İmam Cafer es-Sâdık’a atfedilen bu türden rivayetlerin neredeyse tamamını aynı noktada buluşturan ortak özellik ve hedef, Şiî terminolojisinin bilinçli bir biçimde dönüştürülmesi, bu suretle Şiî doktrinlerin altının oyulması ve bu terimlerin Sünnî muadillerinin ön plana çıkarılmasıdır... Öte yandan, tevellânın zaruri bir bütünleyici unsuru olarak teberrânın İmam Cafer es-Sâdık tarafından benimsendiği şüphe götürmez bir gerçektir.
20.06.2025
13.05.2025
18.04.2025
4.04.2025
17.03.2025
3.02.2025
İmam Ali’nin konuşmaları Şerîf Razî’nin doğumundan önce bile ulema tarafından iyi bilinmekteydi. Mesela hicrî 340'ta vefat eden tarihçi Mes'udî -bu tarih Şerîf Razî'nin vefatından 66 sene öncesine denk düşmektedir- Murûcu'z-Zeheb adlı kitabının ikinci cildinin 431. sayfasında şu sözleri yazmıştır: "Ali b. Ebu Talib'in 480‘den fazla konuşması sayısız insan tarafından hıfzedilmiştir."
"Bu makalede, tarihsel kanıtlara ve örneklere dayanılarak, Yezid ordusu askerlerinin Osmaniyye düşüncesinin hâkimiyeti altında oldukları gösterilmiş ve Kufeli olmalarından dolayı onların zorunlu olarak Şiî olmaları gerektiği görüşünün tarihsel bir safsatadan ibaret olduğu ortaya konulmuştur."
Yazının tüm felsefi-politik öncüllerine ve sonuçlarına katılmasak da, post-modernizm ve liberalizmin radikal-devrimci söylemler ve bunların entelektüel-ideolojik taşıyıcıları içindeki nüfuz gücüne ve bu kişilerin emperyalist sistem tarafından nasıl işlevsel kılındıklarına ışık tutan önemli bir analiz olduğunu düşünüyoruz.
Köleliğin üstesinden -gerçekten ortadan kaldırıldığı kadarıyla- liberalizm içinde kendiliğinden gelişen içsel bir süreçle gelinmemiştir. Aksine, bu koşullar öncelikle dışlanan halklar tarafından sürdürülen devasa özgürleşme ve tanınma mücadelelerinin doğurduğu zorlukların ardından ortaya çıktı. Köleliği ortadan kaldıran 1791'deki Haiti sömürge karşıtı devrimi, zenginliğin halka yeniden dağıtılmasını sağlayan 1917'deki Ekim Devrimi, emperyalistleri ülkeden kovan 1979 İran Devrimi gibi…
Felsefe tarihinin dönüm noktasını teşkil eden Kant, konu iman olunca akıldan ziyade ahlâkı devreye sokmuştur. Örneğin bizim hakîmlerimiz hem nazarî akıl hem de amelî akıl derken o daha çok pratik akla vurgu yapmış, Hıristiyanlığın hakikatine ahlâk üzerinden ulaşılması gerektiğine inanmıştır. Buna benzer düşüncelere İslâm dünyasında da rastlamaktayız [Mesela Faslı Müslüman düşünür Taha Abdurrahman; Medya Şafak].
Allah ile mülakat (buluşmak) cisimsel, zamansal, mekânsal ve maddî bir buluşma değildir. Bu likâ, marifette ve bilinçtedir. Evet, O’nun varlık ve tekvin itibariyle her yerde hazır olduğu malumdur. O’ndan uzaklığımız marifet ve bilinç düzlemindeki bir uzaklığı ifade eder. Bir kimse O’nun bu her yerdeki huzurunu bilinç düzeyinde kavrarsa, bu kavrayışın kendisi O’na ulaşmak (likâ) demektir.