ÖZEL: İmam Mehdî’nin (a.f.) Doğumunun ve Gaybetinin İspatı Bağlamında Şiî Yazılı Mirası Üzerine Bir İnceleme

ÖZEL: İmam Mehdî’nin (a.f.) Doğumunun ve Gaybetinin İspatı Bağlamında Şiî Yazılı Mirası Üzerine Bir İnceleme
"Hasan b. Mahbûb önemli kitaplar da yazmıştır. O, ricâl ilmi alanında yazılmış ilk kitaplardan biri olan el-Meşîha adlı kitabında, Büyük Gaybet’ten (Gaybet-i Kübrâ) yaklaşık yüz yıl önce, İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumuna ve gaybetine dair hadisleri yazıya geçirmiştir."

 

 

İmam Mehdî’nin (a.f.) Doğumunun ve Gaybetinin İspatı Bağlamında Şiî Yazılı Mirası Üzerine Bir İnceleme

(Hadis Tedvininin Başlangıcından Abbâsîlerin Yıkılışına Kadar)[1]

 

Seyyid Halil Tâvûsî

 

Giriş

 

Başta Tevrat, İncil, Âvestâ gibi geçmiş milletler arasında meşhur olan dinî kitaplar olmak üzere kutsal metinlerde ve ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de ahir zamanda vaat edilmiş bir ıslah edicinin (muslih-i mevûd) geleceği ve salihlerin dünyaya hükmedeceği bilgisi çeşitli şekillerde birçok kez beyan edilmiştir. Öyle ki, dünya üzerinde, tarih boyunca, metafizik bir dünya görüşüne sahip olup da beklenilen bir kurtarıcı konusuna işaret etmemiş bir dinin ve düşüncenin bulunmadığını söylenebilir.

Bu meyanda İslâm, vaat edilmiş kurtarıcı hakkında, en detaylı ve dış gerçekliğe en yakın malumatı sunmuştur. Nitekim bütün İslâm fırkaları, ahir zamanda Hz. Muhammed b. Abdullah’ın (s.a.a.) hanedanından, adı ve künyesi onunkiyle aynı olan bir kurtarıcının zuhur edeceği konusunda hemfikirdir. Bununla birlikte, Müslümanlar arasında en fazla İmâmî-Şiî âlimleri vaat edilen kurtarıcı konusuna eğilmiş ve onun hakkında en yetkin ve en açıklayıcı rivayetleri derlemişlerdir. Bunun en önemli kanıtı, İmamî-Şiî ulemasının günümüze ulaşan eserlerdir.

On İki İmam’a inanan İmâmiyye Şiîliğine göre, on ikinci imam olan Hz. Mehdî (a.f.), İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) oğludur ve annesi, Nergis Hatun’dur (s.a.). İmam Mehdî, 255 yılında Samerrâ’da dünyaya gelmiş ve doğumu, döneme özgü birtakım özel nedenlerden ve koşullardan ötürü, babası İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) izin verdikleri dışında kalan insanlardan gizlenmiştir. İzin verilenler arasında bulunan farklı toplumsal kesimlere mensup çok sayıda insan, İmam Mehdî (a.s.) ile görüşmüştür.

Kelam metinlerinde ve imamet ve Mehdîlik konularına tahsis edilmiş müstakil risalelerde etraflıca incelenen ve tartışılan konuların tamamı, esasında, İmamî-Şiî akidesinin inanç ilke ve esaslarından kaynaklanmış ve bu inançlar âlimler tarafından kesin delillerle ispatlanmıştır. Bununla birlikte, bütün bu çabalara karşın, muhalifler ve art niyetliler Mehdîlik konusunda zaman zaman zayıf ve asılsız bazı şüpheleri gündeme taşımışlardır. Bu şüphelerin başında -her ne kadar delillere ve belgelere dayanılarak kelam metinlerinde ispatlanmış olsalar da- İmam Mehdî’ye (a.f.) dair rivayetlerin tarihsel açıdan, tarihî tanıklıklar ve belgeler üzerinden kanıtlanamayacağı iddiası gelmektedir.

Bu alanda Şia uleması takdire şayan çalışmalar yapmışlardır. Bu incelemenin amacı, yazılı kaynaklara tarihsel bir yöntemle yaklaşmak ve İmam Mehdî’nin doğumuna ve gaybetine dar tarihî belgeleri incelemektir.  Zira bu meseleyi açıklığa kavuşturacak temel yaklaşım, başta doğumu ve gaybeti olmak üzere İmam Mehdî ile ilgili olarak tedvin veya telif yöntemleriyle üretilen metinlerin incelenmesidir.

Genel hatlarıyla Şiî muhaddisler ve âlimlerce hadis mecmualarının derlenmeye başlandığı ilk yıllardan 7./13. yüzyılın ikinci yarısına kadarki dönemde İslâm dünyasına Emevî (40-132/661-750) ve Abbâsî (132-656/750-1258) yöneticiler hükmetmişlerdir. Bu idareciler ekseriyetle mezhep taassupları nedeniyle Şiîleri kovuşturmuş, onlara işkence etmiş ve onları öldürmüşlerdir. Bununla birlikte, Şia uleması, genelde, bağlantılı oldukları topluluklar içerisinde, gizli veya açık bir biçimde, İmam Mehdî’ye, özellikle de onun doğumuna ve gaybetine dair risaleler kaleme almışlardır. Buna mukabil, Ehl-i Sünnet âlimleri, doğal olarak, bu konuda daha fazla baskıyla ve sınırlamalarla karşı karşıya kalmışlardır.

Küçük Gaybet (Gaybet-i Suğrâ) döneminin son yıllarında, bir Şiî hanedanı olan Büveyhîlerin (320-448/932-1056) İslâm dünyasının doğu bölgelerinin büyük bölümüne ve Bağdat’a hâkim olmalarının ardından Şia âlimleri, hiçbir endişe ve tedirginlik yaşamadan, bu makalede incelediğimiz konuyla bağlantılı kelam tartışmalarını derli toplu bir biçimde ele alabilmişlerdir. Başta Şeyh Sadûk (ö. 381/991), Şeyh Müfîd (ö. 413/1022) ve Şeyh Ebû Cafer Tûsî (ö. 460/1067) olmak üzere, Şia âlimlerinin kaleme aldıkları eserlerin sayıca çok olması bunu açıkça göstermektedir. Bu dönemden itibaren daha fazla sayıda eser yazılmış ve geçmiş âlimler tarafından kaleme alınan eserler bir araya getirilerek ansiklopedik çalışmalar ortaya konulmuştur.

Abbâsilerin yıkılışına kadarki süreçte Şia âlimleri tarafından İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve gaybeti hakkında yazılan hadis, kelam ve tarih eserlerini üç döneme ayırarak incelemek mümkündür:

Birinci dönem: Hadislerin derlenmesi dönemi,

İkinci dönem: Şiî âlimlerin toplumsal hayreti [şaşkınlık, kargaşa] ortadan kaldırmak amacıyla başlattıkları ilmî cihad dönemi,

Üçüncü dönem: Şiî kelamcıların İmam Mehdî’nin doğumu ve gaybeti hakkında ortaya koydukları görüşlerin derlenmesi.

Bu makalede, makalenin sınırlarını aşmamak adına, sözü edilen dönemlerin tarihsel ve toplumsal koşulları göz ardı edilecek ve doğrudan, Şia âlimleri tarafından kaleme alınmış eserler; bir başka ifadeyle, Şiî yazılı miras incelenecektir.

 

Birinci Dönem: Hadislerin Derlenmesi Dönemi

Masum İmamlar’ın (a.s.), seçkin sahabîlerinin ve takipçilerinin hayatta oldukları bu dönemde çok sayıda râvi İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve gaybeti ile ilgili hadisleri derlemiş ve yazılı olarak nakletmiştir. Derlenen bu hadislerin tevatür derecesine ulaşmış mütevâtir hadisler[2] olmaları, bu râvilerin emeklerinin bir neticesidir. Bu bağlamda, İmam Mehdî’nin İmam Ali’nin[3] (a.s.) ve Hz. Fâtıma’nın[4] (s.a.) evladından ve İmam Hüseyin’in (a.s.) soyundan[5] olduğunun bildirildiği hadislere değinmek mümkündür. Bunlara ilaveten, İmam Mehdî’nin doğumuna,[6] gaybetine,[7] varlığına ve zuhuruna dair de çok sayıda hadis rivayet edilmiştir.

Birinci dönem, Küçük Gaybet’in başlamasıyla sona ermiştir. Muhaddislerden bir kısmı, hadis rivayetinin yanı sıra İmam Mehdî’nin doğumu ve gaybeti hakkında monografi türünde kitaplar da kaleme almışlardır. Entelektüel eğilimlerini ve kronolojiyi esas alarak bu kategoride yer alan eserleri iki bölüme ayırmak mümkündür:

a) Doğumundan önce İmam Mehdî’nin doğumu hakkında derlenen hadis mecmuaları ve

b) Doğumundan Küçük Gaybet’e kadarki dönemde İmam Mehdî hakkında derlenen hadis mecmuaları.

 

A) Doğumundan önce İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu hakkında derlenen hadis mecmuaları

Şiî yazılı literatürünün Emevî döneminin sonundan itibaren ortaya çıkmasıyla birlikte tedvin edilen risale ve kitaplarda Mehdîlik ve gaybet konusu öncelikli konulardan biri olmuştur. Râvilerin işittikleri hadislerin başlıca konularından biri olan bu konu, râvilerin defterlerinde (asl) ve Şiî akideden söz edilen diğer çalışmalarda yazıya geçirilmiştir. Bu bağlamda Şiîler, sözünü ettiğimiz konudaki hadisleri, değişen entelektüel eğilimleri doğrultusunda yazıya aktarmışlardır. Bu dönemde tedvin edilen hadis mecmualarının başlıcaları şunlardır:

 

1. Dört Yüz Asl (Usûl-i Erbaa-mia)

Dört Yüz Asl, ilk hadis râvilerinin Masum İmamlar’ın (a.s.) fıkhın usul ve füruuna ve doğum, ölüm ve faziletlere dair sözlü rivayetlerinin derlendiği uzun veya kısa sahifelerden oluşmaktadır. Sonradan “asl” [asıl] adını alan[8] bu sahifelerin sayısı dört yüzü bulduğundan Dört Yüz Asıl adıyla ünlenmişlerdir.[9]

Dört Yüz Asl’ın ne zaman telif edildikleri konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.[10] Bununla birlikte, bu aslların hiçbirinin İmam Ali (a.s.) döneminden önce ve İmam Hasan Askerî (a.s.) döneminden sonra yazılmadıkları kesin olarak bilinmektedir.[11] Bugün, çoğunluğu günümüze ulaşmayan Dört Yüz Asl’ın muhtevaları ve tedvin şekilleri hakkında kesin bir şey söylemek mümkün olmadığından[12] bazı araştırmacılar, bu konuda yapılacak tartışmaların tahminden ve zandan öteye geçmeyeceğine kanaat getirmişlerdir.[13] Bununla birlikte, bazı âlimlerin sözlerinden, geçmişte Şia ulemâsının bu aslları temel kaynak olarak kullandıkları, bunların Ehl-i Beyt’ten (a.s.) nakledilen rivayetlerin başlıca kaynağını oluşturdukları ve fakihlerin şerî meseleleri incelerken ve fetvâ verirken bu asllarda bulunan hadislere istinat ettikleri anlaşılmaktadır.[14]

Araştırmalardan Dört Yüz Asl’da yazıya geçirilen rivayetlerin çoğunluğunu, Masum İmamlar’ın (a.s.) biyografilerine, doğum ve vefatlarına ve faziletlerine dair hadislerin oluşturduğu anlaşılmaktadır.[15] Zira Şia uleması, Hz. Mehdî’nin doğumunu, ahir zamanda kurtarıcı olarak zuhur edeceğini (Mehdîliğini) ve gaybete çekilmesini Dört Yüz Asl’da bulunan hadislere dayanarak ispatlama yoluna gitmişler ve kendi kitaplarını da bu aslların içeriğine göre tanzim etmişlerdir. Sözgelimi Şeyh Sadûk, aşağıda sözünü edeceğimiz Kemâlü’d-din adlı kitabını bu şekilde tanzim ettiğini açıkça ifade etmiştir.[16]

Hüseyin Câsım, her ne kadar bu asllarda yer alan hadislerde İmam Mehdî’nin adının geçmediğini ve gaybet zamanının belirlenmediğinden hareketle Dört Yüz Asl’da gaybet ve Mehdîlik konusunda bir iphamın söz konusu olduğunu ileri sürerse de[17] Dört Yüz Asl’ın tedvin edildiği döneme daha yakın bir dönemde yaşayan Şeyh Sadûk’un kitaplarında bu hadislerden faydalanması, onun bu iddiasına itibar edilemeyeceğinin en açık kanıtıdır. Buna ilaveten Tabersî (ö. 548/1154) de İlâmu’l-verâ adlı eserinde şöyle yazmıştır: “Şiî muhaddisler gaybetle ilgili rivayetleri, İmam Muhammed Bâkır ve İmam Sâdık (a.s.) dönemlerinde kitaplarında ve asllarında yazıya geçirmişlerdir.”[18]

Her halükârda Dört Yüz Asl’ın büyük bölümü kaybolmuş, sadece on altısı günümüze ulaşmıştır.[19] Bununla birlikte, 4./10. ve 5./11. yüzyılda hadis rivayet eden râviler ve Mehdîlik ve gaybet konusunda kitap yazan âlimler, Dört Yüz Asl’ı kaynak almışlar ve bunlarda yer alan hadislerin büyük bir kısmını kitaplarında alıntılamışlardır. Fihrist müelliflerinin ve rical âlimlerinin tespitlerine göre bu asllarda kendisinden Mehdîlik ve gaybet konusunda hadis rivayet edilen râvilerden ve kitaplarından bazıları şunlardır:

 

2. Süleym b. Kays el-Hilâlî[20] (ö. 90) ve Kitab’ı[21] veya Asl’ı

Bu eser, Emevî döneminden, hatta öncesinden günümüze ulaşan en eski Şiî eserdir. Kitap tür olarak, gelecekte ortaya çıkacak sosyal kargaşa, iç savaş gibi önemli olaylar ve kıyamet alametlerine dair haberleri içeren “melâhim” [ve “fiten”] literatürü içerisinde değerlendirilir. Zira kitapta, İslâm’ın ilk yüzyılında meydana gelen bazı hadiseler, Şiî bir bakış açısıyla, Hz. Peygamber’den (s.a.a.) ve İmam Ali’den (a.s.) nakledilen hadisler çerçevesinde ele alınmıştır. Bu doğrultuda, kitapta sık sık Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm ümmetinin yöneticiliği makamını gasp eden on iki zalim idareciden söz edilmiştir.[22]

Süleym b. Kays, On İki İmam’ın (a.s.) imametinin ispatı tartışmalarına müdahil olmuş ve bu bağlamda, kitabının yirmi dört yerinde Şia’nın bu konudaki meşhur hadislerine değinmiştir.[23] Bununla birlikte, İbn Kays, On İki İmam’dan sadece ilk beşinin adını zikretmiş ve imametin Muhammed b. Ali b. el-Hüseyin’in soyundan devam edeceğini yazmıştır.[24] Ona göre cennet ehlinin efendileri, Abdülmuttalip evladından olan Hz. Peygamber (s.a.a.), İmam Ali (a.s.), kardeşi Cafer, amcası Hamza, oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s.), eşi Fâtıma (s.a.) ve Mehdî’dir.[25]

İbn Kays, bazı hadisleri iktibas ederek, bugün İmâmiyye Şiası’nın kabul ettiğinin aksine, Masum İmamlar’ın sayıca on üç kişiyle sınırlı olduğunu ileri sürmüştür.[26] Bu nedenle, ricâl âlimlerinden bazıları Süleym b. Kays’ın kitabının uydurma ve muhtevasının hatalı olduğunu dile getirmişlerdir.[27] Buna mukabil, Numânî el-Gaybe adlı kitabında İbn Kays’ı savunmuştur.[28] Numânî’nin kitabının bazı yerlerinde,[29] bilhassa gaybet konusuna ayırdığı bölümde İbn Kays’ın rivayetlerini kullanması[30] ve çok sayıda Şia âliminin İbn Kays’ı ve râvisi Ebân b. Ebî Ayyâş’ı güvenilir kabul etmesi,[31] Süleym b. Kays’ın kitabının tahrif edildiği ve uydurma olduğu yönündeki şüpheleri ortadan kaldırmıştır.

Ayrıca, Süleym b. Kays’ın kitabı, On İki İmam’ın imametini ispatlamasıyla ünlenmiştir. Daha önce de belirtildiği üzere, bu kitapta, On İki İmam’ın imametinin ispatı sayılan [en erken tarihli] yirmi dört meşhur Şiî hadisi iktibas edilmiştir. İmamların on üç kişi olacağına dair rivayete gelince; bu rivayetin zaptında bir yanlış yazımın (tashif) söz konusu olduğu bilinmektedir.[32]

Her halükârda, görünüşe göre, Süleym b. Kays’ın kitabı Mehdîlik ve gaybet konusuna temas eden ilk kitaptır. Kitapta nakledilen çok sayıdaki hadiste, İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu, ataları, sıfatları ve Hz. İsa’nın (a.s.) onun zuhurunu müjdeleyeceği geçmektedir.[33] Bu kitap, Şia’nın en hacimli ve en eski tarihli asllarından (usûl) biridir.[34] Bu nedenle, 4./10. ve 5./11. yüzyıllarda kaleme alınan gaybet monografilerinde bu kitaptan çok sayıda hadis rivayet edilmiş ve çokça faydalanılmıştır.[35]

 

3. Hasan b. Mahbûb’un (149-244/766-858) ve el-Meşîha Adlı Kitabı[36]

Hasan b. Mahbûb Serrâd[37] Masum İmamlar’ın (a.s.) fakîh sahabîlerindendir.[38] Kendi döneminde dört rükünden (erkân-i erbaa) biri[39] ve ayrıca, İmam Musa Kâzım,[40] İmam Ali Rıza[41] ve İmam Muhammed Cevâd[42] (a.s.) olmak üzere üç imamın talebesi olma şerefine nail olduğundan icmâ ashabından kabul edilmiştir.[43] İbn Mahbûb, İmam Cafer Sâdık’ın (a.s.) ashabından olan altmış kişiden hadis rivayet etmiştir.[44]

Çok sayıda talebe yetiştiren[45] Hasan b. Mahbûb önemli kitaplar da yazmıştır.[46] O, ricâl ilmi alanında yazılmış ilk kitaplardan biri olan el-Meşîha adlı kitabında, Büyük Gaybet’ten (Gaybet-i Kübrâ) yaklaşık yüz yıl önce, İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumuna ve gaybetine dair hadisleri yazıya geçirmiştir.[47] Hadis âlimlerince iki farklı şekilde tanzim edilmiş olması kitabın önemini göstermektedir. el-Meşîha ilkin Ahmed b. Hüseyin b. Abdülmelik tarafından alfabetik sıraya göre, ikinci kez Küleynî’nin hocası Davud b. Kûre (Kûze) Kummî tarafından konularına göre yeniden tanzim edilmiştir.[48]

Hasan b. Mahbûb’un el-Meşîha’sı, Masum İmamlar’ın (a.s.) sahabîlerince yazılan diğer kitaplar gibi, günümüze ulaşmamıştır. Bununla birlikte, Tabersî ve Meclisî, bu kitabın Masum İmamlar’ın sağlıklarında yazılan diğer bütün kitaplardan daha meşhur olduğunu ifade etmişlerdir.[49] Ayrıca, Şiî müelliflerden bazıları, Hasan b. Mahbûb’un bu kitabına ve onun tarafından rivayet edilen kimi hadis derlemelerine (asl) dayanarak Mehdîlik ve gaybet konularını ele almışlardır. Bu bağlamda, Küleynî, Sadûk, Numânî, Tûsî, Tabersî ve Meclisî’yi örnek vermek mümkündür.[50] Hasan b. Mahbûb, İmam Mehdî’nin gizlenip gaybete çekilmesi ve ayrıca zuhurunun alametleri hakkında Masum İmamlar’dan rivayet ettiği hadisleri derleyerek bu konularda Şiî hadis literatürüne derli toplu bir eser kazandıran ilk müelliftir. Sözgelimi, Hasan b. Mahbûb, gaybet gerçekleşmeden ve sonradan kabul gören biçimiyle tasnif edilmeden önce rivayet ettiği meşhur bir hadiste, İmam Mehdî’nin gaybetinin biri kısa, diğeri uzun olmak üzere iki aşamada gerçekleşeceğine işaret etmiştir. Tabersî bu hadise istinat ederek gaybeti ispat sadedinde şunları yazar: “İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) oğlu için iki aşamalı gaybet gerçekleşmeden çok önce [rivayet edilen] bu hadisin doğruluğunun ne şekilde gerçekleştiği üzerine iyice bir düşünün!”[51]

Her halükârda her ne kadar İbn Mahbûb, Vâkıfîliğin[52] kör kuyusuna dalmış olsa da Mehdîlik ve gaybet konusunda hadis rivayet eden diğer bazı râvilerin aksine[53] bu kuyuda boğulmamış, hakkı tanımış, ona sarılmış ve bu doğrultuda, Vâkıfîliği ve onların sapkın görüşlerini reddeden rivayetleri nakletmiştir.[54] Onun sadakatini belgeleyen en önemli vesika, İmam Ali Rıza (a.s.) tarafından güvenilir kabul edilmiş olmasıdır.[55]

 

