Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (58)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (58)
Kevser Havuzundan içenler cennete girecekler. Zira bu su onları temizleyecektir. Onları tertemiz ve kâmil kılacaktır. Bu havuzdan men edilen ve içilmesine müsaade edilmeyenler ise cennetten uzaklaştırılacak olanlardır. Sahihü’l-Buhari’de okuduğumuz hadislerde de gördüğümüz gibi sahabeden bir grup getirilecek ve Havuzdan uzaklaştırılacaklardır.

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla ve O'nun yardımıyla. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun.

 

Hamd âlemlerin rabbi Allah'adır. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun. Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu. Önceki programlarda Sekaleyn Hadisinin sened ve delaleti çerçevesindeki konular hakkında konuşuyorduk. Bugün ise artık konunun özüne temas edeceğiz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey bu programdan itibaren Sekaleyn Hadisinin delaletlerini derinliğine bir şekilde gözler önüne serecek. Sizinle ele alacağımız bölüm Sekaleyn Hadisinin ilk kısmıdır. Saygıdeğer efendim, konumuzu bu programda tamamlayabilmemiz için öncelikle önceki programın bir özetini sunmanız mümkün mü?

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli alâ Muhammedin ve Al-i Muhammedin ve accil feracehum.

 

Önceki programlarda bu hadisi dört bölümde ele alıp inceleyeceğimizi belirtmiştik.

 

İlk bölüm, bu hadisin senedine ilişkin hususlardan oluşmaktadır. Sekaleyn Hadisinin kiplerine ilişkin konular dördüncü bölüme -yani hadisin delaletine- kadar devam etti. Bu hadisin Hz. Peygamber (s.a.a.) tarafından söylenmiş oluşu hakkındaysa hiçbir Müslüman bilgin farklı görüş ortaya koymuş değildir.

 

Ayrıca önceki programlarda bu hadisin yedi sekiz bölümden oluştuğunu belirtmiş ve bu bölümlere de işaret etmiştik. Kanaatimizce bu bölümlerin en önemlisi ve en merkezî olanından başlamalıyız. Diğer bölümleri ise bu bölümün ışığında anlamaya çalışmalıyız. Diğer ifadeyle Sekaleyn Hadisinin bu bölümünün anlaşılması halinde diğerlerinin de doğru anlaşılacağını düşünüyorum.

 

Bu en hayati bölüm Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) ‘Bu ikisi Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır' buyruğudur. Bu ikisinden kasıt ise Kitab ve İtret/Ehl-i Beyt'tir.

 

Bu bölüm, işaret ettiğimiz gibi Sekaleyn Hadisinin can alıcı noktasıdır, yani hadisin geri kalan bölümlerinin mihverini oluşturmaktadır.

 

Yargımızın doğruluğunun kanıtı şudur ki Şeyh İbn Teymiyye hadisin bu bölümünü ele alırken burayı zayıf saymaktan başka hiçbir çıkar yol bulamamıştır. Zira hadisin bu bölümünün sahih oluşunun kesinlik kazanması halinde Ehl-i Beyt için kimsenin ulaşamayacağı bir mertebenin ortaya çıkacağını biliyor. Değerli izleyicilerimiz şu hususu defalarca vurguladığımızı hatırlayacaklardır. İbn Teymiyye, Hz. Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt ile ilgili ne kadar hadis varsa sened ya da delalet açısından çeşitli vesilelerle tümünü zayıf saymaya çalışır. Hadisi delalet ve içeriği bağlamında boşa çıkaramayınca da bir bölümünün isnad zincirini zayıf saymaya çalışır ve şöyle der: Sekaleyn Hadisi sahihtir ve Sahih-ü Müslim'de geçmektedir. Ancak bu bölümün içinde bulunduğu şekliyle değil. Çünkü bu bölüm zayıftır. Ehl-i ilimden hiçbir kimse hadisin bu bölümünü sahih saymamıştır, ehl-i ilimden birçok kişi bu bölümün zayıf olduğunu belirtmiştir vs.

