Kevin Barrett: İran İslam Devrimi sömürge karşıtı hareketi bir üst seviyeye taşıdı

Kevin Barrett: İran İslam Devrimi sömürge karşıtı hareketi bir üst seviyeye taşıdı
"İran İslam Devrimi, siyasi, ekonomik ve askeri egemenliğin yanı sıra kültürel egemenliği de hedefliyordu. Miraslarının ihtişamıyla uyanan ve Batı yörüngesinden kararlı bir şekilde çıkan İslam uluslarının hayaleti, İran modelinin yayılmasını önlemek için bir ‘çevreleme’ stratejisi başlatan yeni sömürgecileri dehşete düşürdü."

 

Kevin Barrett: İran İslam Devrimi sömürge karşıtı hareketi bir üst seviyeye taşıdı

 

 

Alireza Hashemi

 

Press TV

 

 

Amerikalı akademisyen, İran İslam Devrimi'nin küresel sömürge karşıtı hareketi bir üst seviyeye taşıdığını söylüyor ve Devrim’i adil ve çok kutuplu bir dünya düzeni için verilen mücadelenin sembolü olarak tanımlıyor.

 

ABD'de yaşayan İslam araştırmaları uzmanı Dr. Kevin Barrett, Press TV internet sitesine verdiği mülakatta 1979 yılında İmam Humeyni önderliğinde gerçekleşen Devrim’in sebep ve sonuçlarını irdeledi.

 

Dr. Barret, İslam Devrimi'nin sadece siyasi bir hareket olmadığını, aynı zamanda kültürel ve manevi bir uyanış olduğunu, İranlıların sadece Pehlevi rejiminin demir yumruğunu değil, aynı zamanda Batı'nın boğucu pençesini de reddettiğini vurguluyor.

 

Dr. Barrett "İran İslam Devrimi Batı'nın ve özellikle de Amerikan yeni sömürgeciliğinin bir reddiydi. İranlılar, ülkeleri üzerindeki yabancı askeri, ekonomik ve kültürel tahakküme son vermeyi ve gerçek bir egemenlik kurmayı amaçlıyordu." diyor.

 

“Batılı sekülerizm ve demokrasi ideallerini ödünç alan önceki sömürgecilik karşıtı hareketlerin aksine, bu devrim benzersiz bir şekilde ülkenin yerli dini değerlerine dönüşü savunmuş ve siyasi ve ekonomik bağımsızlığın yanı sıra kültürel yönde kendi kaderini tayin etme arayışına girmiştir.”

 

Ünlü Amerikalı akademisyen ve yazar bu durumun, İran modelini küresel egemenliklerine yönelik bulaşıcı bir tehdit olarak gören yeni sömürgecilerin tüylerini diken diken ettiğinin altını çiziyor.

 

Dr. Barret şöyle devam ediyor:

 

"Önceki sömürge karşıtı devrimler sömürgecilerin özgürlük, demokrasi ve eşitlik sloganlarını ödünç almıştı. Asya ve Afrika'da 1960'lara kadar Avrupa’nın sömürgeci yönetimlerini deviren isyan dalgası, seküler hümanizm ve Marksizm başta olmak üzere ödünç Batılı fikirlere dayanıyordu. Bu eski sömürge karşıtı devrimcilerin çoğu, kendi uluslarının geleneksel dini kültürlerine açıkça karşı çıktılar. İster Konfüçyanizme karşı çıkan Çinli komünistler, ister İslam karşıtı Kemalistler olsun, bu devrimcilerin çoğu Batılı radikal hareketlerin gelenek ve din karşıtı yönelimlerini ödünç almıştı. 1950'lerin ve 1960'ların paradigmatik sömürge karşıtı isyanı olan Cezayir Devrimi bile, lafta İslam'a hizmet etmesine rağmen, kültürel olarak sömürgeci sekülerizm tarafından domine edilmiştir."

 

“İmam Humeyni'nin öncülük ettiği İran İslam Devrimi, Batı sekülerizmini reddederek ve yerli dini değerlere dönüşü savunarak sömürge karşıtı hareketi ‘bir üst seviyeye’ taşımıştır.”

 

"İran İslam Devrimi, siyasi, ekonomik ve askeri egemenliğin yanı sıra kültürel egemenliği de hedefliyordu. Miraslarının ihtişamıyla uyanan ve Batı yörüngesinden kararlı bir şekilde çıkan İslam uluslarının hayaleti, İran modelinin yayılmasını önlemek için bir ‘çevreleme’ stratejisi başlatan yeni sömürgecileri dehşete düşürdü."

 

Amerikan etkisinin hızla sona ermesi

 

1979 Devrimi’nin İran ve ABD arasındaki ilişkiyi nasıl etkilediği sorusuna ise Dr. Barrett, “Devrim’in Amerikan etkisinin aniden sona ermesine yol açtığını ve bu durumun yeni kurulan düzeni zayıflatmak ve devirmek için müteakip çabaları teşvik ettiğini” söyledi.

