Nazemroaya: Amerika’nın Ortadoğu’daki “böl ve yönet” stratejileri

Nazemroaya: Amerika’nın Ortadoğu’daki “böl ve yönet” stratejileri
2008'de yazılmakla birlikte günümüzdeki hadiseleri anlamada hala çok faydalı olduğuna inandığımız önemli bir analiz daha...

 

Amerika'nın Ortadoğu'daki “böl ve yönet” stratejileri

 

 

George W. Bush'un Ortadoğu turu: Yeni bir Soğuk Savaş mı?

 

 

Mahdi Darius Nazemroaya

 

 

Global Research

 

 

 

1946 yılında Winston Churchill, Missouri'de, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından meydana getirilen iki kamp veya kutup arasındaki rekabete ilişkin retorik duruşun oluşmasına yardımcı olan “Demir Perde” konuşmasını yaptı.  

 

2006 yılından itibaren Ortadoğu, Beyaz Saray ve Downing Street Numara 10 tarafından benzer şekilde betimlendi. Ortadoğu'da başlayan minyatür Soğuk Savaş versiyonu hakkında karar verip hükmünü açıklayan, tarih olacaktır.

 

George W. Bush'un 2008'deki Ortadoğu turunun İran'a ve Washington'un Ortadoğu için sunduğu siyasi ve sosyo-ekonomik çerçeveye direnenlere karşı daha fazla düşmanlık ve antagonizma ekme amaçlı olduğu sır değil. ABD Başkanı'nın turu, Arap dünyasını tehdit eden unsur olarak İsrail'in yerine, üzerine çamur atılmış bir İran'ı geçirme yönündeki teşvik edilmiş çabanın bir parçasıdır. Amerika'nın “Yeni Ortadoğu” projesinin parçası olan bu girişim, İsrail'in Temmuz 2006'da Lübnan'a karşı başlattığı savaş sonrasında hayata geçirilmişti.

 

 

Balkanlaştırma ve Müslümanların bölünmesi: Şii Müslümanlara karşı Sünni Müslümanlar

 

 

“Yeni Ortadoğu”yu yaratma hazırlıklarıyla ilişkili olarak, Ortadoğu ve Orta Asya nüfusları arasında, etno-kültürel, dini, mezhepsel, ulusal ve siyasi farklılaşmalar üzerinden kasıtlı olarak bölünmeler yaratma yönünde girişimler oldu ve bunlar kısmen başarılı oldu.

 

Irakta Kürtler ve Araplar arasında olduğu gibi etnik gerilimleri ateşlemenin yanısıra, mezhepsel bir bölünme de, kendisini Müslüman olarak gören Ortadoğu halkları arasına kasıtlı olarak ekiliyor. Bu bölünme, Şii ve Sünni Müslümanlar arasında kışkırtılmaktadır.

 

Bu bölünmeler, Amerikan, İngiliz ve İsrail istihbarat aygıtları tarafından alevlenmiştir. İngiliz-Amerikan yörüngesindeki Arap rejimlerinin istihbarat teşkilatları da bu bölünmelerin inşa edilmesinin parçası olmuştur. Bölünme aynı zamanda, bu topluluklar içindeki çeşitli grupların ve liderlerin de yardımıyla ekilmektedir.

 

2003 yılındaki Irak işgalinden önce, Arap Birliği ülkelerinin yöneticileri, ABD ve İngiltere'nin Ortadoğu sınırlarını yeniden çizmek istediğini biliyordu. İngiliz-Amerikan işgalinden önce Mısır'da düzenlenen Arap yöneticileri zirvesinde bundan açıkça bahsedilmişti.

 

Pek çok yoz Arap seçkininin, Arap Dünyası içindeki kendinden menkul kaymak tabakanın ve otokratik Arap otoritelerinin çıkarları tarihsel olarak birleşmiş ve İngiliz-Amerikan ve Fransız-Alman siyasi ve sosyo-ekonomik çıkarlarına bağlanmıştır.

 

Suud Hanedanı, Lübnan'ın Hariri aşireti ve Arap Dünyası çapında yerleşiklik kazanmış mutlak yöneticilerin hepsi, “Yeni Ortadoğu” projesiyle mali ve ekonomik bağlara sahiptir. Bunar, ABD'nin Ortadoğu'da sağlamlaştırmak istediği ekonomik ve siyasi modelin savunulmasında yerleşik çıkarlara sahiptir.

 

 

“Şii Hilali” ve Ortadoğu'nun İran tarafından işgal edileceği heyulası

 

 

Ortadoğu'nun Müslüman nüfusları arasında düşmanlık yaratmak için İran, sözde “Şii Hilali” üzerinden bölgede Şii yayılmacılığının öncüsü olarak betimlenirken, Suudi Arabistan Sünni Müslümanların savunucusu olarak betimlenmektedir.

 

Meselenin hakikati şu ki, İran bütün Şii Müslümanları temsil etmediği gibi, Suudi Arabistan da bütün Sünni Müslümanları temsil etmez. Bu yüzden bu çabalar dini inancın politize edilmesinin parçasıdır ve bu da ABD dış politika amaçlarına hizmet etmektedir. Aynı zamanda Ortadoğu genelinde kamuoyunun yanıltılmasına katkıda bulunmaktadır. 

   

Müslüman inancına sahip insanlar ve Ortadoğu halkları arasındaki bu düşmanlık, İran'a karşı ve Suriye ve Hizbullah gibi, İran'la aynı kampta algılananlara karşı düşmanlığı meşrulaştırmak için yaratılmıştır.

 

Arap liderler de, birbiriyle savaşan ve sonuç olarak, mezhepsel ve etnik bölünmeler nedeniyle zayıflamış olan halklarını daha kolay kontrol edebilmektedir. Etnik bölünmeler aynı zamanda muhtelif nüfuslar arasında kafa karışıklığı yaratmakta, onları ülke içindeki kendi sorunlarından uzaklaştırmakta ve kendi liderlerine yönelik düşmanlıklarını başka tarafa yönlendirmektedir. “Öteki” veya “yabancı”ya karşı öfke veya korku, her zaman için geniş grupları ve toplumun bütün segmentlerini manipüle etmenin bir biçimi olmuştur.

