Soğuk Savaş retoriği: Elde tutulan aydınlar

Soğuk Savaş retoriği: Elde tutulan aydınlar
Amerikan propaganda makinası fazla mesai yapıyor. Putin’in Ortadoğu’daki çarpıcı adımı, uluslararası politikalarda inisiyatiften yoksun, hareketsiz kalmış bir Rusya’ya alışmış, yaptırımların ve dünyadaki petrol fiyatlarının düşmesinin bu amaç doğrultusunda başarılı olan sessiz mekanizmalar olduğuna ikna olmuş olan Amerikalı ağızları sinirlendirmekten fazlasını yaptı

 

 

Norman Pollack

 

 

Counterpunch.org

 

 

Amerikan propaganda makinası fazla mesai yapıyor. Putin'in Ortadoğu'daki çarpıcı adımı, uluslararası politikalarda inisiyatiften yoksun, hareketsiz kalmış bir Rusya'ya alışmış, yaptırımların ve dünyadaki petrol fiyatlarının düşmesinin bu amaç doğrultusunda başarılı olan sessiz mekanizmalar olduğuna ikna olmuş olan Amerikalı ağızları sinirlendirmekten fazlasını yaptı ve görünüşte Rus saldırganlığını doğrulayan işaretler olsa da, gerçekte Amerika Birleşik Devletleri'ne istediği ve uzun zamandır peşinde koştuğu fırsatı verdi: tek taraflı küresel hakimiyet düzenlemelerinin üzerini örtmek için Soğuk Savaş gerilimlerini ve hissiyatlarını yükseltmek.  ABD'nin politika iddialarında Suriye meselesi ne Esad'la ilgilidir ne de IŞİD'le ilgili. Mesele bir kez daha 1947'nin – o zaman Sovyetler Birliği ve Stalin'in olduğu Rusya'nın kontrol altına alınası ve son kertede ezilip dağıtılmasının – tekrar edilmesidir.  Şimdi Putin 2. Stalin'den fazlası olarak, daha ziyade, şeytanlaştırılması ve gözden yok edilemiyorsa bile zihinsel ve ideolojik açıdan önemi azaltılması gereken gerçek, zeki bir düşman olarak görülüyor. 

 

Amerika'yı güçlü tutmak için kendi şeytanlarımızı icat ettik. Amerikan lugatındaki en hilekar kelime “barış”tır: bu,  Theodore Roosevelt'e ve yumuşaklık ve zayıflık şifresi olan, ancak o zaman bile Amerika'nın kazanması ve yukarıda kalıp aşağı düşmemesi gereken kaçınılmaz çatışma için jeopolitik bir paradigmaya dönüşmüş olan Savaş Gemisi'ne kadar gider. Yüz yıldan fazla zaman sonra hiçbir şey kaydadeğer derecede değişmedi, zihinsel set değişmeden kaldı ve Bolşevik Devrimi'yle birlikte, sınırlanmayan “yak ve ekime aç” mantığına dayanan ABD kapitalizmi için hazır ve daimi bir hedef meydana geldi.

 

İkinci Dünya Savaşı, Franklin Roosevelt ve faşizme karşı mücadele, sosyalizme karşı amansız mücadelede olağandışı bir istisnaydı ve savaşın orta yerinde bile Miğfer Güçleri yenildikten sonra her zamanki işlere geri dönüş planlanıyordu. Kontrol altına alma, temel çalışma prensibiydi ve bu hiçbir zaman gizlenmedi – yalnızca bunun boyutları, Üçüncü Dünya'nın gecikmesini sömürgeci prensiplerden ziyade serbest ticaretle ele geçirmeyi hedefleyen karşı-devrimci bir küresel tasarım olarak ortaya çıkan, George Kennan'ın başlangıçtaki konseptinden daha dardı. Dünya bizim olmalıydı: silahlı güç yoluyla ve hayata geçirilen rejim değişikliği modelleriyle elde edilecek bir ganimetti bu. Tarihsel süreklilik bir utançtır, ama olan şey budur: hepsi de Amerikan İstisnacılığı'nın haklarını ve beklentilerini yerine getirmek için gerekli ve tamamen meşru adımlar olarak görülen, uzanıp giden müdahaleler, fiili savaşlar ve vekalet savaşları, ülke içi yıkıcılık, örtülü operasyonlar, Amerika'nın koşullarında teslim alma amaçlı havuç-sopa önerileri dizisi.

