ÖZEL: Yenilgici Düşünceye Yanıt (2): 181, 242, 338 sayılı kararlar ve hâlâ sayıyoruz…

ÖZEL: Yenilgici Düşünceye Yanıt (2): 181, 242, 338 sayılı kararlar ve hâlâ sayıyoruz…
Sözün özü, “bir şey hiç yoktan iyidir” diye bu kadar az şeyi kabul etmeye hazır olmamız, düşmanı bizden daha fazla taviz koparmaya teşvik ediyor. Bu Siyonist dünyada bırakın aptal bir zayıfı, sadece zayıfın bile gözünün yaşına bakılmaz. Zafer kazanmak isteyen uluslar önce yenilgici liderlerinden kurtulmalıdır.

 

 

Free Arab Voice

 

Bir ilke meselesi olarak "İsrail"in meşruiyetinin tanınmasına kategorik olarak karşı çıkılabilir! Ancak farklı siyasi durumları birbirinden ayırt edemeyecek kadar dar görüşlü olunamaz.

 

Tüm siyasi durumlar eşit değildir. Örneğin, Birleşmiş Milletler'in 242 ve 338 sayılı kararlarının Araplara Camp David, Oslo ve Vadi Arabe'den[i] elde ettiklerinin toplamından çok daha fazlasını sunduğunu anlamak gerekir. BM'nin 242 sayılı kararı "İsrail"in 1967'de işgal ettiği topraklardan (Sina, Batı Şeria, Gazze ve Golan Tepeleri) çekilmesini gerektiriyordu. Karar ayrıca bölgedeki tüm devletlerin barış ve güvenlik hakkını da garanti altına alıyordu.

 

Ancak "İsrail" 1967'de işgal ettiği toprakları iade etmek yerine, bu toprakların BİR KISMINI tüm Arap devletleriyle tam bir normalleşme pazarlığı yapmak için kullanıyor. Siyonist Devlet topraklarımızı açık pazarlar, diplomatik bağlar ve güvenlik işbirliği için bir pazarlık kozu olarak kullanırken, aynı zamanda Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Golan gibi vatanımızın diğer bölgelerinde daha da yerleşik hale geliyor. Oslo ya da Vadi Arabe kapsamında "İsrail" ile normalleşmenin, 242 sayılı kararla garanti altına alınan 'Barış' ve 'Güvenlik'ten çok daha fazlası olduğunu ve bunun sadece askeri anlamda yorumlanmaması gerektiğini unutmayın.

 

Kayıtlara geçmesi açısından, 1967 savaşının ardından, tüm Arap rejimleri (Abdülnasır'ınki de dâhil olmak üzere) BM'de kabul edildiğinde 242 sayılı kararı onaylamıştı. Dolayısıyla 242'nin uygulanmamasının faturasını "retçilere" çıkaramayız! 1974'te FKÖ'nün o zamanki devrimci liderliği 242'ye olan muhalefetini yumuşattı ve 242'ye Filistinlilerden kimlik sahibi bir halk olarak değil de mülteci olarak bahsettiği için karşı çıktığını ilan etti. Görünüşte vatansever olan Filistinlilerin bu tutumu, FKÖ'nün "İsrail" de dâhil olmak üzere bölgedeki tüm "devletlerin" barış ve güvenlik içinde yaşamasına karşı olmadığını ima ediyordu.

 

Eğer durum böyleyse, neden Batı Şeria ve Gazze iade edilmedi ve neden bugün bağımsız, vatansever, Filistinli, ancak "gerçekçi" taleplerimizin çıtasını Batı Şeria'nın sadece %10-13'üne indirdik?

 

Bunun cevabı, siyasi oyunda kurnaz oyuncularmışız gibi davranmaya yönelik dar görüşlü hevesimizde yatıyor olabilir. Ancak buradaki sorun, oyunun kendisinin ve kurallarının düşmanlarımız tarafından yaratılmış olmasıdır.

 

Birleşmiş Milletler'in 242 sayılı kararının kendisi bize Filistin'i Araplar ve Yahudiler arasında bölen 181 sayılı BM kararından daha az toprak vermiştir.

 

Yine de 1948'de "İsrail", zaten adaletsiz olan 181 sayılı karar uyarınca kendisine verilenden %40-50 daha fazla toprağı ele geçirdi. Araplar tarafından 242'nin tam olarak uygulanmasının talep edilmesi de ne yazık ki 181'i tarihe gömdü. Benzer şekilde Netanyahu'dan Oslo'daki yükümlülüklerini yerine getirmesini talep etmek de nispeten daha elverişli olan 242'yi tarihin tozlu raflarına kaldırdı! Şimdi Wye'yi[ii] uygulamak için bir anlaşma imzaladık. Kendimizi tamamen yenilginin çukurunda bulana kadar bu böyle devam edecek.

 

Sözün özü, “bir şey hiç yoktan iyidir” diye bu kadar az şeyi kabul etmeye hazır olmamız, düşmanı bizden daha fazla taviz koparmaya teşvik ediyor. Bu Siyonist dünyada bırakın aptal bir zayıfı, sadece zayıfın bile gözünün yaşına bakılmaz. Bağımsız Filistin karar alma mekanizmasının gururlu bayrağı altında, KİRLENEN ARZUMUZU TESLİMİYETLE KURTARMAYA KOŞULLANDIKÇA, DÜŞMANIMIZDAN ALDIĞIMIZ HER KÜÇÜK TAVİZİN TÜM ZAFERLERİN ANASI OLDUĞUNA İNANMAYA YÖNELTİLİYORUZ, ÇÜNKÜ SÜREKLİ 'BİR ŞEY HİÇBİR ŞEYDEN İYİDİR' DENİYOR! Aslında, haklarımızın bir kısmına razı olduğumuzda, neredeyse hiçbir şey elde edemeyiz! Bir şey elde etmek için her şeyi talep etmelisiniz. Muhtemelen.

 

Bu da gösteriyor ki bu bataklığın çözümü, yenilgiye olan bağımlılığımızı reddetmemizden geçiyor. Bunu yapabilmek için seferber olmak, örgütlenmek ve mümkün olan her türlü siyasi, ekonomik, bilimsel ve askeri kabiliyet ve ittifakı elde etmek için çalışmak gibi zor bir seçimi benimsemeliyiz.

 

Ancak o zaman, müzakere etmeyi seçersek güçlü bir pozisyondan müzakere edebilir, zamanı geldiğinde de azgın boğalar gibi savaşabiliriz.

 

Zafer kazanmak isteyen uluslar önce yenilgici liderlerinden kurtulmalıdır.

 

 

Çeviri: Medya Şafak

 

 

 

 



[i] Antlaşma, 26 Ekim'de Arava Vadisi'nin (Arabah) güney sınırlarında imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Ürdün, Mısır'dan sonra İsrail rejimi ile ilişkilerini normalleştiren 2. Arap ülkesi olmuştur.

[ii] Wye Nehri Memorandumu: 1998’de, Siyonist rejim ile Filistin Ulusal Yönetimi arasında Oslo II Anlaşması'nı uygulamak amacıyla ABD aracılığıyla Maryland'in doğu kıyılarındaki Wye Nehri civarında yapılan memorandum.