 

Bölge halkları birbirine karşı bölünme içine girerken, onların kaynakları daha kolay kontrol edilebilir ve bu halklar daha kolay bir şekilde yönetilip daha da fazla manipüle edilebilir. Bu, her zaman için İngiliz ve Amerikan dış politikasının hedefi olmuştur. Yerel yöneticiler ve dış güçler de bu çabanın ortağı olmuştur.

 

 

Ortadoğu'da “ılımlılar koalisyonu” ve Arapların manipülasyonu

 

 

“[İsrail olarak], ABD'yi İran'a saldırmaya ikna etmesi için Suudi Arabistan'la gizlice işbirliği yapmalıyız .”

 

    -Tümgeneral Oded Tira, İsrail ordusu

 

 

“Kendi ellerinizle çok fazla şey yapmamaya çalışın. Arapların bunu tolere edilebilir bir şekilde yapması, sizin mükemmel bir şekilde yapmanızdan daha iyidir. Bu onların savaşı ve siz onlara yardım edeceksiniz, onlar için kazanmayacaksınız.” Bu açıklamanın tarihsel bağlamı çok manidardır. Bu itiraf Ortadoğu'da Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngilizlerin Osmanlı Türklerine karşı, Osmanlı'nın isyancı Arap tebaalarıyla birlikte savaştığı sırada yapılmıştı. Arapların yardımı, Londra'nın aldatmacası ve sahte vaatler üzerinden temin edilmişti. İngiliz politikasının bu muhatabının söylediği şey, İngiliz güçlerinin Ortadoğu'daki aktif savaşın çoğunu bilfiil yürütmek yerine, İngilizlerin Türklere karşı savaşının Araplar tarafından yürütülmesine izin verilmesinin daha iyi olacağıydı.

 

Yazarı ortaya çıkarmak gerekirse, bunları yazan, tarih sayfalarına efsanevi bir figür ve Arapların bir kahramanı olarak geçmiş bir adamdı. Ancak bu adam gerçekte İngiliz emperyalizminin, yozlaşmış yerel liderlerin yardımıyla Arapları yanıltmış bir ajanıydı. İsmi, Yarbay Thomas Edward Lawrence, yahut daha bilinen ismiyle “Arabistanlı Lawrence” idi.

 

 

Bu sözler, T.E. Lawrence'ın 27 Makalesi (20 Ağustos 1917) metninde bulunabilir ve herkes tarafından incelenebilir. Arap kitlelerinin sömürgeci efendilere ve itinayla seçilmiş Batı kölesi yöneticilere tabi olma yolu işte böyle başlamıştı.

 

 

Bazıları İngilizlerin Araplara özerklik kazanmaları için yardım ettiğini ileri sürebilir, ancak tarih bunun mutlak bir yalan olduğunu gösteriyor. Londra kendi çıkarlarının peşinden koşuyordu ve Osmanlılarla İtilaf Devletleri arasında bir savaşın olmasından bağımsız olarak Osmanlı İmparatorluğu'nu bölmek gibi bir jeo-stratejik hedefleri vardı.

 

Sykes-Picot Anlaşması da, bağımsız Arap ülkeleri olacağı varsayılan yerlerde İngiliz ve Fransız mandalarının kurulması da bunu göstermektedir. Ermeni soykırımından Kürt sorununa, Arap-İsrail çatışmasından Kıbrıs meselesine ve Fars Körfezi'ndeki ve Levant bölgesindeki toprak ihtilaflarına kadar, Ortadoğu'daki bütün büyük sorunların kökenlerinin bu dönemde olduğunu belirtmek gerekir.

 

Arap seçkinleri, daha yabancı güçlerin kirli işini yapmak üzere eğitimden geçirildi. Bir kez daha Arap liderleri, kendi halklarına karşı Ortadoğu'da yabancıların gündemlerinin parçası haline gelmişti.

 

 

Bay Bush ve Blair'in BAE konuşmaları arasındaki bağ: Ortadoğu'nun kamplara bölünmesi

 

 

Ortadoğuluların düşünce yapısına, kendileriyle ilgili olarak “biz ve onlar” zihniyeti yerleştiriliyor. Kadim bölge, Beyaz Saray ve ortakları tarafından iki kampa bölünüyor.

 

İsrail'in Temmuz 2006'da Lübnan'ı bombalamasından sonra, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Tony Blair gibi öteki kişiler, Ortadoğu'yu iki gruplaşma içinde kategorize etmek yoluyla bu girişimi başlattı. Ortadoğu'da İngiliz-Amerikan kampına düşen ve İsrail'le anlaşma içinde olanlar, “ılılmlı” ve “reformcu” olarak tanımlandı ve “Ilımlılar Koalisyonu” olarak adlandırılan şeyin parçası haline geldi. Yine bu zaman dolaylarında Pentagon, İsrail'i, Mahmud Abbas'ı ve ABD ve İngiltere ile müttefik olan Arap rejimlerini silahlandırma kararı aldı.

 

Ortadoğu'da, kendi gündemleri nedeniyle veya kendi kaderini tayin hakkı nedeniyle yabancıların müdahalesine ve bölgedeki hegemonyasına karşı çıkanlar ise, “aşırıcılar” ve “reddiyeciler” olarak yaftalandı. [1] Ortadoğu'daki bu anti-hegemonik güçler, bazı örneklerde yabancı vesayetine karşı mücadele etmek dışında hiçbir bağa sahip olmasalar bile, “öteki kampın” üyeleri olarak kategorize edildi. Bu kampta, ötekilerin yanısıra Irak Direnişi, Hamas ve İran da yer almaktadır.

 

Tony Blair ve George W. Bush'un Aralık 2006 ve Ocak 2008'de yaptıkları Ortadoğu konuşmalarının altında yatan retorikte açıkça görülen bir tema mevcuttur. Yaklaşık bir yıl arayla yapılan bu konuşmaların her ikisi de BAE'de gerçekleşmişti. Her iki konuşma da Ortadoğu'da İran liderliğindeki bir radikaller bloğundan söz ediyor ve her ikisi de Ortadoğu'yu iki karşı bloğa bölmeye çalışıyordu.  

