Trump’ın İran’la savaşa yönelmesinin beş nedeni

Trump’ın İran’la savaşa yönelmesinin beş nedeni
Elbette IRGC Irak’ta Şii milisler aracılığıyla, ABD’ye karşı dolaylı yoldan askeri savaşım verdi. Fakat aynı zamanda IŞİD’e karşı savaşan en kritik güçlerden biri oldu.

 

 

Dr. Trita Parsi

 

 

LobeLog / Global Research

 

 

Bir konuda hata yapmayalım: İran'la olan nükleer anlaşmasıyla ilgili bir kriz yaşamıyoruz. Bu anlaşma yürürlükte ve Bakanlar Mattis ve Tillerson'dan ABD ve İsrail istihbarat servislerine ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na kadar herkes bir konuda aynı fikirde: İran anlaşmaya riayet ediyor. Fakat Trump, işlemekte olan bir anlaşmayı alıp bir krize – savaşa yol açması çok muhtemel olan bir uluslararası krize – dönüştürmenin eşiğinde. Trump'ın önümüzdeki günler için planlandığı, İran anlaşmasının iptal edildiğinin duyurulması kendi başına anlaşmayı çökertmese de, aşağıda ortaya konulan beş biçimde, savaş riskini arttıran bir süreci tetikleyecektir.

 

1. Eğer anlaşma çökerse, İran'ın nükleer programı üzerindeki kısıtlamalar da çöker

 

Nükleer anlaşması, yahut Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA), iki çok kötü senaryoyu masadan kaldırdı: İran'ın nükleer bomba üretmesinin bütün yollarını bloke etti ve İran'la savaşı engelledi. Trump, anlaşmayı öldürerek, bu kötü senaryoların her ikisini de masaya geri getiriyor

 

Losing an Enemy – Obama, Iran and the triumph of Diplomacy [“Bir Düşmanı Kaybetmek: İran ve Diplomasinin Zaferi”] isimli kitabımda ortaya koyduğum üzere, Barack Obama yönetiminin kendini krize diplomatik bir çözüm bulmaya bu denli adamaya götüren şey, bir askeri çatışma tehlikesinin son derece gerçek olmasıydı. Ocak 2012'de, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Leon Panetta kamuoyu önünde, İran'ın fasıla süresinin – yani bomba yapma kararı almasından bomba malzemeleri yapma kararı almasına kadar ihtiyaç duyacağı sürenin – on iki ay olduğunu söyledi. İran'a uygulanan ve hem nükleer programını geciktirmeyi hem de İranlıları nükleer programının sürdürülemeyecek kadar maliyetli olduğuna ikna etmeyi amaçlayan büyük yaptırımlara rağmen İranlılar nükleer faaliyetlerini agresifçe sürdürüyordu.

 

Tam bir yıl sonra, Ocak 2013 itibariyle Beyaz Saray'da yeni bir aciliyet hissi hâsıl oldu.  İran'ın fasıla süresi on iki ayda yalnızca 8 ila 12 haftaya kadar inmişti. İran'ın bomba için hamle yapması halinde Amerika Birleşik Devletleri'nin Tahran'ı askeri yoldan durduracak yeterli zamanı olmayabilirdi. Eski CIA ikinci direktörü Michael Morell'a göre, İran'ın fasıla süresinin daralması, ABD'nin “İran İslam Cumhuriyeti'yle savaşa 1979'dan beri hiç olmadığı kadar yakın olmasına” sebep olmuştu. Başka ülkeler de tehlikeyi idrak ediyordu.

 

Rusya Dışişleri Bakana Yardımcısı Sergey Ryabkov bana, “askeri eylem tehdidi, bir fırtına öncesinde havada elektriğin hissedildiği gibi hissediliyordu” demişti.

 

Başkan Obama'nın vardığı sonuca göre, hiçbir şeyin değişmemesi halinde ABD yakında iki seçenekle karşı karşıya kalacaktı: Ya İran'la (İsrail'den, Suudi Arabistan'dan ve ABD içindeki bazı unsurlardan gelen baskının sonucunda) nükleer programını durdurması için savaşa girmek ya da İran'ın oldubittisine razı gelmek. Bu kaybet-kaybet durumundan tek çıkış yolu diplomatik bir çözümdü. Üç ay sonra ABD ve İran, Umman'da çok önemli bir gizli toplantı gerçekleştirdi ve burada Obama yönetimi, JCPOA için yolu hazırlayan diplomatik bir atılım yapmayı başardı.