 

Mao, Fidel ve Che, Ho, yanısıra da Musaddık, Chavez ve Amerikan hakimiyetine karşı çıkan herkesin karşısında durulması, baskı altına alınması, gayrimeşrulaştırılması, mümkün veya uygun yerde ve zamanda buharlaştırılmaısı, eş zamanlı olarak da demokrasi ve uluslararası iyi yurttaşlık cilasının korunması gerekiyordu. Putin, on yıllardan beri kralın çıplak olduğunu veya daha ziyade gıcırdamaya başlamış ve taze petrol beslemesine (kelimenin gerçek anlamıyla) ihtiyaç duyan zırhlı bir kıyafet giydiğini söyleyen ilk dünya lideri olmuş olabilir.  Anlayışlı Xi Jinping gibi olmayıp karmaşık bir vaka olduğuna ve son üç başkan olan  Clinton, Bush ve Obama'nın elinde, Amerikan hegemonyasından korkmadığı gibi ABD'nin iddia ettiği moral üstünlüğe saygı da göstermediği için, şeytanlaştırılacak hazır bir hedef olduğuna şüphe yoktur.  

 

Öteki'nin suçlanması zayıflığın göstergesidir; gerçekte kişinin kendi toplumu nefretle doluyken sahte bir kibirin gölge dünyasıdır: yabancılara, göçmenlere, muhaliflere, yoksullara, son tahlilde kendimize duyulan nefrettir bu, zira gemi azıya almış Amerikan kapitalizmi, gerisinde hayattan memnuniyetsizlik ve yalnızca militarizmin tatmin edebileceği bir gücü arzulayan tökezleme korkusu bırakır.  Putin, psikozların eşiğindeki kolektif nevrozlarımızı özgürleştirdiği, bizi gerçek özlerimize yakınlaştırdığı için ikonik bir Freud olarak görülmelidir: burada  beklenildiği üzere, bastırılmış his tabakaları açığa çıkma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu zaman psikolojik kapı aniden kapanır ve küskün haldeki madde, çürümek için ve daha fazla kendini gizleme ve daha fazla silahlanma istemek için, daha fazla doğruluk teminatı ve Öteki'ne yönelik daha da büyük lekeleme talep etmek için yüzeyde kalır. İşte bu Öteki, bu örnekte suçsuz, el değmemiş haldeki Amerika'nın etrafını sarmış düşmanların uygun sembolü olan Putin'dir.

 

Liberaller açısından (bu benim için bir alay terimi ve Amerika'daki sağcı örgütlenme ve düşünceyle aynı bütünün içinde yer alan, kapitalizmin anti-radikal kozmetik ılımlılığını temsil ediyor) Cumhuriyetçilerle ve medyanın bazı segmentleriyle aynı gırtlak parçalayan laf kalabalıklarını değil, uygun bir akademik dile bürünmüş nazik bir Putin kınaması görüyoruz, fakat onlada da aynı suçlama, yaralama, yok etme arzusu var. Geçenlerde Walter Laqueur'ün “Putinizm: Rusya ve Batı'yla Olan Geleceği” (2015), kitabını elime aldım. Kitabın zorunlu alimane tonu, ağır bir eleştiriyi saygıdeğer hale getiriyor ve bağlılıklarının, yani Washington'daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'nin tarzına, tonuna ve amaçlarına uygun. Bu yüzden de aman verilmeyen varsayımsal düşmana yönelik şiddetli bir saldırıda bulunma niyeti taşıyor. Laqueur veya New York Times gibi ılımlılar, görünürdeki ılımlılıkları ve uygun dilleri nedeniyle, Cumhuriyetçi Parti'yi ve özellikle de şimdiki adaylarını teşkil eden toy ve bayağı insanlara nazaran, ideolojik olarak daha belirleyici ve yıkıcılar.  Kelimeler aldatıcıdır; içerik her şey olmalıdır ve serbest geçiş verilmiş liberaller, özellikle dış politikada pek çok Demokrat'ı da betimleyen daha kozmopolit bir proto-faşizmi gizleyebilmektedir.

