşuyor.
Gazzeliler neden yüksek morale sahip olmasınlar ve böylesine büyük bir karşı saldırı gerçekleştirmesinler? Sosyalizmden ilham alan Vietnamlıların önce Japonya'ya, sonra Fransa'ya ve ardından da ABD'ye karşı verdikleri mücadelede olduğu gibi, Filistinliler de giderek daha iyi savaş malzemesi biriktiriyor ve son yıllardaki muharebe alanlarında hangi tarafın kazandığını onlar da görüyor.
Tecrübe üstünlüğü: Yukarıda sıralanan tüm zaferler, Direniş Ekseni için savaşta pişmiş askerlerden ve askeri danışmanlara dönüşen eski askerlerden oluşan büyük bir havuz oluşturdu.
İran'ın en üst düzey terörle mücadele komutanı olan General Kasım Süleymani gibi kişilerin İran dışında çok sayıda heykelinin bulunmasına rağmen tek bir İsrail yanlısı askeri liderin hiçbir yerde tek bir heykelinin olmaması elbet nedensiz değil.
Daha önce gerçek savaş koşullarında bir düşmana karşı savaşmamış ve sadece yoğun hava desteği ile çatışan askerlerden müteşekkil İsrail ordusunu, (İsrail destekli) IŞİD'i ve ABD güçlerini yenen kuvvetlerle nasıl karşılaştırabiliriz?
Bu elbette İsrail'in Gazze'ye girmeye cesaret etmesi halinde cevaplanabilecek ciddi bir soru.
İnsanlardan başka, savunma savaşlarında ve gerçek terörle mücadele eylemlerinde kullanılan teçhizat da savaşta test edilmiştir. Bunun aksine İsrail, ABD ve NATO tarafından kullanılan teçhizat, gerçek kullanım için değil de genellikle kukla diktatörlüklere satılmak üzere üretildiğinden, galibiyet "deneyiminden yoksundur".
Batı teknolojisinin bu yetersizliği Ukrayna'da inanılmaz ve inkâr edilemez bir şekilde ortaya çıkmıştır. Eğer insanlar bu yeni gerçekliği kabul edebilselerdi, Rusya'nın Suriye'ye yardım etmek için müdahaleye başladığı 2015'ten sonraki dünyayı çok daha iyi bir şekilde anlayabilirlerdi.
İdeolojik üstünlük: SSCB'nin çöküşüyle birlikte dünyanın büyük bir kısmı -aksini gösteren tüm neo-kolonyal kanıtlara rağmen- liberal demokrasinin en insancıl, en eşitlikçi ve en modern sosyo-politik model olduğunu kabul etmeye istekli ideolojik tembeller haline geldi.
Batı'nın 2008'deki Büyük Finansal Kriz ile başlayan hızlı düşüşü ve eş zamanlı olarak Çin ve İran'ın yükselişi, SSCB'nin kendi elitleri tarafından çökertilmesinden önce milyarlarca insanın inandığı gibi, alternatif modellerin - özellikle de liberal değil de sosyalist esinli olanların - gerçekten de daha üstün olduğunu göstermiştir.
Avrupa Birliği'nin aslında 2009 yılındaki Lizbon Antlaşması ile başladığını ve her geçen yıl ekonomik, ahlaki, siyasi ve demokratik bir başarısızlıktan başka bir şey olmadığını kanıtladığını ve Batı liberal demokrasisinin küresel ideolojik itibarsızlaştırılmasına büyük ölçüde katkıda bulunduğunu unutmamalıyız.
Artık 1990'larda değiliz: Batı’nın liberal demokrasi ideolojisiyle ilintilendirilen bir memnuniyetsizlik, saygısızlık ve felaket tehlikesi söz konusu.
Batılıların güçlerinde herhangi bir azalma olduğuna inanmayı reddetmeleri 2023'teki gerçek güçlerine bir şey katmıyor. Yanılsama gerçek dünyada insanı ancak bir yere kadar götürebilir. Ancak yukarıda bahsedilen dört faktör İsrail karşıtı direniş güçlerinin elini oldukça güçlendirmiştir.
Dolayısıyla İsrail rejiminin, böylesine kötü bir zamanda, kendisini böylesine istikrarsız bir duruma isteyerek sokması ve süreci kolayca kontrol edip üstüne bundan kâr sağlayacağını düşünmesi tamamen mantıksız. Hatta buna intihara meyilli olmak bile denebilir. Tel Aviv rejimi her zaman cinayete meyilliydi, ancak böylesine zayıf bir anda Üçüncü Dünya Savaşı riskine atılacak kadar intihara meyilli değildir.
Son olarak, İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu'nun -her zamankinden daha az popüler olmasına rağmen- savaşın kaçınılmaz kılacağı birliği yaratmak ve böylece kendisini yolsuzluk kovuşturmasından kurtarmak için 7 Ekim'de İsrail askeri sistemlerinin gerçek anlamda durdurulmasını bir şekilde organize edebildiği fikri var.
Bu fikrin sahipleri, en azından bir ya da ikisi böyle bir operasyonu mutlaka ihbar edecek olan çok sayıda Netanyahu karşıtı İsraillinin varlığını göz ardı ediyor.
Böyle bir komplo, Tel Aviv'in "her şeye kadir" olduğu sahte teorisinin acınası bir devamıdır ve yukarıdaki dört tarihsel özelliği önemsiz hale getirmeye çalışarak Filistinlilerin iradesinde tezahür eden etkin öznelliği zedelemeyi amaçlamaktadır.
Ve bu teori, Gazze'nin eşi benzeri görülmemiş operasyonunu, ABD kaynaklı 2007 Büyük Finansal Krizi ve Avrupa Birliği'nin başarısızlığından bu yana İsrail rejiminin ve Batı'nın en son çöküş göstergesi olarak okumayı reddetmektir.
Direniş Ekseni bugün açıkça son birkaç neslin şahit olduğuna nispetle en güçlü konumunda ve İsrail'in elinin her şeyi, herkesi ve her tarihsel eğilimi kontrol edecek kudrette olduğu fikrini mantıksal olarak desteklemek de artık daha zor.
Çeviri: Medya Şafak