4. Ebû Said Abbâd el-Usfurî’nin (ö. 250/864) Asl’ı ve Ahbâru’l-Mehdî Adlı Kitabı

Ebû Said Abbâd b. Yakub Revâcinî[56] Usfurî’nin[57] mezhebi konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır.[58] Şiî ricâl kaynaklarında âmme mezhebinden olduğu belirtilirken,[59] Şiîlerce yazılmayan eserlerde rivayette sadık (doğru) fakat itikatta Gulât-i Şia’dan olduğu ifade edilmiştir.[60] Bu nedenle, her iki mezhepçe de “matrud” kabul edilmiştir.[61] Bununla birlikte, tanınmış müelliflerden bazılarınca onun Zeydîliğin Cârûdiyye fırkasına mensup olduğu iddia edilmiştir.[62] Fakat Cemmâlî’nin (ö. 600/1203) Kütüb-i Sitte râvilerine dair yazdığı el-Kemâl adlı kitabını tashih edip yeni bilgiler ekleyerek düzenleyen Yusuf b. Abdurrahman el-Mizzî’nin (ö. 742/1341) naklettiği bir rivayetten onun Zeydî inancını terk edip On İki İmam Şiîliğini benimsediği ve İmam Mehdî’yi (a.f.) bekleyenlerden olduğu anlaşılmaktadır. el-Mizzî’nin naklettiği bu rivayette Ebû Said’in evinin duvarında, zuhur ettiğinde el-Mehdî ile birlikte savaşabilmek amacıyla kınından çıkarılmış bir kılıç astığı geçmektedir.[63] Buna ilaveten Tûsî, Ebû Said Abbâd’ın Ahbâru’l-Mehdî başlıklı bir kitabının olduğunu bildirmiştir.[64]

Her halükârda Ebû Said Abbâd’ın bir kısmı günümüze ulaşan Asl’ı, Dört Yüz Asl’dan biridir.[65] Bu Asl’da yer alan gaybetle ilgili bir hadis, İmam Mehdî’nin gaybete çekilmesinden en az on yıl önce vârid olmuştur.[66] Bu bakımdan Küleynî, Numânî, Sadûk ve Tûsî, Masum İmamlar’ın (a.s.) sayısını ele alırken Ebû Said’in rivayetlerine istinat etmişlerdir.[67] Buna ilaveten, Tabersî ve Meclisî gibi muahhar müellifler de onun rivayetlerini yine aynı konuyu ele alırken nakletmişlerdir.[68]

 

5. Ali b. Mehziyâr (ö. 254/868) ve el-Kâim Adlı Kitabı

İmam Ali Rıza’nın, İmam Cevad’ın ve İmam Hâdi’nin (a.s.) ashabından olan Ali b. Mehziyâr Ahvâzî[69] adı geçen son iki İmam tarafından Ahvâz’a vekil tayin edilmiş[70] ve onlardan çok sayıda yazılı emir ve mektup (tevki) almıştır.[71] İbn Mehziyâr, içlerinde Muhammed b. Ebî Umayr, Ali b. Faddâl ve Ebân b. Osman’ın da bulunduğu elli beş râvinin talebesi olmuş ve muteber hadis kitaplarında kendisinden dört yüz otuzdan fazla hadis nakledilmiştir.[72] Nitekim Küleynî’nin Masum İmamlar’ın (a.s.) doğumlarına ve vefatlarına dair naklettiği hadislerin büyük bir kısmının râvisi İbn Mehziyâr’dır.[73]

Tûsî, üretken bir yazar olan İbn Mehziyâr’ın Mehdîlik konusuna tahsis ettiği el-Kâim ve el-Melâhim başlıklı iki kitabı olduğundan söz eder.[74] Mâzenderânî ise, onun et-Tenbih mine’l-hayre ve’t-tih başlıklı bir başka kitabı daha olduğunu yazar.[75] O, bu kitabında da muhtemelen İmam Mehdî (a.f.) ile ilgili hadisleri bir araya getirmiştir.

Görünüşe bakılırsa İbn Mehziyâr’ın el-Kâim’i öncelikle Vâkıfîlerin Kâim’in kim olduğuna dair gündeme getirdikleri tartışmalara cevap vermek amacıyla yazmıştır. Bunun yanı sıra kitap, başlı başına, İmam Mehdî’nin mevcudiyetinin ispatına ve zuhurunun alametlerine dair bir incelemedir. Ali b. Mehziyâr’ın risale ve kitaplarından hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Bununla birlikte, eserlerinde gaybet konusuna yer veren veya bu konuda bir monografi yazan muahhar muhaddis ve müellifler -örneğin Küleynî, Numânî, Müfid, Sadûk ve Tûsî[76]- başta İmam Mehdî’nin doğumu,[77] Küçük Gaybet[78] döneminde görülmesi, hakkındaki nasslar[79] ve bazı Şiîlerin onun hakkındaki şüpheleri gibi konular olmak üzere çeşitli konularda İbn Mehziyâr’ın rivayet ettiği hadisleri, muarızların iddialarını çürüten birer kanıt olarak kullanmak amacıyla iktibas etmişlerdir.

Bununla birlikte, İbn Mehziyâr’ın ölüm tarihiyle ilgili rivayetlerin birbirleriyle çeliştikleri göz önüne alındığında, Sadûk’un ve Tûsî’nin onun İmam Mehdî (a.f.) ile görüştüğüne dair verdikleri malumatın doğru olması mümkün değildir. Bu ikisinin verdikleri malumatta adı geçen şahsın, İbn Mehziyâr’ın kardeşi ya da yeğeni olması ihtimali çok daha güçlü bir ihtimaldir.[80] Tarih rivayetlerinden Mehdîlikle ilgili rivayetlerin tedvininde yalnızca İbn Mehziyâr’ın etkin bir rol ifa etmediği, onun vefatından sonra ailesinin de İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) imametinin son yıllarında ve Küçük Gaybet dönemi boyunca Şia tarihinde ve kültüründe önemli roller üstlendikleri anlaşılmaktadır. Nitekim kardeşi İbrahim ve yeğeni Muhammed b. İbrahim, İmam Cevâd ve İmam Hâdi’nin (a.s.) ashabı arasında yer almanın yanında,[81] İmam Hasan Askerî (a.s.) tarafından Ahvâz’a vekil tayin edilmişlerdir.[82] Onlar, Küçük Gaybet döneminde de İmam Mehdî tarafından bu göreve tayin edildikleri gibi, O’nun naipleri döneminde de aynı görevlerini sürdürmüşlerdir. Ayrıca baba ve oğlu, İmam Mehdî ile görüşme saadetine de erişmişlerdir.[83]

 

B) İmam Mehdî’nin (a.f.) Doğumundan Küçük Gaybeti’ne Kadar Hadis Mecmualarının Tedvini

Şia ulemasının nezdinde İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumunun tartışma götürmez bir gerçek olduğunda kuşku yoktur. Onlar, bu kutlu doğumun gerçekleştiği konusunda herhangi bir tereddüde kapılmamış ve bu konuda hiç şüphe etmemişlerdir. Bu nedenle, Müslüman kamuoyunu bu konuda aydınlatmak için İmam Mehdî’nin doğumu konusundaki hadisleri derlemiş ve bu meyanda, bazı Şia âlimleri bu konuda muarızların iddialarını çürüten monografi türünde risale ve kitaplar kaleme almışlardır. Risale ve kitap boyutunda olan bu monografiler günümüze ulaşmamış olsalar da Şia uleması, bilhassa çeşitli konularda yazılan kitapların kataloglarını çıkaran müellifler, eserlerinde bu monografilerin başlıklarına, içeriklerine ve ayırt edici özelliklerine temas etmişlerdir. Makalenin devamında bu eserlerden bazılarını genel hatlarıyla ele alacağız.

 

1.  Fazl b. Şâzân Nişâbûrî (ö. 260/874) ve el-Kâim Adlı Eseri

Fazl b. Şâzân[84] Nişâbûrî, Muhammed b. Ebî Umeyr, Hasan b. Ali b. Faddâl, Hasan b. Mahbûb, Ahmed b. Muhammed b. Ebî Nasr, Safvân b. Yahya ve Nasr b. Müzâhim gibi hadis otoritelerinden istifade etmiştir.[85] Bazı ricâl âlimleri İbn Şâzân’ın İmam Rıza’nın, İmam Cevâd’ın, İmam Hâdi’nin ve İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) ashabından olduğunu bildirmişlerdir.[86] Bu bakımdan o, Masum İmamlar’ın imamet dönemlerinin sonunda, yani on birinci imam Hasan Askerî’nin döneminde ve İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybetinden önce Horasan’daki en bilgili ve en büyük Şiî âlimi kabul edilmiştir.

Hadis ve ricâl kitaplarında Fazl b. Şâzân’ın İmam Hasan Askerî (a.s.) ile irtibatı hakkında birbirinden farklı rivayetler nakledilmiştir.[87] Fakat Keşşî’nin rivayetinde İbn Şâzân’ın İmam Hasan Askerî ile yakın olduğu ve İmam’ın Bûzcânlı bir adamla görüşme sırasında onun için Allah’tan rahmet ve mağfiret dilediği geçmektedir. Buna ilaveten İmam’ın İbn Şâzân’ın rivayetlerine itimat etmesi, onun hakkındaki her türden şek ve şüpheyi bertaraf edecek şekilde, onu ve rivayetlerini güvenilir kabul ettiğinin en açık delilidir.[88]

Öte yandan, Fazl b. Şâzân, Necâşî ve Tûsî tarafından övülmüş kelamcılardan biridir.[89] Tûsî, İbn Şâzân’ı tefviz ve güluv ehli olmakla itham edenlerin aksine,[90] onun kelamî öğretilerinin Allah’a ve Resulü’ne şehadetten sonra, Allah’ın hüccetinin ikrarından ibaret olduğunu belirtmiş ve onun imamet inancının İmâmiyye Şiası’nın itikadıyla tamamen örtüştüğünü dile getirmiştir. Zira İbn Şâzân da imamet hakkının ancak nass yoluyla elde edebileceğini, nass yoluyla tayin edilmiş imama itaatin farz olduğunu ve ricati kabul etmiştir.[91]

Bazı rivayetlerde İbn Şâzân hakkında gündeme getirilen kimi tereddütlerin[92] onun diğer Şiî fırkalarla, örneğin Vâkıfîlerle ve Fethiyye fırkalarıyla yakın ilişki kurmasından kaynaklandığı söylenebilir.[93] Fakat Fazl b. Şâzân’ın bu fırkalara karşı bizzat yazdığı reddiyeler bütün tereddütleri ortadan kaldırmakta ve onun hakkında ileri sürülen iddiaları çürütmektedir.[94]

İbn Şâzân’ın günümüze ulaşan en eski fihristlerde ve mevcut yazma eser kataloglarında kayda geçirilen kitaplarının başlıklarına hızlıca bir göz atıldığında,[95] onun araştırmalarında ve yazılarında, daha ziyade, muhtelif mezhep ve fırkaların iddialarına reddiye yazmak suretiyle Şiî itikadını savunmayı amaçladığı anlaşılmaktadır.[96] Bu bağlamda, onun odaklandığı asıl mesele, imamet ve imametin ispatı meselesi olmuştur. Hazır olan Masum İmamlar’ın (a.s.) imamet döneminin sonunda, bilhassa İmam Hasan Askerî (a.s.) döneminde yaşayan İbn Şâzân, Mehdîlik meselesine ve İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu konusuna eğilmiş ve başta Kitabu’l-melâhim,[97] Kitabu’l-Kâim,[98] Kitabu’l-gaybe[99] ve Kitabu isbâti’r-ricat[100] olmak üzere bu alanda çok sayıda kitap yazmıştır. Müfid,[101] Neylî,[102] Mirlevhî,[103] Meclisî[104] ve Mirzâ Hüseyin Nurî[105] gibi muahhar âlim ve müelliflerin Mehdîlik konusunu ele alırken bu kitaplardan doğrudan veya dolaylı olarak hadis nakletmeleri, kimi zaman bu kitapları özetleyerek alıntılamaları ve birincil hadis kaynağı olarak onlardan faydalanmaları İbn Şâzân’ın eserlerinin önemini göstermektedir. Öyle ki adı geçen müelliflerin kitapları, İbn Şâzân’ın sözü edilen iki konuda yazdıklarından alınmış ifadelerle doludur.

Dolayısıyla, şimdilik, günümüze ulaştığı bilinen eserler arasında, Mehdîlik konusunda yazılan ve İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu meselesini ele alan ilk monografinin İbn Şâzân’ın Kitabu’l-Kâim’i olduğu söylenebilir.[106] Ayrıca, mevcut karinelerden, İbn Şâzân’ın bu kitabı İmam Mehdi’nin doğumundan ve dolayısıyla gaybetinden önce yazdığı anlaşılmaktadır. Bu kitabın geçen yüzyılda Şia ulemasının temellükünde bulundukları bilinen yazma nüshalarının bugün nerede oldukları bilinmemektedir.[107] Yukarıda da ifade edildiği üzere, Kitabu’l-Kâim’in sadece muahhar müelliflerin eserlerinde alıntıladıkları ve naklettikleri bölümleri günümüze ulaşmıştır.[108]

Her halükârda Şiî hadis âlimleri, özellikle de 4./10. ve 5./11. yüzyıl müellifleri İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve gaybeti hakkında değerli eserler kaleme almışlar ve bu eserlerde Fazl b. Şâzân’dan çok sayıda rivayet nakletmişlerdir. İbn Şâzân’ın rivayetlerinin Tûsî’nin,[109] Numânî’nin[110] ve Sadûk’un[111] çalışmalarının esasını oluşturması onun monografisinin önemini göstermektedir. Zira muahhar müellifler, İmam Mehdî’nin doğumu,[112] sıfatları ve hayatı, [113] ömrü, [114] gaybeti[115] ve zuhuruna engel teşkil eden sebepleri, [116] zuhur vaktinin tayini[117] ve zuhurunun alametleri,[118] hurucunun nasıl olacağı[119] gibi konularda güvenilir isnadlara[120] dayanarak İbn Şâzân’dan hadis rivayet etmişlerdir.

İbn Şâzân’ın rivayet ettiği hadislerde dikkat çeken husus, İmam Mehdî’nin (a.f.) doğduğu dönemde yaşamış olmasına rağmen onun İmam’ın doğum tarihine ve doğumunun keyfiyetine hiç değinmemiş olmasıdır. Bu, İbn Şâzân’ın İmam Mehdî’nin doğumu sırasında Samerrâ’da bulunmadığını gösterebileceği gibi İmam’ın doğumunu gizli tutmak ve bu konuda takıyyeye başvurmakla vazifeli olduğunu ve bu yüzden bu konuda sessiz kaldığını da gösterebilir.

 

2. Ali b. Hasan b. Faddâl Kûfî (ö. 290/902) ve el-Gaybe Adlı Kitabı

Ebû’l-Hasan Ali,[121] babası gibi önce Eftahî idi. Fakat bir süre sonra bu inancından vazgeçip İmâmiyye Şiîliğine girdi ve İmam Hâdi’nin ve İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) ashabından oldu.[122] Tûsî onun Eftahî ve güvenilir olduğunu yazmıştır.[123] Necâşî de onu övmüştür.[124] Bu nedenle İbn Faddâl’ın rivayetleri birçok ricâl kaynağında kabul görmüştür.[125]

İbn Faddâl’a izafe edilen otuz beş kitap arasından Kitabu’l-melâhim ve Kitabu’l-gaybe[126] ele aldığımız konu açısından önemlidir. O, bu iki kitabında Mehdîlik konusuna eğilmiş ve Numânî, Tûsî ve Sadûk, onun Masum İmamlar’dan (a.s.) bu konuda rivayet ettiği hadisleri aktarmışlardır.[127]

Öte yandan, Ali b. Hasan’ın yanı sıra Faddâl hanedanından[128] başka bazı muhaddislerin de Masum İmamlar’ın ashabı arasında yer aldıkları unutulmamalıdır.[129] Belki de Küçük Gaybet döneminde İbn Faddâl’ın kitaplarının Kûfelilerin evlerinde çokça bulunmasından dolayı İmam Mehdî’nin (a.f.) üçüncü naibi Hüseyin b. Ruh Nevbahtî İmam Hasan Askerî’den (a.s.) şöyle bir hadis rivayet etmiştir: “İbn Faddâl’ın İmamlar’dan rivayet ettiklerini alın, kendisinin söylediklerini bırakın.”[130]

Ebû Muhammed’in yanı sıra babası Hasan b. Ali Faddâl da İmam Mehdî’nin doğumu,[131] gaybeti ve zuhuru hakkında, geç dönem hadis mecmualarında nakledilen, çok sayıda hadis rivayet etmiştir.[132]

 

3. İbn Ayyâş Semerkandî[133] (ö. 320/932) ve Kitâbu’l-Gaybe’si

Ebû’n-Nadr Muhammed b. Mesud Ayyâşî, muhaddis Küleynî’nin hocalarındandır.[134] Önce Sünnî olan Ayyâşî, sonra Şiî olmuştur. Tûsî ve Necâşî onun doğru sözlü (sâdık) olduğunu bildirmişlerdir. İki yüzden fazla kitap yazmıştır.[135] Ayyâşî Şiî olduktan sonra babasından miras kalan üç yüz bin dinarı Ehl-i Beyt’in (a.s.) ilmini ve hadislerini tahsil etmek uğruna infak etmiştir.[136] Küçük Gaybet döneminde yaşayan Ayyâşî, Masum İmamlar’ın (a.s.) faziletlerini yaymak amacıyla bu konuda çok sayıda eser kaleme almıştır. Delâilü’l-Eimme ve Necâşî ve İbn Şehrâşûb’un bildirdiğine göre Kitabu’l-gaybe, onun bu makalede ele aldığımız konuda yazdığı kitaplarıdır.[137]

 

4. Alân b. Râzî Küleynî (ö. 328/940) ve Ahbârü’l-Kâim Adlı Kitabı

Alân b. Râzî Küleynî olarak tanınan Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed b. İbrahim[138] b. Ebân, meşhur muhaddis Küleynî’nin hocalarındandır. Muhaddis Küleynî onun tarikiyle Sehl b. Ziyâd’dan hadis rivayet etmiştir. Küleynî’nin hocası olmasının yanında Alân Râzî Küleynî, Küleyn’de[139] tedrisle meşgul olmuş ve başta Ahbârü’l-Kâim olmak üzere çeşitli kitaplar yazmıştır.[140]

Necâşî şöyle yazar: “Alân, Mekke yolunda muhaliflerce şehid edildi. Mekke’ye gitmeden önce İmam Mehdî’den (a.f.) izin istemişti. İmam Mehdî, bir mektup (tevkî) yazarak ona, ‘Bu yıl hacca gitmekten kaçın’ demişti. Fakat Alân bu karara uymadı ve sonunda öldürüldü.”[141]

Şeyh Tûsî, el-Gaybe’sinde Alân’dan bilhassa İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumunun ispatı sadedinde çok sayıda hadis rivayet etmiştir.[142]

 

5. Muhaddis Küleynî (ö. 329/941) ve Kitabu’l-Hüccet’i

Muhammed b. Yakub b. İshak Küleynî Râzî,[143] Şia’nın dört temel hadis kaynağından (kütüb-i erbaa) biri olan, meşhur ansiklopedik hadis derlemesi el-Kâfi’nin yazarıdır. Küçük Gaybet döneminde tedvin edilen el-Kâfi’yi önemli yapan husus, “İslâm tarihinde bir benzerinin yazılmamış olmasıdır.”[144] Küleynî, el-Kâfi’nin en hacimli babı olan Kitabu’l-Hüccet’i Masum İmamlar’ın (a.s.) imameti konusuna ayırmış ve bu babın son fasıllarında İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve gaybeti ile ilgili hadisleri bir araya getirmiştir.

Küleynî Kitabu’l-Hüccet’te Masum İmamlar’ın imametinin ispatı konusundaki hadisleri derlerken bu bölümün “Sahibu’d-Dâr’a (a.s.) İşaret Eden Nasslar” başlıklı babında, Hüccet olarak anılan İmam Mehdî’nin (a.f.) imametini açıklayan nassları ele almıştır. Küleynî’nin burada, diğer Masum İmamlar’ın isimlerini açıkça anarken İmam Mehdî’nin adını açıkça anmaması, bu dönemde İmam Mehdî’nin adını açıkça anmanın caiz olmadığını göstermektedir. Bir gelenek halini alan bu kurala, ilerleyen satırlarda işaret edeceğimiz üzere, sonraki yüzyıllarda yazılan eserlerde de riayet edilmiştir.