 

İsrail'in 2006 yılında Lübnan'a açtığı felaket savaştan kısa süre sonra Tony Blair, Condoleezza Rice'la paralel bir şekilde, sinsice “aşırıcıları yenmek için bölge içinde ve dışında bir ılımlılar ittifakı” kurulması çağrısı yaptı. [2] Dubai'de eski İngiliz başbakanı İran'ı “stratejik meydan okuma” olarak adlandırdı ki bu, bir uluslararası ilişkiler muhabiri olan Paul Reynolds'a göre, California'da okunan ilk konuşmasındaki “stratejik tehdit” ibaresinin yerine getirilmişti. Blair ayrıca “nükleer silah elde etmeye çalışan” sözlerinin yerine, “nükleer silah kapasitesi elde etmeye çaışan” sözlerini getirmişti. [3] Kelime seçimindeki bu açık değişim, İran'ın yanı başındaki ülkelerde yaşayan insanların İran'ı daha iyi bilmesinden ve Tony Blair'in konuşmasını ciddiye almayacak olmasından kaynaklıydı.

 

Bu, Ortadoğu'da enformel olarak zaten varolan ittifak sisteminin kamuoyuna açıklanmasının başlangıcıydı. Tony Blair'in BAE konuşması, genel kamuoyunun Ortadoğu'da çatışma için hazırlanmasını da içeren savaş çabasının medya safhasında yeni bir aşamaydı. Aynı zamanda çatışmayı, Soğuk Savaş gibi bir fikirler çatışmasına ve ideolojik çatışmaya dönüştürme girişiminin bir parçasıydı.

 

 

“Yeni Ortadoğu”nun modelleri olarak BAE ve İsrail

 

 

2008 yılının başlangıcı itibariyle Beyaz Saray ve müttefikleri, bıkkınlık getirecek kadar bahsedilen İran örneği hariç olmak üzere, Ortadoğu'da demokratikleşme ile ilgili samimiyetsiz gevezeliklerine son vermişlerdi. İran'la ilgili söylenenler ise, İran'da demokratik seçimlerin gerçekleştiği ve bu ülkenin, Amerika'nın desteklediği Arap rejimlerinin hepsinden daha az yasağın olduğu bir ülke olduğu gerçeğini gizliyordu. ABD'nin Ortadoğu'daki amacı, özellikle bizzat kendisinin otokratik ve diktatör müttefikler yarattığı düşünüldüğünde, hiçbir zaman demokrasi olmamıştır.

 

Beyaz Saray, bölgesel projesinin parçası olarak Ortadoğu'da farklı düzeylerde iki modeli savunmaktadır. Bunlardan biri, örtülü bir hedef olan, homojen bir ülke olarak İsrail modelidir. Açıkça savunulan ikinci model ise, Körfez modeli, yahut Fars Körfezi kıyısında yer alan Körfez İşbirliği Konseyi'ni (KİK) oluşturan Arap şeyhlikleri modelidir. Körfez modeli özellikle BAE ve onun yedi emirliğinden biri olan Dubai'de tecessüm etmektedir. İsrail Ortadoğu için sosyo-politik model iken, Dubai Ortadoğu için sosyo-ekonomik modeldir. Her iki model de çarpıcı sosyal alt bölümlere de sahiptir.

 

Öne sürülen İsrail modeli herhangi bir demokratik değere dayanmamaktadır, hatta tam tersi doğrudur. Bu model etnik merkezliliğe ve ayrımcılığa dayalıdır. İsrail imajı ile Ortadoğu, homojen devletler üzerinde yeniden konfigüre edilmektedir ve bu Irak'ta açıkça görülmektedir. Çok mezhepli Lübnan Cumhuriyeti'nde yabancı etkisiyle yaratılan gerilimlerin de bir nedeni budur. İsrail'in “Yahudi Devleti” olarak görülmesi gibi, “Yeni Ortadoğu” projesi kadim bölgede bir dizi tek kimlikli devlet kurmak istemektedir.

 

Dubai ve KİK'in sosyo-ekonomik modeli, John A. Porter'ın The Vertical Mosaic: An Analysis of Social Class and Power in Canada [“Dikey mozaik: Kanada'da sosyal sınıfların ve iktidarın analizi”] kitabında bahsedilen anlamda bir dikey mozaik olup, etnisite, ırsiyet ve kökenler bireysel statüde önemli bir rol oynamaktadr ve bizzat sistemin kendisi, Hindistan'daki sistemin yeniden inşa edilmiş halidir.

 

Dubai, yabancı işçilerin ve milliyetlerin korkunç bir şekilde sömürüldüğü bir yerdir ve devasa eşitsizliklerin ve ahlaksızlığın kurumsallaşmasıyla meşhur olmuştur. Yerel yasalar sadece ayrıcalıklı ve güçlü olanlara fayda sağlamak üzere yapılmıştır ve yoksullar baskı altında tutulur. Dubai'de kara para aklama ve fuhuş da oldukça yaygındır ve BAE modern bir Sodom ve Gomora'dır.

 

 

İsrail, NATO ve Arap rejimleri: Direniş'e karşı bir bağlantı noktası

 

  

Suud Hanedanı ve Suudi Arabistan, 2002 Arap İnisiyatifi himayesi altında İsrail ve Arap Dünyası arasında bir kucaklaşmanın şekillendirilmesinde başlıca güç olarak ortaya çıktı. [4] Suudilerin önerdiği bu inisiyatif, “Yakın Ortadoğu” projesiyle derin bağlara sahiptir ve İsrail'in kendi ekonomisini Arap Dünyası'nın ekonomisiyle entegre etmesine izin vermekte, ayrıca İsrail ve Arap rejimleri arasında, Ortadoğu'da Amerika'ya, müttefiklerine ve daha önemlisi onların siyasi ve sosyo-ekonomik modeline direnen bütün güçler arasında bir ittifak kurulmasına olanak vermektedir.

