Küresel yoksulluk: Zenginlerin yoksulları ve dünyayı yemesi

Küresel yoksulluk: Zenginlerin yoksulları ve dünyayı yemesi
Büyük yalanlar, bugüne kadar şu gibi cümlelerde vücut buldu: “Dünya yoksulluğunun ele alınmasında ilerleme kaydedildi”, “Aşırı yoksulluk, 1990’dan bu yana yarıya indirildi.”

 

 

 

Büyük yalanlar

 

 

 

Prof. John McMurty

 

 

Global Research

 

 

Oxfam'ın, ana akım medyanın göz ardı ettiği, 2016 Davos raporunda enteresan bir bilgiye yer verildi: En zengin 62 kişinin serveti -2010'da bu rakam 388'di- dünya nüfusunun %50'sinin sahip olduğu miktardan daha fazla. Oxfam'ın raporunda kamudaki güvenilir kaynaklarından edindiği bir diğer çarpıcı veri ise şuydu: Dünya nüfusunun yarısının paylaştığı bu pay, son beş yıl içerinde %40 oranında erimiştir

 

Büyük yalanlar, bugüne kadar şu gibi cümlelerde vücut buldu: “Dünya yoksulluğunun ele alınmasında ilerleme kaydedildi”, “Aşırı yoksulluk, 1990'dan bu yana yarıya indirildi.”

 

 

İnkâr edilemez gerçekleri ters çevirmek

 

Akıl almaz bir biçimde, insanlığın fakir yarısının, sahip olduğu servetin son beş yılda %50'sini kaybettiğine dair eldeki güçlü kanıtlara rağmen “Hiç olmadığı kadar yüksek sayıda fakir, yoksulluktan kurtarılmaktadır” şeklindeki beylik ifadelerin servis edilmesine mütemadiyen devam ediliyor.

 

Bu büyük yalan etkileri açısından önemlidir. Sadece -hakkındaki başarıya ulaştığına dair yaygın iddiaların aksine- (kimse fark etmese de) küreselleşme teorisi değil, aynı zamanda bunun bir sonucu olarak temel pazar teorisi ve dogması da çökmüştür. Küresel ekonomi, insanlığa sarsılmaz bir fayda olarak sunuluyor ancak hakikat bunun tam zıddıdır. Gerçekte yüz milyarlarca dolar para fakir ve muhtaçlardan zenginlere doğu akmaktayken “Trickle-down Theory” (zenginlerin ekonomik durumundaki iyileşmenin zaman içerisinde yoksullara yarayacağını öngören teori)  ne işe yarayacak ki…

 

Bizler sahada bunun tam aksi bir gerçeklikle yüz yüzeyken onlar bıkıp usanmadan küresel ekonominin “herkes için daha fazla zenginlik” getireceğini iddia ediyorlar. Yoksullar, küresel servetten paylarına düşen miktarın tartışmasız yarısını kaybederken bu esnada zenginler kendilerininkini katlıyor.

 

Deliller kısaca şöyle diyor: Küresel ekonomiyi haklı gösteren temel ahlaki ve iktisadi iddiaların tümü, her geçen gün daha da büyüyen, koca bir yalandır… Yalan olmasından daha kötüsü, yoksullaşma gerçeğiyle yüz yüze yaşamakta olan bu milyarlarca kurbana ait, -sistem tarafından şartlarının sürekli iyileştirildiği iddia edilse de -insanlığın fakir yarısının sahip olduğu bu azıcık meblağ da sadece beş yıl içinde ortadan kaybolup trilyon dolarlar şeklinde zenginlerin cebine doldu.

 

Bir yandan yoksulları canlı canlı yiyen küresel sistem, “fakirliği iyileştirme” yalanıyla ayakta tutulurken; öte yandan daha da ileri gidilerek çoğunluğun daha fazla soyulmasını sağlamak için tasarruf politikaları adı altında  “daha fazla kemer sıkma”, “lüksün azaltılması”  ve “daha fazla esnek çalışma saatleri”  gibi argümanlar ortaya atıldı, bununla tek kelime ile daha çok “açlığa” sebep olundu, insanların yaşamları ve yaşam koşulları “herkes için daha fazla özgürlük ve refah” sloganı ile daha fazla sömürüldü.

 

 

Hayatın yiyip bitirildiği gerçeğini maskeleyen istatistiksel kılıf

 

Dünya Bankası, IMF ve benzeri figürlerin yoksulların dünyanın dört bir yanında fakirlikten nasıl kurtulmaya başladıklarını göstermek için yaptıklarına benzer bir biçimde, reklam medyası The Guardian ve New York Times'ta manşetten fakir çoğunluğun gazını almak için iş ve can güvenlikleri hususlarındaki şartların ezici bir biçimde iyileştiğini söyler. Böylece çok büyük yalanlar, ekonomistlerin ve sosyal bilimcilerin gözlerini bile kırpmadan yaydıkları gerçekler olarak tahkim edilmiş olur.