 

Laqueur'e göre Putin,  Stalinci olmaktan ziyade Çarcıdır ve ondokuzuncu yüzyıla geri dönüp düzenli bir Rusya'yı, iç rahatsızlıklardan azade güçlü bir kaleyi yeniden inşa etmek istemektedir ve bir Güçlü Devlet yanlısıdır.  Bu anlatının devamına göre Putin, amacı modern dünyada büyük güç statüsüne ulaşmak olan kinik, manipülatif bir isimdir. (Her ne kadar ülke şimdiden bu statüye sahip olmasa da – yazar, Rusya'nın bu beklentiye sahip olmasını veya gerçekliğini teyit etmeyi istemesini bir günah olarak görmektedir). Küresel yarı-tanrı olan Amerika, liberal ortodoksluğun verili bir örneğidir.  Bu anlatının Rusya hakkında söylediği şey şudur: Marksizm-Leninizm her zaman, Rus Ortodoks Kilisesi'ne bağlılığın temel sunduğu modern öncesi siyasi-ekonomik gelişme için bir cephe, baştan aşağı baskı yoluyla bir arada tutulmuş monolitik bir toplumsal oluşum demekti ve Putin yalnızca, Rusya'yı doğuya çevirmiş, doğal hakimiyet alanı olarak Asya'ya yöneltmiş yüzyıllara ve Batı karşıtı hislere dayanan ve bunlardan yararlanan son tirandan ibarettir. Laqueur'in alt başlığına, “Rusya ve Batı'yla olan geleceği”ne gönderme yapmak gerekirse, bu gelecek yalnızca yağmacı ve engelleyici rolünden ibarettir.

 

Burada bir mikrokozmos içinde, liberal yorum ruhunu ve benim “elde tutulan aydınlar” algımı görüyoruz:  New York Times'ta Steven Myers imzasıyla yayınlanan “Putin'in Suriye müdahalesinde, zayıf bir hükümet korkusu baskın çıkıyor” başlıklı makalede (4 Ekim) pürist bir devlet boyutu her şeyi izah ediyor, Putin'in motivasyonu ve Rus davranışı, otokrasi ve totalitarizm bir araya getiriliyor.  Bu yüzden de Suriye'de, Ortadoğu'da, yahut IŞİD'e karşı yapıcı bir rol oynaması imkansız olarak görülüyor. Myers ilk olarak Putin'in 1989'da “binlerce Doğu Almanyalının Dresden'de korkunç gizli polis Stasi'nin nehir kıyısındaki yerleşkesine akın etmesini alarm içinde izlediğini” söylüyor. Doğu Alman komünizmi çökerken o “yalnızca çaresiz bir şekilde, birkaç yüz feet mesafedeki KGB Dresden karakolunda durabildi.” Myers'a göre Putin, kalabalıkları  - her ne kadar orayı “görece barışçıl bir şekilde” – ele geçirmiş olsalar da, “öfkeli, dengesiz ve tehlikeli” bir topluluk olarak görmüştü ve “o geceki tecrübe ona, bir istihbarat görevlisi olarak büyük ölçüde vasat geçmiş kariyerinde hiçbir şeyin musallat olmadığı kadar musallat oldu.”

 

Sonuç mu? 1991 yılında Sovyetler Birliği Putin'in “iktidar felci” olarak adlandırdığı şey nedeniyle çöküp Rusya haline geldiği zaman “bu teşhis onun siyasi iktidarı konsolide etmesinde itici bir güç oldu ve bu durum Rusya'nın geçen hafta, kuşatma altındaki Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı desteklemek için gerçekleştirdiği güç yollu müdahaleyi pek çok açıdan izah ediyor.” Putin'in düzensizlikten nefret etmesi kendisinin ve Rusya'nın dünyadaki pozisyonunu açıklıyor: bu, müdahaleyi meşrulaştıran ve güce tapan kendi deneyimlerinin ışığında, muhtemel bir refleks eylemidir.  Sahadaki olguları, (asla tam olarak izah edilmeyen) kararlı bir Amerikan muhalefetine ve rejim değişikliğini amaçlayan, CIA tarafından eğitilmiş gruplara karşı köklü bir müttefikin korunmasını ve Rusya'nın IŞİD'le mücadelede Çeçenistan'daki terörist faaliyetlerini de dikkate almasını boşverin. (Rusya'nın koalisyonda Esad güçlerini de içerecek şekilde, IŞİD'i yok etmek için işbirliğine dayanan çabalar gösterme çağrısı yanıtsız kaldı). Bu yüzden Myers şu sonuca varıyor: “Kitle protestoları – ayak takımı yönetimi – hayaleti, Bay Putin'e siyasi hayatı boyunca musallat oldu ve bu korku, hem ülke içinde hem de dışarıda devlet otoritesinin üstünlüğüne inanmasının merkezinde yer alıyor.” 

