Lübnan’ın 2006 savaşına yeniden bakmak

Lübnan’ın 2006 savaşına yeniden bakmak
Hizbullah'ın 2006 zaferinin perde arkasından göz yaşartıcı kesitler, tanıklıklar...

 

 

Rana Harbi

 

 

El Ahbar

 

 

 

Sekiz yıl önce bugün, Lübnan'daki Hizbullah hareketi ile İsrail arasında bir ay süren çetin bir savaş başladı. Çatışmanın sonucu olarak 1.100'ü aşkın Lübnanlı hayatını kaybetti, 4.000'i yaralandı ve bir milyondan fazla Lübnanlı geçici olarak yer değiştirmek zorunda kaldı.

 

12 Temmuz 2006 günü Hizbullah, 8 İsrail askerini öldürdüğü ve 2 askeri kaçırdığı, “Gerçek Vaat” kod adlı bir sınır ötesi operasyon gerçekleştirdi. Misilleme yaptığını savunan İsrail, sivil mahallelere, evlere, okullara, santrallere, köprülere ve öteki altyapı unsurlarına yönelik hava saldırıları ve ağır bombardıman ile geçen 33 gün boyunca Lübnan'a cehennemi yaşattı. Hizbullah, İsrail işgali altındaki Filistin'in Hayfa şehri gibi uzak noktalara kadar varan yoğun füze atışlarıyla karşılık verdi.

   

14 Ağustos günü taraflar, 1701 no'lu karar temelinde BM'nin hazırladığı bir ateşkes anlaşmasını imzaladı. İki yıl sonra, 16 Temmuz 2008 günü İsrail ve Hizbullah arasında bir esir değişimi gerçekleştirildi; Hizbullah 2006'da kaçırdığı iki İsrail askerinin cenazelerini verirken karşılığında İsrail'in elinde tutulan beş Lübnanlı savaşçı serbest bırakıldı ve yaklaşık 200 Lübnanlı ve Filistinlinin cenazeleri verildi.

 

O günden bu yana sekiz yıl geçti, ancak sonsuz hikayeler ve anılar hâlâ canlı. Aşağıda, 2006 savaşına katılmış iki Hizbullah militanı ile savaşa tanıklık etmiş bir Lübnanlı sivilin anlattıkları aktarılmaktadır.

 

- Ebu Hasan Müsülmani, Güney Lübnan'daki El-Cebbeyn'den bir Hizbullah militanı

 

Söylenecek çok fazla şey yoktu. İki oğlum annelerinin öptü ve onlardan af diledi. Karımın sabrı da, imanı da daha güçlüdür. Bizim için dua etti ve gittik.

 

İsrailliler şimdi bizim köyümüzdeydi ve sınır topluluklarımızı korumamız gerektiğini biliyorduk. Sur vilayetindeki El Cebbeyn, İşgal Altındaki Filistin sınırına 1 km mesafededir. Bir sınır vadisinde çatışmalar başladı ve bütün yönlerden üzerimize ateş gelmeye başladı.

 

Uzaktan 20 yaşındaki oğlum Ali'nin, bir havan topu onu hedef aldıktan sonra düştüğünü gördüm. Parçalanan kayaların çıkardığı toz bulutları ve patlayıcılardan yayılan duman görüş alanımı bulanıklaştırdığı için onun ölü mi yoksa yaralı mı olduğunu bilmiyordum. Kısa süre sonra, ortalığı harabeye çeviren alevlerin hiddeti arasında ikinci oğlumun, 22 yaşındaki Hasan'ın benden yalnızca birkaç metre öteye düştüğünü gördüm. Yoğun düşman ateşi altında, tehlikeli bölgede sürünerek Hasan'a doğru gitmeye başladım.

 

Savaşçı arkadaşlarımdan biri beni gördükten sonra, yaralı oğlumun yanına gidebilmemi sağlamak üzere düşman ateşini savuşturmak için bir el bombası attı. Oğlumun yanına ulaştığım zaman kendi kanından oluşan gölde yüz üstü yatıyordu. Onu düz çevirdim ve elimi tuttu. Arkadaşlarımdan biri, yüksek sesle “burayı tahliye etmek zorundayız” diye bağırdı. Oğlumun yaralarını sarmaya ve karnından akan kan nehrini azaltmaya çalıştım, fakat gözlerindeki ışığın söndüğünü görebiliyordum. Hasan, “bitti” diye fısıldadı. İkimiz de bunu biliyorduk. Bedenini sürükledim ve gizlemeye çalıştım. Uzaktan bir ses, “şimdi geri çekilmemiz gerekiyor” diye bağırdı. 9 Ağustos 2006 günü, iki şehit babası olmanın gururunu yaşadım.

 

Cenazeleri ancak dört gün sonra alabildik. Ateşkes ilan edildiği zaman sahaya koştum ve çocuklarımın cesetlerini aradım. Onlara hak ettikleri son vedayı düzenledik.