 

Kral Abdullah'ın Mart 2007'de Riyad'da düzenlenen Arap Birliği zirvesinde yaptığı konuşmaya karşın Suudi Arabistan resmi olarak, Irak'taki İngiliz-Amerikan işgalinin sona ermesine ve yabancı askerlerin Irak'tan çekilmesine karşı çıkmış ve gerekçe olarak bunun olması halinde Iraklı Şiilerin ve İranlıların Iraklı Sünnileri öldüreceğini ileri sürmüştür.  

 

Suudi monarşisinin bir temsilcisi, Prens Türki el-Faysal'dan alıntı yaparak ABD basınına, “Amerika Irak'a davetsiz olarak geldiği [yani işgal ettiği] için davetsiz olarak gitmemelidir [yani İngiliz-Amerikan işgali bitmemelidir]” demiş ve ABD'nin Irak'taki birliklerini çekmesi halinde “bunun ilk sonucunun, İran destekli Şii milislerin Iraklı Sünnileri doğramasını engellemek için büyük çaplı bir Suudi müdahalesi olacağını” eklemişti. [5]

 

İsrail, Ürdün liderlerini her zaman Arapları silahsızlandırmayı sağlayacak önemli varlıklar ve müttefikler olarak gördü. 18 Nisan 2007 tarihinde Ürdün Kralı 2. Abdullah, gayet iyi bilinen bu İsrail sırrını teyit etti. 2. Abdullah, kendisini ziyaret eden bir İsrail heyetine Ürdün ve İsrail'in müttefik olduğunu söyledi ve sadece Ürdün Haşimi Krallığı adına değil, aynı zamanda Suudi Arabistan, Mısır ve Fars Körfezi'nin Arap şeyhlikleri adına konuştuğunu belirtti. [6]

 

Ürdün Kralı, İsrail Cumhurbaşkanı vekili Dalia Itzik'e, İsrail Dış İlişkiler ve Savunma Komitesi Başkanı Tzachi Hanegbi'ye ve öteki İsrail yetkililerine, “biz [Arap yöneticiler ve İsrail] aynı gemideyiz, aynı sorunla [bölgedeki direniş güçleri] ve aynı düşmanlarla [Suriye, İran, Filistinliler ve Lübnan] karşı karşıyayız” dedi. [7]

 

Suudi hükümetinin, Mısır ve Ürdün'ün Arap liderleri ile Fars Körfezi'nin Arap şeyhliklerinin liderlerinin, 1991 Körfez Savaşı'na ve 2003'teki Irak işgaline örtülü ve/veya açık olarak tam katılım gösterdiğini belirtmek gerekir. Bu yöneticiler, Irak-İran savaşında ve Irak'a karşı yürütülen ve bu ülkeyi, İran'la olan acı savaşından sonra ekonomik rahatlama için Kuveyt'i işgal etmeye teşvik eden ekonomik savaşta da önemli roller oynamışlardır.  

  

Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün'ün hepsi, sıkı bir şekilde İngiliz-Amerikan kampında yer almaktadırlar. Bunlar, Amerika Birleşik Devletleri tarafından kontrol edilen geniş uluslararası askeri ağın parçasıdır. İran'a, Suriye'ye ve bu ikisiyle müttefik olan güçlere karşı oluşturulan koalisyonun da halihazırda parçasıdırlar. [8] Bu Arap devletleri değişen derecelerede, İsrail ve NATO ile de müttefiktirler. “Batı yanlısı” veya “Amerikan yanlısı” olarak yaftalanan bütün bu Arap hükümetleri, ABD veya İngiltere ve NATO ile iki taraflı askeri ve güvenlikle ilgili bağlara ve anlaşmalara da sahiptir. Bununla birlikte, bu devletlerin Washington D.C. ve Londra'nın tarafında kalacağı kesin değildir.

 

 

Akdeniz ve Fars Körfezi'nin NATO göllerine çevrilmesi

 

 

NATO genişliyor, ancak sadece Avrupa'da ve eski Sovyetler Birliği'nde değil. Uzun zamandan beri, Akdeniz'i daimi bir “NATO gölüne” ve Avrupa Birliği'yle yakın bağlara sahip bir bölgeye çevirme planları bulunuyor. Doğu Akdeniz ve Suriye kıyısında bulunan Rus deniz gücü, bu süreçte meydan okunması gereken bir oluşumdur.

 

Pek çok Arap rejimi, on yılı aşkın zamandır, NATO'nun (1995 yılında kurulan) Akdeniz Diyaloğu üzerinden NATO ile anlaşmalar ve askeri düzenlemeler yapmıştı.  Bunların arasında Mısır ve Ürdün de vardır. Bu ülkeler, Akdeniz'de kıyısı olan veya ona yakın olan ülkelerdir. Öte yandan Fars Körfezi'nin Arap şeyhlikleri daha sonra da NATO ile kurulan düzenlemelerin içine girilmiştir. Örneğin Kuveyt kısa süre önce NATO ile güvenlik anlaşmaları imzalamış ve NATO'nun Fars Körfezi'ne girişi için kapıyı açmıştır.

 

NATO ile hazırlanan KİK anlaşmaları, Akdeniz Diyaloğu'nun ve NATO'nun doğuya doğru yayılmasının bir uzantısıdır. AB benzeri bir Körfez ortak pazarı ve bir Avrupa Birliği kurma girişimleri, NATO'nun yayılmasıyla ve Ortadoğu ve Arap Dünyası'na Washington Konsensüsü'nü kabul ettirme yönündeki projeyle de bağlantılıdır.  

 

Fars Körfezi'nde bir NATO mandasının genişletilmesi yıllardır hayatta olan bir projedir ve NATO'nun Akdeniz'deki hedeflerini gizlemektedir. Fars Körfezi'ndeki NATO nüfuzu bölgenin, Fransız-Alman ve İngiliz-Amerikan çıkarlarının ortak yönetimine girmesine olanak vermektedir. Nicolas Sarkozy'nin Ortadoğu'ya yaptığı turun ABD Başkanı'yla aynı zaman çerçevesine denk düşmesi tesadüf olmadığı gibi, Fransa ve BAE'nin 15 Ocak 2008'de, Fransa'nın BAE topraklarında, Fars Körfezi'nin kıyılarında daimi bir askeri üs kurmasına izin veren bir anlaşma imzalaması da kaderin bir cilvesi değildir. [9]

 

 

Ortadoğu'daki gerçek bölünmeler: Yerli güçler, yabancı taşeronlarına karşı

 

 

Filistin'de 2006 yılında gerçekleşen gösteriler sırasında basın, El Fetih destekçisi küçük grupların, Hamas'ın Tahran'la olan siyasi bağları nedeniyle ve İran'ın ağırlıklı olarak Şii Müslüman bir ülke olması nedeniyle Hamas'la alay etmek üzere “Şii, Şii, Şii” sloganları attığını yazdı.[10] Bu, Ortadoğu'da ekilen, büyüyen husumetin iç karartıcı bir göstergesiydi. Ancak aynı zamanda Ortadoğu'daki, Şii-Sünni bölünmesi gibi bölünmelerin yapay bir şekilde imal edildiğini de göstermekteydi.