Küleynî, İmam Mehdî’nin (a.f.) mevcudiyetini delillendirirken on beş hadis rivayet etmiş ve rivayet ettiği hadislerin zeylinde, İmam’ı bizzat ziyaret edip gören kimselerin isimlerini tek tek anmıştır. Daha sonra “Gaybet Hakkında Bab” başlığı altında, İmam Mehdî’nin gaybeti ve bu gaybetin küçük ve büyük olmak üzere iki aşamalı olacağı hakkında otuz bir hadis nakletmiştir.[145]

Kitabu’l-Hüccet, bilhassa 260-329/873-940 yılları arasında gerçekleşen gaybet hakkında ve bu süreçte İmam’ın naip veya sefirlerinin üstlendikleri rollere dair bilgi vermesi açısından oldukça önemlidir. Küleynî, kitabında, kendisinden önceki râvi ve müelliflerin, özellikle de Hasan b. Mahbûb, Abdullah b. Yakub Usfurî ve Hasan b. Semaa gibi İmamî ve Vâkıfî râvilerin Masum İmamlar’dan On İkinci İmam’ın gaybetine dair rivayet ettikleri hadisleri nakletmiştir. Buna ilaveten o, görünüşe bakılırsa, Şiîlerin bu dönemde yürüttükleri gizli faaliyetlere dair aktardığı malumatı doğrudan dört naipten almıştır.[146]

 

6. Ebu Muhammed Taberî Maraşî (ö. 358/968) ve Kitâbu’l-gaybe’si

Ebû Muhammed b. Hamza Maraşî[147] Şia mezhebinin ileri gelenlerinden ve fakihlerindendir.[148] Onun, ayrıca, Şeyh Müfid’in hocası olduğu da söylenmiştir.[149] Çok sayıda kitap kaleme almıştır. Kitabu’l-gaybe’sinin yazma nüshalarının geç döneme kadar ulaştığı bilinmektedir.[150] Zira Allâme Muhammed Bâkır Meclisî’nin çağdaşı olan, Kitabu’l-mühtedî’nin müellifi Mirlevhî bu kitaptan rivayet nakletmiş[151] ve Mirza Hüseyin Nûrî de, Müstedrek’inin sonunda bu kitabın mevcut olduğunu ifade etmiştir.[152]

 

İkinci dönem: Şiî âlimlerin toplumsal hayreti ortadan kaldırmak amacıyla başlattıkları ilmî cihad dönemi

Şia ulemasına göre hayret dönemi İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybetinin ilk yıllarına verilen isimdir. Bu dönem, Küçük Gaybet ile birlikte başlayan ve 69 yıl süren bu sürece ilaveten sonraki 31 yılı da kapsamaktadır. Buna göre, İmam Mehdî’nin gaybetinden itibaren yüz yıllık dönem, Şiî âlimlerince hayret dönemi olarak bilinmektedir. Fakat bazı tarih rivayetlerinden, hayret ve şaşkınlığın bu dönemin son yıllarında önceki yıllara oranla daha fazla hissedildiği anlaşılmaktadır. Bunun nedeni, Şiî toplumunun İmam Mehdî’nin zuhurunun hızlıca gerçekleşeceği beklentisi içerisinde olması ve Şia’ya muhalif olanların -bilhassa, Masum İmamlar’ı (a.s.) kabul etmeyen Mutezile ve Zeydiyye’nin ileri gelenlerinin- şüpheler icat ederek, Şiîler arasında genelde imamet, özelde İmam Mehdî’nin gaybeti ve zuhuru hakkında görüş ayrılıkları ortaya çıkarmayı ve bu inancı temelden sarsmayı amaçlamış olmalıdır. Bu ve benzeri etkenler, Şiî toplumunda yeni fırka ve teşekküllerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Hayret dönemine yakın tarihlerde yaşayan Numânî, dönemin kaotik ortamını şu şekilde tasvir eder: “İmamîler, ekseriyetle, İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) halefinin nerede olduğunu, nasıl zuhur edeceğini ve ne kadar süre gaybette kalacağını soruyorlardı. ‘O’nun gaybete çekilmesinin üzerinde şu an itibariyle 73 yıl geçti. Bu daha ne kadar sürecek?’ diyorlardı. Kimileri O’nun vefat ettiğine inanırken kimileri onun doğduğunu, hatta varlığını inkâr etti. O’na inananlarsa alaya alındı.”[153]

Bu dönemde İmam Mehdî’nin (a.f.) özel naipleri ve aynı zamanda, yukarıda sözünü ettiğimiz kitapların yazarı olan muhaddislerden bazıları, Masum İmamlar’dan (a.s.) nakledilen hadislere dayanarak İmam Mehdî’nin doğduğunu ve gaybete çekildiğini açıklamaya çalışmışlardır. Fakat bilhassa İmam’ın doğumu ve gaybeti konusundaki inancı zedelemek amacıyla ortaya çıkan teşekküller ve bunun yanı sıra Şiî toplumunun demografik olarak geniş bir coğrafyaya yayılmış olması, Şia âlimlerini tarihe yönelmeye ve tarih rivayetleri ile vekillerin İmam ile yazışmalarına dayanarak bu konudaki şüpheleri ortadan kaldırmaya sevk etmiştir.

 

1. Numânî (ö. 360/970) ve Kitabu’l-gaybe’si[154]

İbn Zeyneb[155] olarak tanınan Ebû Abdullah Muhammed b. İbrahim b. Cafer el-Kâtib[156] Numânî, 342/953 yılında Halep’te tedrisle ve kitap yazmakla meşgul olmuştur. Kitabu’l-gaybe’sini bu şehirde talebesi Muhammed b. Ali Ebû’l-Hüseyin Şücâî Kâtib’e kıraat etmiş ve muhtemelen bu kitabını ve diğer kitaplarını burada yazmıştır.[157]

Numânî’nin el-Gaybe’sinin mütalaası neticesinde önemli sonuçlara ulaşılmaktadır. Bunlardan biri, onun, tıpkı Mürûcu’z-zeheb’in müellifi Ali b. Hüseyin Mesûdî (ö. 345/956) gibi, Masum İmamlar’a (a.s.) mensup hadisleri Küleynî’den alan ve derleyen ilk âlimlerden olduğudur. Bu hadislerden bazılarında İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybetinin kısa ve uzun olmak üzere iki şekilde gerçekleşeceği açıklanmıştır. Numânî, İmam’ın ilk gaybetinin 260/873-874 yılında başladığını ve dört özel naibinin hayatta oldukları sürece, yani 329/941 yılına kadar sürdüğünü; ikinci ve uzun gaybetin ise, dördüncü özel naibin 329/941 yılındaki vefatıyla başladığını ifade etmiştir.

Numânî, ayrıca, gaybet konusundaki hadisleri mütevatir tarikle nakleder. Küçük gaybete dair hadisleri ise, insanların arasında bulunan ve onlarla İmam Mehdî (a.f.) arasında aracılık yapan dört özel naipten rivayet etmiştir. Buna ilaveten o, İmam Mehdî’nin naiplerinin veya sefirlerinin ayrıcalıklı konumlarından uzun uzadıya söz etmiştir. Gaybet konusunda rivayet ettiği kırk beşten fazla hadisin büyük kısmı Küçük Gaybet ile ilgilidir.

Her halükârda, Numânî’nin okuyucuya sunduğu malumat, daha geç tarihlerde gaybet konusunda yazılan İmamî-Şiî eserlerin nüvesini oluşturduğu gibi müelliflerinin usul ve yöntemlerini de etkileşmiştir. Nitekim muahhar müellifler Numânî’nin sadece hadis almamış, onun yöntemini de benimsemişlerdir.[158]

Numânî sonrası literatürde, örneğin Tûsî’nin el-Gaybe’sinde ve Tabersî’nin İlâmu’l-verâ’sında ondan alıntı yapılmamıştır. Fakat daha geç dönemde yazan müellifler Numânî’den alıntı yapmışlardır. Örneğin Allâme Meclisî Bihâru’l-envâr’da ve Şeyh Hür Âmilî İsbâtü’l-hüdâ’da ondan çok sayıda hadis nakletmiştir.

Bu bağlamda, göz önünde tutulması gereken husus, Numânî’nin râvilerinin bir kısmının münharif Şiî fırkalara mensup olmalarıdır. Bu bakımdan, bilhassa Küçük Gaybet konusunda, bu râvilerin rivayetleri alıntılanırken veya bunlara istinat edilirken dikkatli olunmalıdır. Bu konuya Numânî’nin rivayetlerini tenkit ederken döneceğiz.

Numânî, Kitabu’l-gaybe’yi, Şiîlerin özellikle İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) şehadeti sonrasında ve toplumsal hayret döneminde entelektüel açıdan farklı coğrafyalarda faaliyet gösterdiklerini görünce yazmaya karar vermiş ve kitabında, İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybeti konusunu doğru bir şekilde yorumlamak amacıyla, Masum İmamlar’ın (a.s.) gaybet konusunda söyledikleri hadisleri derlemiştir. O, vârid olan hadisler çerçevesinde On İkinci İmam’ın gaybetinin bir gereklilik olduğunu açıklamak için yoğun çaba harcamış ve bu konudaki görüşlerini, bir yandan Hz. Peygamber’den (s.a.a.) ve Masum İmamlar’dan (a.s.) nakledilen hadislere dayandırmaya çalışırken diğer yandan, kendisinden önceki müelliflerin görüşleriyle de desteklemeye çalışmıştır. Fakat o, bunu yaparken, kendilerinden faydalandığı müelliflerin -örneğin Hasan b. Mahbûb’un, Fazl b. Şâzân’ın, Hasan b. Semaa’nın, İbrahim b. İshâk’ın, Küleynî’nin, İbn Ukde’nin ve Mesûdî’nin- kişisel görüşlerini veya mensubu oldukları fırkaların inançlarını hiç göz önüne almamıştır.[159]

Numânî, hadis kitabeti yöntemine bağlı kalarak belli hadislere dayanmış; fakat bununla birlikte, ele aldığı konunun altını daha kalın çizgilerle çizmek istediğinde Sünnî rivayetlerine ve ayrıca Tevrat’a istinat etmekten de kaçınmamıştır.[160] Kitabının başında yer alan nispeten uzun Mukaddime’de kendisini gaybet konusunda bir kitap yazmaya sevk eden asıl saikin Şiî toplumunu hayretten kurtarmak olduğunu dile getiren[161] Numânî eserini yirmi altı baba ayırmıştır.

Numânî’nin İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumunu bilinen bir gerçek olarak değerlendirmesi dikkat çekicidir. Bu nedenle o, hadisleri tedvin ederken İmam’ın doğumuyla ilgili rivayetlerden söz etmemiş ve sadece imamların on iki kişi olacağını bildiren On İki İmamcı (İsnâaşerî) Şiî hadislerini kitabına almıştır.

 

 

2. Hasan b. Muhammed b. Hasan Kummî (ö. 379/990’dan sonra) ve Târîhu Kum Adlı Eseri

Hasan b. Muhammed Hasn b. Sâib b. Mâlik Eşarî Kummî[162] 379/900 yılında Kum hakkında bir kitap yazmıştır. O, Büveyhîler döneminin devlet ricalini yakinen tanıdığından ve ayrıca, kardeşi Kum valisi olduğundan çok sayıda kitaba ve belgeye ulaşabilmiştir. Bütün bunların neticesinde Hasan b. Muhammed, kitabında, kendi döneminde, özellikle de gaybet sonrasında meydana gelen hadiseler hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir.

Hasan b. Muhammed Târîhu Kum’un hacimli bir babını Masum İmamlar’ın (a.s.) hayatına ayırmış ve bu babın sonunda İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumuna, gaybetine ve varlığına delalet eden hadiseleri ele almıştır. O, ayrıca, İmam Mehdî’nin doğum tarihi ile ilgili muhtelif rivayetleri bir araya getirmiş ve Masum İmamlar’ın gaybet döneminde Şiîleri çocuklarına İmam’ın adını vermekten sakındıran hadislerine değinmiştir. Bunlara ilaveten, aynı babda, İmam ile görüşenlerin isimlerini de zikretmiş ve babın sonunda, İmam’ın 260/873-874 yılında gaybete çekildiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte, Hasan b. Muhammed gaybetin nerede ve ne şekilde gerçekleştiğine değinmemiştir.[163] Târîhu Kum 805/1402-1403 yılında Ali b. Hasan b. Abdülmelik tarafından Farsçaya çevrilmiştir.

 

3. Şeyh Sadûk (ö. 381/991) ve Kemâlü’d-din ve tamamu’n-nimet[164] Adlı Kitabı

Şeyh Ebû Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Musa b. Bâbeveyh Kummî,[165] kitabını yazma sebebinin Nişâbûr’da Şeyh Necmeddin Muhammed b. Hasan b. Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Salt[166] ile görüşmesi olduğunu yazar. Onun bildirdiğine göre İbn Salt bu görüşmede, kendisinin ve bu şehre gelip giden Şiîlerin İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybetinden dolayı derin bir hayret duyduklarını ifade etmiştir. Şeyh Sadûk, telif sebebi olarak ikinci bir nedenden daha bahseder. Buna göre o, Rey şehrindeyken rüyasında İmam Mehdî’yi görmüş ve İmam kendisine gaybet konusunda bir kitap yazmasını emretmiştir.

Şeyh Sadûk’un Kemalü’d-din ve tamamu’n-nimet adını verdiği gaybet konulu monografi, bir mukaddime ve elli sekiz babdan oluşur. Kitabın Mukaddime’sinin özel bir öneme sahip olduğu söylenirse abartılmış olmaz. Zira nispeten uzun Mukaddime’sinde Şeyh Sadûk, hilafet ve imamete dair bazı meseleleri ele almış ve bu meselelerin İmam Mehdî’nin gaybetine sebebiyet verdiğini belirtmiştir. Daha sonra gaybeti kabul etmeyenlerin veya bu konuda şüpheye düşenlerin görüşlerini ele alıp eleştirmiştir. Bu açıdan Mukaddime’nin bu bölümü, örneğin Keysâniyye gibi Muhammed b. Hanefiyye’nin imametine ve gaybetine inananların veya İmam Musa Kâzım’ın (a.s.) ölmeyip gaybete gittiğine inanan Vâkıfîlerin veyahut İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) çocuk sahibi olmadan gaybete çekildiğini benimseyen fırkaların iddialarının ele alındığı ve cevaplandığı bir reddiyedir. Kemâlü’d-din’in elli sekiz babı şu beş başlık altında tasnif edilebilir:

a) Gaybete çekilen peygamberlere ve velilere dair tarih rivayetleri (ahbâr),

b) İmametin gerekliliği ve On İki Masum’un (a.s.) imametinin ispatı,

c) İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve O’nunla ilgili tarih rivayetleri,

d) İmam Mehdî (a.f.) tarafından yazılan mektuplar,[167]

e) İmam Mehdî’nin (a.f) uzun ömrü.

Kemâlü’d-din’i önemli yapan hususlardan bir başkası, kitabın gaybetin üzerinden henüz çok fazla bir zaman geçmemişken yazılmış olmasıdır. Buna göre kitabın telif tarihi, İmam Mehdî’nin (a.f.) 260/873-874 yılında başlayan Küçük Gaybet’inden yüz yedi yıl sonraya tekabül etmektedir. Bu da Şeyh Sadûk’un gerçekleşmesinden kısa bir zaman sonra gaybetle ilgili şüpheleri ele aldığını göstermektedir.

Kitabı önemli yapan bir başka husus, İmam Mehdî’nin (a.f) Küçük Gaybet döneminde yazdığı ve naip ve vekilleri aracılığıyla muhtelif zevata gönderdiği mektuplarının birçoğunu bir araya getirmiş olmasıdır. Şeyh Sadûk, tevkî (çoğulu: tevkîât) adı verilen bu mektupların elli iki tanesinin metnini nakletmiştir.

Üçüncü husus, Şeyh Sadûk’un gaybet konusunu ele alırken sistemli bir yöntem izlemesidir. Buna göre o, gaybeti [Sünnetullah’a uygun olarak] tekerrür eden tarihsel bir olgu olarak ele almış ve böylece, çağdaşlarının hataya düşme riskini en alt seviyeye indirecek şekilde açık ve şeffaf bir biçimde konuyu aydınlatmıştır.

Dördüncü husus, Şeyh Sadûk’un kitabını yazarken Şiî kaynaklarından, yani 260/873-874 yılından önce derlenen Dört Yüz Asl’dan faydalanmış olmasıdır.[168] Nitekim müellif, naklettiği rivayetlerin çoğunu, Hasan b. Mahbûb, Fazl b. Şâzân, Hasan b. Semaa, Saffâr, Himyerî ve babası İbn Bâbeveyh gibi İmam Mehdî’nin (a.f.) üçüncü ve dördüncü naipleriyle temas halinde olan râvilerden almıştır.[169] Şeyh Sadûk, ayrıca, İmam’ın Kum vekili ve saygın bir fakih olan babasının konumundan da faydalanmış ve bu bağlamda, İmam ile vekilleri arasındaki gizli irtibat hakkında da güvenilir bilgiler vermiştir.

Şeyh Sadûk, Küçük Gaybet döneminin ardından Şiî kültürünün yayılmasında ve derlediği hadis mecmualarıyla İmam Mehdî’nin (a.f) mevcudiyetini ispatlamada hatırı sayılır bir etkiye sahip olmuştur. O, bu durumu, Kemâlü’d-din ve tamamü’n-nimet’i yazarak dinin kemale erdirilmesi ve Allah’ın nimetinin tamamlanması anlamına gelen imameti etraflıca açıkladığını ifade ederek dile getirmiştir.[170] Bununla birlikte, Tûsî ve Necâşî gibi erken dönemin fihrist müellifleri, Şeyh Sadûk’un kitaplarını listelerken Kemâlü’d-din’den ismen bahsetmemişler ve “Sadûk’un gaybet hakkında hacimli bir kitabı vardır” demekle yetinmişlerdir.[171] Buna ilaveten, Tûsî’nin el-Fihrist’ine bir zeyil yazan İbn Şehrâşûb Mâzenderânî de Şeyh Sadûk’un Kemâlü’d-din adında bir kitabı olduğuna değinmemiştir.[172]

Öte yandan, Şeyh Sadûk tarafından Kemâlü’d-din’de nakledilen rivayetlerin, özellikle de İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumuyla ilgili rivayetlerin isnadları incelendiğinde, onun bu rivayetleri Muhammed b. Bahr[173] gibi gâlilerden aldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu rivayetlere istinat edilirken dikkatli olunmalıdır.[174] Buna ilaveten, Şeyh Sadûk’un naklettiği rivayetlerin bir kısmının ya isnadında bir kesinti söz konusudur veya rivayeti Masum İmam’dan (a.s.) alan râvinin adı zikredilmemiştir (mürsel) veyahut isnadı tamamıyla zayıftır. Fakat bu türden rivayetlerin Şeyh Sadûk’un çağdaşı âlimlerin eserlerinde de bulunmasından dolayı ve ayrıca, Sadûk’un kendisini dönemin muhaddisleri arasında mümtaz bir şahsiyete dönüştüren ilmî yetkinliğinden ötürü Kemâlü’d-din bu açıdan tenkit edilemez.

 

4. Ebu’l-Hasan Kazvinî (ö. 385/995) ve Kitabu’l-Gaybe’si

Ebu’l-Hasan Hanzala b. Zekeriya Kazvinî, meşhur ricâl âlimi Ebû Muhammed Hârun b. Musa Tallukbarî’nin (ö. 385/995) çağdaşı ve hocasıdır.[175] Tûsî, onu Masum İmamlar’dan (a.s.) hadis rivayet etmeyenler arasında saymıştır.[176] Onun Kitabu’l-gaybe adında bir kitabı olduğunu Necâşî haber vermektedir.[177] Kaynaklarda Kazvinî’ye başka bir kitap izafe edilmemiştir.

 

5. İbn Cündî (ö. 396/1005) ve Kitabu’l-gaybe’si

Necâşî, Ebu’l-Hasan Ahmed b. Muhammed b. İmrân b. Musa Nahşelî Bağdadî’nin döneminin üstadı ve diğer hocaları birbirine bağlayan bir aracı şahsiyet olduğunu yazmıştır. Tûsî, biyografisini naklettikten sonra İbn Cündî’yi Masum İmamlar’dan (a.s.) hadis rivayet etmeyenler arasında saymıştır.[178] Öte yandan Sünnî muhaddislerden bazıları Şiî mezhebine meyletmesinden dolayı onu kınamış ve rivayetlerini zayıf kabul etmişlerdir.[179] O, Kitabu’l-gaybe’nin yanında başka kitaplar da yazmıştır.[180]

 

6. İbn Berniyye (ö. 400/1010’dan sonra) ve Kitabun fî ahbâri Ebî Amr ve Ebî Cafer el-Amreyn Adlı Kitabı

Ebû Nasr Hibetullah b. Ahmed b. Muhammed Kâtib’in büyük annesi Ümmü Külsüm, Ebû Cafer Muhammed b. Osman Amrî’nin kızıdır.[181] Buna göre İbn Berniyye, İmam Mehdî’nin (a.f.) ikinci naibinin torunudur.[182] Şeyh Tûsî’nin çağdaşı olan İbn Berniyye, imamet hakkında bir kitap yazmıştır. Ayrıca, İmam Mehdî’nin (a.f.) birinci ve ikinci naipleri olan Osman b. Said ve oğlu Muhammed hakkındaki tarih rivayetlerini derlediği bir kitabı daha bulunmaktadır. Ebû’l-Abbas b. Nuh, Ahbâru’l-vükelâi erbaa adlı kitabında bu kitabı muteber saymış ve ondan bazı rivayetler aktarmıştır.[183]

Kimi araştırmacılar, Zeydiyye mezhebinin kurucusu Zeyd b. Ali b. Hüseyin’i imamlar listesine dahil etmesinden dolayı İbn Berniyye’nin Zeydî olduğunu iddia etmişlerse de[184] Şeyh Tûsî’nin Kitabu’l-gaybe’de Osman b. Said Amrî ve babasına yazılan mektuplar (tevkiât) bağlamında onun rivayetlerine istinat etmesini,[185] bir yandan Tûsî’nin ona itimadının tam olduğunu gösterirken diğer yandan onun Zeydî olduğu iddiasını çürütür.

Her halükârda İbn Berniyye’nin Ahbâr’ı gaybet konusunda, özellikle de Küçük Gaybet konusunda yazan müelliflerin teveccühünü kazanmış ve dört naibe, bilhassa da Osman b. Said Amrî’ye dair rivayetleri sonraki kitaplarda alıntılanmıştır.[186]

 

7. Mâdârî[187] (ö. 400/1010’dan sonra) ve Kitabu’l-gaybe’si

Necâşî, Ebû Muhammed Abdülvahhâb Mâdârî’yi kısaca tanıtmış ve Kitabu’l-gaybe’sinden söz etmiştir.[188] Tusterî onun İmâmî-Şiî olduğunu ancak tanınmadığını yazmıştır. Ona göre Şeyh Tûsî’nin İhtiyâru marifeti’r-ricâl’de ve el-Fihrist’te ondan söz etmemesi, bu büyük hadis âliminden haberdar olmamasından kaynaklanmıştır.[189]

 

8. İbn Ayyâş (ö. 401/1011) ve Ahbâru’l-vükelâi’l-Eimme el-erbaa Adlı Kitabı

Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Ubeydullah b. Hasan b. Ayyâş b. Eyyûb Cevherî’nin[190] imamet hakkında yazdığı kitaplar arasında[191] İmam Mehdî’yi (a.f.) ve gaybetini konu alan, monografi türünde iki eseri bulunmaktadır. Bunların başlıkları, Kitâbu mâ nezele mine’l-Kur’ân fî Sahibi’z-zaman (a.f.) ve Ahbâru vükelâi’l-Eimme el-erbaa’dır.