 

Yazara göre Putin'in öncelikler sıralamasını ve buradan kaynaklı varsayımsal otoriter devlet inşası ve saldırgan dış politika tanımını, Rusya'nın askeri olarak kuşatılmasında kendisini gösteren Amerikan evrensel hegemonyası değil, ayak takımı yönetimi meselesi tanımlıyor. Myers'a göre Putin Esad karşıtı muhalefeti, “merhametsiz bir şekilde, pozitif siyasi değişime değil, kaosa yol açacak şekilde, hükümet otoritesini kanunsuz şekilde çalma girişimi” olarak gördü. Buradaki betimleme eksiksiz: düzensizlikten çürüyen, bu yüzden de ilk ilke olarak statükoya bağlı olan, güvensiz bir lider. Myers, belki iddiasına kanıt olacağını düşünerek Putin'in geçen hafta BM'de yaptığı – ve benim tam tersi sonuç çıkardığım – konuşmadan alıntılar yapıyor:  “Elbette bu bölgede uzun zamandan beri siyasi ve sosyal sorunlar yığıldı ve insanlar değişim istedi. Ama gerçek sonuç ne oldu?” Ona göre sonuç, birkaç noktadan oluşuyor: birincisi, ABD'nin Esad'ı yerinden etme girişimleri nedeniyle, IŞİD'in bir tutunma noktası elde ettiği bir boşluk oluştu; ikincisi, Esad'ı devirme planında olduğu haliyle Amerikan müdahalesi Ortadoğu'da tek başına hakimiyeti amaçlıyor ve hiçbir başka güç, yani aslında Rusya, bölgede meşru bir role veya çıkara sahip değildir; ve son olarak – bunu yalnızca tahmin ediyorum – Esad'ın devrilmesi, Rusya'yı geniş jeopolitik çerçeveni dışında tutmanın ötesinde, İran'ı zayıflatacak ve İsrail'i koruyacak ittifakları daha istikrarlı hale getirmek ve İsrail'i Amerika'nın bölgede kendi çıkarlarını gözetecek vekili haline getirmek için amaçlanıyordu.

 

Düzenlilik / kaos korkusu, yazara göre Putin'in ülke içindeki ve dışındaki davranışlarını belirleyen psikolojik temel taşı ve güçlü (mutlakiyetçi?) devlet için bir bahane sunuyor. Myers şunları yazıyor: “Halk iradesi karşısındaki bu güvensizlik her zaman, ülke içinde muhalifleri boğan kanunların gerekçesi olageldi. Her seçimden sonra Kremlin, siyasi partiler ve toplumsal gösterilerle ilgili kanunları biraz daha sıkılaştırdı.” Devamında: “Belki tutarlı olsa bile çarpıcı olan şey, Bay Putin'in halk protestoları hakkındaki görüşünün nasıl da giderek iddialı hale gelen, ABD ve ötekilerin siyasi değişimi teşvik etmek yoluyla ülkelerin egemenliğini ihlal etme çabası olarak gördüğü şeyi durdurmayı amaçlayan bir dış politikanın temeli haline geldiğidir.”  Fazla titiz olmayalım: bahsettiğimiz şey rejim değişikliği ve bu kuruntu sayılmaz. İşte bu noktada Myers, pek çok başka Batılı gözlemcilyle birlikte gaza basıp, Rusya'nın 2002-2005 yılları arasında Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'da gerçekleşen “turuncu devrimlerle” müdahalelerine dair şüphelerini irrasyonel olarak görüyor, oysa ben Amerika'nın bunların planlanmasına ve uygulanmasına boğazına kadar dahil olduğunu ileri sürebilirim.