 

9 Temmuz 2013 günü 23 yaşındaki oğlum İbrahim, Suriye'nin Halep şehrinde tekfircilere karşı savaşırken hayatını kaybetti. Ben kişisel olarak, Suriye'de tekfircilere karşı verilen savaşın İsraillilere karşı verilen savaş kadar asil ve büyük olduğuna inanıyorum, çünkü her ikisi de Lübnan'a ve direniş eksenine varoluşsal tehdit oluşturmaktadır.

 

Adaletsizliğe karşı verilen herhangi bir savaşta ölüm, kederden ziyade gurura yol açar. Toprağımızı ve varoluşumuzu bir saldırıdan korumak sadece hakkımız değil, aynı zamanda yükümlülüğümüzdür. Ben özgürlüğe giden yolun fedakarlık ve kanla döşendiğine inanıyorum. Üç oğlum canlarını feda etti, bu yüzden diğerleri onurla yaşayabilirler. Karım ve ben oğullarımızı seviyoruz, onları çok seviyoruz, fakat bizim için şehadet, yüce ve şerefli bir amaçtır. Davamız için canlarımızı feda etme arzumuz ve dünyevi ve maddi kaygılara olan ilgisizliğimiz, 2006 zaferinin arkasındaki itici güçtür.

 

Daha başka ne sunabilirsek sunacağız. Hasan şehit olduğu zaman iki yaşında olan oğlu halen çok küçük, fakat Allah'ın izniyle bir gün ülkesinin toprağının babasının ve öteki şehitlerin kanıyla sulandığını anladığı zaman, o da Direniş'e katılacaktır.

 

- Lena Cafar, Güney Lübnan'daki Maaliye'den bir sakin

 

Babam, son kutuyu kaldırırken, “her şeyi paketlediniz mi?” diye sordu. Annem başını salladı, televizyonu kapattı ve benden sırt çantamı alıp arabaya gitmemi istedi. Savaş başladıktan iki hafta sonra, İsrail ordusunun defalarca güneydeki köylülere evlerini terk edip kuzeye gitmelerini emreden bildiriler atmasından sonra Suriye'ye kaçmaya karar vermiştik. O tarihte on beş yaşındaydım.

 

Babam sivil olduğumuzu göstermek için arabayı büyük bir beyaz kumaşla ve pencerelerden sarkan beyaz bayraklarla kaplamıştı. Pencereyi açtığımda biz kuzeye doğru giderken İsrail jetlerinin üstümüzden uçtuğunu duyabiliyordum. Bunun yürek parçalayıcı bir yolculuk olacağını biliyordum.

 

İsraillilerin devamlı olarak sivillerden evlerini terk etmelerini istemesine rağmen pek çok sivil, hava saldırılarının hedefi oluyordu ve ailelerin bütün fertlerinin yanmış cesetleri, arama-kurtarma ekipleri onlara ulaşamadığı için günlerce arabaların içinde kalıyordu. İsraillilerin kırmızı çizgisi yoktu.

 

Otoyol tamamen yıkıldığı için babam dar yan yollardan gidiyordu. Sur'a varmadan önce yolun ortasında, halen yanan bir sivil araç gördük. Annem, “Mervan, geri dönelim, bu biz de olabilirdik” diye bağırıp babama geri dönmesi için yalvardı. Fakat yola devam ettik. Yol boyunca yanmış araçların içinde cesetler gördük. İki yaşındaki kızkardeşimin uyanmaması için sesli ağlamamaya çalışıyordum ama yapamıyordum. Annem ve babam beni rahatlatmaya çalışıyordu ama sesleri titriyordu, bu da daha da fazla ağlamama sebep oluyordu. “Neden bunu yapıyorlar?” diye bağırdım. “Biz militan değiliz.”

 

Yol üstünde, arabaları veya otobüsleri tıka basa doldurmuş, yahut kasalı kamyonlara istiflenmiş, bizim gibi güneyden kaçmaya çalışan binlerce insan gördük. Döşekler, bebek ayakkabıları, parçalanmış oyuncak bebekler ve kıyafetler yola dağılmıştı. İsrail saldırılarından sonra hâlâ dumanı tüten araba enkazlarının yanından geçtik ve içindeki insanların canlı mı yoksa ölü mü olduğuna bakmak için durmadık bile.

 

Uykuya dalmak üzere olduğum bir sırada bir İsrail Apache helikopterinden ateşlenen mühimmat önümüzdeki aracı vurdu ve tamponunu havaya uçurup yanmasına sebep oldu. Araç birden başka bir yöne doğru yöneldi ve arkasından yolun ortasında durdu.

 

Bir adam, karısı ve çocuğu hızla aracı terketti, babam da iyi olduklarından emin olmak için arabadan çıktı. Onlar bize doğru gelirken ikinci bir füze arabayı vurdu. Çığlık atmaya başladım ve annem, kızkardeşimi sakinleştirmek için kollarında sallamaya başladı. Ailenin beş üyesi bizim arabaya bindi ve babam, güneyi Beyrut'a bağlayan yollardan geriye kalan tek yolda hızla gitmeye başladı.