 

Anlaşma, savaşı önledi. Anlaşmanın öldürülmesi barışı engelleyecektir. Eğer Trump anlaşmayı çökertir ve İranlılar programlarını yeniden başlatırsa, ABD yakında kendisini yeniden, Obama'nın 2013'teki ikilemiyle karşı karşıya bulacaktır. Aradaki fark ise şu andaki başkanın, diplomasiyi yürütmek bir yana, ifade etmesini bilmeyen bir adam olan Donald Trump olmasıdır.

 

2. Trump, İran Devrim Muhafızları'yla kavga planlıyor

 

Anlaşmanın iptali hikayenin yalnızca yarısı. Trump aynı zamanda bölgede İran'la yaşanan gerginlikleri önemli ölçüde tırmandırmayı planlıyor ve buna, hem Bush hem de Obama yönetimlerinin reddettiği bir önlem de dâhil: İran Devrim Muhafızları'nı (IRGC) terör örgütü ilan etmek. Elbette IRGC Irak'ta Şii milisler aracılığıyla, ABD'ye karşı dolaylı yoldan askeri savaşım verdi. Fakat aynı zamanda IŞİD'e karşı savaşan en kritik güçlerden biri oldu.

 

Gerçekte, bu ilan ABD'nin hâlihazırda Devrim Muhafızları'na yaptığı veya yapabileceği baskıya çok da fazla bir şey eklemez. Fakat işleri, Amerika Birleşik Devletleri'ne herhangi bir açık fayda sağlamaksızın, çok tehlikeli bir şekilde kilitler. Bunun mahzurları ise apaçıktır. IRGC komutanı Muhammad Ali Caferi geçtiğimiz hafta sert bir ikazda bulundu:

 

“Eğer Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin Devrim Muhafızları'nı terör örgütü olarak görme ahmaklığıyla ilgili haberler doğruysa, Devrim Muhafızları da dünya çapında Amerikan ordusunu IŞİD'in bir benzeri olarak görecektir.”

 

Eğer IRGC bu uyarıda söylediğini yapar ve ABD askerlerini hedef alırsa – ki Irak'ta bu şekilde 10 bin hedef var – savaşa yalnızca birkaç adım mesafe kalır.

 

3. Trump, bir çıkış rampası olmadan durumu kızıştırıyor

 

Kızıştırma, bütün koşullar altında tehlikeli bir oyundur. Fakat diğer tarafın sizin işaretlerinizi doğru şekilde okumasını sağlayacak ve gerilimi azaltma mekanizmaları sunacak diplomatik kanallarınız olmadığı zaman daha da tehlikelidir. Bu türden çıkış rampalarının olmaması, frensiz araç kullanmaya benzer. Gaza basabilir, çarpabilirsiniz, fakat fren yapamazsınız.

 

Ordu komutanları bunu anlıyor. Eski Genelkurmay Başkanı Amiral Mike Mullen'ın Obama yönetimi diplomasiye yönelmeden önce yaptığı ikaz bu yöndeydi.

 

Mullen, “1979 yılından beri İran'la doğrudan iletişim bağımız olmadı” diyordu: “Ve ben bunun pek çok yanlış hesap tohumu ektiğini düşünüyorum. Yanlış hesap yaptığınız zaman durumu kızıştırabilir ve yanlış anlayabilirsiniz… Biz İran'la konuşmuyoruz, bu yüzden de birbirimizi anlamıyoruz. Eğer bir şey olursa, hatasız davranmayacağımız kesin: yanlış bir hesabın olacağı kesin ve bu, dünyanın bu kısmında aşırı derecede tehlikeli olacaktır.”

 

Mullen bu ikazı, sık sık fazla kısıtlı olmakla ve askeri güç kullanma konusunda fazla isteksiz olmakla eleştirilen Obama başkanken yapmıştı. Bugün durum odasında Trump'ın sözü geçerken Mullen'un ne kadar sinirli ve endişeli olacağını tahayyül edin.