 

Suriye gibi Hamas da kimlik olarak Sünni Müslüman'dır ve ağırlıklı olarak Şii Müslüman olan İran'la müttefiktir. Bu ittifak, Ortadoğu'daki gerçek bölünmelerin dini veya etnik aidiyetlere yahut farklılıklara dayanmadığını açıkça göstermektedir. Benzer bir şekilde Lübnan'daki direniş güçleri, çoğu kez Batı medyasında betimlenenin aksine sadece Hizbullah'tan veya Şii Müslümanlardan oluşmamakta, Müslüman, Hristiyan ve Dürzileri de içermektedir.

 

Gerçekte, Ortadoğu'daki bölgesel farklılıklar, din, politika ve/veya etnisiteden bağımsız olarak bölgede bulunan yerli ve bağımsız güçler ile, bölgede İngiliz-Amerikan ve Fransız-Alman yabancı politikalarına ve ekonomik çıkarlarına hizmet eden taşeron güçler ve hükümetler arasındadır.

 

 

Direniş bloğu

 

 

“Lord Chatham'ın Kuzey Amerika'daki İngiliz varlığından söz ederken söylediği  gibi: ‘eğer ben bir İngiliz değil de bir Amerikalı olsaydım, Amerikan topraklarında tek bir İngiliz kalmayıncaya kadar, silahlarımı asla, asla, asla bırakmazdım.”

 

    -General Sir Michael Rose, İngiliz Ordusu

 

 Genelleştirmek gerekirse, Ortadoğu'daki bağımsız ve yerli güçler şunlardır:

 

1. Muhtelif Filistinli örgütlerin büyük çoğunluğu. Buna, Mahmud Abbas ve El Fetih'le varılan ateşkes ve Mekke Anlaşması öncesinde, Hamas'ın liderliğindeki Filistin Yönetimi de dahildir;

 

2. Müslüman, Dürzi ve Hristiyanlardan oluşan Lübnan Direnişi ve Lübnan ulusal muhalefeti;

 

3. Irak halk(lar)ının iradesini temsil eden çok çeşitli halk hareketlerinin bir bütünü olan Irak Direnişi;

 

4. Suriye;

 

5. Hem bir hasım, hem de örgütlü siyasi ve devlet düzeyindeki direnişin merkezi olan İran.

 

 

 

Halk tabanlı direniş ve devlet tabanlı direniş

 

Ortadoğu'daki ve komşu Afganistan'daki direniş güçleri, halk direnişi ve devlet düzeyindeki direniş gücü şeklinde sınıflandırılabilir. Ancak üçüncü ve melez bir kategori de bulunuyor. 

 

Irak ve Afganistan'ın her ikisi de, saf anlamda halk direniş hareketlerini temsil ediyor. İran ve Suriye ise, hangi gerekçeyle (iyi veya kötü) olursa olsun, ABD, NATO ve İsrail'e karşı devlet düzeyinde direniş merkezlerini temsil ediyor. Sudan da bu kategoriye giriyor.

 

Filistin ve Lübnan'daki direniş güçleri, devlet düzeyinde ve halk temelli direnişin karması olarak, bu iki kategorinin arasında yer alıyor. Afrika Boynuzu'nda, Ortadoğu'ya yakın bulunan Somali, tartışılabilir bir örnek; ancak Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme mücadelesiyle bağlantılı yabancı kontrolüne karşı direnişin hakiki bir merkezini teşkil ediyor.

 

Lübnan ve Filistin'deki direniş güçleri, aynı zamanda Ortadoğu'daki İngiliz-Amerikan, Fransız-Alman ve İsrail gündemlerine hizmet eden taşeron ve atanmış güçlere karşı iç mücadelenin de içinde yer aldıklarından, ayırt edici özelliğe sahipler.

 

Bütün bir ülkenin varlıklarının dahil edilmesi elbette, İran gibi devlet düzeyindeki direniş merkezleri ile, Irak'ta olduğu gibi, hükümetten yoksun bırakılmış halk direniş hareketleri arasındaki büyük farklılıklardan biridir. Bununla birlikte, yabancı askeri tabiiyetin daha büyük oranda olduğu her yerde, direniş kuvvetleri de daha büyüktür ve halkın desteğinden türemektedir. ABD, İngiltere ve NATO'nun Irak ve Afganistan'da verdiği büyük kayıplar, halkın iradesinden ve direnişinden kaynaklıdır.

 

 

Ortadoğu çapındaki mücadeleler: “Ilımlılar koalisyonu”na karşı Direniş Bloğu

 

 

Ortadoğu'nun bağımsız ve yerli güçleri ile, İngiliz-Amerikan uydusu çizgisinde olanlar arasındaki mevcut bölünmeler, ifadelerini şunlarda bulmaktadır:

 

1. Hamas ve müttefikleri ile, İsrail, El Fetih ve onların Filistin Toprakları'ndaki müttefikleri arasındaki mücadele;

 

2. Temel olarak Irak halkı demek olan Irak Direnişi ile, Irak işgali üzerinden, ABD ve Koalisyon güçleri arasında yürüyen mücadele;

 

3. Lübnan ulusal muhalefeti (Lübnan'daki çoğunluk) ile Lübnan hükümet partileri (Lübnan'daki azınlık) arasındaki siyasi mücadele;

 

4. Suriye ile NATO güçleri ve onların Arap taşeronları arasında, Lübnan, Filistin ve Irak konusunda vuku bulan çatışma;

 

5. Ve son olarak, İran'la ABD arasında var olan, İran'ın nükleer programı ve Irak meselesi de dahil olmak üzere, bir dizi sert bölgesel ve uluslararası ihtilaf.