 

Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'nden (başka nereden olabilir?) Anthony Cordesman, Rusya'nın rejim değişikliğinin savaş yerine geçen bir şey olduğunu her dış politika figürünün anlayabileceği kadar anlayabilmiş. Cordesman, 2 Ekim tarihinde bu varsayılan “halk ayaklanmalarının Rus askeri komutanları tarafından ‘ABD'nin ve Avrupa'nın kendi güvenlik çıkarlarına düşük bir maliyetle ve asgari can kaybıyla yaklaşmanın bir aracı olarak başka devletlerde istikrarsızlaştırıcı devrimler üretmeye odaklanan bir savaş yaklaşımı' olarak değerlendirildiğini” yazdı.  Ne o ne de Myers bu iddianın isabetliliğini inkar ediyor ve sonuç hakkındaki favori görüşlerinin bu olduğu şüphe edilebilir. Ancak Myers alaycı bir şekilde, adeta Ruslar özverili Amerikan davranışı karşısında allak bullak olmuş gibi şunu ekliyor: “Bu görüşe göre Suriye'deki iç savaş yalnızca, Amerikan saldırganlığı yoluyla merkezi otoriteyi yıkma veya zayıflatma amacından doğan bir dizi karmakarışık çatışmadan biri. Önceki örnekler arasında, Amerika'nın Irak'taki Saddam Hüseyin'i deviren savaşı ve NATO'nun 2011'de Libya'da gerçekleştirdiği askeri müdahale de var.” Karmakarışık olduğu doğru değil, ama baştan aşağı saldırganlık olduğu doğru. Bir de elimizde, Rusya'nın özgürlük sever bir halkı kendisine tabi kılan gaspçı olmakla suçlandığı Ukrayna var.

 

Myers, sonuç kısmında Putin'in dikkatleri ülke içindeki başarısızlıklardan uzaklaştırma isteğinin ve başka faktörlerin de söz konusu olabileceğini söylemekle birlikte,  “hava saldırılarının kalbinde yer alan şey, Bay Putin'in devletin her şeye gücünün yeter olduğu ve kalabalıklardan, özellikle de ülke dışından teşvik edilen kalabalıklardan uzak tutulması gerektiği düşüncesi bulunuyor. Bu, Suriye için olduğu kadar Rusya için de bir ikaz” diyor. Buna göre Rusya halkına, “adımlarınıza dikkat edin, düzeni koruyun, yoksa siz de hava saldırılarına maruz kalabilirsiniz” imasında bulunuluyor. Rejim değişikliği dinamikleri uzayıp giderken, IŞİD unutuluyor (yazarın aklına hangi kalabalıkların olduğundan bile emin değiliz).

 

Myers tüm bunlarla yalnızca hakim Amerikan düşüncesini yansıtmış oluyor. 5 Ekim tarihinde Myers'ın New York Times'daki makalesine yazdığım yorumda şunları söyledim:

 

“…özellikle ülke dışından teşvik edilenler.” Putin hakkındaki bu tek taraflı görüş, ABD politikasının merkezi bir unsurunu görmezden geliyor: rejim değişikliği. Putin'in Batı politikasına yönelik eleştirisi boşlukta meydana gelmiyor. Biz uzun zamandır diktatörlerin yükselişine yardım ettik ve bunu hazırladık da; Şah'a ve Pinochet'ye gitmeniz yeterlidir.

 

Ve Times'ın objektiflik ve bütünlük iddialarını alay konusu haline getirecek şekilde devamlı yaptığı gibi Putin'i şeytanlaştırmak için söylenenler, analitik dengede Amerikan halkı üzerindeki kitlesel çaplı NSA gözetimine denk gelmez. Biz bir demokrasi modeli miyiz? Bizim devlet başkanımız, insansız uçaklarla düzenlenen suikastların ve örtülü eylemlerin devam ettirilmesinden zevk alıyor – evet zevk alıyor. CIA KGB'den daha mı erdemli? ABD'nin askeri bütçesi, Rusya'nınkinden daha mı temiz?

 

Dünya politikasını tartışırken bu adaletsizlik neden? Neden Ukrayna'dan bahsedilirken Amerikan destekli darbeden hiç bahsedilmiyor?

 

Buradan hareketle diyebiliriz ki, Putin'in devlet iktidarını savunması dünyanın çoğu gibi onun da, ABD'nin kendisinin desteklemediği hükümetleri devirme müdahalesinin uluslararası oyun sahasını yok ettiğini bilmesinden kaynaklanıyor.

 

 

www.medyasafak.net