 

9. Ebu’l-Ferec Kazvinî (ö. 408/1017) ve Kitâbu’l-gaybe’si

Ebû’l-Ferec Muzaffer b. Ali b. Hüseyin Hamdânî,[192] Şeyh Müfid’in, Seyyid Murtaza’nın ve Şeyh Tûsî’nin talebesidir.[193] Diğer kitaplarının yanı sıra İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybeti konusuna ayırdığı Kitabu’l-gaybe adında bir monografi de kaleme almıştır.

Gaybet hakkında yazan bütün müellifler İmam Mehdî’nin dört naip veya sefiri bulunduğunda ve niyabet veya sefaret döneminin Küçük Gaybet döneminin sona ermesiyle bittiğinde hemfikirdir.[194] Fakat ricâl âlimlerinden bazıları Ebu’l-Ferec’in İmam Mehdî’nin sefiri olduğunu ileri sürmüş, ancak sefirden kastettikleri şeyin tam olarak ne olduğunu açıklamamışlardır.[195] Dolayısıyla, bu iddiada ileri sürülen görüşün muğlak olduğu söylenebilir.[196]

 

10. İbn Seyrâfî (ö. 410/1020’den sonra) ve Ahbâru’l-vükelâ el-erbaa Adlı Kitabı

Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ali b. Abbas b. Nuh Seyrâfî, Necâşî’nin hocasıdır ve onun tarafından güvenilir kabul edilmiştir.[197] Şeyh Tûsî ise, el-Gaybe’sinde rivayetlerini alıntılamamış olmakla birlikte, onu göremediğinden dolayı üzüntü duyduğunu ifade etmiş[198] ve el-Fihrist’inde -Necâşî’nin aksine[199]- İbn Seyrâfî’nin hadis rivayetinde zayıf olduğunu belirtmiştir.[200]

İbn Seyrâfî Ahbâr’ındaki rivayetlerinin çoğunu Ebû Nasr Hibetullah Ahmed b. Muhammed Kâtib’in kitabından almıştır.[201] Kitabı, İmam Mehdî’nin (a.f.) dört özel naip ve vekilinin hayatları ve faaliyetleri hakkında yazılmış önemli kaynaklar arasında yer almaktadır.

 

Üçüncü dönem: Hz. Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve gaybeti hakkında Şiî kelamının tedvin edilmesi

İslâm dünyasında bilhassa 4./10. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan kültürel ve mezhebî ortam, Şiîlerin kültürel faaliyetlerini açıktan yürütebilmelerine imkân sağlamıştır. Bu faaliyetlerin başında, farklı fırka ve okullara mensup temsilcilerin katıldığı ve kelam meselelerinin cedel ve münazara yöntemleriyle tartışıldığı meclisler gelmekteydi. Bu dönemde Şiîler, bu tür tartışma meclislerinde iyice görünür olmuşlardır.

Bu dönemde, ayrıca, Şia uleması hadis mecmuaları tedvin etmenin yanında, Şia’nın inanç esaslarını kelam ilmine özgü usullerle ve akla dayalı delillerle temellendirme yönünde büyük gayret sarf etmişlerdir. Makalenin bu bölümünde, söz konusu dönemde yaşamış Şia ulemasının gaybet konusunda kaleme aldıkları kitaplardan bazıları tanıtılacaktır.

 

1. Şeyh Müfid (ö. 413/1022) ve el-Mesâilü’l-aşere fî’l-gaybe Adlı Kitabı

Şeyh Müfid veya İbn Muallim olarak tanınan Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Numân,[202] ilim tahsil etmede, talebe yetiştirmede,[203] ilmî tartışmalarda[204] ve kitap yazmada[205] gösterdiği üstün çabalar sayesinde diğer âlimler arasında öylesine mümtaz bir konuma yerleşmiştir ki Sünnî ve Şiî bütün âlimlerin övgüsünü kazanmıştır.[206] Şeyh Müfid’in etkisi vefatından sonra da uzun yıllar boyunca devam etmiştir. Nitekim kelam ve fıkıh anlayışı, muhtelif dönemlerde ilgili dönemde ortaya konulan çağdaş düşüncenin yerini alacak kadar beğeni toplamıştır. Hatta bu nedenle bazı İmamî-Şiî âlimleri, onu İmam Mehdî (a.f.) ile irtibatlandırmak suretiyle Şeyh Müfid’e bir çeşit kutsallık ve dokunulmazlık kazandırmışlardır.[207]

Her halükârda Şeyh Müfid’in Masum İmamlar (a.s.) ve gaybet etrafında cereyan eden kelam tartışmalarını konu edinen çok sayıda kitap yazdığı göz önüne alındığında, onun yaşadığı dönemde ve bilhassa Büyük Gaybet’in başlamasıyla birlikte, Şiî toplumunun içeriden ve dışarıdan kaynaklanan çok daha fazla şüphe ve tereddütle karşı karşıya olduğu sonucuna varmak mümkündür. Şeyh Müfid, eserlerinde bu şüphelere sistematik bir şekilde cevap vererek muhalifleri şüphecilik silahından mahrum bırakmayı başarmıştır.

Şeyh Müfid’in günümüze ulaşan eserleri incelendiğinde, onun yaşadığı dönemde en fazla gündeme getirilen konuların başında İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybetinin gerçekliği konusunun geldiği anlaşılmaktadır. O, bu nedenle, kitaplarında en fazla İmam’ın gaybeti ve zuhuru meselesine odaklanmış ve bu iki meseleyi açıklamaya ve savunmaya çalışmıştır. Dönemin Sünnî ulemasının İmam Mehdî’nin varlığını şüpheli ve gaybete çekilmesini akıl dışı olarak göstermeleri Şeyh Müfid’in konu seçiminde etkili olmuştur. Sözgelimi o, bir tartışma meclisinde, Mutezilî meşrep birinin “Siz adalete ve tevhide inanırken nasıl olur da doğup doğmadığı bile belirsiz birinin imametini kabul edersiniz?” şeklindeki sorusunu yeryüzünün hüccetten mahrum olamayacağı temel ilkesi üzerinden cevaplandırmış ve devamında kimin Allah’ın insanlar üzerindeki hücceti olabileceği meselesine açıklık getirmiştir.[208]

Şeyh Müfid’in doğrudan veya dolaylı olarak İmam Mehdî (a.f.) ve gaybeti konusunu ele aldığı kitapları şunlardır:

1) el-İzâh fî’l-imâmet: Şeyh Müfid bu kitabında yer yer İmam Mehdî ve gaybet konusuna değinmiş ve okuyucularını Mesâilü’l-aşere fî’l-gaybe adlı kitabına yönlendirmiştir.

2) el-İrşâd fî marifeti Hücecillah alâ’l-ibâd: Müfid, bu kitabında, Küleynî ve Numânî’nin yöntemini izleyerek, Masum İmamlar’ın (a.s.) imametine delalet eden hadisleri nakletmiş ve ayrıca, İmamlar’ın hayatlarını yazmıştır. Kitabın son faslında İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu, gaybeti ve hükümeti konusunu ele almıştır.[209]

3) er-Râmiz fî’l-mucizât: O, bu kitapta Peygamberlerin ve Masum İmamlar’ın (a.s.) mucizelerinin yanı sıra İmam Mehdî’nin (a.f.) mucizelerini de ele almıştır.

4) Kitabu’l-gaybe veya el-Gaybetü’l-kebîr.[210]

5) Muhtasar fî’l-gaybe.

6) en-Nakz alâ’t-Talha fî’l-gaybe.

7) Cevâbâtü’l-fârikîn fî’l-gaybe.[211]

8) el-Cevâbât fî hurûci’l-İmam el-Mehdî (a.f.)[212]

9) el-Mesâilü’l-aşere fî’l-gaybe.[213]

Sonuncu kitap, Şeyh Müfid’in tamamı günümüze ulaşan en değerli kitabıdır. Kitabı değerli kılan, müellifin İmam Mehdî’nin 260/873-874 yılı öncesindeki gizli hayatına dair elde ettiği tarih rivayetlerini nakletmesidir.[214] Şeyh Müfid, bu kitabında, İmam’ın doğumu ve gaybeti hakkında kendisine yöneltilen on soruya, soruları da naklederek, cevap vermiştir.

Müellif, Mukaddime’de, bu kitabı o dönemde İmam Mehdî hakkında gündemde olan en önemli şüphelere Kur’ân’a, peygamber kıssalarına ve aklî delillere dayanarak mantıklı cevaplar vermek amacıyla yazdığını ifade etmiştir.[215]

 

2. Seyyid Murtaza (ö. 436/1044) ve el-Muknia fî’l-gaybe Adlı Kitabı

Şerif Murtaza Alemu’l-hüdâ olarak tanınan Ebû’l-Kâsım Ali b. Hüseyin,[216] risalelerinde, hocası Şeyh Müfid’in imamet ve özellikle İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybetini incelerken izlediği istidlal yöntemini izlemiştir.

Seyyid Murtaza’nın yazılarında ele aldığı konulardan,[217] özellikle de kelam meselelerinden[218] ve onun diğer İslâm fırkalarına mensup olanlarla yaptığı münazaralardan[219] dönemin kelamî görüşlerine ve düşünce akımlarına hâkim olan Mutezilî söylemin, imamet ve gaybet konusunda Şiî bakış açısıyla bağdaşmadığı anlaşılmaktadır.[220] Seyyid ve sonrasında talebesi Şeyh Tûsî, bu konuda çeşitli kitaplar yazarak,[221] Şia’nın kendi görüşünü savunmasını sağlamak amacıyla istidlal yöntemini kullanarak deliller ortaya koymuşlar ve böylece Şiî literatürün eksiklerini gidermişlerdir.[222]

Seyyid Murtaza İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve gaybeti hakkında çok sayıda kitap ve risale kaleme almıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1)  eş-Şâfî fî’l-imamet: Bu kitabı, Kâdı Abdülcabbar’ın (ö. 415/1025) el-Muğni’sini tenkit etmek amacıyla yazmış ve kitapta onun imamet konusundaki görüşlerini tartışmıştır. İmâmiyye Şiası’nın başucu kitaplarından olan eş-Şâfî, Şiî itikadının derinliklerine dalmak isteyenler için adeta bir giriş kapısıdır. Bu kitaba başvurulmadan Şiîlik üzerine yapılacak herhangi bir incelemenin çok da faydası olmayacaktır. Seyyid, kitabının son faslında, İmam Mehdî (a.f.) etrafında cereyan eden tartışmaları ele almış ve İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) şehadetinden sonra ortaya çıkan Şiî fırkaların bir listesini vererek, İmam Mehdî’nin var olduğuna dair sağlam deliller ortaya koymuştur. Ayrıca, gaybetin nedenlerini de etraflıca incelemiştir.[223]

Daha sonra Şeyh Tûsî tarafından özetlenen bu kitaba Ebû’l-Hasan Basrî en-Nakz ale’ş-Şâfi adında bir reddiye yazmıştır. Ebû Yalâ Sellâr’ın en-Nakz ale’n-Nakz adlı kitabı ise, bu reddiyenin reddiyesidir.

2) el-Fusûlü’l-muhtâre mine’l-uyûn ve’l-mehâsin: Bu kitabı önemli yapan husus, Seyyid Murtaza’nın erken dönemden kendi dönemine kadar Şia’nın cedel, kelam ve fıkıh ilimleri üzerine yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi vermesi ve ayrıca, Şiîlerin tartışma meclislerinde muhalif fırkaların temsilcileriyle aralarında geçen münazaraları tasvir etmesidir. Buna ilaveten müellif, Şiî fırkaların ortaya çıkış süreçlerini ve gelişim tarihlerini de ele almış ve kitabın 51. faslını gaybet konusundaki tartışmalara ayırmıştır.[224]

3) Risâle fî gaybeti’l-Hüccet: Bu risalede, İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybeti, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) Ebû Tâlib mahallesinin muhasara edilmesi sırasında gizlenmesine benzetilmiş ve gaybeti sırasında İmam Mehdî’den nasıl feyiz alınabileceği gibi sorular cevaplandırılmıştır.[225]

4) Meseletun vecîzetun fî’l-gaybe: Üç sayfadan oluşan bu risalede İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybeti ve gaybetin nedenleri ele alınmıştır. Kitapta ileri sürülen delillerin el-Muknia’da ileri sürülenlerden fazla bir farkı bulunmamaktadır.[226]

5) Tenzîhu’l-enbiyâ: Başlığından da anlaşılacağı üzere kitabın konusu, Şia ile Mutezile arasındaki ihtilafın temel meselelerinden biri olan Peygamberlerin (a.s.) ismeti ve masumiyeti meselesidir. Seyyid Murtaza, Peygamberlerin masum olduklarını savunmak amacıyla bu kitabı yazmıştır. Müellif, Tenzih’in ikinci bölümünü ise İmamlar’ın (a.s.) masumiyeti konusuna ayırmış ve Hz. Peygamber’in (s.a.a.) vefatından itibaren İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybetine kadarki zaman diliminde, Masum İmamlar’ın hayatlarını, onların masumiyetlerini ortaya koyacak şekilde ele almıştır. Bu bağlamda müellifin etraflıca işlediği konulardan biri de İmam’ın doğumu ve gaybeti meselesidir. Müellif, kitabında sık sık eş-Şâfî ve el-Muknia’sını referans göstermiştir.[227]

6. el-Muknia fî’l-gaybe:[228] Hiç kuşkusuz el-Muknia, kısalığına rağmen, gaybet konulu monografilerin en önemlilerinden biridir. Kitap, sonradan bu konuyu ele alan Şiî kelam âlimlerinin,[229] örneğin Şeyh Tûsî’nin, gaybet konusunda yazdıkları eserlerin[230] temel kaynaklarından biri olmuştur. Seyyid Murtaza, Vezir el-Mağribî[231] için kaleme aldığı bu kitapta, ilk defa kendi geliştirdiği soru-cevap yöntemini kullanarak İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybetini ele alıp sağlam delillerle ispatlamış ve ayrıca gaybetin neden ve hikmetlerinden de söz etmiştir.[232] Müellifin kitapta ele aldığı bir başka konu, İmam Mehdî’nin (a.f.) gaybeti döneminde dostlarıyla ne şekilde irtibat kurduğu konusudur. O, kitabında, Şiîlerin gaybet döneminde ne yapmaları gerektiği meselesine de yer vermiştir.

Seyyid Murtaza’nın kelam ve tarih eserlerinde, özellikle de el-Muknia’da izlediği yöntemin ayırt edici özelliği, rivayetleri tahlil etmesi ve bilhassa, benzer rivayetleri, İslâm’da kabul görmüş usullere dayanarak, bir arada ele almasıdır. Bir başka ifadeyle o, sabit bir kelamî ilkeyi ortaya koyup açıkladıktan sonra meydana gelen tarihsel olayların tahliline girişmiş ve benzer rivayetlerin her birinin görünen biçimini, zahirini açıkladığı bu ilke çerçevesinde yorumlamıştır. Sözgelimi, el-Muknia’da, On İkinci İmam’ın gaybeti hakkında sorulan sorulara önce Şia’nın inanç ilkeleri doğrultusunda cevap vermiş ve daha sonra, çeşitli tarih rivayetlerini naklederken, dönemin toplumsal yapısını göz önüne alarak ele aldığı olayı, meydana geldiği tarih açısından zamanın bir gerekliliği olarak değerlendirmiştir.

 

3. Kerâcukî (ö. 449/1057) ve el-Burhân alâ tûli ömri Sahibi’z-zaman Adlı Kitabı

Şeyh Müfid, Seyyid Murtaza ve Şeyh Tûsî’nin talebesi olan Muhammed b. Ali b. Osman Kerâcukî[233] onların bazı eserlerini şerh etmiştir.[234] Onun iki yüz yirmi kitabı olduğu söylenmiştir.[235] En bilinen eseri, usul, akaid, fıkıh usulü, fıkıh ve Ehl-i Beyt’in (a.s.) faziletlerini konu alan Kenzü’l-fevâid’dir.

Kerâcukî, Kenzü’l-fevâid’in bir bölümü İmam Mehdî’nin (a.f) uzun ömürlü olması konusuna ayırmış ve örnek vermek amacıyla, tarihte uzun ömürlü olan zevata işaret etmiştir. Allâme Meclisî bu kitabın bazı pasajlarını genişleterek Bihâru’l-envâr’ın “Muammerînu’l-mağribî ve’l-meşrikî” (Batılı ve Doğulu Uzun Ömürlüler) başlıklı faslında nakletmiştir.[236]

Buna ilaveten, Kerâcukî, hocası Şeyh Müfid gibi, istidlal yöntemini kullanmış ve el-Burhân’ı yazarak İmam Mehdî’nin (a.f.) uzun ömürlü olmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan şüphelere cevap vermiştir. Müellif, kitabında, ortalama insan ömründen çok daha uzun süre yaşayan zevatın isimlerini uzun uzadıya nakletmiş ve böylece, İmam’ın uzun ömürlü olmasının aslında sıradan ve doğal bir durum olduğunu göstermeye çalışmıştır.[237]

 

4. el-Husayb (ö. 450/1058) ve eş-Şifâ ve’l-cilâ fî’l-gaybe Adlı Kitabı

Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ali er-Râzî el-Husayb Eyâdî’nin[238] gâli ve güvenilmez olduğu söylenmiştir.[239] Bununla birlikte, İbn Gadâirî’nin aksine[240] Tûsî el-Gaybe’sinde onu güvenilir kabul etmiş ve kitabının “Ahbâru kevnü’l-eimmeti isnâaşer” başlıklı faslında Tallukbarî ve İbn Ali tarikiyle ondan çok sayıda rivayet nakletmiştir.[241] Ayrıca, ricâl âlimlerinden bazıları da el-Husayb’ı güvenilir kabul etmişlerdir.[242] el-Husayb çok sayıda kitap kaleme almıştır.[243] eş-Şifâ ve’l-cilâ fî’l-gaybe adlı kitabı günümüze ulaşmamış olsa da Tûsî’nin el-Gaybe’sinden bu kitaptan yaptığı iktibaslar,[244] müellifin kitabını, kendi döneminde gaybet konulu monografi yazan diğer âlimler gibi, İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumunu ve gaybetini ispatlamak amacıyla yazdığını göstermektedir.

 

5. Şeyh Tûsî (ö. 460/1067) ve Kitabu’l-gaybe’si

Şeyhu’t-tâife[245] lakabıyla anılan Ebû Cafer Muhammed b. Hasan b. Ali b. Hasan Tûsî,[246] Şia’nın İslâm dünyasında tam anlamıyla tanındığı ve görünürlük kazandığı ve bilhassa imamet konusu etrafında gelişen mezhebî tartışmaların zirve noktasına ulaştığı dönemde Şiîlerin rehberliğini üstlenmiştir. Bu dönemde, Şeyh Müfid ve Seyyid Murtaza olmak üzere Tûsî’nin hocalarının ve diğer âlimlerin imamet hakkındaki görüşleri İslâm topraklarına, özellikle Bağdat’a yayılmıştı ve bu nedenle, muhaliflerin bazen saldırganlık da içeren eleştirileri Bağdat’ın ilmî muhitlerine yönelmişti.

Öte yandan, Tûsî, Abbasî halifesinin[247] dikkatini çekmiş ve halife tarafından kendisine bir kelam kürsüsü tahsis edilmiştir. O, çalışmalarının ve özverisinin yanı sıra bu makamı sayesinde, Şia mezhebinin ilmî, faal ve mücadeleci bir mezhebe dönüşmesini sağlamıştır. Bunun neticesinde Bağdat’ta resmî ezan ilk defa Şiî usulüyle okunmuş[248] ve birçok Şiî evlerinin kapısına “Ali” (a.s.) yazabilmiştir.[249] Ders halkası, talebe yetiştirmesi ve üretkenliği, On İki İmam Şiîliğine düşman olanların kendilerini tehlikede hissetmesine neden olmuştur. Neticede bu düşmanlar onun evine saldırıp kütüphanesini ateşe vermiş ve böylece, İslâm dünyasında ilmî faaliyetlere büyük bir darbe vurmuşlardır.[250]

Günümüze ulaşan eserlerine bir göz atıldığında Şeyh Tûsî’nin İmam Mehdî’nin (a.f.) imameti ve gaybeti konusuna özel bir ilgisinin olduğu görülür. O, hocası Seyyid Murtaza’nın eş-Şâfî adlı kitabını özetlediği eserinin birinci ve dördüncü ciltlerinde İmam Mehdî ile ilgili önemli meseleleri ele almıştır. Buna ilaveten o, bir hocasının[251] ricası üzerine, bugün Kitabu’l-gaybe olarak bilinen ve İmam Mehdî’yi konu alan bir monografi de yazmıştır.

Görünüşe göre, gaybetinin üzerinden çok geçmeden[252] Müslümanların, özellikle de Şiîlerin zihinlerini İmam Mehdî (a.f.) hakkında çok sayıda soru meşgul etmiş ve bu sorular, günümüzde olduğu gibi, birer şüpheye dönüşmüştür. Şeyh Tûsî’yi bu konuda bir kitap yazmaya sevk eden de bu şüpheler olmuştur. O bunu şu sözlerle ifade eder: “Bu kitabın amacı, muhaliflerin, kınayıcıların, art niyetlilerin gündeme getirdikleri, ‘İmam niçin zuhur etmedi?’ ‘Zuhura engel olan şey nedir?’ ‘Ona niçin ihtiyaç duyulmaktadır?’ türünden şüpheli sorularının tamamına cevap vermektir.”[253]

Tûsî, el-Gaybe’sini sekiz fasla ayırmış ve doğrudan gaybet konusunu ele almıştır. Kitabının ikinci faslını İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumunun ispatı konusuna ayırmış ve bu hususa delalet eden rivayetleri ve delilleri ele almıştır. İlerleyen fasıllarda müellif, İmam’ın hayatını, Küçük Gaybet’i ve bu dönemde meydana gelen hadiselerden söz etmiştir. Bu meyanda, yalancı naipler ve vekiller hakkında da bilgi vermiştir. Bu konuda verdiği malumat açısından kitabın en önemli tarih kaynağı olduğu söylenebilir; nitekim bu dönemden günümüze ulaşan diğer eserlerde bu konuda bir bilgiye rastlanmamaktadır.

