Akıl oyunları: İsrail ve emperyalizme karşı direniş neden 'Şii davası' olarak adlandırılıyor?

Akıl oyunları: İsrail ve emperyalizme karşı direniş neden 'Şii davası' olarak adlandırılıyor?
Batı yanlısı Sünni monarklar tarafından papağan gibi tekrarlanan bir eleştiriyle İran'ın "Filistin'de Sünni Arap hükümetlerin egemenliğini zayıflatmak için iyi bir araç bulduğunu" ve "Sünni Arap kitlelerin" desteğini aradığını iddia ediyor. Bu değerlendirme, Devrim’den önce bile, İran'ın dini ve laik muhaliflerinin Filistin yanlısı oldukları ve Şah'ın İsrail'i desteklemesine karşı çıktıkları gerçeğini göz ardı etmektedir.

 

 

Omar Ahmad

 

The Cradle

 

20 Nisan 2022

 

Geçtiğimiz birkaç on yıl, Batı Asya jeopolitiğinde Şii Müslümanların siyasi yükselişine tanıklık etti. Başlangıçta 1979'daki İran İslam Devrimi ile ateşlenmiş olsa da, 2003'te ABD'nin Irak'ı yasadışı işgali sonrasında Irak'ın Şii çoğunluğunun yönetime gelmesiyle bu siyasi değişim süreci hızlanmıştır.

 

ABD birliklerinin Irak'ı işgal edip “Sünni” Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'i devirmesinden bir yıl sonra Ürdün Kralı 2. Abdullah, Irak'ın Şii çoğunluğu ve bölgedeki mezheptaşları arasındaki İran etkisinin artmasından korkarak "Şii Hilali" ifadesini kullandı. Bu kuşağın Tahran'dan Bağdat, Şam, Beyrut ve daha sonra Sanaa dahil olmak üzere çeşitli Arap başkentlerine uzandığı varsayılıyor.

 

Bu fikir, Şiileri yekpare bir bütün olarak ele aldığı ve İran'ın bölge üzerindeki kontrol ya da etkisini abarttığı gerekçesiyle eleştiriliyor.

 

Tahran'ın dost hükümetler, güçlü siyasi partiler ve milis güçlerle bağ kurma çabaları sekter bir ideolojiden ziyade bazı faydalara dayanıyor. İran'a bölgesel stratejik derinlik -ve dolayısıyla nüfuz- sağlayan devlet ve devlet dışı aktörler arasında Sünniler, Dürziler, Hıristiyanlar, Aleviler, Zeydiler ve Şii olmayan diğer halklar yer alıyor. Bu ittifak daha yaygın ve doğru olarak Direniş Ekseni olarak biliniyor ve temel ilkesi hem Batı emperyalizmine hem de Siyonist projeye karşı olmak ve kendi kaderini tayin etme arzusudur.

 

 

Direniş Ekseni

 

Odağında Tahran'ın yer aldığı bu ağ hem devlet hem de devlet dışı aktörlerden oluşuyor. Önemli Şii gruplar arasında Irak'ın Halk Seferberlik Birlikleri (Haşdi Şabi), Lübnan Hizbullahı ile Afgan ve Pakistanlı tugaylar yer alıyor.

 

Filistinli Sünni direniş hareketleri Hamas ve İslami Cihad da Eksen’in bir parçası sayılıyor ve Hizbullah'ın silahlı bir kolu olan Lübnan Direniş Tugayları (‘Saraya” olarak da bilinir); Sünniler, Maruni Hıristiyanlar ve Dürzilerden oluşuyor. Devlet düzeyinde ise, Yemen'in çoğunluğu Zeydi olan Ensarullah liderliğindeki fiili hükümeti ve Sünni çoğunluğa sahip Suriye'nin Alevilerin etkili olduğu yönetimi bulunuyor.

 

Her ne kadar Eksen’in bir parçası olmasa da, Sünni çoğunluğa sahip Cezayir de Siyonizm'e sürekli olarak karşı çıkmıştır ve özellikle de son zamanlarda İsrail ile aynı safta yer alan komşusu Fas ile artan gerilimleri ışığında İran ile bağlarını güçlendirmesi mümkündür.

 

Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi geleneksel Batı yanlısı Sünni Arap devletleri de Şii çoğunluklu, 'İran önderlikli' bu hat ilgili endişelerini dile getirmiş ve İsrail ile birlikte Direniş Ekseni'nin karşısında yer almışlardır. Bu karşılıklı çıkarlar nedeniyle "Sünni-Yahudi ittifakı" için çeşitli öneriler ortaya atılmıştır.