 

"Devrim’den önce Amerika, Şah İranı'nı Batı Asya'daki örnek vassalı haline getirmişti. CIA'nin 1953'te Musaddık'ı devirmesi, İran’ı ABD'nin fiili kontrolüne sokmuştu ve ABD’nin askeri, istihbari ve mali unsurları ülkede serbestçe hareket edebiliyordu. 1979 Devrimi Amerikalıları ülkeden kapı dışarı etti ve Amerikan devleti, doğal olarak Batı Asya'daki en önemli vasal devletinden kovulmaktan hoşlanmadı."

 

Dr. Barrett, Washington'un Tahran'daki yeni hükümeti zayıflatmak ya da devirmek için Saddam Hüseyin'in İran'a karşı savaşını desteklemekten İran karşıtı terörizmi finanse etmeye ve yaptırımlar uygulamaya kadar durmak bilmeyen çabalarına da işaret etti:

 

"Hemen, Devrim’i baltalamak ve mümkünse devirmek, bunu başaramazlarsa da yayılmasını engellemek için entrikalar çevirmeye başladılar. İlk hamleleri Saddam Hüseyin Irakı'nı kışkırtıp silahlandırmak ve İran'a karşı dayatılan savaşı desteklemek oldu.”

 

"1980'lerde dayatılan savaşın başarısız olmasından bu yana ABD, İran karşıtı terörizmi finanse ediyor, yaptırımlar ve diğer önlemlerle İran ekonomisine saldırıyor ve ABD'yi İran'a karşı savaşa sürüklemek için neo-muhafazakâr-Siyonist planlar doğrultusunda İran'ı ABD üsleriyle kuşatmayı planlıyor."

 

Ezilenler için ilham kaynağı

 

Amerikalı akademisyen ayrıca Devrim dalgalarının çok öteye ulaştığını ve İran'ın komşularıyla ilişkilerini etkilediğini, bazı Arap hükümetlerinin İran'ın modelini potansiyel bir tehdit olarak görerek kendi halklarına hitap etmesinden korktuğunu söyledi.

 

“Bu endişe onları ABD ve İsrail'in desteğini aramaya yöneltti ve bölgesel gerilimleri derinleştirdi. Suudi yöneticiler, diğer bölgesel liderler gibi, kendi halklarının İslami Cumhuriyet modelini çekici bulabileceğinden korkuyorlardı. Dolayısıyla Suudiler ve diğer Körfez monarşileri ile Mısır gibi bölgesel askeri diktatörlükler, sözde İran tehdidine karşı ABD'den ve hatta Siyonistlerden yardım istediler."

 

Dr. Barrett bununla birlikte, dünyanın artık çok kutupluluğa doğru ilerlediğini, bunun da bölgesel aktörlerin İran örneğinde olduğu gibi bağımsız egemenliğin faydalarını görmeye başladıkları anlamına geldiğini hatırlatıyor.

 

Dr. Barrett, "Dünya çok kutuplu hale geldikçe, bölge ülkeleri Amerikan-Siyonist şemsiyesi altına sığınmak yerine, komşularıyla ticari ilişkiler kurarak ve anlaşmazlıkları askeri yollarla değil diplomatik yollarla çözerek İran gibi tam egemen olmanın daha iyi olacağını görmeye başlıyorlar. Rusya ve özellikle Çin'in barışçıl işbirliğini hedefleyen 'gerçek diplomasisi', ABD-Siyonistlerin sonsuz savaş ve istikrarsızlaştırmayı hedefleyen 'sahte diplomasisinin' yerini aldıkça, bölge ülkeleri İslami İran'dan duydukları korkuyu kaybetmeye başlıyorlar." diyor.

 

Amerikalı akademisyen ayrıca “İslam Devrimi'nin anti-emperyalist direnişin küresel bir sembolü haline geldiğini ve bölge genelinde baskıya direnen çeşitli hareketlere ilham verdiğini” belirtti ve “Coğrafi olarak uzak olsa da Latin Amerika'daki anti-emperyalist hareketler bile İran'ın kendi kaderini tayin etme mücadelesinden dolaylı olarak ilham aldılar” dedi.

 

"Hizbullah ve Irak’taki benzeri hareketler ile Yemen Ensarullahı doğrudan İran’ın devrimci modelinden esinlenmiştir. Aynı şekilde, Latin Amerika'daki bazı solcu egemenlik yanlısı ABD-emperyalizm karşıtı hareketler de daha az doğrudan olmakla birlikte, İslam Devrimi'nden esinlenmiştir. Aslında, dünyadaki anti-emperyalist hareketlerin neredeyse tamamı 1979 Devrimi’nden en azından bir miktar ilham almıştır."

 

Zorluklar karşısında dayanıklılık

 

Dr. Barrett, İran'ın mukavemetinin, ülkenin Batı Asya Direniş Ekseni ve BRICS ittifakı için bir ilham kaynağı olarak belirmesine yol açtığını belirtti.

