İran, Fars Körfezi’ndeki Arap ülkelerinin petrol tesislerine saldırarak dünyada büyük bir petrol krizi yaratabilir. Amerikan halkının savaşa karşı ayağa kalkması için İranlıların bir Amerikan savaş gemisini batırması yeterlidir. İran deniz kuvvetleri, kıyı mücadelesinde son derece uzmandır.
Suudi Arabistan'ın Yemen'de başlattığı "Kararlı Fırtına" adı altındaki savaşın üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti. Bölgede taş üzerinde taş bırakmayarak devam eden savaş, Suudiler için başarısızlıkla sonuçlanmış gibi görünüyor. Suudi yönetimi bu savaşta hiçbir hedefini gerçekleştirme başarısına ulaşamadı.
Bize sıklıkla, Irak işgalinin ve Suriye’deki savaşın, Batı’nın dış politikasının felaket getiren başarısızlıkları olduğu söylenir. Bu makale ise, bu savaşların mimarlarının, askeri çabalarının istikrarsızlaştırıcı sonuçlarının gayet bilincinde olduğunu ve gerçekte her zaman, Irak ve Suriye’nin mezhep çizgileri üzerinden bölünmesine arzulanabilir bir sonuç olarak baktığını savunuyor.
İsrail, 2011 yılından beri Suriye sınırları içinde ve üzerinde gelişen yıkıcı çatışmada artan ölçüde provokatif bir rol oynadı. Pek çok gözlemcinin gözünde İsrail politikası oportünizm ve tek taraflı saldırganlık sınırları içinde gidip geliyor. Gerçekte ise İsrail’in çatışmadaki rolü, yalnızca Suriye için değil, bütün bölge için geçerli İngiliz-Amerikan planlarının çok daha geniş ve uzun vadeli şablonuna uyuyor.
Fakat kısa süre önce ABD Ulusal Arşivleri’nden çıkarılan CIA belgeleri, Suriye hükümetini zayıflatıp devirme yönündeki son çabaların ve Suriye çatışmasının komşu Lübnan’la ve müttefik İran’la olan ilişkisinin, ABD’nin çıkarlarının önüne set çeken bölge hükümetlerini istikrarsızlaştırma ve devirme yönündeki, on yıllardır devam eden çabaların yalnızca son ayağı olduğunu ortaya koyuyor.
Başkan seçilen Donald Trump’ın etrafı yalnızca David Friedman gibi İsrail yanlısı tutucularla değil, aynı zamanda Breitbart News’den Stephen Bannon ve emekli ABD Deniz Kuvvetleri Generali James Mattis gibi, yıllardır İran’la savaşı savunmuş kişilerden oluşan bir kesimle çevrili.
“Politika değişikliği Suudi Arabistan ve İsrail’i yeni bir stratejik yakınlaşmaya götürdü ve bu büyük ölçüde, iki ülkenin de İran’ı varoluşsal bir tehdit olarak görmesinden kaynaklıydı. Bu ülkeler doğrudan görüşmelere girişti ve İsrail ve Filistin’da daha fazla istikrarın meydana gelmesinin İran’a bölgede daha sınırlı kaldıraç sağlayacağna inanan Suudiler, Arap-İsrail müzakerelerine daha yoğun bir şekilde dahil oldu.”