 

4. ABD'nin bazı müttefikleri kendilerinin yerine ABD'nin İran'la savaşmasını istiyor

 

İsrail, Suudi Arabistan ve BAE'nin yıllardır ABD'yi İran'la savaşa ittiği sır değil. Özellikle İsrail bizzat kendisi önleyici askeri eylem tehditlerinde bulunduğu gibi, nihai amacı da Amerika Birleşik Devletleri'ni İsrail için İran'ın nükleer tesislerine saldırmaya ikna etmekti.

 

Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın bu yılın Temmuz ayında İsrailli Ynet gazetesine itiraf ettiği gibi, “niyet, Amerikalıların hem yaptırımları arttırmasını hem de operasyonu gerçekleştirmesini sağlamaktı”. Bugün İsrail güvenlik yapısı nükleer anlaşmasının ortadan kaldırılmasına karşı çıksa da (bizzat Barak bunu bu hafta New York Times'a verdiği bir röportajda söyledi), İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun bu konuda fikrini değiştirdiğine dair bir gösterge bulunmuyor. Netanyahu Trump'a anlaşmayı “ya tadil etme ya da feshetme” çağrısında bulundu, ancak anlaşmanın nasıl tadil edileceği hakkındaki kriteri, anlaşmanın çökmesine yol açacak derecede gerçekçilikten uzak – bu ise ABD'yi İran'la savaş yoluna getirecektir.

 

Trump'tan daha kötü bir muhakeme yeteneği olduğu ileri sürülebilecek bir tek kişi varsa o da Netanyahu'dur. Nihayetinde, Netanyahu'nun 2002 yılında Irak'ın işgal edilmesi için lobi faaliyeti yürütürken ABD'li yasa koyuculara söylediği şey şuydu: “Eğer Saddam'ı, Saddam'ın rejiminin devirirseniz, siz bunun bölge üzerinde muazzam pozitif yansımaları olacağının garantisini verebilirim.”

 

5. Trump'ın bağışçıları, İran'la savaşı başlatma saplantısı içinde

 

Bazıları Trump'ın – bu yola girmeme konusunda üst düzey danışmanlarının neredeyse konsensüsle verdikleri tavsiyeye rağmen – İran anlaşmasını bozma arayışı içinde olmasının, tabanından gelen basıncın sonucu olduğunu ileri sürdü. Fakat tabanının bu meseleyi çok da önemsediğini gösteren bir kanıt bulunmuyor. Daha ziyade, Eli Clifton tarafından titizlikle belgelendiği üzere, Trump'ın İran anlaşmasını sonlandırma saplantısını arkasındaki en adanmış güç onun tabanı değil, üst düzey Cumhuriyetçi bağışçılardan oluşan küçük bir grup.

 

Clifton geçtiğimiz ay, “Az sayıdaki büyük kampanya ve hukuki savunma bağışçıları İran hakkında uç yorumlar yaptı ve en az bir örnekte İslam Cumhuriyeti'ne karşı nükleer silah kullanılmasını savundu” diye yazmıştı.

 

Örneğin Home Depot şirketinin kurucusu milyarder Bernard Marcus, Rusya'nın seçime müdahalesinin araştırılmasından sonra Trump ve Donald Trump Jr.'ın avukat masraflarını ödemesi için Trump'a 101,700 dolar verdi. Koruma fonu milyarderi Paul Singer, Washington'daki savaş yanlısı gruplara yardım eden ve Trump'ın mali destek için bel bağladığı bir diğer büyük bağışçı. En meşhur milyarder bağışçı ise elbette, Trump yanlısı Super PAC Future 45'e 35 milyon dolar katkı yapan Sheldon Adelson. Tüm bu bağışçılar yönetimi İran'la savaşa teşvik ederken, istisnai olarak Adelson, ABD'nin bir müzakere taktiği olarak İran'ı nükleer silahlarla vurması gerektiğini savunacak kadar ileri gitti.

 

Şu ana kadar Trump bu milyarderlerin tavsiyelerini, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı'nın tavsiyelerine üstün tuttu. Daha birkaç ay önce yukarıdaki beş senaryodan hiçbiri gerçekçi değildi. Fakat Trump buna karar verdiği için bu senaryolar makul, hatta olası hale geldi. Tıpkı George Bush'un Irak işgalinde olduğu gibi, Trump'ın İran'la çatışması bir zorunluluğun ürünü değil, bir tercihin ürünü olacaktır.

 

 

www.medyasafak.net