 

 

Bush'un gezisi: Savaş tamtamları, direniş ve “Yeni Ortadoğu”

 

 

“İstikrarsızlığın bir sebebi, Tahran'da oturan rejimin desteklediği ve onda cisimleşmiş olan aşırıcılardır. Bugün İran, dünyada terörün önde gelen destekçisidir. Dünya çapında aşırıcılara yüz miyonlarca dolar göndermektedir ve eş zamanlı olarak kendi halkı ülkede baskı ve ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır. İran, terörist grup Hizbullah'ı silahlandırarak ve ona yardım ederek Lübnanlıların barış umutlarını ortadan kaldırmaktadır. Hamas ve İslami Cihad gibi terörist grupları finanse ederek, bölgenin başka kısımlarında barış umutlarını yıkmaktadır. Afganistan'daki Taliban'a ve Irak'taki Şii militanlara silah göndermektedir. Balistik füzelerle ve savaş retoriğiyle komşularını sindirmeye çalışmaktadır. Son olarak, nükleer programı ve hedefleri konusunda açık ve şeffaf olmayı redderek Birleşmiş Milletler'e meydan okumakta ve  bölgeyi istikrarsızlaştırmaktadır. İran'ın eylemleri her yerde ülkelerin güvenliğini tehdit etmektedir. Bu yüzden Amerika Birleşik Devletleri olarak Körfez'deki dostlarımızla uzun süredir var olan güvenlik taahhüdümüzü güçlendiriyor ve dünya çapındaki dostlarımız, çok geç olmadan bu tehlikeyle yüzleşmek için bir araya gelmeye çağırıyoruz.”

 

   -George W. Bush Jr., 43. ABD Başkanı (Birleşik Arap Emirlikleri-Abu Dhabi'de konuşma, 13 Ocak 2008)

 

ABD Başkanı'nın Ortadoğu turunun ana amacının İran'a ve “Yeni Ortadoğu”ya direnen herkese karşı muhalefet yaratmak olduğu sır değildir. George Bush'un Ortadoğu turundan neredeyse hemen sonra Suriye, turun esas olarak Suriye'yi daha fazla tecrit etmek ve İran'a karşı gelecekteki bir savaş senaryosunu hazırlamak olduğunu ileri sürdü.  [11]

 

ABD Başkanı'nın Ortadoğu turu, ABD Deniz Kuvvetleri'nin, İran Devrim Muhafızları'na ait hız botlarının Fars Körfezi'nde meydana getirdiği tehdide dair sahte iddialarıyla aynı zamana denk geldi.

 

ABD Deniz Kuvvetleri suçlamalarını geri çektikten sonra ABD Başkanı, bölgedeki ABD savaş gemilerinin başına herhangi bir olumsuz şeyin gelmesi halinde Tahran'ın sorumlu tutulacağını söyledi.

 

Aynı sıralarda Beyrut'ta bulunan Amerikan büyükelçiliğine yönelik bir bombalama gerçekleşti. Tıpkı ABD Deniz Kuvvetleri'nin iddialarının kurgusal olması gibi, Beyrut'taki bombalama da ABD Başkanının İran'a ve Direniş Bloğu'na karşı pozisyonunu meşrulaştırmak için sahnelenmiş olabilir. İlave olarak İsrail tarafından, ABD Başkanı'nın Ortadoğu turu sırasında Filistinlilerin Gazze Şeridi'nden İran yapımı bir roket fırlattığı yönünde haberler yayınlanmıştır.

 

2007 yılında, Şarm el-Şeyh'te düzenlenen ve  Condoleeza Rice'ın Suriye ve İran dışişleri bakanlarıyla bir temas başlattığı Irak konulu bir konferanstan kısa süre önce Suriye Devlet Başkanı, Deyrü'z-Zor'da yurttaşlarına, “Suriye, Arap bölgesi ve Ortadoğu tehlikeli bir dönemdem geçecektir. Yıkıcı sömürgeci projeler, yeni bir Sykes-Picot [Anlaşması] yaratarak bölgemizi yeniden şekillendirmeyi amaçlıyor” ikazında bulundu. [12]

 

Önemli bir Filistinli figür olan ve Londra'da yayınlanan El Kudsü'l-Arabi gazetesinin başyazarı olan Abdülbari Atvani, 2007 yılının Şubat ayı başlarında ANB TV'de yayınlanan bir röportajında, ABD'nin Arap ülkelerini, hükümetleri aracılığıyla, İran'a ve Ortadoğu'daki müttefiklerine karşı bir savaş yürütmek için yakılacak odun olarak kullandığı ikazında bulundu.

 

 

The Jerusalem Post, ABD Başkanı'nın BAE'den Suudi Arabistan'a varışından hemen sonra, Batı Şeria'dan ismi verilmeyen bir Filistinli yetkilinin yaptığı, “Suriye ve İran, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ı ve onun yönetici partisi olan El Fetih'i devirme çabalarını hızlandırdı” açıklamalarına yer verdi. [13] İddialar Halid Ebu Tuame tarafından derlendi ve Şam'da Suriyelilerin ev sahipliği yaptığı bir dizi siyasi partinin (Ebu Tuame'nin deyimiyle “radikal grupların”) geniş bir birlikteliğini de açığa çıkardı.  

 

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Halid Ebu Tuame'nin makalesi Batı Şeria'yı yöneten hükümetin gayrimeşru olduğunu ve halkın seçtiği başbakanın değil, Mahmud Abbas'ın talimatlarını izlediğini belirtmiyordu. Şam'da bir araya gelen Filistinliler, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) daha kapsayıcı hale getirme ve onu Mahmud Abbas'ın ve Batı Şeria'yı kişisel derebeylikleri gibi yöneten, efendileri de İsrail ve Beyaz Saray olan birkaç bireyin talimatlarını değil, ana akım Filistinlilerin isteklerini temsil eden bir yapı haline getirme yolları üzerine çalışacaklar. 