 

Şeyh İbn Teymiyye Minhacü's-Sünnet adlı eserinde şöyle diyor: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) Tirmizî'nin rivayet ettiği ‘İtretim olan Ehl-i Beyt'im. Bunlar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır' buyruğuna gelince, bu rivayet Ahmed b. Hanbel'e sorulduğunda o bunu zayıf saymıştır. İlim ehlinden farklı kişiler de bu rivayeti zayıf saymışlar ve sahih değildir demişlerdir.[1]

 

O, hadisin bu bölümünün sahih olmayışını sanki bu zayıflık kesinmiş gibi sunuyor. Aynı metodu Şeyh İbn Teymiyye'nin bağlıları da kullanmaya çalışırlar. Onun bağlıları bu hadis bağlamında iki kısma ayrılırlar. Bir bölümü İbn Teymiyye'nin hadisin bu kısmının Sekaleyn Hadisi içinde olmadığı şeklindeki yargısının doğru olduğunu söylemektedir. Allame Şuayb el-Arnavut şöyle diyor: Bu hadis ‘Bu ikisi Havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklar' bölümü hariç sahihtir. Söz konusu bölüm ise zayıftır. Bu hadis, hepsi de bu bölüme işaret eden yedi veya sekiz kanaldan aktarılmıştır. Ancak bu kanalların tamamı zayıftır.[2] Sekaleyn Hadisi sahihtir ancak bu kısmın sahih oluşu kesin değildir demeye çalışıyor.

 

Kimi çağdaş Vehhabî bilginler de ortaya başka bir metot koymaya çalışıyorlar. Onlar hadisin isnad bakımından zayıf sayılmasının mümkün olmadığını görünce başka bir yola başvurarak şöyle demekteler: Esasında hadisin ifadeleri lâfzen Hz. Resulullah'a (s.a.a.) ait olmayıp manen nakledilmiştir. Dolayısıyla hadisin bir kıymeti bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle onlar hadisin isnadını inkâr etmiyor ve senedinin sahih olduğunu kabul ediyor, fakat hadisin bize nakledilen sözleri Resulullah'a (s.a.a.) ait değildir diyorlar. Buna göre hadis manen nakledilmiştir. Doğru olan Sekaleyn Hadisinin Sahihü Müslim'de geçen şeklinde bu bölümün olmayışıdır. Değerli izleyiciler önceki programlarda Sahihü Müslim'de geçen varyantı ele alıp incelediğimizi hatırlayacaklardır.

 

Salih İbn Abdülaziz Al-i Şeyh, el-Leali'l-Behiyye adlı eserinde şöyle diyor: Tirmizî ve diğerlerinin naklettiği rivayetlerde geçen ‘Bu iki şey kıyamet günü Havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır' şeklindeki fazlalığa gelince, bazı bilginler bunu şöyle anlamışlardır: Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'i asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Oysa hadisi bu şekilde anlamak hatalıdır. Zira bu hadisin rivayetlerinde ihtisar gerçekleşmiştir. Sahihü Müslim'de geçtiği üzere Zeyd b. Erkam hadisi ihtisar etmiştir. Sahihü Müslim'de geçen hadis açıktır… Ehl-i hadisin çeşitli muhakkikleri hadisin lafzının mana gözetilerek kullanıldığı görüşündedir. Kimi muhaddisler de hadisin -mahfuz olmadığını s.k.h- şazz olduğunu söylüyorlar… Sekaleyn'den birinin Âl-i Beyt veya İtret olduğunu söyleyen kimse konuları birbirine karıştırmış, hadise eklemede bulunmuştur.[3]

 

Sekaleyn Hadisinin bu bölümünün devre dışı bırakılması için gösterilen bunca çabanın gerekçesi nedir? Onlar çok iyi bilmekteler ki hadisin bu bölümünün sahih oluşu kesinlik kazanırsa Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sonraki merciliğin Ehl-i Beyt'ten başkasına ait olduğunu ispatlamak artık mümkün olmayacaktır. Önceki programlarda Gadir Hadisini incelerken onların şöyle dediklerini görmüştük: Evet ‘Ben kimin Mevlası isem işte şu Ali de onun mevlasıdır' sözünü Hz. Resulullah (s.a.a.) söylemiştir. Biz de bunu kabul ediyoruz. Ancak bizler “mevla” sözcüğünü muhabbet ve yardım anlamına alıyoruz. Bunda da herhangi bir sorun yoktur. Eğer onlar hadise Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) özel bir derece, menkıbe, özel bir fazilet ve ayrıcalık tanımayan bir anlamı verebilselerdi kuşkusuz bunu yaparlardı. Ancak onlar hadisin, mutlak olarak münakaşa edilmesi mümkün olmayan bir durum hakkında açık, belirgin ve nass hükmünde olduğunu görünce çeşitli yollara tevessül ettiler. Ya hadisin sened itibariyle zayıf olduğunu veya içerik olarak nakledildiğini ya da nakledilen nassın manen rivayet edildiğini veya şazz olduğunu söylediler.