 

Barrett şöyle devam etti:

 

"Devrimci İran'ın en büyük mücadelesi, ABD İmparatorluğu ve onun etkili bir parçası olan Siyonistlerin aralıksız düşmanlığı karşısında hayatta kalmak olmuştur. Hayatta kalmak ve adalet için mücadele edenlere ilkesel destek vermek için İran, bölgesel ve küresel müttefiklerden oluşan bir ağ kurdu. Bunu yaparken İran sadece Batı Asya Direniş Ekseni'nin değil aynı zamanda tek kutuplu Amerikan hegemonyasından kaçmaya çalışan BRICS ittifakının da kıvılcımına ve ilham kaynağına dönüştü."

 

Dr. Barrett İran'ın tarihsel olarak entelektüel bir süper güç olduğunu ve özellikle bilim ve teknoloji alanlarında kitlesel eğitimi teşvik eden anti-obskürantist ilkelere bağlılığını vurguluyor:

 

"İran her zaman entelektüel bir süper güç olmuştur. Marshall Hodgson'ın ‘dünyanın ilk küreselleşme dalgası’ olarak gördüğü İslam kültürü aslında en az Arabistan kadar İran'ın da ürünüydü. Kum'daki ve İran'ın diğer yerlerindeki medreseler, kesintisiz şekilde yüzyıllardır süren ilmî bir mükemmellik geleneğine sahiptir. Dolayısıyla İslam Devrimi'nin böylesine verimli bir entelektüel ortamdan çıkması sürpriz olmamalıydı. İran'daki İslami ilim geleneği akılcı olduğu için, İslam Cumhuriyeti bilim ve teknolojide yüksek öğrenim de dâhil olmak üzere kitlesel eğitimi teşvik ediyor. Bunun sonucunda da göz alıcı başarılar kaydediliyor.

 

Kevin Barrett, İran'ın 1979 İslam Devrimi’nden bu yana çeşitli alanlarda kaydettiği ilerlemeye işaret ederek, birkaç yıl önce İran'ın İnsani Gelişme Endeksi (HDI) açısından üst sıralarda yer aldığına dair yazdıklarına atıfta bulundu. Yazar, İran'ın şiddetli yaptırımlarla karşı karşıya kalmasına rağmen bilim ve teknoloji üretiminde önemli bir büyüme kaydettiğini, özellikle de nükleer bilimler sektöründe çok başarılı olduğunu vurguladı.

 

"İran bilimi birçok alanda küresel düzeyde rekabet eder seviyelere ulaşmıştır. Buna örnek olarak uzay ve havacılık kimyası, bilgisayar bilimi, biyoteknoloji ve tıp bilimi, fizik ve malzeme bilimi, nükleer bilim ve nanoteknoloji verilebilir."

 

"ABD Ulusal Bilim Vakfı, acımasız yaptırımlar göz önüne alındığında şaşırtıcı bir şekilde, son yıllarda İran'ı bilimsel ve teknolojik büyümede küresel olarak birinci sıraya yerleştirdi. The Times Higher Education'a göre İran'ın bilim ve teknoloji üretimi 1970'den 2008'e kadar yüzde 340,000 artarak dünyadaki toplam üretimin yüzde 1'inden fazlasını oluşturdu ve bu da İran'ı Çin, Hindistan ve Brezilya dışındaki tüm gelişmekte olan ülkelerin çok önüne geçirdi."

 

Dr. Barrett, 2008'den bu yana İran'ın bilim ve teknoloji üretimindeki büyümesinin çeşitli ölçütlere göre yılda %10 ile %25 arasında değişen etkileyici bir oranda (dünya ortalamalarının çok üzerinde) devam ettiğini ve nükleer bilimler sektörünün dünya oranı olan %34'e kıyasla %8400 gibi çarpıcı bir oranda ilerleme kaydettiğini belirtti.

 

Amerikalı akademisyen, “İran'ın roket mühendisliği ve uzay bilimlerinde de kayda değer gelişmeler gösterdiğini ve 2009'dan bu yana yörüngeye fırlatma yapabilen dünyanın 11 ülkesinden biri haline geldiğini” belirtti.

 

"Bugün harcanabilir uydu fırlatma aracı (SLV) Zülcenah 200 kg'lık yükleri 500 km'lik bir yörüngeye taşırken, hemen arkasından gelecek olan Suruş SLV de yakında 8-15 tonluk yükleri uzaya taşıyacak. İran roketçilik ve uzay bilimlerinde bağımsız bir yetenek geliştirerek yabancı saldırıları caydırma kabiliyetini güçlendirmiştir."

 

Dr. Barrett, İran'ın nispeten düşük askeri harcamalarına rağmen, ordusunun İsrail ve ABD hedeflerine önemli zararlar verebilecek güçlü bir füze cephaneliği geliştirdiğini de hatırlattı.

 

"İranlı bilim adamları ve stratejistlerin çalışmaları sayesinde İran, Batı kibrinin saldırgan ordusuna harcadığı paranın çok küçük bir kısmını sarf etmesine rağmen, savunma alanında bir caydırıcılık yaratmayı, düşmanlarını çıkmaza sokmayı başardı."

 

 

Medya Şafak