Tûsî’nin Kitabu’l-gaybe’si biçimsel olarak Sadûk’un Kemâlü’d-din’ine oldukça benzerse de muhteva açısından ondan çok farklıdır. Bununla birlikte Tûsî, Sadûk’un ve babası İbn Bâbeveyh’in rivayetlerinin büyük bir kısmını kitabına almıştır. Buna ilaveten müellif, üçüncü naip Hüseyin b. Ruh’un çağdaşı Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. Ebî Azâkir Şalmağanî’nin el-Gaybe’sinden de faydalanmıştır.[254]

Kitabu’l-gaybe’de atıf yapılan kitaplara ve nakledilen rivayetlerin isnadlarına bakıldığında, Tûsî’nin kaynaklarının genellikle, birçoğu günümüze ulaşmayan, gaybet monografileri olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunlara, İbn Azâkir’in[255] Kitabu’l-gaybe’si ile Ahbâru’l-muammerîn’in müellifi Hibetullah Ahmed b. Muhammed Kâtib’in,[256] Kitabu’ş-şifâ ve’l-cilâ’nın müellifi el-Husayb’ın[257] ve Ahbâru’l-vükelâ’nın müellifi Seyrâfî’nin[258] rivayetlerini örnek verebiliriz.

Tûsî Kitabu’l-gaybe’sinde bazı konuları ele alırken okuyucularını Telhîsü’ş-Şâfi veya Şerhu’l-Cemel gibi eserlerine yönlendirir.[259] Hadis naklederken de alıntı yaptığı müellifleri ve râvileri, örneğin Seyyid Murtaza,[260] Ahmed b. Abdûl,[261] İbn Ebî Ubeyd,[262] Ebû Muhammed el-Muhammedî,[263] Şeyh Müfid,[264] Hüseyin b. İbrahim[265] ve Hüseyin b. Abdullah’ı[266] ismen zikreder.

 

6. İbn Hamza Caferî (ö. 463/1070) ve el-Mesele fî mevlidi Sahibi’z-zaman Adlı Kitabı[267]

Necâşî, Şeyh Müfid’in damadı ve halefi[268] olan Ebû Ali Muhammed b. Hasan b. Hamza Caferî’nin[269] kelamcı ve fakih olduğunu ve her iki ilim dalında da ders verdiğini yazmıştır.[270] Fıkıh ve kelam sahalarında çok sayıda kitap yazan İbn Hamza Caferî, İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumunu konu alan bir risale de kaleme almıştır. Fakat elimizde bu risalenin içeriğine dair bir bilgi bulunmamaktadır.[271]

 

7. İbn Varrâk (ö. 484/1091) ve el-Ferecü’l-kebir fî’l-gaybe Adlı Kitabı[272]

Ebû Abdullah Muhammed b. Hibetullah b. Cafer Varrâk[273] Tırablusî, Şeyh Tûsî’nin[274] ve Kâdı İbn Berrâc’ın[275] talebesidir. Çok sayıda kitap yazmıştır.[276] el-Ferecü’l-kebir fî’l-gaybe’si İmam Mehdî (a.f.) hakkındadır. Eserin nüshalarının Safevîler dönemine kadar mevcut olduğu bilinmektedir. Zira Mirlevhî, Kifâyetü’l-mühtedî’sinde İmam’ın 313 sahabîsi ve yârânı hakkındaki rivayeti doğrudan bu kitaptan nakletmiştir.[277]

 

8. Tabersî (ö. 548/1154) ve İlâmu’l-verâ Adlı Eseri[278]

Eminu’l-İslâm lakabıyla tanınan Eminüddin Ebû Ali Fazl b. Hasan b. Fazl Tabersî,[279] Mecmua’u’l-beyân adlı tefsirinin yanında,[280] Hz. Peygamber’in (s.a.a.) ve Masum İmamların (a.s.) hayatları hakkındaki en meşhur kitaplardan biri olan İlâmu’l-verâ bi-ilâmi’l-hüdâ’nın da yazarıdır.[281] O, İlâmu’l-verâ’da kendisinden önceki müelliflerin ele almadıkları konuları ele almış, bu yeni konuları işlerken okuyucuyu yoracak şekilde ifrata ve tefrite kaçmamış ve işlediği konuyu eksik bırakmamıştır.

İlâmu’l-verâ, dört temel rükünden oluşmaktadır. Müellif, dördüncü rüknü, İmam Mehdî’nin (a.f.) hayatına ayırmış, bu konuyu enine boyuna incelemiş ve bilhassa o dönemde gündeme getirilen yedi şüpheyi odağa alarak, İmam’ın doğumunu ve gaybetini Kur’ân’a, hadise ve akla dayalı delillerle ispatlamıştır.[282] Tabersî’nin kitabını yazarken Seyyid Murtaza’nın el-Muknia’sından faydalandığını ve sözü edilen şüpheleri cevaplandırırken ondan iktibaslarda bulunduğunu unutmamak gerekir.[283]

 

9. Kutbeddin Râvendî (ö. 573/1178) ve Cenâ el-cenneteyn fî zikri veledi’l-Askeriyeyn Adlı Kitabı[284]

Ebû’l-Hasan Kutbeddin Said b. Hibetullah b. Hasan[285] çok sayıda kitap yazmıştır. Bununla birlikte o, daha ziyade el-Harâic ve’l-cerâih adlı kitabıyla tanınmıştır.

Râvendî, Şia tarihinin âlimlerin genellikle hadis mecmuaları derlemeye yöneldikleri döneminde yaşamıştır. Onun el-Harâic’i, önceki kitaplarda Hz. Peygamber’in (s.a.a.) ve Masum İmamlar’ın (a.s.) mucizeleriyle ilgili olarak nakledilen rivayetlerin, bir ölçüde Şiî bir bakış açısıyla tahlil edilip derlendiği bir çalışmadır. Müellif, bu kitapta, Hz. Peygamber’in ve Masum İmamlar’ın davalarının en önemli delili olarak gördüğü mucizelerini ele almıştır.[286]

Mehdîlik konusu bağlamında el-Harâic’in önemi, müellifin kitabın çeşitli fasıllarını İmam Mehdî’nin (a.f.) varlığının, hayatta olduğunun ve zuhur edeceğinin delili olan mucizelerine ayırmış olmasıdır.[287] O, el-Harâic’e ilaveten, İmam Mehdî hakkında Cennâ el-cenneteyn fî veledi’l-Askeriyeyn başlıklı bir de monografi kaleme almıştır.[288]

 

10. Tâcu’l-Ali (ö. 630/1232) ve Tahkiku gaybeti’l-Muntazer Adlı Kitabı[289]

Halep ve Âmid’in Şiî ulemasından olan Tâcu’l-Ali Seyyid Eşref b. Ağer[290] b. Hâşim Alevî Hüseynî Remlî Râfızî,[291] çok sayıda Şiî ve Sünnî âlimden ilim tahsil etmiştir.[292] Sünnî âlimlerin onu Halep sultanına şikâyet ettikleri, ancak sultanın her zaman onu gözettiği, öldüğünde de onun hakkında “Onun gibisi asla bulunmaz” dediği rivayet edilmiştir.[293] Tâcu’l-Ali İmam Mehdî (a.f.) hakkında monografi yazan müelliflerdendir. O, Tahkiku gaybeti’l-Muntazer başlıklı kitabında,[294] Hz. Peygamber’in (s.a.a.) ve Masum İmamlar’ın (a.s.) hadislerine istinat ederek gaybet meselesini ele almış ve gaybete inanmanın bir zorunluluk olduğunu delilleriyle beyan etmiştir.

 

11. İbn Ebî Tayy (ö. 630/1232) ve Maâdinu’z-zeheb Adlı Kitabı

İbn Ebî Tayy ve İbn Neccâr[295] olarak tanınan Yahya b. Hamid b. Zâfer Tâî Halebî Gassânî’den[296] “Halep’in Edibi” diye bahsedilmiştir.[297] Çok sayıda kitabı günümüze ulaşan[298] İbn Ebî Tayy’ın en önemli eserinin Maâdinu’z-zeheb fî tarihi’l-mülûk ve’l-hülefâ ve zevi’r-reteb adlı tarih kitabı olduğu söylenmiştir.[299] Başta İbn Furât ve Ebû Semâme olmak üzere birçok tarihçi bu kitaptan faydalanmış ve bu kitabın birçok pasajı adı geçen iki tarihçinin eserlerinde korunmuştur.[300] Ayrıca, İbn Hallikân,[301] İbn Şıhne,[302] Râğıb,[303] Safedî[304] ve Zehebî[305] İbn Ebî Tayy’ın tarih kitabından alıntı yapmışlardır.

İbn Ebî Tayy, Maâdinü’z-zeheb’inde İmam Mehdî’nin (a.f.) üçüncü naibi Hüseyin b. Ruh Nevbahtî’nin biyografisini nakletmiş ve Zehebî Tarihu’l-İslâm’ının 326/937 yılı olaylarını anlattığı bölümünde bu biyografiyi özetleyerek nakletmiştir.[306]

 

12. Sıbt İbnü’l-Cevzî (ö. 654/1257) ve Tezkiretü’l-havâssi’l-Eimme bi-zikri hasâisi’l-Eimme Adlı Kitabı

Sıbt İbnü’l-Cevzî olarak tanınan Şemseddin Ebû’l-Muzaffer Yusuf b. Fereğlî’nin[307] Sünnî âlimi olduğu söylenmiştir. Bununla birlikte, onun Ehl-i Beyt (a.s.) hanedanına beslediği muhabbet ve kitaplarında onların biyografilerini yazmaya gösterdiği ilgi[308] Zehebî’yi onun hakkında şöyle bir değerlendirmede bulunmaya sevk etmiştir: “Sıbt İbn Cevzî açıkça Şiîliğe meyillidir ve ben [bu yüzden] onu güvenilir kabul etmiyorum.”[309]

Sıbt İbnü’l-Cevzî kendine özgü bir tarafsızlıkla kaleme aldığı Tezkiretü’l-havvâss’ı Masum İmamlar’ın (a.s.) biyografilerine ve faziletlerine tahsis etmiştir. Şiî ve Sünnî râvilerden rivayet alan müellif, kitabının en uzun bölümünü İmam Ali’nin (a.s.) hayatına ayırmış, ardından sırasıyla diğer İmamlar’ın (a.s.) hayatlarına ve faziletlerine işaret etmiştir.[310] Sıbt İbnü’l-Cevzî İmam Mehdî’nin (a.f.) hayatını ve gaybetini yazarken Şiî inançlarıyla tamamen uyumlu bilgiler vermiştir. İmam’ın var olduğuna inanan müellif, bilhassa O’nun doğumu üzerinde durmuş ve O’nun diğer peygamberlerden daha üstün olduğuna dair çok sayıda hadis rivayet etmiştir.[311] İmam’a ayırdığı bölümün sonunda ise, uzun ömürlülüğün sıradan bir olgu olduğunu göstermek amacıyla, uzun bir hayat süren insanlara işaret etmiştir.[312]

 

13. Şâfiî-i Gencî (ö. 658/1260) ve el-Beyân fî ahbâri Sahibi’z-zaman Adlı Kitabı

Ebû Abdullah Muhammed b. Yusuf b. Muhammed Şâfiî-i Gencî,[313] Keşfü’l-gumme’nin müellifi Bahauddin İrbilî’nin en tanınmış hocasıdır.[314] Muhammed b. Yusuf, Sünnî olmasına rağmen, Masum İmamlar’a (a.s.) beslediği muhabbet onu İmamlar hakkında iki kitap yazma sevk etmiştir. Bunlardan biri, Müminlerin Emiri Ali hakkında yazdığı ve Şiî-Sünnî bütün âlimlerin itimat ettiği Kifâyetü’t-tâlib fî menâkıbi Ali b. Ebî Tâlib;[315] diğeri el-Beyân fî ahbâri Sahibi’z-zaman’dır.[316]

Şâfiî-i Gencî el-Beyân’da, diğer Sünnî âlimleri gibi, daha ziyade İmam Mehdî’nn (a.f.) İmam Hüseyin’in (a.s.) evladından olduğuna, kıyamının ve zuhurunun keyfiyetine, sıfatlarına ve fizikî özeliklerine değinmiştir. Bununla birlikte, kitabının “ed-Delâle alâ kevni’l-Mehdî” başlıklı yirmi beşinci faslında, “Gaybete çekildiğinden bu yana, şimdiye değin hayattır ve bakidir”[317] diyerek İmam’ın hâlâ hayatta olduğunu ifade etmiştir. Bu fasılda müellif, Sünnî âlimlerin birçoğunun aksine, İmam’ın varlığına ve hayatta olduğuna dair sağlam deliller ikame etmiştir.[318] Hz. İlyas’ın, Hz. Hızır’ın ve Hz. İsa’nın (a.s.) halen hayatta olduklarını dile getiren müellif, buradan hareketle, İmam Mehdî’nin gaybette çekildiği mahzende (sirdâb) hayatını idame ettirmesinin ve hâlen gaybette olmasının mümkün, kabul edilebilir ve sıradan bir hadise olduğunu ifade etmiştir.

 

14. İbn Tâvûs (ö. 664/1266) ve Rebiü’ş-Şia Adlı Kitabı[319]

Radiyüddin Ebû’l-Kâsım Ali b. Musa et-Tâvûs,[320] hayatı boyunca çeşitli ilim dallarında çok kıymetli kitaplar yazmıştır.[321] Kendisi İmam Mehdî’ye (a.f.) müştak idi ve O’na dair ilmi, Güneş ışığı hakkındaki bilgisinden daha fazlaydı.[322] O, kitaplarının birçoğunda İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve gaybeti meselesini ele almıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1) et-Tarif li-Mevlidi’ş-şerîf:[323] Bu kitap günümüze ulaşmamıştır. Bununla birlikte, İbn Tâvûs birçok kitabında bu kitabına atıf yapmıştır.[324] Müellif bu kitapta İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumunun keyfiyetinden, doğumu esnasında annesinin yanında bulunan kadınlardan, İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) oğlunu ilk görüşünden, doğumu vesilesiyle verilen akika kurbanından ve daima hizmetinde bulunması için kendisine verilen vekilden söz etmiştir.[325] İbn Tâvûs el-İkbâl’inde, et-Tarif’te beyan olunan konuları şimdiye değin kimsenin keşfetmeye muvaffak olmadığını iddia etmiştir.[326]

2) el-İkbâlu’l-amâli’l-hasene fîmâ yamelu merre fî’s-sene:[327] Kitabın konusu, Şiî rivayetlere göre bir yılın her bir gününde okunması ve yapılması tavsiye veya emredilen dualar ve amellerdir. İbn Tâvûs, İmam Mehdî’nin (a.f.) doğum günü olan 15 Şaban’a geldiğinde, başta Hz. Peygamber’den (s.a.a.) rivayet edilenler olmak üzere İmam’ın doğumu hakkında Masumlar’dan (a.s.) nakledilen hadislere işaret etmiş ve daha fazla bilgi için okuyucuyu et-Tarif adlı kitabına yönlendirmiştir.[328]

3) Keşfü’l-muhacce li-semereti’l-muhecce:[329] İbn Tâvûs bu kitabında gaybete çekilmesini İmam Mehdî’nin (a.f.) imametinin en önemli delili olarak değerlendirmiş ve kendisinden önceki müelliflerin yazdığı gaybet monografilerine dayanarak bu görüşünü temellendirmiştir.[330]

4) et-Teşrîf bi’l-münen fî’t-tarîf bi’l-fiten:[331] Melâhim ve fiten adıyla bilinen bu kitap, geçmişte yazılan bazı fiten kitaplarının özetidir.[332] Müellif, kitabında, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) vefatından İmam Mehdî’nin (a.f.) zuhuruna değin meydana gelen veya gelecek olan hadiselerden söz etmiştir. Bu meyanda, kitapta nakledilen hadiselerden bir kısmı İmam’ın doğumu ve gaybeti hakkındadır.[333]

5) Rebiü’ş-Şia: Bu kitabın metniyle Tabersî’nin İlâmu’l-verâ’sının metni arasındaki benzerlik kimi araştırmacıları Rebiü’ş-Şia’nın telif bir eser olmadığı ve bazı nedenlerden dolayı İlâmu’l-verâ’nın sonraki yüzyıllarda İbn Tâvûs’un adıyla şöhret bulduğu düşüncesine sevk etmiştir.[334] Buna karşın, İbn Tâvûs’un hiçbir kitabında İlâmu’l-verâ’dan söz etmemesinden ve Mir Dâmâd’ın da Revâşih’inde Rebiü’ş-Şia’yı kaynak göstererek bir rivayet nakletmesinden hareketle Kohlberg, İbn Tâvûs’un İlâmu’l-verâ’nın içerisinde müellife dair bilgilerin bulunduğu hutbe bölümü bulunmayan bir nüshasını elde etmiş ve kime ait olduğunu bilmediği eserin bu nüshanın bir kopyasını çıkarmış olması ihtimali üzerinde durmuştur. Ona göre, muhtemelen, İbn Tâvûs’un vefatından sonra kitapları arasında bu nüshayı bulanlar, eserin ona ait olduğunu düşünerek, onun diğer eserlerine yazmayı adet edindiği hutbeyi bu nüshaya eklemişlerdir.[335]

 

Sonuç

Elinizdeki makale, hadislerin yazılmaya başlanmasından Abbasî Hilâfeti’nin Moğollar tarafından yıkıldığı 7./13. yüzyıla kadarki zaman diliminde Şia uleması ve Ehl-i Beyt (a.s.) muhibbi âlimler tarafından İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumu ve gaybetini ispatlamak amacıyla kaleme alınan kitap bölümlerinin ve monografilerin tanıtılması çalışmalarına katkı sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Moğollarla birlikte iktidara gelen ve mezhebî hoşgörü ve karşılıklı anlayış ilkesini benimseyen İlhanlılar döneminde, bilhassa Sünnî uleması, korku ve çekincelerini yenerek, İmam Mehdî hakkında kitap yazmada özgürce hareket edebilmişlerdir. Bu nedenle, makalede gösterilmeye çalışıldığı üzere, Sünnî âlimlerin bu konuda yazdıkları Şiî âlimlerinkinden çok daha fazladır. Dolayısıyla, 7./13. yüzyıl ile 10./16. yüzyıl arasında Sünnî ulemasının Mehdîlik konusuna ilgisinin diğerlerininkinden çok daha fazla olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte, Safevîlerin İslâm dünyasının doğu topraklarının büyük bir kısmına hâkim olmasından sonra Şiîliğin Safevî şahlarınca resmî mezhep olarak kabul edilmesine paralel olarak İran’ın batı komşusu olan Osmanlı İmparatorluğu’nun İranlı mevkidaşlarıyla rekabet etmek amacıyla mezhebî ihtilafları ön plana çıkarması, Şia âlimlerini, Şia’nın ilmî mirasını korumak ve yaygınlaştırmak amacıyla eski kaynakları derlemeye sevk etmiştir. Bu doğrultuda, onlar, tahlil ve incelemelerden ziyade, ansiklopedilere benzeyen derlemeler üretmeyi tercih etmişlerdir. Bu makalede ele alınan Mehdîlik konusu da bu tercihin dışında kalmamıştır.

 

 

Çeviri: İbrahim Erkin

 

Medya Şafak

 



[1] Makalenin orijinali için bkz. Seyyid Halil Tâvûsî, “Costârî der Miras-i Mektûb-i Şia der İsbat-i Velâdet ve Gaybet-i İmam Mehdî (ez Nohostîn Sâlhâ-yi Tedvin-i Hadis tâ Furûpâşî-i Hilâfet-i Abbâsî),” Peyâm-i Bahâristân, Dovre-i 2, Sâl-i 5, Şomâre-i 18, Zimistân 1391, s. 293-336.

[2] Mütevatir hadis; yalan üzere ittifak etmeleri mümkün olmayacak kadar çok sayıda râvinin bir hadisi veya tarih rivayetini (haber), senedinin başından sonuna kadar her tabakasında birbirlerinden naklettikleri hadistir. Mütevatir hadis, bu özelliğiyle, hiçbir şüphe ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde doğru kabul edilir. Bkz. Seccâdî, Seyyid Cafer, Ferheng-i Maârif-i İslâmî, Tahran: Kûmeş, 1373, ilgili madde.

[3] Bu konuda Masum İmamlar’dan (a.s.) 235 hadis rivayet edilmiştir, bkz. Sâfî-i Gülpâygânî, Lütfullah, Müntehabü’l-eser fî İmami’s-sânî-aşer, Kum: Müessesetü’s-Seyyide el-Masume, 1378, c. 2, s. 142.

[4] Bu konuda 202 hadis rivayet edilmiştir, bkz. Sâfî-i Gülpâygânî, Müntehabü’l-eser, c. 2, s. 146.

[5] Bu konuda toplamda 1878 hadis rivayet edilmiştir, bkz. Sâfî-i Gülpâygânî, Müntehabü’l-eser, c. 2, s. 150-202.

[6] Bu konuda 214 hadis rivayet edilmiştir, bkz. Sâfî-i Gülpâygânî, Müntehabü’l-eser, c. 2, s. 367.

[7] Bu konuda toplamda 91 hadis rivayet edilmiştir, bkz. Sâfî-i Gülpâygânî, Müntehabü’l-eser, c. 2, s. 437.