 

Bugün konuyu özet olarak -etraflıca sunacak olursak bu sekiz dokuz ayı bulabilir- ve süratlice anlatacağız. Biz Sekaleyn Hadisi derslerinin 33, 34 ve 35. bölümlerinde bu kısmı sened açısından etraflıca inlemiştik. Ancak burasını çok hızlı bir şekilde işleyerek bu bölümle neyin murad edildiğini incelemeye çalışacağız.

 

İlki, bu hadis Müsnedü'l-İmam Ahmed b. Hanbel'in 17. cildinin üç yerinde geçmektedir. Ayrıca Müsned'in başka yerlerinde de geçmektedir.[4]

 

Soru; Müsnedü Ahmed'de geçen rivayetin bu bölümü sahih midir?

 

El-cevap; bakınız Allame Albanî, Müsned'i kaynak göstererek İmam Ahmed b. Hanbel'den ne aktarıyor: Ben bu kitabı 750.000 hadis arasından seçip, tasnif ettim. Müslümanlar Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bir hadisi hakkında ihtilafa düşerlerse el-Müsned'e müracaat etsinler. Eğer el-Müsned'de geçiyorsa ne ala! Aksi takdirde kanıt değildir.[5]

 

Yani bir hadis İmam Ahmed'in el-Müsned'inde geçiyorsa hüccettir, yoksa değildir.

 

Yani İmam, kitabına aldığı rivayetlerin kendisine göre kanıt olduğunu açıkça belirtiyor. Bizler bu rivayetin en azından Müsned'in 17. cildinde üç defa geçtiğini söyledik.

 

Bu hususu İbn Teymiyye de açıkça dile getirmektedir. O, Minhacü's-Sünnet adlı eserinde şöyle diyor: İmam Ahmed meşhur Müsned adlı eseri telif etmiştir. Onun Fezailü's-Sahabe adında meşhur bir eseri daha bulunmaktadır. O, Fezailü's-Sahabe adlı eserinde Müsned'de rivayet etmediği bazı hadisleri nakleder. Bu hadisler zayıflık barındırmaları yüzünden İmam tarafından Müsned'de nakledilmezler. Yani bu rivayetler mürsel olduklarından veya mürsellik dışında başka zayıflık unsurlarını barındırdıklarından Müsned'de rivayet edilmeye elverişli değildir.[6]

 

Öyleyse bir rivayet Müsned'de geçiyorsa ne zayıftır ne de mürseldir.

 

- Yani mutlak olarak Müsned'de geçiyorsa rivayet kanıt hükmündedir.

 

- Ulema topluluğunun ikrarıyla kanıtlılık özelliğini haiz olduğunu gösteriyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu hadislerin kanıt olması bizim için değil kendileri için geçerlidir. Yani bu ilzamî bir kanıttır. Öyleyse İbn Teymiyye'nin İmam Ahmed İbn Hanbel'e nispet ettiği bu hadisin zayıflığını nereden çıkardığını bilemiyoruz. İmam Ahmed'in kendisi bu hadisi Müsned'inde nakletmiştir. Öyleyse bu hadis ne zayıftır ne de mürsel. Bu ilk kaynaktır.

 

İkinci kaynak mütekaddimun, müteahhirun ve çağdaş ulemadan bu hadisi sahih kabul edenlerdir. İlk şahıs İmam Ahmed İbn Hanbel'dir.

 

İkinci kişi Şerhü Müşkili'l-Asar'ın müellifi, müfessir ve muhaddis İmam Tahavî'dir (h. 321). O ‘Bu ikisi Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklar' hadisini naklettikten sonra şöyle der: Bu rivayetin isnadı sahihtir. Ravilerinde eleştiriye uğrayan hiçbir kişi yoktur.[7]

 

Hadisin sahih olduğunu söyleyenler arasında Hâkim en-Nişaburî, İmam Zehebî ve Hafız İbn Kesir de vardır. O, el-Bidaye ve en-Nihaye adlı eserinde hadisin sahih olduğunu ve ismi geçen iki şahsın da sahih saydığını belirtir. Biz sadece özetle değinip detayını kendi özel yerine bırakıyoruz.

 

İbn Kesir hadisi naklettikten sonra şu kaydı düşer: Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im. Benden sonra bana nasıl halef olacağınıza bakınız! Bu ikisi Havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden asla ayrılmayacaklardır.' Şeyhimiz Ebu Abdullah ez-Zehebî ise ‘Bu hadis sahihtir' der.[8]

 

Hadisin hiçbir varyantında, Allah'ın Kitabı ve Sünnet'im, bu ikisi Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklar, ifadesi geçmez. “Birbirinden ayrılmama” sadece Allah'ın Kitabı ve İtret'im hadisinde geçer.