 

Lübnan'da, Hariri ailesi ve onun siyasi müttefikleriyle bağlantılı olan bir gazete de, Amerika öncülüğündeki İran'ı şeytanlaştırma kampanyasına katıldı. Bir zamanlar maktül Lübnanlı milletvekili Cibran Tueyni tarafından çıkarılan En-Nehar gazetesi, Ali Hamade tarafından kaleme alınan bir köşe yazısında, Arap Birliği'nin Lübnan'da bir çözüm için Tahran'a baskı yapması gerektiğini ve “[Ortadoğu'daki] gelişmeler İranlıların Arap Doğusu'na yönelik emperyal gündemiyle çatışmaya doğru giderse”, Lübnan'da çözüm mü yoksa çatışma mı olacağının İran'a bağlı olduğunu söyledi.

 

 

 

Oval Ofis ve Ortadoğu'da İngiliz-Amerikan yapısı ve dış politikası

 

 

ABD ve İngiliz dış politikaları, Amerikan başkanlığını ve İngiliz başbakanlığını elinde bulunduran bireylerden ziyade, İngiliz-Amerikan yapısının hedefleriyle alakalıdır. Bu gerçeklik, George W. Bush'un hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi muhtemel halefleri tarafından yürütülen seçim kampanyaları sürecinde teyit edilmiştir.

 

Amerikan halkının gerçek arzularını temsil eden birkaç kişi dışında, ABD'deki başkanlık yarışının katılımcıları, Bush yönetiminin askeri politikalarının fiilien sürdürülmesinden söz ediyorlar.

 

John McCain, Lübnan ve Suriye'ye saldırmaktan söz etti. [14]

 

Hilary Clinton, Irak'ta daimi bir işgal, yahut ABD yetkililerinin çürümüş bir dille kullandıkları ifadeyle bir “işgal sonrası safha” istiyor ve İran'ı da tehdit etti.

 

Eski New York City belediye başkanı Rudy Giuliani, Bush yönetiminin tıpkısını ortaya koymak istediğini, Filistin devletini tanımak niyetinde olmadığı ve nükleersiz bir İran'a karşı nükleer silah kullanacağını söyledi.

  

George W. Bush Jr. ve Başkan Yardımcısı Cheney'nin Beyaz Saray'dan ayrılmasıyla, savaşlar dönemi sona ermeyecektir.

 

Sorun, bir adamın kişiliğinden ve onun kabinesinden daha derin ve daha karmaşıktır. George W. Bush Jr., daha büyük bir makine içindeki bir bostan korkuluğundan başka bir şey değildir; Bush, yapıyı temsil etmektedir ama, ABD dış politikasının dümenini süren tek başına kendisi veya kabinesi değildir.

 

 

Önemli sorular: Amerika, İran ve Suriye arasında işbirliği ve rekabetin doğası

 

 

Bizim gerçekliğimiz bundan çok daha karmaşıktır. Bir zamanlar Hamas, iktidara gelmeden önce, Yaser Arafat'ın El Fetih'ine karşı İsrail'le işbirliği yapardı.

 

Christian Science Monitor'da Marc Lynch tarafından yayınlanan bir makale, iyi bir noktaya işaret ediyordu: “Savunma Bakanı Robert Gates, geçen ay [Aralık 2007] Bahreyn'de Körfez ileri gelenlerini, ‘nereye dönerseniz dönün İran'ın istikrarsızlık ve kaos kışkırtma politikasını görürsünüz' diye uyardı. Fakat gerçekte, Katar'dan Suudi Arabistan'a ve Mısır'a kadar nereye dönerseniz dönün, İranlı liderlerin Arap mevkidaşlarıyla dostane bir şekilde görüşerek, uzun süredir varolan tabuları yıktığını görüyorsunuz.” [15]

 

 

Gerçekten de İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmadinecad, Katar'ın başkenti Doha'da düzenlenen önemli KİK zirvesine davet edilmiş, zirvede Fars Körfezi'nin ekonomik entegrasyonu ve KİK-İran işbirliği tartışılmıştı. İran, Umman, Katar ve Suudi Arabistan ayrıca Doha'daki buluşmadan önce, kamuoyunun önünde yakınlaşma gösterileri yapıyordu ve buna, Umman ve İran arasındaki askeri ve ekonomik anlaşmalar da dahildi.

 

Kahire ve Tahran, diplomatik ilişkilerin tam normalleşmesi için de kapıları açtı. Ancak Mısır-İran ilişkilerinde ne kadar gelişme kaydedildiğini bekleyip görmek gerekiyor. İran ayrıca, hem Irak hem de Afganistan'a yönelik yeni ekonomik ve ticari açılımlar yapıyor. İran ve Suriye, enerji altyapılarını da Irak'la bütünleştiriyor ve İngiliz-Amerikan işgali altındaki Irak'ta ABD'ye de fayda sağladığı inkar edilemez nitelikte adımlar atıyor.

 

Bir sonraki Lübnan Cumhurbaşkanı olarak General Mişel Süleyman'ın atanması da, Suriye'nin Irak'ta ABD ile işbirliği yapması ve hatta  Annapolis Zirvesi'ne katılması nedeniyle verilen bir taviz olarak adlandırıldı.

 

Ancak eğer böyleyse, sadece Suriye-Amerikan işbirliği konusunda değil, aynı zamanda ABD'nin Ortadoğu işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı David Welch ile General Süleyman arasında, 2007 yılında Lübnan Ordusu ile Fethü'l-İslam arasında çatışmaların meydana gelmesinden önce gerçekleşen görüşme konusunda da yanıtlanmamış sorular var demektir.

 

İngiliz-Amerikan ve Fransız-Alman çıkarlarının ve onların Ortadoğu'daki tabancası İsrail'in fayda sağladığı mevcut ekonomi politikalarını kurumsallaştırmak için Ortadoğu sınırılarını yeniden çizmek gibi bir gündemin olduğu açıktır.