[8] Müderrisî, Seyyid Hüseyin, Miras-i Mektûb-i Şia, çev. Resul Caferiyân, Kum: Neşr-i Müverrih, 1386, s. 12.

[9] Tahranî, Aga Buzurg, ez-Zeria ilâ tesânifi’ş-Şia, Kum: İsmailiyan, h. 1408, c. 2, s. 125.

[10] Maârifî, Mecid, Pejûheşî der Tarih-i Hadis-i Şia, Tahran: Müessese-i Ferhengî ve Hünerî-i Zarih, 1374, s. 195.

[11] Celâlî, Süheyla, “Pejûheşî Derbâre-i Usûl-i Erbaa-mia,” Mecelle-i Ulûm-i Hadis, 6, s. 306.

[12] Celâlî, “Pejûheşî Derbâre-i Usûl-i Erbaa-mia,” s. 207.

[13] Emin, Seyyid Muhsin, Ayânü’ş-Şia, Beyrut: Dârü’l-maârif li’l-matbûât, (t.y.), c. 1, s. 140.

[14] Celâlî, “Pejûheşî Derbâre-i Usûl-i Erbaa-mia,” s. 210.

[15] Müderrisî, Miras-i Mektûb-i Şia, s. 13.

[16] Sadûk, Muhammed b. Ali b. el-Hüseyin İbn Bâbeveyh, Kemâlü’d-din ve tamamü’n-nimet, çev. Mansur Pehlivan, Kum: Dârü’l-hadis, 1380, c. 1, s. 39.

[17] Hüseyin, Câsım, Tarih-i Siyasî-i Gaybet-i İmam-i Devâzdehum, çev. Muhammed Taki Ayetullahî, Tahran: Emir-i Kebir, 1367, s. 21.

[18] Tabersî, Ali b. Fazl, İlâmu’l-verâ, bi-alâmi’l-hüdâ, Kum: Âlü’l-Beyt, h. 1417, s. 443.

[19] Maârifî, Pejûheşî der Tarih, s. 196.

[20] Süleym b. Kays’ın biyografisi için bkz. İbn Nedim, Muhammed b. İshak, el-Fihrist, nşr. Şaban Halife, Kâhire: el-Arabî, 1991, s. 275; Necâşî, Ahmed b. Ali, er-Ricâl, nşr. Zencânî, Kum: Müessesetü’n-neşri’l-İslâmî, h. 1407, s. 6; Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-Fihrist, Kum: Menşûrât-i Şerif Radî, (t.y.), s. 81, sayı: 336; Mazenderânî, Muhammed b. Ali b. Şehrâşûb, Meâlimu’l-ulemâ, Necef: Matbaatü’l-Haydariyye, h. 1380, s. 58 sayı 390; Tahranî, ez-Zeria, c. 2, s. 154, c. 17, s. 276.

[21] Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihâru’l-envâri’l-câmia li-düreri’l-ahbâri’l-Eimmeti’l-Ethâr, Beyrut: Dâru’t-turâs, 1983, c. 1, s. 33; Tahranî, ez-Zeria, c. 2, s. 152.

[22] Bu on iki idareci şunlardır: İlk iki halife, Osman, Muâviye, oğlu Yezid ve ilki Mervân olup Hakem b. Ebî’l-Âs’ın soyundan gelen yedi kişi. Bkz. Süleym, İbn Kays Selâmî, Esrâr-i Âl-i Muhammed, çev. İsmail Ensarî-i Zencânî, Kum: el-Hâdi, 1375, s. 600, 635.

[23] Bkz. Süleym, Esrâr, hadis no: 1, 10, 11, 37, 42, 45, 49, 61, 67, 77.

[24] Bkz. Süleym, Esrâr, s. 205.

[25] Süleym, Esrâr, s. 550, hadis no: 45. Elbette bu görüşün imamet nazariyesinin şekillenmesinden önceki döneme ait olduğu açıktır. Abbâsîlerin ilk dönemlerinde yaygın olan bu görüşe göre herkes, ezcümle Hamza ve Cafer de imam olabilirdi. Bkz. Müderrisî, Miras-i Mektûb-i Şia, s. 121. 

[26] Süleym b. Kays şöyle yazar: “Allah yeryüzüne nazar kıldı ve Ali’den sonra, seçilenlerin her nesilden olması amacıyla, Hz. Peygamber’in evladından on iki kişiyi vasi olarak seçti.” Bkz. Süleym, Esrâr, s. 551.

[27] İbn Gadâirî, sözü edilen rivayeti ve Muhammed b. Ebî Bekr’in babasıyla arasında geçen diyaloğun nakledildiği rivayeti göz önüne alarak Süleym’in kitabının uydurma olduğuna kanaat getirmiştir. Bkz. Hıllî, Yusuf b. Mutahhar, Hülâsatü’l-akvâl fî marifeti’r-ricâl, nşr. Cevad el-Kayyûmî, Neşru’l-fekâhe, h. 1417, s. 162. Süleym’in kitabının güvenilirliği hakkında bkz. Süleym b. Kays, Esrâr, s. 92-110.

[28] Numânî, Muhammed b. İbrahim, el-Gaybe, nşr. Faris Hassûn Kerim, Kum: Envâru’l-Mehdî, h. 1422, s. 103.

[29] Müderrisî, Miras-i Mektub-i Şia, s. 120.

[30] Numânî, el-Gaybe, s. 74-103.

[31] Hoyî, Seyyid Ebû’l-Kasım, Mucemü’r-ricâli’l-hadis, (y.y.) Merkezu neşri’s-sekâfeti’l-İslâmiyye, h. 1413, c. 8, s. 220.

[32] Bkz. Süleym, Esrâr, s. 101-105.

[33] Süleym, Esrâr, s. 203, 205, 224, 273, 274, 281, 367, 373, 375, 377, 416, 433, 447, 550, 576, 615, 616, 657, 679.

[34] Numânî, el-Gaybe, s. 101.

[35] Süleym b. Kays’ın kitabını kaynak alan monografilerden bazıları şunlardır: Numânî, el-Gaybe, s. 74 hadis no: 8, s. 79 hadis no: 9, s. 80 hadis no: 10, s. 84 hadis no: 11, s. 85 hadis no: 12, s. 96 hadis no: 27; Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 393 hadis no: 90, s. 394 hadis no: 10, s. 513 hadis no: 25, s. 532 hadis no: 37; Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-Gaybe, Tahran: Mektebetü’n-Neynevâ el-hadise, (t.y.), s. 137 hadis no: 101, s. 193 hadis no: 155, s. 194 hadis no: 157, s. 334 hadis no: 280.

[36] Tahranî, ez-Zeria, c. 19, s. 57; Tusterî, Muhammed Takî, Kâmûsu’r-ricâl, Kum: Müessesetü’n-neşri’l-İslâmî, h. 1410, c. 3, s. 349; Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 5, s. 89.

[37] “Serrâd” zırh ustası anlamına gelir. Dedesi bu meslekle uğraştığından bu nisbeyle anıldığı gibi rivayetlerde “kireç ustası” anlamına gelen “Cessâs” nisbesiyle de anılmıştır. Bkz. Küleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kâfi, Tahran, (t.y.), c. 3, s. 33; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 64, s. 135.

[38] İbn Davud el-Hıllî, er-Ricâl, nşr. Seyyid Muhammed Sâdık Âli Bahru’l-ulûm, Necef: Matabaatü’l-Haydariyye, h. 1392, s. 115.

[39] Masum İmamlar’ın (a.s.) ashabı arasında fakih kabul edilen diğer üç kişi şunlardır: Yunus b. Abdurrahman, Ahmed b. Muhammed b. Ebî Nasr Bezentî ve Safvân b. Yahya. Bkz. Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 64, s. 135; Kuhpayî, İnayetullah, Mecmau’r-ricâl, Isfahan, (t.y.), c. 3, s. 1.

[40] Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 64, s. 135; Sadûk, Muhammed b. Ali, Men Lâ-yahduruhu el-fakîh, Kum: İsmailiyyân, (t.y.), c. 4, s. 101; Tûsî, Muhammed b. Hasan, İhtiyâru marifeti’r-ricâl, nşr. Mustafavî, Meşhed: Dânişgâh-i Meşhed, 1348, s. 624.

[41] Küleynî, el-Kâfi, c. 3, s. 33; Tûsî, İhtiyâr, s. 624.

[42] Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 5, s. 89.

[43] İcmâ ashabı, Masum İmamlar’ın, Şia âlimlerinin kendilerinden rivayet olunan hadislerin tamamını sahih kabul etme konusunda ittifak ettikleri sahabîlerine verilen unvandır. Bkz. Tûsî, İhtiyâr, s. 624.

[44] Tûsî, el-Fihrist, s. 44; Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 5, s. 89.

[45] Talebeleri arasında Hasan b. Faddâl, Ahmed b. Muhammed b. Hâlid Berkî, Hüseyin b. Said Ahvâzî, Fazl b. Şâzân ve Ali b. Mehziyâr Ahvâzî’nin isimlerini zikretmek mümkündür. Bkz. Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 3, s. 349.

[46] Kitapları şunlardır: Diyât, Hudûd, Nikâh ve Talâk, Nevâdir, Ferâiz, Tefsir ve Kitabu’l-atak. Bkz. Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 5, s. 85.

[47] Tabersî, İlâmu’l-verâ, s. 444; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 51, s. 365.

[48] Necâşî, Ricâl, s. 114; Tûsî, el-Fihrist, s. 17.

[49] Tabersî, İlâmu’l-verâ, s. 444; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 51, s. 365.

[50] Bkz. Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 367 hadis no: 1, s. 340, hadis no: 19, s. 333 hadis no:2; Numânî, el-Gaybe, s. 331 hadis no: 3, s. 293 hadis no: 10, s. 177 hadis no: 21, s. 180 hadis no: 28; Sadûk, Kemâlü’d-din, s. 344 hadis no: 19, s. 652 hadis no: 14, s. 370 hadis no: 3, s. 481 hadis no: 9; Tûsî, el-Gaybe, s. 435 hadis no: 425, s. 439 hadis no: 431, s. 453 hadis no: 459, s. 454 hadis no: 461, s. 456 hadis no: 466, s. 332, hadis no: 274, s. 428 hadis no: 417, s. 478 hadis no: 505; Tabersî, İlâmu’l-verâ, s. 416, 444; Müfid de Hasan b. Mahbûb’un rivayet ettiği hadislere işaret etmiştir, bkz. Müfid, el-İrşâd fî marifeti Hücecullah ale’l-ibâd, Kum: Âlu’l-Beyt, (t.y.), c. 2, s. 348 hadis no: 6, s. 327 hadis no: 4; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 18, s. 117 hadis no: 4, c. 4, s. 114 hadis no: 39, c. 53, s. 100 hadis no: 121, c. 3, s. 145 hadis no: 52, s. 331, hadis no: 55, c. 52, s. 997, hadis no: 20, s. 91 hadis no: 5.

[51] Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 340 hadis no: 19; Numânî, el-Gaybe, s. 170 hadis no: 1; Tabersî, İlâmu’l-verâ, s. 444.

[52] 183/799 yılındaki vefatından sonra, İmam Musa b. Cafer el-Kâzım’ın (a.s.) farklı coğrafyalarda yaşayan sahabîlerinden ve vekillerinden oluşan bir topluluk İmam’ın vefat ettiğini inkâr etmiştir. İmam’ın yaşadığını, gözlerden gizlenip gaip olduğunu ve dünyada adaleti tesis etmek üzere Kâim olarak geri döneceğini iddia eden bu topluluk, Şiî toplumunda, imameti İmam Musa Kâzım’da durdurdukları [tevakkuf ettikleri] için Vâkıfî [kelime anlamıyla duranlar] olarak anılmışlardır. Bkz. Nevbahtî, Hüseyin b. Musa, Fıraku’ş-Şia, Beyrut: Dâru’l-edvâ, h. 1404, s. 81; Şehristânî, Muhammed b. Abdülkerim, Milel ve Nihal, Beyrut: Dâru’l-marife, h. 1415, c. 1, s. 167.

[53] Örneğin Ali b. Ebî Hamza, Ali b. Hasan Tâtarî ve Hasan b. Muhammed Semaa, Vâkıfîlerin tarafını tutmuşlar ve İmam Musa Kâzım’ın (a.s.) gaybeti hakkında kitaplar yazmışlardır. Bkz. Necâşî, Ricâl, s. 12 sayı: 13 ve 19; Tûsî, el-Fihrist, s. 273 sayı: 391, s. 14, 133.

[54] Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 49, s. 15.

[55] İmam Ali Rıza (a.s.) Hasan b. Mahbûb’a şöyle yazmıştır: “Yüce Allah seni hikmetten faydalanmakla teyit etti ve hikmeti diline cari kıldı. Sen doğru olanı yaptın ve böylece hakikat yolunda karar kıldın. Yüce Allah seni hidayet yurduna sevk etsin, hayır işleri sana kolaylaştırsın ve itaatine muvaffak eylesin.” Bkz. Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 88, s. 311 hadis no: 3.

[56] Tusterî, Revâcin’in Benî Esed kabilesinin bir kolu olabileceği ihtimali üzerinde durur. Bkz. Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 5, s. 664.

[57] Ricâl âlimlerinden bazıları adını “Ebû Said Abbâd el-Usfurî” şeklinde, bazıları “Abbâd b. Yakub er-Revâcinî” şeklinde kaydetmiştir. Görünüşe göre bu iki isim tek bir kişinin ismidir. Bkz. Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, s. 663; Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 9, s. 210.

[58] Ebû Said’in hocalarının Şüreyk Nahî, Abbâd b. Avâm, İsmail b. Ayyâş, Hüseyin b. Zeyd b. Ali Alevî, Hannân b. Südeyr Sûfî ve münekkitlerinin Buhârî, Tirmizî, İbn Mâce, Ebû Hâtim, Ebû Bekir Bezzâz, İbn Huzeyme olduğu ifade edildiğinden onun mezhebi hakkında görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. Bkz. Madelung, Wilferd, Mektebhâ ve Fırkahâ-i İslâmî der Siddehâ-i Miyâne, çev. Cevad Kâsımî, Meşhed: Âstân-i Kuds-i Radavî, 1375, s. 265.

[59] Tûsî, el-Fihrist, s. 176; Hıllî, Hülasatü’l-akvâl, s. 117. Mâmekânî, Ebû Said için kullanılan “âmme mezhep” ifadesini onun Sünnî olduğu şeklinde değil de inancını gizlediği şeklinde yorumlamış ve ondan hadis rivayet etmiştir. Mâmekânî’ye göre Tûsî de takıyye yaptığı için onun âmme mezhebinden olduğunu yazmıştır. Bkz. Mâmekânî, Abdullah, Tenkîhu’l-makâl, Kum: Âlu’l-Beyt, h. 1420, c. 2, s. 123.

[60] Bkz. Zehebî, Mizânü’l-itidâl, Beyrut: Dâru’l-fikr, (t.y.), c. 2, s. 379; İbn Hacer Askalânî, Tehzîbü’tehzîb, nşr. Avvâme, Beyrut, 1408, c. 5, s. 109.

[61] Nûrî, Mirza Ali, Müstedrekü’l-vesâil, Beyrut: Âlu’l-Beyt, h. 1420, c. 19, s. 53. “Matrûd,” tard edilen, uzaklaştırılan ve kendisinden hadis rivayet edilmeyen kimse anlamına gelir. (ç.n.)

[62] Bkz. Ebû’l-Ferec Isfahanî, Makâtilü’t-Tâlibîn, Beyrut: Dâru’l-ihyâ, (t.y.), s. 464, 465, 473; Hüseyin, Tarih-i Siyasî, s. 22. Cârûdiyye fırkası, Ebû Cârûd’a (ö. 150/767) nispet edilir. O, Kûfe’de Zeyd b. Ali’ye tabi olmuş ve onun imametini kabul etmiştir.

[63] Bkz. el-Mızzî, Yusuf Ebû’l-Haccâc, Tehzibü’l-kemâl fî esmâi’r-ricâl, Beyrut: Müessesetü’r-risale, c. 14, s. 178; ayrıca bkz. İbn Hacer Askalânî, Tehzîbü’tehzîb, c. 8, s. 424.

[64] Tûsî, el-Fihrist, s. 343 sayı: 542; Tahranî, ez-Zeria, c. 1, s. 352.

[65] Bu asıldan günümüze 19 hadis ulaşmıştır. Bunlardan 17 ve 18 numaralı hadisler dışındakiler, imamet ve hilafetin gaspı gibi itikadî meselelerle ilgilidir. Bu asıl, el-Usulu’s-sitte-aşer adıyla Dâru’l-hadis tarafından neşredilmiştir (Kum, h. 1423).

[66] Hüseyin, Tarih-i Siyasî, s. 22.

[67] Bkz. Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 534 hadis no: 18, s. 530 hadis no: 6, s. 534 hadis no: 17; Numânî, el-Gaybe, s. 121; Sadûk, Kemâlü’d-din, s. 9; Tûsî, el-Gaybe, s. 139 hadis no: 103, s. 175 hadis no: 130.

[68] Tabersî, İlâmu’l-verâ, c. 2, s. 171; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 57, s. 146, 202.

[69] Hayatı hakkında bkz. Necâşî, Ricâl, s. 255 sayı: 644; Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 12, s. 192.

[70] Tûsî, el-Gaybe, s. 349 sayı: 306.

[71] Necâşî, Ricâl, s. 255 sayı: 664.

[72] Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 12, s. 217.

[73] Bkz. Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 457, 461, 463, 468, 472, 475, 486, 491, 492, 497, 518.

[74] Tûsî, el-Fihrist, s. 381, 403, 417; ayrıca bkz. Necâşî, er-Ricâl, s. 255 sayı: 644.

[75] Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 81.

[76] Bkz. Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 326, 384, 518; Numânî, el-Gaybe, s. 88 hadis no: 19, s. 171 hadis no: 3, s. 257 hadis no: 16, s. 269 hadis no: 17; Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 223 hadis no: 12, 13, 18, s. 224 hadis no: 20, s. 233, hadis no: 42, s. 380 hadis no: 27, s. 649 hadis no: 141; Müfid, el-İrşâd, c. 2, s. 316, 355; Tûsî, el-Gaybe, s. 291 hadis no: 247, s. 363 hadis no: 325, s. 281, 349, 453, 263.

[77] Bkz. Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 362, 384.

[78] Bkz. Tûsî, el-Gaybe, s. 263, 442; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 52, s. 9.

[79] Bkz. Necâşî, Ricâl, s. 255 sayı: 664.

[80] Bkz. Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 2, s. 445, 465, 470; Tûsî, el-Gaybe, 159-161.

[81] Tûsî, İhtiyâr, s. 374 sayı: 5532, s. 383 sayı: 5639, s. 402 sayı: 5897.

[82] Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 2, s. 442 hadis no: 16.

[83] Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 2, s. 487 hadis no: 7.

[84] Rivayetlerde “Şâzân” ve “Şâdân” şeklinde geçmektedir. Bu konuda bkz. Ahmed Pâketçî, “İbn Şâzân,” Dâiretu’l-maârif-i Buzurg-i İslâm, c. 4, s. 50; Cüneydî, Feridun, Fazl b. Şâzân-i Nişâbûrî ve Neberd-i Endişe der İran-i pes ez İslâm, Tahran: Belh, 1359, s. 7.

[85] Bkz. Necâşî, Ricâl, s. 307; Tûsî, el-Fihrist, s. 361 sayı: 564.

[86] Sadûk, İlelü’ş-şerâi, s. 93; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 6, s. 58, 85; Tûsî, İhtiyâr, s. 422 hadis no: 403, s. 390, sayı 5740 hadis no: 2, s. 401, sayı: 5881; Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 2, s. 378; Mirlevhî, Seyyid Muhammed, Kifâyetü’l-muhtedî fî marifeti’l-Mehdî, Kum: Dâru’t-tefsir, h. 1426, s. 448.

[87] Rivayetlerden bazılarında İmam Hasan Askerî’nin (a.s.) Fazl b. Şâzân’a lanet ettiği geçerken bazılarında onu övdüğü geçmektedir. Bkz. Tûsî, İhtiyâr, s. 585 sayı: 1027; Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 8, s. 409, c. 4, s. 404, 408; Hıllî, Hülâsatü’l-akvâl, s. 229 sayı: 769.

[88] Tûsî, İhtiyâr, s. 583 sayı: 1023, 1027, 1028.

[89] Necâşî, Ricâl, s. 307 sayı: 840; Tûsî, el-Fihrist, s. 361 sayı: 564.

[90] Tûsî, İhtiyâr, s. 587 sayı: 1028.

[91] Ahmed Pâketçî, “İbn Şâzân,” s. 50.

[92] Tûsî, İhtiyâr, s. 585 sayı: 1026.

[93] Bazı isnadlarda Ali b. Ebsât’ın İbn Şâzân’ın Kat’î hocası ve Abdullah b. Kâsım Caferî ile Abdullah b. Cebele’nin onun Vâkıfî hocaları olduğu geçmektedir. Bu yüzden kimi ricâl kaynaklarında onun Fethiyye’ye veya Vâkıfiyye’ye mensup olduğu ileri sürülmüştür. Bkz. Tûsî, el-Gaybe, s. 438; Tûsî, İhtiyâr, s. 976. Fethiyye Türkçe kaynaklarda genellikle Eftahiyye olarak geçmektedir. Şia'nın Eftahiyye fırkası, İmam Cafer Sâdık’tan sonra imametin İmam Musa Kâzım’a değil de diğer oğlu Abdullah el-Eftah’a (ö. 149/766) intikal ettiğini kabul etmiştir. Kat’î ise, Vâkıfîliği reddedip imametin İmam Ali Rıza (a.s.) ile devam ettiğini kabul edenlere verilen isimdir. (ç.n.)

[94] Tûsî, el-Fihrist, s. 361 sayı: 1028; Necâşî, Ricâl, s. 306 sayı: 840.