 

Hadisin dipnotunda ise şu bilgiler verilmektedir: Bu hadisi Hâkim en-Nişaburî falanca kanaldan rivayet etmiş ve rivayetin sahih olduğunu söylemiştir. Zehebî de onun bu yargısına muvafakat etmiştir.[9]

 

Toplamda beş kişi oldular.

 

Hadisin sahih olduğuna işaret edenlerden bir diğeri de el-Camiü's-Sağir'in müellifi Hafız Suyutî'dir (h. 911).

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Bu ikisi Havuzun başında bana kavuşuncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır.' Suyutî hadisin sonuna sahihliği ifade eden ‘S' ve ‘H' simgelerini koyar. Kitabın muhakkiki olan Hamdi ed-Damredaş Muhammed de hadisin sahih olduğunu belirtir.[10]

 

- Yani hem müellif hem de muhakkik rivayetin sahih olduğunu belirtir.

 

- Hadisin sahih olduğuna işaret eden bir diğer âlim de Mecmeu'z-Zevaid'in müellifi Hafız Heysemî'dir: Bu ikisi Havuzun başında bana kavuşuncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır.' Hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir, isnadı ceyyiddir.[11]

 

Hadisin sahih olduğuna işaret edenlerden biri de es-Savaiku'l-Muhrika'nin müellifi Hafız İbn Hacer el-Heysemî'dir. O şöyle der: Sahih bir hadiste şöyle geçmektedir: ‘Bu ikisi Havuzun başında bana kavuşuncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır.'[12]

 

Bir diğer bilgin Ruhu'l-Meanî adlı tefsirin müellifi Allame Alusî'dir. O bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir: Bu ikisi Havuzun başında bana kavuşuncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır' sahih hadisinden anlaşılan…[13]

 

Çağdaş bilginlerden Sahih-ü Süneni't-Tirmizî'nin müellifi Allame Albanî de hadisin sahih olduğunu belirtir. “İtretim olan Ehl-i Beyt'im, Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır.' Rivayet sahihtir.[14]

 

- İmam Tirmizî'nin kendisi de sahih olduğunu kaydeder.

 

- Evet, tam isabet. El-Mucemü'l-Kebir'in müellifi Hafız Taberanî de rivayetin sahih olduğunu belirtir. Bu iki şey kıyamet günü Havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır.[15]

 

Taberanî rivayeti nakleder. Hicretin 360. yılında vefat etmiştir. O, bu rivayeti İmam Fesevî'den aktarır. İmam Fesevî, büyük bir bilgindir. Zehebî, Siyerü Alami'n-Nübela adlı eserinde onun hakkında şöyle der: İmam, hafız, el-hüccet Ebu Yusuf el-Fesevî; hicretten sonra 277 yılında vefat etmiştir. El-Marifet ve't-Tarih adlı eserin müellifidir.  Fesevî bu rivayeti adı geçen eserinde nakleder. ‘Bu iki şey kıyamet günü Havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır.'[16]

 

İbn Teymiyye'nin ibarelerini tekrar okuyalım. ‘Bu rivayet Ahmed b. Hanbel'e sorulduğunda o bu rivayeti zayıf saymıştır. İlim ehlinden çeşitli kişiler de bu rivayeti zayıf saymışlar ve sahih değildir demişlerdir.' Bizler tahkik erbabına, ilim ve marifet ehli hakikat taliplerine doğrudan şöyle bir soru yöneltiyoruz: Ahmed b. Hanbel bu hadisi nerede zayıf saymış? İlim erbabından pek çok kişinin bu hadisi zayıf saydığının delilleri nerededir?

 

- Hadisin bu bölümünden murad edilen şey nedir? Ne kastedilmektedir?

 

- Azizlerim, hadisin bu bölümü birkaç kelimeden oluşmaktadır. Yani hadise müracaat ettiğimizde O'nun hadisin bir bölümünde şöyle buyurduğunu görmekteyiz: ‘Bu iki şey kıyamet günü Havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır. (len yefterika)'

 

- Veya ‘len yeteferreka'…

 

- Doğrudur. Hadisin bazı sigaları len yefterika' iken bir kısmı da ‘len yeteferreka' şeklindedir. Ancak dilsel açıdan içerik aynıdır. Zira her ikisi de aynı kökten türetilmiştir. Azizlerim, hadisten çıkan anlamlara, delaletlere geçmeden önce bu bölümün kelimeleri üzerinde az da olsa durmak istiyorum. Kullanmış olduğum metot budur. Sizler şu anda tefsir sahasına ilişkin araştırmalarımı içeren el-Lübab ve Mantıkü Fehmi'l-Kur'an adlı eserlerime müracaat ettiğinizde ayetlerin tefsirinden önce kelimelerinin üzerinde durduğumu görürsünüz.