 

Nitekim yoksulun “yoksulluk” ve “mutlak yoksunluktan” çıkışı yolunda elde edildiği öne sürülen bu “büyük kazanımlar”,  gerçekte günde bir fincan kahveden daha az bir gelirden başkası değildir. Gözden ustaca kaçırılmış, ama okuyucunun ilk bakışta fark edebileceği türden bir gözlem… Zira büyük yalanların hipnotik köleliği, başka hiçbir yaşam destek sistemine yapılmadığı kadar desteklenmiştir. Yoksulları, kendileri gibi büyük yalanlara maruz bırakmayıp bu yanılsamaya dikkat çektiğimde, böyle yaparak onları hayal kırıklığına uğratmışım gibi bana yüksek perdeden kızgınlık gösteren ekonomist ve röportajcılar gördüm. Böylelikle şunu gördük: Maskelenmiş yalanlar, kamunun ve uzmanların kabullerine -artık gerçeklere ilgi duymalarını imkânsız kılacak kadar- derinlemesine nüfuz etmiştir. Bu büyük yalanlar arka planda ardı arkası kesilmez daha büyük yalanlara sebep olacak, onlar da “özgür dünyayı savunmak” adına yürütülen sonu gelmez  yersiz çatışmalar ve kavgalara…

 

Bir kişi çıkıp da fakirleri yoksulluktan çıkaran gelir artışının tipik olarak, en azından ailelerini barındırdıkları bir meskenleri, temiz havaları, temiz suları ve uçsuz bucaksız yaşam alanlarına sahip oldukları köylerinden kirli, güvenliksiz ve insanlık dışı koşullarda yaşadıkları şehirlere göç eden kişilere atıf yaptığını gözlemlemiyor. Kısacası, standart artı eksi 1,5 dolarlık bir “fakirlik ve aşırı fakirlikten çıkış” ölçümü, insanlık dışı bir biçimde abes ama maalesef bu, sistemin iyi kötü işlediğine dair muzafferane bir kanıt olarak kullanılıyor.

 

 

Karşı Devrim Sosyal Evrime karşı

 

Tarih boyunca görülmemiş bu fakirden zengine servet geri-dağılımı, (şimdilerde “eşitsizlik” ifadesi altında gömülen hatta “pazar reformları” bile denilen), insanlara “geliştirilmiş rekabet”, “liberalize edilmiş deregülasyon”,  “azaltılmış refah maliyetleri” ve “zevk ve eğlencedeki taşkınlıkları gidermek için kemer sıkma programları” adları altında yutturuldu.

 

Aslında bu propaganda koşulları altındaki vatandaşlar, dünyayı sömüren “özel para kabuğu oyununa” inandırılmaktayken, insanlığın yoksul yarısı trilyon dolarlık bir serveti kaybediyor, buna karşılık, “küresel karmaşanın” operasyonları marifetiyle, en zengin 62 insan servetlerini neredeyse ikiye katlıyor. Oxfam'ın Davos raporunda vurguladığı bir diğer husus da şöyle: Hiçbir zaman üretmeyen bazı yatırımcılara dünya çapında sağlanan vergi muafiyetiyle yılda 760 milyar dolar para akıyor. Yine, küreselleşmenin sunduğu sınırsız para-sermaye özgürlüğü, fakirlerin “yoksulluğun azaltılması” yalanıyla mahrum bırakılışıyla eş zamanlı olarak zenginleri muazzam miktarda zenginleştiriyor.

 

Yazının bu kısmında, ortak yaşamı geliştirmek amacıyla kurulmuş kamu kurum ve kuruluşlarına ait fonları soymaya dayalı bir sistemden bahsedeceğim. Kamu hizmetleri -alt yapı hizmetleri de dahil- sürekli olarak sekteye uğrar. Buna sadece sonu gelmez ödenek kesintileri veya özelleştirme sorunları sebep olmaz. Bir diğer sebep, kamu politikalarının bir lobi tarafından kontrol altında tutuluyor oluşudur. Ancak vergi muafiyeti kisvesi altında her geçen gün artan ve yılda bir trilyon doları bulan vergi kaçakçılığını önleme konusunda hükümetler kılını dahi kıpırdatmaz.

 

İnsanlığın şartlarının giderek artan kötüleşmesine ve çöküşüne engel olabilmek adına, toplumsal ve çevresel koşulları destekleyici sistemlere yatırım yapabilecek hükümetler ya iflasa sürükleniyor ya da vatandaşlarının büyük kısmı ile birlikte büyük borçların kölesi haline getiriliyor. Ekonomik talebin kamu ve çoğunluk düzeyinde azalması dolayısıyla dünya ekonomisi çok daha derin bir durgunluğa giriyor.

 

 

Küresel rekabet, dünyayı canlı canlı yemek

 

İnsanın evriminin geldiği son nokta: Sınırlar ötesi sistemin hayatta kalmak için, büyük çoğunluğu giderek daha fazla fakirleştirip zenginin servetini kat be kat artırdığı koşullarda daha fazla para ve emtia temini için yarışmak zorunda kalması… Gerçekler artık böyle… Organize küreselleşme sadece kontrolden çıkmış değil... Dünyayı -ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerin tamamını çökertmek suretiyle- her cihetten canlı canlı yiyor. Küresel rekabet aslında şu demek: Daha önce eşine rastlanmamış ölçekte bir talan ile çevre yağmalanıp kirletiliyor ve bu da çoğunluğun hayatının manasını ve güvenliğini yok ediyor. Buna rağmen tek çözüm “sistemin gelişmesi”  olarak farz ediliyor. Bu sistem klinik delilik…

 

 

Çeviri: Medya Şafak