 

Arapların İsrail ile normalleşmesi

 

Bu yeni ittifak 2020 yılında İbrahim Anlaşmalarının imzalanması ve İsrail ile BAE, Sudan, Fas ve Bahreyn (sonuncusu Sünni bir kraliyet ailesi tarafından yönetilen Şii çoğunluklu bir ülkedir) arasındaki ilişkilerin normalleşmesiyle somut bir şekilde hayata geçti. Böylece Tel Aviv ile bazı Arap devletleri arasında dolaylı, gizli bağlar olduğuna dair yıllardır süren spekülasyonlar da sonlanmış oldu.

 

Ancak, bu hükümetlerin politikaları ile vatandaşları arasındaki yaygın duyguları birbirinden ayırmak önemlidir. Katar merkezli Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi (ACRPS) tarafından 2019-2020 yılları arasında gerçekleştirilen bir kamuoyu yoklamasına göre, Arap dünyasının çoğunluğu (yüzde 88) İsrail ile herhangi bir normalleşmeye karşı çıkıyor. Buna Basra Körfezi de dâhil: Rapora göre "İsrail'i tanımayı reddediş en yüksek oranda Körfez bölgesinde gözleniyor".

 

Bununla birlikte, geçtiğimiz ay düzenlenen Negev Zirvesi, İsrail ve Arap devletleri arasında daha önce görülmemiş düzeyde bir güvenlik işbirliğini başlattı. Bu durum, Viyana'daki Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı (KOEP) canlandırma çabalarının başarısız olması halinde, özellikle nükleer güce sahip bir İran'a yönelik artan korkular nedeniyle, Direniş Ekseni ile yüzleşmeye niyetli bir 'Arap-İsrail NATO'su' kurulmasının habercisi olabilir.

 

Filistin meselesi

 

Pan-Arap milliyetçiliğinin işgal altındaki Filistin'i kurtarmak için giriştiği mücadelenin, 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından uğradığı aşağılayıcı ve yankı uyandıran başarısızlığının ardından Mısır, Arap dünyasının lideri olma konumunu kaybetti. Bu durum, İran İslam Devrimi ile aynı yılda, 1979'da Enver Sedat yönetimindeki Mısır’ın İsrail ile barış yapmasının ardından daha da pekişti.

 

Günümüzün en acil, en uzun soluklu ve en önemli Arap ve Müslüman meselesi olan Filistin davası, Sünni Arap önderliği tarafından terk edilmiş durumdadır ve sadece İran İslam Cumhuriyeti ve bölgesel müttefikleri tarafından savunulmaktadır. Devrimci İran'ı ziyaret eden ilk devlet adamının Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat olması semboliktir ve kendisine bir zamanlar İsrail diplomatik misyonu olan ve Filistin elçiliğine dönüştürülen yerin (bugün de öyledir) anahtarları verilmiştir. Arafat tarihi ziyareti sırasında "İmam Humeyni'nin önderliğinde Filistin topraklarını özgürleştireceğiz" demişti.

 

1990'lar boyunca İran'ın Filistinlilere verdiği destek sadece diplomatik değil, aynı zamanda askeri de olmuştur; zira İran sürekli olarak Filistinli silahlı direniş grupları Hamas ve İslami Cihad'ın ana hamisi olmuştur ve bu durum hareketler tarafından da kabul edilmektedir.

 

Bizzat İran Devrim Muhafızları'nın yardımıyla kurulan Lübnan Hizbullahı da Filistinli grupların eğitilmesinde ve silah kapasitelerinin geliştirilmesinde etkili olmuştur. Geçen yılın başlarında Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Amir Ali Hacızade "Gazze ve Lübnan'da gördüğünüz tüm füzeler İran'ın desteğiyle üretildi" demişti.

 

'İran destekli' olmaları bunları 'Şii davaları' yapmaz

 

İbrahim Anlaşmalarından çok önce Arap otokratların, Arap/Müslüman dünyasının popüler davalarından, yani Siyonizm ve Batı emperyalizmine karşı direnişten kopmalarına yardımcı olacak bölgesel bir anlatıyı geliştirmekte olduklarına dair işaretler vardı.

 

Kral Abdullah'ın 'Şii hilali' söylemini kullanmaya başlamasından iki yıl sonra, 2006’da Lübnan-İsrail savaşı patlak verdi. O yıl İsrail'e karşı tarihi bir 'Arap ulusu' zaferi kazanılmış olmasına rağmen, Arap Birliği ve özellikle de Suudiler, kışkırtılmadan ve sorumsuzca çatışma çıkardığını söyledikleri Lübnan direniş hareketi Hizbullah'ı sert bir dille eleştirdiler.