 

- Bir tür tümevarım…

 

- Tam isabet! Yani bu kelime ne anlama gelmektedir? Diğer bir ifadeyle bu kelimeler bağımsız olarak ne anlama gelmektedir? Aynı metodu bu hadis hakkında da kullanmak istiyorum. Yani kelimeleri birer birer ele alıp hadisin bu bölümünün ne anlama geldiğini analiz etmeye çalışacağız.

 

- Genel anlam devre dışı bırakılmamalı. Genel anlam sözcüklerden ve bölümlerden elde edilmektedir.

 

- Allah hayrınızı versin.

 

- İlmî tarz bunu gerektirmektedir.

 

- Tam isabet! Yani kelimelerden oluşan bir ifadeyi ele aldığımızda birileri şöyle diyebilir: Sizler hadisin bu bölümünün genel anlamına hangi şeylerden yararlanarak vardınız? Bölümlerinden istifade ederek bu anlama vardık. Örneğin ben unsurlarına -yani hidrojen ve oksijene- bakarak bu şeyin su olduğunu söyleyebilirim.

 

Hadisin bu bölümü ‘innehuma/şüphesiz o ikisi' veya ‘fe innehuma' ya da ‘elâ innehuma' ifadeleriyle başlıyor. Hemen hemen hepsi aynı anlamdadır. Ancak ben ortak ifade olan ‘innehuma' lafzını ele almak istiyorum. İfadede geçen ‘huma' zamiri Kitab ve Sünnet'e atıftır. Biz ilmî açıdan şöyle meydan okuyoruz: ‘Allah'ın Kitabı ve Sünnet'im' şeklindeki Sekaleyn Hadisinin varyantında hadisin bu bölümü yer almamaktadır. Hadisin bu bölümü ‘Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'im' şeklindeki nakillere özgüdür.

 

Soru: Hz. Resulullah (s.a.a.) ‘innehuma/kuşkusuz o ikisi' yerine ‘huma/o ikisi' de diyebilirdi. Kelama niçin ‘innehuma' ifadesi ile başlamıştır? El-cevap: ‘İnne' edatı pekiştirmeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla Hz. Resulullah (s.a.a.) cümleye pekiştirmeye delalet eden bir kelime ile başlamaktadır. Yani bundan sonra söyleyeceğim şey oldukça önemlidir demek istiyor. Eğer önemsiz olsaydı Hz. Resulullah (s.a.a.) ‘huma/o ikisi len yefterika' derdi. Eğer böyle bir ifade kullanmış olsaydı hadis bu pekiştirmeyi içermezdi.

 

Geliniz İmam Ebu Hişam el-Ensarî'nin (h. 761) Muğnî'l-Lebib adlı eserine bir bakalım. O burada şöyle diyor: İnne'nin iki vechi vardır. İlki pekiştirme edatıdır. ‘Muhammedun âlimun/Muhammed âlimdir', ‘İnne Muhammeden âlimun/kuşkusuz Muhammed âlimdir' sözünden farklıdır.[17]

 

Yani inne kendisinden sonrakini pekiştirir. Pasajda geçen iki örnek arasında büyük bir fark bulunmaktadır. Öte yandan eğer cümleyi ‘inne Muhammmeden le âlimun/kuşkusuz Muhammed âlimdir' şeklinde söyleyecek olursak bu ifade iki örnekten daha da kuvvetli bir anlama bürünür, zira iki tane pekiştirme ifadesi içermektedir.

 

Öyleyse ilk nokta Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hadisin bu bölümüne pekiştirme edatıyla başlamış olmasıdır.

 

Bu bölümün ikinci lafzı ‘huma/o ikisi'dir. O ikisi zamirinin mercii de Kitab ve İtret'tir. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Şimdi de ‘innehüma len…' ifadesinde geçen ‘len' harfine geçelim. ‘Len' harfi ne anlama gelmektedir?

 

Azizlerim, konumuz ‘len' harfinden ne anlaşıldığının bilinmesini gerektirmektedir. ‘Len' harfi neyi ifade etmektedir? Örneğin ‘len teranî/asla beni göremeyeceksin' demektir. Yani ‘len' edatı hem olumsuzluğu hem de ebedîliği ifade etmektedir. Bu konu üstünde biraz durmak istiyorum.