[95] Bkz. Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 81; Ahmed-i Pâketçî, “İbn Şâzân,” s. 51.

[96] Tûsî ve Necâşî, İbn Şâzân’ın kitaplarının başlıklarının listelemişlerdir, bkz. Tûsî, el-Fihrist, s. 361; Necâşî, Ricâl, s. 306.

[97] Necâşî, Ricâl, s. 306; Tahranî, ez-Zeria, c. 22, s. 189.

[98] Aga Buzurg Tahranî bu kitapta söz konusu edilen inancın Neylî’nin Kitabu’l-hücce fî ibtâi’l-Kâim’de sözünü ettiği inançla aynı olduğu kanaatindedir. Bkz. Tahranî, ez-Zeria, c. 17, s. 1.

[99] Tûsî, el-Fihrist, s. 361; Necâşî, Ricâl, s. 306; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, c. 1, s. 93.

[100] Müfid, el-İrşâd, c. 2, s. 370, 379.

[101] Müfid, el-İrşâd, c. 2, s. 370, 379.

[102] Bkz. Bahauddin Neylî, Sürûru ehli’l-iman, nşr. Kays el-Attâr, Kum: İntişârât-i Delil-i Mâ, 1426, s. 37, 62, 119; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 5, s. 385, c. 52, s. 213.

[103] Aga Buzurg Tahranî Kitabu’r-ricat’in Kitabu’l-gaybe ile aynı olduğu ve bu kitabın Muhammed Mirlevhî’nin temellükünde bulunduğu, onun Kifâyetü’l-mühtedî adlı kitabını bu kitaptan derlediği kanaatindedir. Zira bu kitapta yer alan kırk hadisten yirmi beşinin râvisi İbn Şâzân’dır. Bkz. Mirlevhî, Kitabu’l-mühtedî, s. 429-681; Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 78.

[104] Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 6, s. 242, c. 26, s. 153, 317, c. 27, s. 307, c. 53, s. 98.

[105] Hüseyin, Tarih-i Siyasî, s. 23; Tahranî, ez-Zeria, c. 18, s. 11.

[106] Kûrânî, Ali, Asr-i Zuhûr, çev. Abbas Celalî, Kum: Sâzmân-i Tebliğât-i İslâmî, 1375, 5. Basım, s. 393.

[107] Kûrânî, Asr-i Zuhûr, s. 393.

[108] Neylî, Sürûru ehli’l-iman, s. 62, 119; Tabersî, İlâmü’l-verâ, c. 2, s. 285; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 52, s. 313, 358.

[109] Tûsî, el-Gaybe, s. 161, 162, 177, 185, 189, 190, 332, 335, 337, 425, 426, 427, 428, 435, 437, 442, 443, 444, 445, 446, 471.

[110] Numânî, el-Gaybe, s. 152, 155, 156, 171, 172, 205, 208, 214, 234, 271, 289, 290.

[111] Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 239, 347, 378, 481.

[112] Tûsî, el-Gaybe, s. 189 hadis no: 152, s. 190 hadis no: 153; Numânî, el-Gaybe, s. 214 hadis no: 2; Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 239 hadis no: 59, 60, 61, 62.

[113] Tûsî, el-Gaybe, s. 470 hadis no: 486, s. 471 hadis no: 488-498, 505; Numânî, el-Gaybe, s. 234 hadis no: 22; Müfid, el-İrşâd, c. 2, s. 365.

[114] Tûsî, el-Gaybe, s. 422 hadis no: 403, s. 423 hadis no: 406, s. 427 hadis no: 416, s. 425 hadis no: 410; Numânî, el-Gaybe, s. 155 hadis no: 14, s. 172 hadis no: 6 (lafızda küçük bir farkla), s. 156 hadis no: 18 (İsa b. Abdullah Alevî’nin senediyle); Sadûk, Kemâlü’d-din, s. 378 hadis no: 3; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 51, s. 224, 225, 154, c. 52, s. 154 hadis no: 11.

[115] Tûsî, el-Gaybe, s. 161 hadis no: 118, s. 162 hadis no: 120, 121; Numânî, el-Gaybe, s. 188 hadis no: 42, s. 171 hadis no: 5; Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 340 hadis no: 5 (Muhammed b. Müslim’in senediyle); Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 52, s. 152 hadis no: 5, s. 153, hadis no: 6.

[116] Tûsî, el-Gaybe, s. 333 hadis no: 274, s. 335 hadis no: 281, s. 337, hadis no: 285; Numânî, el-Gaybe, s. 177 hadis no: 21, s. 208, hadis no: 16, s. 152 hadis no: 9; Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 481 hadis no: 9, s. 246 hadis no: 32, s. 347 hadis no: 35; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 52, s. 112 hadis no: 23, s. 281 hadis no: 9.

[117] Tûsî, el-Gaybe, s. 425 hadis no: 11, s. 246 hadis no: 412, 414, 415, s. 427 hadis no: 426, s. 428 hadis no: 417, 418, s. 431 hadis no: 422; Numânî, el-Gaybe, s. 289 hadis no: 3 (Muhammed b. Müslim’in senediyle), s. 290 hadis no: 7; Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 368 hadis no: 5 (Abdülkerim b. Ömer ve Hasamî senediyle); Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 52, s. 103 hadis no: 6, s. 104 hadis no: 8.

[118] Tûsî, el-Gaybe, s. 435 hadis no: 425, s. 437 hadis no: 427, 429, s. 438 hadis no: 430, s. 441, hadis no: 434, s. 444 hadis no: 439, s. 446, hadis no: 442, 443, 444, 446; Numânî, el-Gaybe, s. 205 hadis no: 9 (Hüseyin b. Ali senediyle), s. 271 hadis no: 45; Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 2, s. 358 (Hasan b. Ali el-Veşşâ senediyle), s. 359; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 52, s. 209 hadis no: 47, s. 211 hadis no: 58, s. 212 hadis no: 60, 61, s. 213 hadis no: 67; Küleynî, el-Kâfi, c. 8, s. 212 hadis no: 258.

[119] Tûsî, el-Gaybe, s. 177 hadis no: 134, s. 185 hadis no: 144; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 52, s. 285 hadis no: 15, c. 51, s. 75 hadis no: 29.

[120] Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 9, s. 85.

[121] Necâşî, Ricâl, s. 257 sayı: 676.

[122] Tûsî, İhtiyâr, s. 389 sayı: 5730.

[123] Tûsî, el-Fihrist, s. 273 sayı: 392.

[124] Necâşî, Ricâl, s. 257 sayı: 676.

[125] Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c, 7, s. 415.

[126] Tûsî, el-Fihrist, s. 273 sayı: 392; Necâşî, Ricâl, s. 257 sayı: 676.

[127] Numânî, el-Gaybe, s. 25, Bab: 5, s. 113, Bab: 20; Tûsî, el-Gaybe, s. 66, 68, 194 hadis no: 157330; Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 213, Bab: 22, s. 370, Bab: 35, s. 391, Bab: 39, s. 416, Bab: 49, s. 648, Bab: 56.

[128] Hasan b. Ali b. Faddâl (ö. 224/838), Ahmed b. Hasan b. Ali (ö. 260/873) ve Hüseyin b. Ahmed b. Hasan b. Ali ve Muhammed b. Hasan b. Ali (ö. 341/952) Faddâl hanedanına mensup muhaddislerdendir. Bkz. Dâiretu’l-maârif-i Şia, “Benî Faddâl” maddesi.

[129] Tûsî, İhtiyâr, s. 354, 383, 397; Tûsî, el-Gaybe, s. 66 hadis no: 69.

[130] Tûsî, el-Gaybe, s. 389 hadis no: 355.

[131] Numânî, el-Gaybe, s. 42 hadis no: 4, Birinci Bab, s. 50 hadis no: 2, İkinci Bab, s. 113 hadis no: 5, Beşinci Bab, s. 60 hadis no: 4; Tûsî, el-Gaybe, s. 164 hadis no: 127; Sadûk, Kemâlü’d-din, s. 288 hadis no: 1.

[132] Numânî, el-Gaybe, s. 161 hadis no: 3, Onuncu Bab, s. 258 hadis no: 4, On Dördüncü Bab, s. 260 hadis no: 14, On Dördüncü Bab, s. 310 hadis no: 1, On Sekizinci Bab, s. 330 hadis no: 12, Yirminci Bab, s. 342 hadis no: 1, Yirmi Dördüncü Bab; Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 2, s. 639 hadis no: 2, Tûsî, el-Gaybe, s. 42 hadis no: 24, s. 177 hadis no: 134, s. 346 hadis no: 296, s. 445 hadis no: 440; Müfid, el-İrşâd, c. 2, s. 249; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 49, s. 26 hadis no: 45, s. 52, s. 285 hadis no: 15, c. 47, s. 342 hadis no: 31.

[133] İbn Ayyâş’ın hayatı için bkz. Müderris, Muhammed Ali, Reyhânetü’l-edeb, Tahran: Hayyâm, 1374, c. 4, s. 221.

[134] Hânsârî, Muhammed Bâkır, Ravzatü’l-cennât fî ahvâli ulemâ ve’s-sâdât, Kum: İsmailiyyân, (t.y.), c. 6, s. 129.

[135] Tûsî, el-Fihrist, s. 396 sayı: 605, Necâşî, Ricâl, s. 350 sayı: 944; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 88 sayı: 644.

[136] Müderris, Reyhânetü’l-edeb, c. 4, s. 220.

[137] Necâşî, Ricâl, s. 350 sayı: 944.

[138] Bazı ricâl kaynaklarında ismi Ahmed b. İbrahim Râzî Küleynî şeklinde kaydedilmiştir. Bkz. Tûsî, İhtiyâr, sayı 5920; Tahranî, ez-Zeria, c. 1, s. 345; Müderris, Reyhânetü’l-edeb, c. 3, s. 181; Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 1, s. 374; Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 6, s. 118.

[139] Küleyn, İran'ın Rey ile Kum şehirleri arasında yer alan köydür.

[140] Necâşî, Ricâl, s. 261 sayı: 682; Tahranî, ez-Zeria, c. 1, s. 345.

[141] Necâşî, Ricâl, s. 261.

[142] Tûsî, el-Gaybe, hadis no: 211, 212, 215, 244, 245, 246.

[143] Küleynî’nin hayatı hakkında bkz. Tûsî, el-Fihrist, s. 48 sayı: 75; Tûsî, İhtiyâr, s. 266 sayı: 3; Necâşî, Ricâl, s. 56; Hıllî, Hülâsatü’l-akvâl, s. 71; Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 6, s. 116; Nûrî, Müstedrekü’l-vesâil, c. 3, s. 526.

[144] Tahranî, ez-Zeria, c. 17, s. 245.

[145] Bkz. Küleynî, el-Kâfi, “Kitabu’l-Hüccet.”

[146] Hüseyin, Tarih-i Siyasî, s. 24.

[147] Maraşî’nin hayatı için bkz. Müderris, Reyhânetü’l-edeb, c. 5, s. 282.

[148] Necâşî, Ricâl, s. 64 sayı: 150; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, c. 31 sayı: 215.

[149] Meclisî, Bihâru’l-envâr, Mukaddime, c. 1, s. 75.

[150] Necâşî, Ricâl, s. 64 sayı: 150; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 31 sayı: 210.

[151] Mirlevhî, Kifâyetü’l-mühtedî, s. 358.

[152] Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 76.

[153] Numânî, el-Gaybe, s. 80.

[154] Bu kitap, Melâu’l-aybe fî’t-tûli’l-gaybe olarak da bilinir. Bkz. Tahranî, ez-Zeria, s. 79.

[155] Numânî’nin “Kâtib” lakabıyla anılmasının iki nedeni olabileceği söylenmiştir. Bunlardan birincisi, onun Şeyh Küleynî’nin kâtipliğini yapmış olması ihtimalidir. İkincisi ise, onun makam sahipleriyle irtibat kurmuş olması ihtimalidir. Bununla birlikte, hangi makam sahibiyle irtibat kurduğu ve kâtipliğini yaptığı belirsizdir. Seyyid Cevad Şübeyrî, s. 255.

[156] Numânî’nin hayatı için Necâşî, Ricâl; Mecmau’r-ricâl; Câmiu’r-ruvât, Müntehâü’l-makâl; Müstedrekü’l-vesâil; Ayânü’ş-Şia, ez-Zeria; Kâmûsu’r-ricâl, Mucemu’r-ricâli’l-hadis kitaplarında İbn Zeyneb maddesine bkz.

[157] Tahranî, ez-Zeria, c. 4, s. 317, c. 20, s. 154, c. 10, s. 183, c. 16, s. 147; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, c. 105 sayı: 759.

[158] Hüseyin, Tarih-i Siyasî, s. 25, 157, 160, 161, 173.

[159] Numânî, el-Gaybe, s. 6-86, 100.

[160] Numânî, el-Gaybe, s. 102-107, 116-127.

[161] Numânî, el-Gaybe, s. 18-32.

[162] Hasan b. Muhammed’in hayatı hakkında bkz. Kummî, Hasan b. Muhammed, Târîhu Kum, Mukaddime, nşr. Ensârî-i Kummî, Tahran: Tus, 1361, s. 43-72; Tahranî, Tabakâtu alâmi’ş-Şia, s. 99; Emin, Ayânu’ş-Şia, c. 4, s. 246.

[163] Kummî, Târîhu Kum, s. 532.

[164] İkmâlü’d-din ve itmâmu’n-nimet olarak da bilinen bu kitap ilk defa 1301 yılında Tahran’da yayımlanmıştır. Bkz. Tahranî, ez-Zeria, c. 2, s. 283.

[165] Tûsî, el-Fihrist, s. 443; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 99 sayı: 740; Müderris, Reyhânetü’l-edeb, c. 3, s. 436; Emin, Ayânü’ş-Şia, c. 10, s. 24.

[166] Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 3; Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 9, s. 73, 211.

[167] Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 2, s. 434, 482-523.

[168] Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 19.

[169] Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 1, s. 133, 187, 211, 222, 274, 381.

[170] Şeyh Sadûk şöyle yazar: “Onun (kitabın telifi) sayesinde din kemale erdi ve nimet tamamlandı.” Bkz. Sadûk, Kemâlü’d-din, c. 2, s. 657.

[171] Tûsî, el-Fihrist, s. 443 sayı: 710.

[172] Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 99 sayı: 740.

[173] el-Hücce fî ibtâi’l-Kâim adlı kitabıyla tanınan ve daha başka kitaplar da yazan Muhammed b. Bahr Rehnî (ö. 342/953) gâli olmakla itham edilmiştir. bkz. Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 131; Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 3, s. 132.

[174] Hüseyin, Tarih-i Siyasî, s. 26.

[175] Necâşî, Ricâl, s. 147 sayı: 380; Tûsî, İhtiyâr, s. 467; Hâirî, Ebû Ali, Müntehâ’l-makâl, Kum: Âlu’l-Beyt, h. 1416, c. 3, s. 147; Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 76 sayı: 884.

[176] Tûsî, İhtiyâr, s. 467.

[177] Necâşî, Ricâl, s. 147.

[178] Tûsî, İhtiyâr, s. 456.

[179] Hatib Bağdadî, Hâfız Ebû Bekir, Tarihu Bağdad, Beyrut: Dârul’-kütübi’l-ilmiyye, (t.y.), c. 5, s. 282.

[180] Tûsî, el-Fihrist, s. 72 sayı: 98; Necâşî, Ricâl, s. 85 sayı: 206.

[181] Necâşî, Ricâl, s. 440 sayı: 1185.

[182] Tûsî, el-Gaybe, s. 226.

[183] Necâşî, Ricâl, s. 440.

[184] İkbâl, Abbâs, Hândân-i Nevbahtî, Tahran: Matbaa-i Meclis, 1311, s. 100.

[185] Tûsî, el-Gaybe, s. 293, 294, 353, 355, 356, 436.

[186] Tûsî, el-Gaybe, aynı sayfalar.

[187] “Mâderân” veya “Mazerân” olarak geçmektedir. Bkz. Hamevî, Yâkût, Mucemü’l-büldân, nşr. Ferid Abdülaziz el-Cindî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1990, c. 5, s. 4; Semânî, Abdülkerim, el-Ensâb, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, h. 1408, c. 5, s. 106; Mâmekânî, Tenkîhu’l-makâl, c. 2, s. 234; Müderris, Reyhânetü’l-edeb, c. 5, s. 145; Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 7, s. 37 sayı: 4670; Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 76.

[188] Necâşî, Ricâl, s. 247 sayı: 652.

[189] Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 7, s. 37 sayı: 4670.

[190] İbn Ayyâş hanedanı Âl-i Hammâd ve Kadı Ebû Ömer zamanında Bağdat’ın tanınmış ailelerindendi. Necâşî ile çağdaş olan İbn Ayyâş, onunla ve babasıyla arkadaşlık etmiştir. Bkz. Necâşî, Ricâl, s. 86 sayı: 207.

[191] Tûsî, el-Fihrist, s. 78 sayı: 99; Tahranî, ez-Zeria, c. 1, s. 353; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 20 sayı: 90.

[192] Kazvinî, Abdülcelil, en-Nakz, nşr. Muhaddis Urmevî, (t.y.), c. 1, s. 40, 136.

[193] Râzî, Şeyh Müntecebeddin, el-Fihrist, nşr. Muhaddis Urmevî, Kum: Kitabhâne-i Maraşî, 1366, s. 101 sayı: 359.

[194] Tûsî, el-Gaybe, s. 214.

[195] Râzî, el-Fihrist, s. 101.

[196] Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 10, s. 96 sayı: 7583.

[197] Necâşî, Ricâl, s. 86-87 sayı: 209; Emin, Ayânu’ş-Şia, c. 3, s. 109.

[198] Bununla birlikte, Şeyh Tûsî, kitabında, bilhassa vekiller ve tevkiler konusunda, Ebû Nasr Kâtib tarikiyle İbn Seyrâfî’den çok sayıda rivayet nakletmiştir. Örneğin bkz. Tûsî, el-Gaybe, s. 293, 307, 308, 324, 355, 362, 364, 367, 370, 372, 374, 384, 386, 396, 398, 400, 402, 406, 408, 410, 413.

[199] Necâşî, Ricâl, s. 86.

[200] Tûsî, el-Fihrist, s. 87 sayı: 117.

[201] Necâşî, Ricâl, s. 440 sayı: 1185.

[202] Necâşî, Ricâl, s. 399 sayı: 1067; Tûsî, el-Fihrist, s. 444; İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 12, s. 15; İbn Hacer Askalânî, Lisânü’l-mizân, nşr. Abdülfettah Ebû Gudde, Beyrut: Mektebetü’l-matbûâti’l-İslâmiyye, 2002, c. 5, s. 367; Hıllî, Hülâsatü’l-akvâl, s. 147.

[203] Meclisî, Bihâru’l-envâr, Mukaddime, c. 1, s. 70.

[204] Seyyid Murtaza, Şeyh Müfid’in katıldığı ilmî tartışmaların bir kısmının kaydını el-Fusûl el-muhtâre mine’l-uyûn ve’l-mehâsin’de bir araya getirmiştir.

[205] Tûsî, el-Fihrist, s. 158 sayı: 696; Necâşî, Ricâl, s. 399 sayı: 1068.

[206] Zehebî, Siyeru alâmü’n-nübelâ, Beyrut: Müessesetü’r-risale, 1003, c. 17, s. 344; İbn İmâd Hanbelî, Şezerâtü’z-zeheb, fî ahbâri men zeheb, Dımaşk: Dâru İbn Kesîr, h. 1413, c. 3, s. 200; İbn Hacer, Lisânü’l-mizân, c. 5, s. 368.

[207] Mâzenderânî, ona faydalı anlamına gelen “Müfid” lakabını verirken Tabersî, İmam Mehdî’nin (a.f.) iki mektubuna dayanarak, bu lakabı ona İmam’ın seçtiğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte, Ayetullah Hoyî bu iki mektubun gerçekten yazılıp yazılmadığının tespit edilemeyeceği kanaatindedir. Bkz. Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 113; Tabersî, el-İhticâc âle ehli’l-lecâc, Tahran: İntişârât-i Usve, h. 1416, c. 2, s. 322-325; Hoyî, Mucemu’r-ricâl, c. 17, s. 235.

[208] Murtaza, Seyyid Alemü’l-hüdâ, el-Fusûlü’l-muhtâre mine’l-uyûn ve’l-mehâsin, çev. Hânsârî, (t.y.), c. 1, s. 153.

[209] Müfid, el-İrşâd, c. 2, s. 340-367.

[210] Necâşî, Ricâl, s. 401; Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 80.

[211] Necâşî, Ricâl, s. 399-400.

[212] Tahranî, ez-Zeria, c. 5, s. 195, c. 16, s. 80-82.

[213] Necâşî, Ricâl, s. 359.

[214] Hüseyin, Tarih-i Siyasî, s. 26.

[215] Müfîd, el-Mesâilü’l-aşere fî’l-gaybe, nşr. Fâris el-Hassûn, Kum: Delil-i Mâ, 1384, s. 124.

[216] Hayatı hakkında bkz. Necâşî, Ricâl, s. 270 sayı: 708; Tûsî, el-Fihrist, s. 288 sayı 432; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 69-70.

[217] Tûsî, Seyyid Murtaza’nın otuz yedi; Necâşî kırk bir, İbn Şehrâşûb elli iki ve Tahranî yüz on yedi kitap ve risale yazdığını bildirmişlerdir. Bkz. Tûsî, el-Fihrist, s. 288; Necâşî, Ricâl, s. 270; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 69; Tahranî, ez-Zeria, c. 2, s. 604, c. 16, s. 77.

[218] Bkz. eş-Şâfi fî’l-imamet, Resâil-i Şerif Murtaza, el-Muhlas fî usûli’d-din, el-Usûlu’l-itikâdiyye.

[219] Bkz. el-Fusûlu’l-muhtâre mine’l-uyûn ve’l-mehâsin.

[220] Muhyiddin, Abdürrezzak, Şahsiyet-i Edebî-i Seyyid Murtaza, çev. Cevad Muhaddisî, Tahran: Emir-i Kebir, 1373, s. 33-34.

