Bu rejimlerin korktukları tek şey ve dolayısıyla yenilebilecekleri tek yol gerçek devrimci faaliyettir. Bu tür devrimci pratikler bölgedeki ve dünyadaki kitleleri uyandıracaktır. Bu koşullar gerçekleştiğinde, gerici tiranların ve Siyonist rejimin kaderi mühürlenecek ve zafer kaçınılmaz hale gelecektir.
Yani akıl adeta dile gelip şöyle diyor: “Ben sonsuzun bir anlamının olduğunu biliyor, onu anlıyorum. Ancak o benim kalıplarıma sığmaz ve benim tasavvur edebileceğim bir şey değildir." Bu neyin hükmüdür? Aklın. İşte bu, kendi sınırlarının bilincinde olmaktır.
Birinci, ikinci ve üçüncü ciltte tüm bu iddialarınızı ele alıp irdeledim ve bu konularda yanıldığınızı kanıtladım. Siz de bundan sonra kalkıp bütün bu meselelerin ikincil, ayrıntı mesabesinde şeyler olduğunu söylediniz. Her şeyden önce sizin bu meseleleri ikincil ve önemsiz görme hakkınız bulunmuyor. Zira On İki İmam Şiası’na ve temel ilkelerine karşı olumsuz bir tasavvur doğurmak için tüm bu meseleleri ardı ardına toplayıp önümüze döken sizsiniz!
Belçika kralı bunu yapmak istemeyerek, haksız kazançlarını harcamak için muazzam bir dizi bayındırlık işine girişti ve modern Brüksel'i yarattı. Şimdi AB ve NATO burada toplanıyor ve insanlık tarihinin en acımasız zulüm örneklerinden bazılarının kazançlarıyla çevrelenmişken, evrensel insan hakları konusunda küstahça nutuklar atıyorlar.
"Hizbullah istihbarat yetkilileri sinyal-istihbaratı kabiliyetlerini o kadar mükemmelleştirmişti ki, İsrailli askeri komutanlar arasındaki kara haberleşmelerini dinleyebiliyorlardı. Komutanlarının birbirleriyle iletişim kurmasını sağlayacak son derece sofistike bir dizi 'frekans atlama' tekniğine bel bağlayan İsrail, Hizbullah'ın karşı sinyal teknolojisindeki ustalaşma becerisini hafife almıştı."
Ayta El-Şaab'daki savaşı özetlemek için kahramanlık kelimesini kullanmak yeterli değildir. BMMYK raporuna göre, köy ve çevresinde binlerce askerden oluşan yaklaşık 5 piyade tugayı bulunduran İsrailliler, kasabadaki binaların %90'ından fazlasını yok ettikten sonra, İsraillilerin kendilerinin de itiraf ettiği gibi, yaklaşık 80 direniş savaşçısından oluşan kuşatılmış bir birliği yenmeyi başaramamıştı.
İmam’ın, oğlunun dünyaya geldiğini açık bir şekilde ilan etmesi onu açık bir tehlikeye maruz bırakması demekti. Böylesi koşullar altında oğlunun dünyaya gelişini avam halktan gizlemesinden daha doğal ne olabilir? Öte yandan İmam Hasan Askerî’nin ashabının tamamı bu çocuğun varlığından şüphe duymuyordu, hatta pek çoğu da onu görmüştü. Geriye kalanları ise doğal olarak masum imamlarının çocuğun varlığına dair haberiyle yetinmiştir.