 

Nahiv ulemasının açıklamaları şu hususta ittifak göstermektedir: ‘Len' edatı olumsuzluğu ifade etmektedir. Muzarî fiilin başına geldiğinde gelecek zamanın olumsuzluğu anlamını verir. Geçmiş veya şimdiki zamanın olumsuzluğuna delalet etmez. Eğer bir şeyin gelecekte gerçekleşmeyeceğini dile getirmek istiyorsan ‘len' edatıyla söylersin.

 

Dr. Fazıl es-Samerraî'nin Meani'n-Nahv adlı eserinden de bu anlamları elde etmek mümkündür. O bu eserinde şöyle der: Len edatı fiil-i muzarinin başına gelir. Fiilin anlamını gelecek zamana özgü kılar ve ona olumsuzluk katar. ‘Len' edatı ‘sevfe' edatının zıddıdır. ‘Sevfe' edatı gelecekte bir şeyi yapmayı, ‘len' o işi yapmamayı ifade etmektedir. ‘Sevfe' olumlu anlam verirken, ‘len' olumsuz anlam vermektedir. Açıkça bilindiği üzere ikisi bir arada bulunamaz.[18] Ulema arasında ‘len' edatının olumsuzluk anlamının yanı sıra pekiştirme anlamının bulunup bulunmadığı noktasındaysa görüş ayrılığı mevcuttur.

 

Diğer bir konu ise len edatında ebedilik anlamının bulunup bulunmadığı noktasındadır. Bu konu hakkında nahiv bilginleri iki kısma ayrılıyor. İlk görüş, büyük bir edebiyat, nahiv ve lugat bilgini olan Zemahşerî'ye aittir. O şöyle der: ‘Len' edatı hem pekiştirme, hem olumsuzluk hem de ebedilik anlamı verir. Hatta nehy/yasaklamanın ebediliği anlamını verdiğini bile söyleyebiliriz.

 

- Yani mutlaktır.

 

- Yani ebedî gelecek. Bu len edatı pekiştirme anlamını da içeriyorsa cümlede ikinci bir vurgulayıcı unsur var demektir. Yani Hz. Peygamber (s.a.a.) ‘İnnehume la yeteferreka' demedi de ‘İnnehuma len yeteferreka' dedi.

 

- Yani asla, ebeden…

 

- Eğer ilk görüşü -yani Zemahşerî'nin görüşünü- benimsiyor isek ne ala! Eğer bu görüşü benimsemiyor isek, yani ‘len' edatının ebedilik anlamına değil de pekiştirmeye delalet ettiği fikrindeysek yine de iki tane pekiştirme söz konusu olur. Bundan dolayıdır ki Zemahşerî'nin  Fe in lem tef'alu ve len tef'alu fetteku'n-naralleti vekuduhe'n-nasü ve'l-hicarah, üıddet lil kafirın / Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır' (2/el-Bakara/24) ayetinin tefsirinde şu açıklamalarda bulunduğunu görmekteyiz:

 

Nefy anlamını veren ‘len' edatının hakikati nedir diye soracak olursan ben derim ki ‘la' ve ‘len' edatları kardeştirler. Her ikisi de fiil-i muzariye olumsuz-gelecek anlamı verirler. Ancak ‘len' bu hususta daha şiddetli ve daha pekiştiricidir.[19]

 

Yani ‘len' edatı ‘la' ve ‘lem' edatları gibi mi olumsuzluk vermektedir yoksa onlardan daha mı kuvvetlidir şeklindeki bir soruya Zamahşerî ‘len daha özel ve daha kuvvetli bir anlama sahiptir' cevabını vermektedir. 

 

- Yani sıradan bir olumsuzluk edatı değildir.

 

- Pekiştirilmiş olumsuzluk. Öyleyse ‘innehuma len' ifadesinde geçen ‘inne' ve ‘len'in her ikisi de pekiştirme anlamını barındırmaktadır.

 

Devamında Allame Zemahşerî şöyle demektedir: Arkadaşın senin sefere çıkacağından kuşku duyacak olursa bunu ortadan kaldırmak için sen ona ‘Ben yarın asla kalmayacağım' dersin.[20] Sen ‘len usafira/asla sefere çıkmayacağım' dediğinde sefere çıkmayacağına dair bir kesinlikten haber vermek istiyorsun.

 

- Yani bir ısrar söz konusudur.

 

- Tam isabet. Bir kesinlik, bir pekiştirme anlamı var. Bir şeyi lâfzî edatlardan birisiyle pekiştirerek anlatmak istediğinde ‘len' edatını kullanırsın. Bu görüşlerden biridir.