 

Artık Batı Asya'daki çok sayıda direniş çabasına verilen sözlü ya da maddi desteğin Arap ya da Müslüman davalarından ziyade 'Şii' hatta 'Fars' davası olarak görüldüğü bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bunlar arasında Filistin meselesi de yer almaktadır, zira meselenin özüne -yani silahlı mücadeleye- artık sadece Direniş Ekseni destek sağlamaktadır.

 

İsrail yanlısı Demokrasileri Savunma Vakfı'ndan Hussain Abdul-Hussain, Hizbullah'ın yükselişinden önce Güney Lübnan'daki Filistin karşıtı duygulara atıfta bulunarak, Filistin davasının her zaman bir 'Şii' davası olmadığını savunuyor. Batı yanlısı Sünni monarklar tarafından papağan gibi tekrarlanan bir eleştiriyle İran'ın "Filistin'de Sünni Arap hükümetlerin egemenliğini zayıflatmak için iyi bir araç bulduğunu" ve "Sünni Arap kitlelerin" desteğini aradığını iddia ediyor. Bu değerlendirme, Devrim’den önce bile, İran'ın dini ve laik muhaliflerinin Filistin yanlısı oldukları ve Şah'ın İsrail'i desteklemesine karşı çıktıkları gerçeğini göz ardı etmektedir.

 

Siyonizme ve Batı emperyalizmine başka kim karşı çıkacak?

 

Irak'ta IŞİD kalıntılarının yarattığı tehdide ve ABD'nin yıllarca devam etmesi muhtemel askeri varlığına ilişkin meşru şikâyetler var. Irak'ın egemenliğine yönelik bu tehditlerin her ikisi de "İran destekli Şii milisler" tarafından hedef alınmıştır ki bunların çoğu Haşdi Şabi bünyesinde Irak silahlı kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. İronik bir şekilde, IŞİD karşıtı bu güçler aslında İran'ın diktelerinden bağımsız olarak Irak'ın içinden dini bir fetva ile tesis edildiler.

 

BM'ye göre dünyanın en kötü insani krizi, ABD/İngiltere destekli ve silahlı Suudi liderliğindeki koalisyon tarafından yedi yıldır acımasızca bombalanan ve kuşatılan Yemen'de yaşanıyor. Yemen'in bu yabancı saldırganlığa karşı direnişine Ensarullah hareketi ve müttefiki Yemen silahlı kuvvetleri öncülük ediyor. Burada da Sünni Arap monarkların hain söylemi rol oynamış ve Yemen'deki direniş 'Şii' olarak yaftalanmıştır; oysa direnişçiler aslında pek çok açıdan Hanefi Sünnilere daha yakın olan ve Sünni camilerinde ibadet eden Zeydilerdir. İran ve bölgesel ekseni emperyalizm karşıtlığını desteklediğinden, Suudi Arabistan'ın onlarca yıllık sömürü ve boyunduruğuna karşı direnişlerinden dolayı sürekli 'İran destekli' ya da 'Şii' diye etiketlenen Yemen direnişiyle doğal olarak daha uyumludurlar.

 

Suriye örneğinde de, düşman devletlerin saldırılarına karşı hükümetin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü desteklemek de, Suriye'nin Şii toplumunun - Alevilerle karıştırılmamalıdır - çoğunluğu Sünni olan ülkede çok küçük bir azınlık oluşturmasına rağmen, bir 'Şii' davası şeklinde gösterilmiştir. Ancak Suriye, Direniş Ekseni'nde önemli bir aktör olarak, özellikle de İran ile Lübnan ve işgal altındaki Filistin arasında bir geçiş noktası olarak bağlamsallaştırıldığında, mezhepçi tanımlamanın arkasındaki neden belli olmaktadır.

 

Bu çatışmaların ortak paydası, Normalleşme Ekseni ve onun destekçisi ABD'ye karşıt bir gücün mevcudiyetidir. Kendi halklarının halk direnişine olan desteğini azaltmak için bu güçlerin kasıtlı olarak 'İran destekli Şii vekiller' olarak lanse edilmesi, özellikle de gelişmekte olan Sünni Arap-İsrail ittifakı için zorunlu hale gelmiştir.

 

Aksi takdirde Arap ve Müslüman halklar, Batı'nın askeri müdahaleciliğini ve İsrail'in saldırganlığını Batı Asya'dan temizlemeye yönelik operasyonları destekleyecektir. Ancak 'İran', 'Pers' ya da 'Şii' dendiğinde Sünni Arap elitleri, kendi kötü eylemlerine yönelik kitlesel halk tepkisini yoldan çıkarmayı ve bastırmayı başarmaktadır.

 

 

Çeviri: Medya Şafak