[221] İbn Râvendî Kitabu’l-imamet’inde şöyle yazar: “Şiîler kelamı bir kenara bıraktıklarından muhalifleri karşısında mukavemet gösterememişlerdir.” Bkz. Muhakkik, Mehdî, Bist Goftâr, Tahran: Dânişgâh-i Tahran, 1383, c. 1, s. 74.

[222] Muhyiddin, Şahsiyet-i Edebî, s. 105.

[223] Tûsî, Muhammed b. Hasan, Telhîsü’ş-Şâfi, nşr. Hüseyin Bahru’l-ulûm, Kum: Menşûrâtu’l-Azizî, (t.y.), c. 4, s. 209.

[224] Murtaza, el-Fusûlu’l-muhtâre, c. 1, s. 153.

[225] Murtaza, Alemül-Hüdâ Şerif, Resâil, c. 2, s. 293.

[226] Muhyiddin, Şahsiyet-i Edebî, s. 117.

[227] Muhyiddin, Şahsiyet-i Edebî, s. 108.

[228] Necâşî, Ricâl, s. 271; Tabersî, el-Fihrist, s. 218; Hamevî, Mucemü’l-büldân, c. 13, s. 148; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 69; Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 77.

[229] Tabersî, İlâmu’l-verâ’sının birinci meseleden beşinci meseleye kadarki bölümünü Seyyid Murtaza’nın görüşlerini belgelendirmeye ayırmıştır. Meclisî de ondan alıntı yapmıştır. Bkz. Tabersî, İlâmu’l-verâ, c. 2, s. 298; Seyyid Murtaza, “el-Muknia fî’l-gaybe,” nşr. Seyyid Muhammed Ali Hakim, Turâsunâ, 27, s. 159; Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 51, s. 167.

[230] Şeyh Tûsî gaybetinin nedenlerini ele alırken el-Muknia’yı kaynak göstermiştir. Bkz. Tûsî, el-Gaybe, s. 97, 104.

[231] Vezir el-Mağribî diye bilinen Ebû’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin b. Ali b. Hârun b. Abdülaziz Erâcinî (ö. 418/1027), Hamdânî ve Fâtımî saraylarında vezirlik yapmış Şiî siyasetçi, tarihçi, edip ve lügat âlimidir. Bkz. Seccâdî, “Ebu’l-Hasan Mağribî,” Dâiretü’l-maârif-i Buzurg-i İslâmî.

[232] Seyyid Murtaza, “el-Muknia,” s. 23, 91.

[233] Kâdı Ebû’l-Feth Kerâcukî diye meşhurdur. Kerâcukî, muhtemelen, Bağdat yakınlarındaki Vâsıt’ta bir köydür. Bkz. Devvânî, Ali, Mefâhiru’l-İslâm, Tahran: Emir-i Kebir, 1364, c. 3, s. 339.

[234] Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 105 sayı: 764; Râzî, el-Fihrist, s. 154 sayı: 355.

[235] Nûrî, Hüseyin b. Muhammed Taki, Hâtimetu Müstedrek, Kum: Âlu’l-Beyt, h. 1415, c. 3, s. 127; Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 6, s. 212.

[236] Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 51, s. 225.

[237] Tahranî, ez-Zeria, c. 3, s. 92; Hüseyin, Tarih-i Siyasî, s. 27; Cevad Ali, el-Mehdî el-Muntazer inde’ş-Şia el-isnâ-aşeriyye, çev. Ebû’l-İd Dûdû, Beyrut: el-Cemel, 2005, s. 69.

[238] Ricâl kaynaklarında İbn Husayb olarak bilinmektedir. Eyâdî onun mensup olduğu kabilenin adıdır. Emin, Ayânu’ş-Şia, c. 3, s. 42.

[239] Necâşî, Ricâl, s. 91 sayı: 72; Tûsî, el-Fihrist, s. 33 sayı: 96; Hıllî, Hülâsatü’l-akvâl, s. 322 sayı: 1264; Mâzenderânî, Meâlimü’l-ulemâ, c. 8, s. 82.

[240] Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 1, s. 515 sayı: 437.

[241] Tûsî, el-Gaybe, s. 134, 147, 158, 178, 187, 189. Tûsî, Taallukbarî tarikiyle el-Husayb’dan yirmi dört hadis nakletmiştir.

[242] Emin, Ayânü’ş-Şia, c. 3, s. 42.

[243] Necâşî, Ricâl, s. 97 sayı: 240; Tûsî, el-Fihrist, s. 33 sayı: 66.

[244] Tûsî’nin Ahmed b. Ali tarikiyle el-Husayb’dan naklettiği rivayetler için bkz. Tûsî, el-Gaybe, s. 134-135, 147, 158, 178-187, 188-191, 229, 238, 253-262.

[245] Hıllî, Hülâsatü’l-akvâl, c. 1, s. 72.

[246] Tûsî’nin hayatı için bkz. Necâşî, Ricâl, s. 493; Mâzenderânî, s. 102 sayı: 742; Hıllî, Hülâsatü’l-akvâl, c. 1, s. 72; İbn Kesîr, el-Bidâye, c. 12, s. 97; Meclisî, Bihâru’l-envâr, Mukaddime, c. 1, s. 100.

[247] Abbasî halifesi el-Kâim Bi-emrillah onu böyle bir makama atadı. O zamana kadar kimse böyle bir makama sahip olmamıştı. Bkz. Meclisî, Bihâru’l-envâr, s. 103.

[248] Tenûhî, Muhsin b. Ali, en-Neşvâru’l-muhâdara ve ahbâru’l-müzâkere, nşr. Abûd Şâlicî, 1971, c. 2, s. 133.

[249] İbn Cevzî, Ebû’l-Ferec el-Muntazam fî tarihi’l-ümem ve’l-mülûk, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, c. 8, s. 141; İbn Esîr, Ali b. Muhammed, el-Kâmil fî’t-tarih, Beyrut: Dârü’l-fikr, h. 1398, c. 9, s. 591.

[250] İbn Esîr, el-Kâmil, c. 6, s. 195; İbn Hacer, Lisânü’l-mizân, s. 135; İbn Kesîr, el-Bidâye, c. 12, s. 97.

[251] Tûsî’nin bu kitabı Şeyh Müfid’in ricası üzerine, onun sağlığında yazdığı söylenmiştir. Fakat Tûsî’nin kitabını 447/1055 yılında yazdığını dile getirmesi ve Müfid’in 413/1022 yılında vefat etmiş olması bu ihtimali ortadan kaldırmaktadır. Aga Buzurg Tahranî, Tûsî’nin bu kitabı dostlarından İbn Berrâc’ın talebi üzerine, 447/1055 yılında ve 62 yaşındayken, tam da Bağdat’ın karıştığı dönemde yazdığı kanaatindedir. Tahranî, Aga Buzurg, “Mukaddime,” Tûsî, Muhammed b. Hasan, et-Tibyân fî tefsiri’l-Kur’ân; ayrıca bkz. Müderris, Reyhânetü’l-edeb, c. 7, s. 408.

[252] Tûsî 447/1055 yılında kitabını yazdığı sırada İmam yaklaşık 197 yaşındaydı.

[253] Tûsî, el-Gaybe, s. 30.

[254] Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 80.

[255] Tûsî, el-Gaybe, s. 391.

[256] Tûsî, el-Gaybe, s. 293, 294, 353, 354, 356, 436.

[257] Tûsî, el-Gaybe, s. 134, 147, 158, 178, 187, 189.

[258] Tûsî, el-Gaybe, s. 293, 307, 308, 324, 355, 362, 364, 367, 370, 372, 374.

[259] Tûsî, el-Gaybe, s. 5, 12, 65, 66.

[260] Tûsî, el-Gaybe, s. 5, 30, 73.

[261] Tûsî, el-Gaybe, s. 21, 88, 117, 155.

[262] Tûsî, el-Gaybe, 103, 117, 140, 157, 212, 257.

[263] Tûsî, el-Gaybe, s. 110, 239, 280.

[264] Tûsî, el-Gaybe, s. 188, 242, 254.

[265] Tûsî, el-Gaybe, s. 178, 226, 238, 243, 246, 248, 251.

[266] Tûsî, el-Gaybe, s. 186, 201, 203, 209, 238, 261, 265.

[267] Necâşî, Ricâl, s. 484 sayı: 107.

[268] Onun Müfid’in damadı olduğundan sadece İbn Hacer bahsetmektedir. Bkz. İbn Hacer, Lisânü’l-mizân, c. 5, s. 368. Ayrıca bkz. Necâşî, Rical, s. 484 sayı: 1070; Hıllî, Hülâsatü’l-akvâl, s. 270 sayı: 1790.

[269] Cafer-i Tayyâr’ın soyundan olan Ebû Yala Caferî Tâlibî diye meşhurdur. Caferî lakabını bu nispetinden dolayı almıştır. bkz. Tusterî, Kâmûsu’r-ricâl, c. 8, s. 124. Ayrıca bkz. Necâşî.

[270] Necâşî, Ricâl, s. 484.

[271] Tahranî, ez-Zeria, c. 2, s. 399; Mâmekânî, Münteha’l-makâl, c. 6, s. 12.

[272] Efendi, Abdullah, Riyâzu’l-ulemâ ve hayâzü’l-füzelâ, Kum: Kitabhâne-i Maraşî, h. 1401, c. 5, s. 198.

[273] “Varrâk” kitap istinsah edenlere ve ayrıca kâğıt satıcılarına verilen bir unvandır. Bkz. Müderris, Reyhânetü’l-edeb, c. 6, s. 311.

[274] Tûsî, el-Fihrist, s. 22; Râzî, el-Fihrist, s. 155 sayı: 356.

[275] Efendi, Riyâzu’l-ulemâ, c. 5, s. 198.

[276] Râzî, el-Fihrist, s. 155; Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 156; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 121 sayı: 879.

[277] Mirlevhî, Kifâyetü’l-mühtedî, s. 665.

[278] Tabersî’nin hayatı hakkında bkz. Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 193 sayı: 893; Emin, Ayânu’ş-Şia, c. 8, s. 398; Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 5, s. 364-365; Râzî, el-Fihrist, c. 96 sayı: 336; Devvânî, Mefâhir-i İslâm, c. 3, s. 413.

[279] Tabers’in coğrafî konumu hakkında bkz. Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 5, s. 364; Efendi, Riyâzü’l-ulemâ, c. 4, s. 357.

[280] Tabersî, on ciltlik tefsirini 60 yaşındayken, yani 536/1141 yılında, altı ay zarfında yazmıştır. Bakara Sûresi’nin 182’nci ayetini tefsir ederken zikrettiği tarihten doğum tarihinin 467/1074 olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Tabersî, Ali b. Fazl, Mecmau’l-beyân fî tefsiri’l-Kur’ân, c. 1, s. 10, 270; ayrıca bkz. Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 5, s. 365.

[281] Tabersî, İlâmu’l-verâ’yı 511-534/1117-1139 yılları arasında Taberistân’a hükmeden Alâu’d-devle Ali b. Hüsameddin Şehriyâr’ın talebi üzerine yazmış ve eseri ona ithaf etmiştir. Bkz. Tabersî, İlâmu’l-verâ, s. 10; ayrıca bkz. Edmund Bosworth, Silsilehâ-yi İslâmî, çev. Feridun Bedreî, Tahran: Müessese-i Mütalaat ve Tahkikât, 1371, s. 137.

[282] Bkz. Tabersî, İlâmu’l-verâ, s. 361, 446.

[283] Bkz. Tabersî, İlâmu’l-verâ, s. 436.

[284] Efendi, Riyâzu’l-ulemâ, c. 2, s. 43; Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 4, s. 5.

[285] Râvendî’nin hayatı için bkz. Râzî, el-Fihrist, s. 87; Efendi, Riyâzü’l-ulemâ, c. 2, s. 430; Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 48; Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 4, s. 5; Tahranî, ez-Zeria, c. 7, s. 146, c. 5, s. 148.

[286] Bkz. Devvânî, Mefâhir-i İslâm, c. 3, s. 477.

[287] Râvedî, Kutbeddin, el-Harâic, c. 1, s. 455-485, c. 2, s. 662, 791, c. 3, s. 1095-1176.

[288] Mâzenderânî, Meâlimu’l-ulemâ, s. 48 sayı: 359; Tahranî, ez-Zeria, c. 5, s. 148; Nûrî, en-Necmü’s-sâkıb fî ahvâli’l-İmamü’l-Hüccet el-Gâib, nşr. Yasin Musevî, Kum: Envâru’l-Mehdî, h. 1415, c. 1, s. 39.

[289] Tâcu’l-Ali’nin hayatı için bkz. İbn Ebî Tayy, el-Hâvi fî ricâli’ş-Şiati’l-İmâmiyye, nşr. Resul Caferiyân, Kum: Kitabhâne-i Tarih-i İslâm, 1379, s. 59; Müderris, Reyhânetü’l-edeb, c. 1, s. 320.

[290] Safedî onun adını Seyyid Eşref b. E’az şeklinde kaydemiştir, bkz. Safedî, Salahaddin Halil, Nüketü’l-hemyân fî nüketi’l-umyân, Kum: Şerif Radî, h. 1413, s. 119; Safedî, Salahaddin Halil, el-Vâfi bi’l-vefeyât, Dâru’n-neşr, h. 1411, c. 1, s. 373.

[291] Râfızî lakabını Zehebî zikretmiştir, bkz. Zehebî, Şemseddin, Târihu’l-İslâm ve vefeyâtü’l-meşâhir ve’l-alâm, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-Arabiyye, h. 1410, s. 362.

[292] Nehcü’l-belâğa’yı Tâcu’l-Ali’nin yanında okuyan İbn Ebî Tayy, onun 521/1127 yılında Kâdı Abdülaziz Kenânî’nin yanında Mücmelü’l-lügat’ı, İbn Fehâm’ın yanında onun Kitabu’l-mücmel’ini okuduğunu ve ayrıca, Basra’da Makâmât’ın müellifi Harirî’nin talebesi olduğunu bildirir.

[293] Bkz. İbn Hacer, Lisânü’l-mizân, c. 1, s. 696; Zehebî, Tarihu’l-İslâm, s. 363 (Zehebî’nin sözünü ettiği sultanın Salahaddin Eyyübî olması muhtemeldir); Safedî, el-Vâfi bi’l-vefeyât, c. 10, s. 373; Emin, Ayânu’ş-Şia, c. 3, s. 460.

[294] Kitabın orijinal başlığının Kitabun fî tahkiki gaybeti’l-Muntazer ve mâ-câe fîmâ ani’n-Nebî ve ani’l-Eimme ve Vücûbu’l-imani bi-hâ olduğu nakledilmiştir. Bkz. Safedî, el-Vâfi bi’l-vefeyât, c. 10, s. 373; Tahranî, ez-Zeria, c. 5, s. 160; İbn Ebî Tayy, el-Hâvi, s. 85.

[295] Kütübî, Muhammed b. Şâkir, Fevâtu’l-vefeyât, Beyrut: Dâru Sâdır, 1973, c. 4, s. 269.

[296] İbn Ebî Tayy’ın hayatı için bkz. İbn Hacer, Lisânu’l-mizân, c. 6, s. 264; Kütübî, Fevâtu’l-vefeyât, c. 4, s. 269; Tahranî, Tabakât, c. 3, s. 205; Safedî, el-Vâfi bi’l-vefeyât, c. 10, s. 273.

[297] İbn Hallikân, Ahmed b. Muhammed, Vefeyâtu’l-ayân, Beyrut: Dâru Sâdır, (t.y.), c. 1, s. 259.

[298] Kütübî, onun 60 kitabı olduğunu ve bunların bazılarının birkaç ciltten oluştuğunu haber verir. Örneğin Havâdisü’z-zaman’ı 5 cilt, Hülâsatü’l-havâs fî âdâbi’l-havâs’ı 10 cilt, Fezâilü’l-Eimme’si 4 cilttir. Bkz. Kütübî, Fevâtu’l-vefeyât, c. 4, s. 269; ayrıca bkz. Tahranî, Tabakât, c. 3, s. 205.

[299] Tahranî, ez-Zeria, c. 21, s. 177.

[300] Muhammed Asıf Fikret, “İbn Ebî Tayy,” Dâiretü’l-maârif-i Buzurg-i İslâmî, c. 2, s. 676.

[301] İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-ayân, c. 1, s. 259.

[302] Bkz. “İbn Şıhne,” Dâiretü’l-maârif-i Buzurg-i İslâmî, c. 2.

[303] Râğıb, Muhammed, İlâmu’n-nübelâ bi-tarihi Haleb eş-Şehbâ, c. 1, s. 362, c. 4, s. 378.

[304] Safedî, Nüket, s. 120; Safedî, el-Vâfi bi’l-vefeyât, c. 10, s. 373.

[305] Zehebî, Tarihü’l-İslâm, c. 25, s. 190.

[306] Zehebî, Tarihü’l-İslâm, c. 25, s. 190.

[307] Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin hayatı için bkz. İbn İmâd, Şezerâtü’z-zeheb, c. 5, s. 226; Zehebî, Mizânü’l-itidâl, c. 3, s. 33.

[308] Ehl-i Beyt İmamları’nın (a.s.) biyografisini yazdığı kitaplarından bazıları şunlardır: Müntehâ’s-suûl fî sireti’r-Resûl ve Tezkiretü’l-havâss.

[309] Zehebî, Mizânü’l-itidâl, c. 3, s. 33.

[310] Sıbt İbnü’l-Cevzî, Şemseddin, Tezkiretü’l-havâss, Kum: Şerif Radî, 1376, s. 168-328.

[311] Sıbt İbnü’l-Cevzî, Tezkire, s. 325.

[312] Sıbt İbnü’l-Cevzî, Tezkire, s. 326.

[313] Hayatı için bkz. Şâfiî, Muhammed b. Yusuf, el-Beyân, nşr. Muhammed Mehdî Hırsân, (t.y.), s. 5-59.

[314] Bahauddin İrbilî, 648/1250 yılında el-Beyân’ı ve Kifâyetü’t-tâlib’i Şâfiî-i Gencî’ye kıraat etmiş ve ondan, kendi el yazısıyla yazdığı bir rivayet icazeti almıştır. Bkz. Eminî, Abdülhüseyin, el-Gadîr, Kum: Merkezü’l-Gadir li’d-dırasâti’l-İslâmiyye, 1376, c. 5, s. 446.

[315] İrbilî, bu kitaptan alıntı yapmıştır. Bkz. İrbilî, Bahauddin, Keşfü’l-gumme ve marifetü’l-Eimme, Kum: Şerif Radî, h. 1412, c. 3, s. 266.

[316] Bkz. İrbilî, Keşfü’l-gumme, c. 3, s. 278.

[317] Şâfiî, el-Beyân, s. 148-159.

[318] Şâfiî, el-Beyân, s. 155-159.

[319] Kohlberg, Etan, Kitabhane-i İbn Tâvûs ve Ahvâl ve Âsâr-i Û, çev. Resul Caferiyan, Kum: Kitabhâne-i Maraşî, 1371, s. 40.

[320] Hayatı için bkz. Hânsârî, Ravzatü’l-cennât, c. 4, s. 325; Meclisî, Bihâru’l-envâr, Mukaddime, c. 1, s. 142.

[321] İbn Tâvûs kitaplarını iki ayrı listesini yazmıştır. Bunlardan ilkini, Keşfü’l-muhacce’de, daha uzun olan ve 60’dan fazla kitabı içeren ikincisini ise el-İcâzât’ta kaydetmiştir.

[322] İbn Tâvûs oğlu Muhammed’e şöyle yazmıştır: “Oğlum! Doğrusu baban İmam-ı Zaman’ı Güneş ışığından çok daha fazla tanımıştır.” Bkz. İbn Tâvûs, Radiyüddin, Keşfü’l-muhacce li-semereti’l-muhecce, Kum: Defter-i Tebliğât-i İslâmî, h. 1412, s. 74.

[323] Tahranî, ez-Zeria, c. 4, s. 215 sayı: 1075.

[324] İbn Tâvûs, Radiyüddin, İkbâlu’l-amâli’l-hasane fîmâ yamelu merre fi’s-sene, Kum: Defter-i Tebliğât-i İslâmî, 1377, s. 598, 623, 689, 703, 903.

[325] Tahranî, ez-Zeria, c. 3, s. 327.

[326] Tahranî, ez-Zeria, c. 3, s. 327.

[327] Tahranî, ez-Zeria, c. 2, s. 246 sayı: 1780.

[328] İbn Tâvûs, İkbâlu’l-amâl, c. 3, s. 327.

[329] Tahranî, ez-Zeria, c. 18, s. 58 sayı: 622.

[330] İbn Tâvûs, Keşfü’l-muhacce, s. 75.

[331] Tahranî, ez-Zeria, c. 4, s. 189, c. 14, s. 113, c. 22, s. 189.

[332] Melâhim ve fiten, Nuaym b. Hammâd, Ebû Salih Selîlî ve Zekeriya bi Yahya Nişâbûr’un fiten konulu kitaplarının özetidir. Bkz. Kohlberg, Kitabhâne-i İbn Tâvûs, s. 105.

[333] İbn Tâvûs, Radiyüddin, el-Melâhim ve’l-fiten fî zuhûri’l-Gâib el-Muntazer, s. 179, 272, 274, 344.

[334] İki kitap arasındaki benzerlik Meclisî’yi şaşırtmıştır. Tahranî ise, İbn Tâvûs’un sözlerinin dikkatle incelendiğinde Rebiü’ş-Şia’nın ona ait olmadığının açıkça ortaya çıkacağını ve bu kitabın aslında İlâmu’l-verâ olduğunda kuşku duyulmayacağını ifade etmiştir. Bkz. Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 1, s. 31; Tahranî, ez-Zeria, c. 2, s. 241, c. 10, s. 75.

[335] Kohlberg, Kitabhâne-i İbn Tâvûs, s. 112.