 

Bunun karşısında ise başka bir görüş vardır ki nahiv bilginleri arasında meşhur olan da budur. Bunlar şöyle derler: ‘la' ve ‘len' ancak olumsuzluğu ifade ederler. Cümlede ya lafız ile veya dışsal olgularla ilgili bazı karineler bulunmalıdır ki bunlarla pekiştirme veya ebedîlik anlamı elde edilsin. Dolayısıyla ebedîlik ve pekiştirme ‘len' edatının medlullerinden değildir. Ebedilik ve pekiştirme dışsal karinelerden elde edilir.

 

Bazı örnekler verelim. Bu konu bize göre önemlidir.

 

Hacc Suresinin 73. ayetine bakalım. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Ya eyyühe'n-nasü duribe meselün festemiu leh, innellezine ted'une min dunillahi len yehluku zübaben ve levictemu leh/Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar' (22/el-Hacc/73) ayet-i kerimenin son bölümünde Allahu Teâlâ ‘la yahluku zübaben' yerine ‘len yahluku zübaben' buyurmaktadır. Söz konusu ‘len' edatı ayette ebedî olumsuzluğu mu yoksa sadece olumsuzluğu mu ifade etmektedir? Elbette ki burada ebedî olumsuzluk anlamını mevcuttur. Yani Allahu Teâlâ'dan başkasının tek bir sinek yaratması bile imkânsızdır.

 

Ebedîlik anlamını nereden elde ettik? Zemahşerî el-Mutezilî'ye göre bu anlamı ‘len' kelimesinin kendisinden elde ettik, ‘len' edatı başlı başına bu anlamı vermektedir.

 

Nahiv bilginlerinin meşhurlarına göre ise bu anlamı ‘len' edatı değil dışsal karineler vermektedir. Dışsal karineler Allahu Teâlâ'dan başka bir yaratıcının mevcut olmadığına delalet ediyor.

 

Ancak bunlar ebedilik anlamını ‘len' lafzından değil dışsal karinelerden elde ettiklerini söylemektedirler.

 

İbn Hişam'ın Muğnî'l-Lebib adlı eserinde şöyle dediğini görmekteyiz: Zemahşeri'nin hilafına ‘len' edatı ne pekiştirme ne de ebedilik anlamı verir. O, Keşşaf adlı eserinde bu edatın pekiştirme anlamı verdiğini söylemektedir.[21]

 

Yani ‘len' edatı sadece olumsuzluk anlamı verir. Pekiştirilmiş olumsuzluk veya ebedî olumsuzluk anlamı dışsal karinelerden elde edilir.

 

Soru: Efendim, ‘len yeteferreka' ifadesinde geçen ‘len' edatının bu anlamlardan hangisini veya hangilerini ifade ettiği hakkındaki görüşünüz nedir?

 

El-cevap: Eğer İmam Zemahşerî'nin görüşüne göre hareket edecek olursak Kitab-İtret ayrılmazlığı hem pekiştirilmiş oluyor hem de ebediliği ifade ediyor.

 

Azizlerim, ‘len' edatının ebedilik ifade edişi bütün nahiv bilginleri nazarında kabul gören ilmî bir görüş değildir. Bu görüş sadece Zemahşerî'ye ve onun bazı bağlılarına aittir, nahiv bilginleri arasındaki meşhur görüşe göre ‘len' edatı ebedilik anlamı vermez.

 

Azizlerim konuyu uzatmayalım ve önümüzdeki programda tamamlamaya çalışalım. Öyleyse Sekaleyn Hadisinde geçen ‘len' edatı Zemahşerî'nin görüşünden hareket edecek olursak hem tekidi hem de ebediliği ifade etmektedir. Nahiv bilginlerinin meşhur görüşünden hareket edecek olursak hadisteki karinelerden dolayı şöyle deriz: Kuran ve Ehl-i Beyt ayrılmazlığı dünya için geçerlidir. Dünyada asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır.

 

- Havuz başına kadar…

 

- Yani Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) Sekaleyn Hadisini söylediği andan Havuz başına varıncaya kadar bu ayrılmazlık sürecektir. Dünya, berzah ve haşr-i ekber âlemlerinde birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Peki Havuz nedir? Havuz, haşr-i ekberin menzillerinden biridir. Havuz öyle bir konuma sahiptir ki bu merhaleden sonra insanlar iki kısma ayrılacaklardır. Ya cennete ya da cehennem ateşine gireceklerdir. Kevser Havuzundan içenler cennete girecekler. Zira bu su onları temizleyecektir. Onları tertemiz ve kâmil kılacaktır. Bu havuzdan men edilen ve içilmesine müsaade edilmeyenler ise cennetten uzaklaştırılacak olanlardır. Sahihü'l-Buhari'de okuduğumuz hadislerde de gördüğümüz gibi sahabeden bir grup getirilecek ve Havuzdan uzaklaştırılacaklardır.