 

Bütün yol boyunca İsrail savaş uçaklarının tehdit edici kükremelerini duyuyordum. Çok korkmuştum, fakat başardık.

 

- Rıza, Güney Lübnan'daki Humin el Favka'dan bir Hizbullah militanı (askeri ismi)

 

O gün görevdeydim. Güney Lübnan'daki Humin en-Favka'da bulunan evimden ayrıldım ve daha güneydeki Bint Cubeyl'e yöneldim. Dizüstü bilgisayarımı tamir ettirmek üzere Sur şehrinde durduğum zaman haberleri duydum. Hizbullah, sınır ötesi operasyon ve İsrail saldırıları. Elektronik mağazasından çıktım ve bir taksi çevirdim. Kana'ya vardığımız zaman taksici arabayı durdurdu. Titreyen bir sesle, “özür dilerim, sizi daha ileriye götüremem” dedi. Ben de gözlerinin içine bakarak sakin bir şekilde, “Eğer beni götürmezsen ben de Bint Cubeyl'e kadar yürürüm” dedim. Anladı. “Yapacağım son şey bu olsa da sizi götüreceğim” dedi. O sırada yanımızdan, yakınlardaki hastanelere giden ambulanslar geçiyordu.

 

Üç Hizbullah askeriyle buluştum ve saklanıp operasyon planı yapacağımız güvenli bir ev seçtik. O dönem bloktan aşağıda oturan Humeyd ailesinden iki genç üniversite öğrencisi bize ilk üç gün yiyecek ve su sağladı. Dördüncü gün kayboldular. Beş uzun gün boyunca yemeksiz ve susuz kalmıştık ki emir geldi: kaldığınız yeri hemen değiştirin.

 

Yeni yerimize doğru yürürken, İsrail bombardımanının sebep olduğu hasar karşısında şok olduk. Sağ köşede bir zamanlar Humeyd'lerin konağı olan şeyi gördük. Tamamen yıkılmış haldeki binaya doğru koştuk ve umutsuzca, moloz yığınının altında kalmış iki kardeşin cesetlerini aradık. Fakat çok geç olduğunu biliyorduk ve gitmemiz gerekiyordu. 

 

Girdiğimiz her eve, bir telefon numarasıyla birlikte, savaş bittikten sonra ev sahiplerinin bizi araması ve borcumuzu ödeyebilmemiz için yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız, kırdığımız veya evden aldığımız şeylerin listesini bıraktık. Fakat hiç arayan olmadı.

 

Dört kişilik bir birim olarak, yakın izleme ve sinyal göndermeden piyade ve hava saldırı operasyonlarına karşı tuzak kurmaya kadar çok sayıda görevimiz vardı. İlk anti-piyade operasyonumuzu hatırlıyorum. İsraillilere ait çok sayıda Merkava tankı Bint Cubeyl'e girdiği zaman sinirlerimiz gerilmişti, çünkü geliştirilmiş Merkava 4 tankı İsrailliler tarafından, onlar için zafere giden yolu döşeyecek ana savaş tankı olarak görülüyordu.

 

Savaş boyunca tanklar, ileri tanksavar füzelerimizin penetre olmasıyla korkunç yangın tehlikeleri geçirdi. İlk Merkava havaya uçtuğu zaman gözlerimize inanamadık. Cephe hattındaki adamların silah ateşiyle arkadakilerin zırh delici füze rampaları arasında, İsrail piyadesi yanılsamasını tuzla buz edebildik.

 

İsrail'in Bint Cubeyl'den çekilmek zorunda kalmasından bir gün sonra, İsrail güçleri Kana'da kasten bir kitle katliamı gerçekleştirerek, Lübnan Kızılhaç örgütüne göre en küçüğü 9 aylık olmak üzere 32'si çocuk, 58 kişiyi öldürdü.

 

İsrailliler, kıyımın Hizbullah'ta teslim olma basıncı yaratacağı umuduyla kan gölünü tırmandırdı. Ancak bu hiçbir zaman olmadı ve savaş 14 Ağustos'ta son erdi.

 

15 Ağustos günü, 34 günün sonunda ilk defa karımı aradım ve bana, benden iki yaş genç olan, 28 yaşındaki kardeşim Hüseyin'in dört gün önce çatışmalarda hayatını kaybettiğini söyledi. Yanımda arkadaşım da telefonda konuşuyordu. 9 aylık hamile karısına, “doğurdun mu?” diye sordu. Arkasından da sevinçle bağırdı: “Henüz doğurmadın mı? Geliyorum!”

 

Orada yan yana dururken benim gözümde keder gözyaşları, onun gözlerinde ise sevinç gözyaşları vardı. Zannediyorum ki bütün savaşlar böyle bitiyordur.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com