 

Suriyeliler ve İranlılar, bölgelerinin bölünmesi ve Ortadoğu halklarının birbirine düşürülmesi planlarının gayet iyi farkındalar. Tahran ve Şam da kendi çıkarları için aynı oyunu oynadıkları için suçludurlar, ancak Amerika ve müttefiklerinin öngördüğü şey, Ortadoğu'nun çok daha geniş bir düzlemde parçalanması ve yeniden konfigüre edilmesidir ve bu, Suriye ve İran'ı da bu tarihsel mücadelenin gündemine getirmektedir.

 

Buradaki soru şudur: Ortadoğu'yu (“ılımlılar” ve “radikaller” şeklinde) bölme çabaları, bir kontrol altına alma politikası mı, bir savaş stratejisi mi yoksa çok daha netameli bir şey midir?

 

Irak Direnişi gibi halk tabanlı direniş hareketlerinin niyetleri basit ve açıktır, ancak – eğer gerçekten bu ismi verebileceksek – devlet tabanlı direnişin niyetleri çoğu zaman değişkendir.

 

İran ve Suriye, nihayetinde Washington Konsensüsü'ne hizmet eden “Yeni Ortadoğu” projesine gerçekten de direniyor mu? Hem İran hem de Suriye'de süregiden, özelleştirme programları dahil ekonomik reformlar, bu ülkelerin, Washington'un yayılmacı politikalarını karakterize eden hakim neo-liberal gündeme tamamen karşı olmadığına işaret etmektedir. [16]

 

Özellikle koşullar bunu gerektirdiği zaman, gerekçeleri sorgulamak günah değildir, fakat kitleleri yanıltmak günahtır ve suçtur. Ortadoğu'daki gelişmeler ilerledikçe, İran ve Suriye'nin siyasi duruşu da daha açık hale gelecektir.

 

 

NOTLAR

 

 

[1] Jonathan Beale, “Rice seeks Mid-East support on Iraq” [“Rice Irak konusunda Ortadoğu'dan destek arıyor”], British Broadcasting Corporation (BBC),13 Ocak 2007.

[2] Paul Reynolds, “Blair and the ‘strategic challenge' of Iran” [“Blair ve İran'ın ‘stratejik meydan okuması'”], British Broadcasting Corporation (BBC), 20 Aralık 2007.

[3] Agy.

[4] Uzi Mahnaimi, “Saudis lead Israel peace bid”, [“İsrail barış teklifine Suudiler öncülük ediyor”] The Times (U.K.), 3 Aralık 2006.

[5] Simon Tisdall, “Iran v Saudis in battle of Beirut”, [“Beyrut muhaberesinde İran ve Suudiler karşı karşıya”] The Guardian (U.K.), 5 Aralık 2006.

[6] Shahar Ilan, “Jordan's Abdullah tells Israel: We share same enemies” [“Ürdün Kralı Abdullah'tan İsrail'e: Düşmanlarımız ortak”], Haaretz19 Nisan 2007.

Bu sözler, İsrail basını tarafından yayınlandıktan sonra Ürdün Kralı tarafından hemen tekzip edildi. Bu, Suudi Arabistan ve İsrail arasında gerçekleşen diplomatik buluşmalar ve müzakerelerin Suud Hanedanı tarafından inkar edilmesiyle paralellik göstermektedir, ancak ilk inkarlardan sonra bunun doğru olduğu ifşa olmuştur. 

[7] Agy.

[8] Anatole Kaletsky, “An unholy alliance threatening catastrophe” [“Felaket tehdidi yaratan, kutsal olmayan ittifak”] The Times (U.K.), 4 Ocak 2007.

[9] Laurent Pirot, “France Signs UAE Military Base Agreement” [“Fransa BAE ile askeri üs anlaşması imzaladı”], Associated Press, 12 Ocak 2008; Emmanuel Jarry, “France, UAE sign military, nuclear agreement” [Fransa ve BAE askeri, nükleer anlaşma imzaladı”, Reuters15 Ocak 2008; Paul Reynolds, “French make serious move into Gulf” [Fransa Körfez'e doğru önemli bir adım attı”], British Broadcasting Corporation (BBC), 15 Ocak 2008.

[10] “Fatah, Hamas clash in Gaza after Abbas calls early elections” [El Fetih ve Hamas çatışırken, Abbas erken seçim çağrısı yaptı”], Associated Press, 16 Aralık 2006.

[11] “Damascus slams Arab leaders for allowing Bush's ‘criticism of Syria'” [Şam, Bush'un ‘Suriye'yi eleştirmesine' izin verdikleri için Arap liderleri kınadı”] Deutsche Presse-Agentur (DPA)/ German Press Agency, 14 Ocak 2008.

[12] Mazen ve Thawra, “President al-Assad says Arab Region passes through new juncture” [“Başkan Esad, Arap bölgesinin yeni bir dönüm noktasındna geçtiğini söyledi”], Syrian Arab News Agency (SANA), 30 Nisan 2007.

[13] Khaled Abu Toameh, “Syria, Iran trying to overthrow Abbas” [“Suriye ve İran, Abbas'ı devirmeye çağırıyor”], The Jerusalem Post15 Ocak 2008.

[14] Shani Rosenfelder, “McCain: Disarm Hizbullah, tackle Assad” [McCain: Hizbullah'ı silahsızlandırın, Esad'ı devirin”], The Jerusalem Post9 Ağustos 2007.

[15] Marc Lynch, “Why U.S. strategy on Iran is crumbling: Gulf states no longer want to isolate Iran” [ABD'nin İran stratejisinin çatırdamasını sebebi: Körfez devletleri artık İran'ı tecrit etmek istemiyor”], Christian Science Monitor4 Ocak 2008.

[16] Mahdi Darius Nazemroaya, “The Sino-Russian Alliance: Challenging America's Ambitions in Eurasia” [“Çin-Rus ittifakı: Amerika'nın Avrasya'daki tutkularına meydan okuma”], Centre for Research on Globalization (CRG), 26 Ağustos 2007; Julian Barnes-Dacey, “Even with sanctions, Syrians embrace KFC and Gap” [Yaptırımlarla bile Suriyeliler KFC ve Gap ile tanıştı”], Christian Science MonitorJanuary 11, 2008.

 

 

 

Çev: Selim Sezer

 

 

www.medyasafak.net