 

Bu görüş ayrılığı her iki durumda da konumuza hiçbir şekilde tesir etmemektedir. Yani Kur'an-Ehl-i Beyt ayrılmazlığı Havuz başında Hz. Resulullah'a (s.a.a.) varıncaya kadar sürecektir.

 

Aziz izleyicilerimiz hadisin kelimelerinin incelenmesine önümüzdeki programda devam edeceğiz.

 

- Sizlere ve Seyyid Kemal Haydari Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizleri Allah-u Teâlâ'ya emanet ediyoruz. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.

   

 



[1] İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünne, c. 4, s. 300 Tahkik Doktor Muhammed Reşad Salim, Darü'l-Fazilet.

[2] Müsnedü İmam Ahmed, c. 17, s. 170, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale.

[3] Şeyh Salih İbn Abdülaziz İbn Muhammed İbn İbrahim Alı'ş-Şeyh, el-Leali'l-Behiyye fi Şerhi Akideti'l-Vasıtiyye, c. 2, s. 461, Tahkik Adil İbn Muhammed Mürsi Rıfai, Darü'l-Asıme, 1. Basım, 1430.

[4] Müsnedü'l-İmam Ahmed c. 17, s. 170; c. 17, s. 211; c. 17, s. 309.

[5] Muhammed Nasırüddin Albani, ez-Zebbü'l-Ahmed An Müsnedi'l-İmam Ahmed, s.12, Darü's-Sıddîk.

[6] Age, agy.

[7] Ebu Cafer et-Tahavi, Şerhü Müşkili'l-Asar, c. 5, s. 18-9, Hadis No:1765, tahkik, tahriç ve talik Allame Şuayb el-Arnavut.  

[8] Hafız İmadüddin Ebu'1-Fida İsmail İbn Ömer İbn Kesir, el-Bidayetü ve'n-Nihaye, c. 7, s. 668, Tahkik Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki, Darü'l-Alemi'l-Kütüb.

[9] Age, agy.

[10] Hafız Celalüddin es-Suyuti, El-Camiü's-Sağîr, c. 2, s. 544, 2631 no.lu hadis, Tahkik Hamdi Timurtaş. Muhammed, Mektebet-ü Nizar Mustafa, Mekke.                                                                                                                                     

[11] Hafız İbn Hacer el-Heysemî el-Mısrî, Mecmeü'z-Zevaid ve Menbeü'l-Fevaid, c. 9, s. 182-3.

[12] Hafız İbn Hacer el-Heysemî el-Mısrî, es-Savaiku'l-Muhrika, c. 2, s. 653.

[13] Allame Alusî, Ruhu'l-Meanî, c. 21, s. 305, Tahkik Mahir Habuş.

[14] Muhammed Nasırüddin Albanî, Sahihü Süneni't-Tirmizî, c. 3, s. 542, Hadis No: 3788

[15] Ebü'l-Kasım Süleyman İbn Ahmed et-Taberani, el-Mucemü'l-Kebîr, c. 5, s. 169-170, Hadis No: 4980, Darü İhyai't-Türasi'l-Arabî.

[16] İmam Ebu Yusuf el-Fesevî, El-Marifet ve't-Tarih, c.1, s. 295.

[17] İmam Ebu Hişam el-Ensarî el-Mısrî, Muğnî'l-Lebib an Kütübi'l-Earîb, c.1, s. Tahkik Muhammed Muhyiddin Abdülhamiyd, Dar-ü İhyai't-Türasi'l-Arabî.

[18] Doktor Fazıl es-Samerraî, Meani'n-Nahv, c. 1, s. 310, Müessetü't-Tarihi'l-Arabî.

[19] Allame Carullah Zamahşeri, el-Keşşaf an Hakaiki Ğavamidi't-Tenzil ve Uyunu'l-Ekavil fi Vucuhi't-Tevil, c. 1, s. 224, Tahkik Adil Ahmed Abdülmevcud ve Şeyh Muhammed Ali Muavviz, Mektebetü'l-Ubeykan, 1418, Riyad, Suudi Arabistan,  

[20] Age, agy.

[21] İbn Hişam, Muğni'l-Lebîb, c.1, s. 284.

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net