Ayetullah Kemal Haydari: İbn Teymiyye’nin Gadir Hadisine bakışı (1)

Ayetullah Kemal Haydari: İbn Teymiyye’nin Gadir Hadisine bakışı (1)
"Öncelikle defalarca üzerinde durduğumuz bir hususa işaret etmek istiyorum. Şeyh İbn Teymiyye’nin eserlerinin genelinde görülen manzara şudur: O, Ali (a.s.) ile ilgili bir fazilet, menkıbe ve özelliği ele aldığında şu adımları izler..."

 

 

 

 

- Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla…

 

Salat ve selam Efendimiz Muhammed'e ve tertemiz Âl'ine olsun. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu. “Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programımızın yeni bir bölümünde yeni bir konuyu sunmak için sizlere merhabalar diyoruz. Konumuzun başlığı “İbn-i Teymiyye'nin Gadir Hadisine Bakışı”dır.

 

Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e merhabalar diyoruz. Seyyidim, tabiatiyle bütün konular bir girişe ihtiyaç duymaktadır. Girişler bazen metodla ilgili olur, bazen de içerikle. Sorumuz içerik ile ilgili olsun. İlk sorumuz budur.

 

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Öncelikle defalarca üzerinde durduğumuz bir hususa işaret etmek istiyorum. Şeyh İbn  Teymiyye'nin eserlerinin genelinde görülen manzara şudur: O, Ali (a.s.) ile ilgili bir fazilet, menkıbe ve özelliği ele aldığında şu adımları izler:

 

İlk adım: Eğer yol bulabilirse, hemen o hadis hakkında “Bu hadis sened açısından uydurmadır ve düzmecedir” der. Hatta yol bulamazsa dahi buna kalkıştığını görmekteyiz. Nitekim bunun örneklerini “muahad” ve “Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” hadislerinde gördük. Peki niçin böyle bir şeye tevessül etmektedir? Çünkü o, okuyucunun kendisine güvendiğini biliyor. Kendisi bir hadis hakkında “uydurma veya yalandır” dese, okuyucunun, hadisin isnad zincirini araştırmaya gerek duymayacağını bilmektedir. Buna göre ilk adım hadisin uydurma olduğunu söylemesi.

 

İkinci adım: Eğer hadisin isnad zinciri münakaşa edilemeyecek kadar sahih ise içeriğini boşaltmaya çalışır. “Esasında bu hadis, övgüden ve faziletten daha çok yergiye yakındır” der. “Menzilet” hadisinde bu metodu takip ettiğini aziz dostlarımız hatırlayacaklardır. Şöyle ki: Ali b. Ebu Talib (a.s.), Resulullah'ın kendisini Medine'de bırakacağını işitince üzülmüştü. Resulullah (s.a.a.) gönlünü hoş etmek için "Ey Ali! Senin bana konumun Harun'un (a.s.) Musa'ya konumu gibidir" buyurmuştu. Böylece zihne bu hadis övgüden daha çok yergiymiş gibi bir düşünce getirmektedir. Bu tutumu, Hz. Zehra (a.s.), İmam Hasan ve Hüseyin (a.s.) için de ortaya koymaktadır.

 

Yani ikinci adımı, İmam Ali (a.s.) ile ilgili faziletlerin ve menkıbelerin muhtevasını boşaltmak şeklindedir.

 

Üçüncü adım: İlk iki adımı uygulayamadığı yerlerde üçüncü adıma geçerek şöyle der: Velev ki Ali'nin (a.s.) böyle bir fazileti olmuş olsun, bu fazilet sadece O'na özgü değildir ki! Diğerleri de bu fazilette O'nunla ortaktırlar. Hatta diğerlerinde Ali'de (a.s.) bulunandan daha üstün fazilet bulunmaktadır.

 

Bütün araştırmacılara şöyle bir çağrıda bulunuyorum: Bu hakikate dikkat etsinler.

 

İnşallah bu programda Gadir Hadisini ele alacağız. Gadir Hadisine bu üç adımı uygulayıp uygulamadığını göreceğiz. İkinci olarak da İmam Ali ile ilgili nasslarda kullandığı bu stratejiyi diğerleri için de kullanıp kullanmadığını göreceğiz. Örneğin Muaviye, Ümeyyeoğulları, Ebubekir, Ömer ve Osman ile ilgili rivayetlerde de aynı adımları uygulayıp uygulamadığına bakacağız. Aynı mantık örgüsünü diğerleri hakkında kullanıp kullanmadığına da göz atacağız.

 

- Hz. Ali ve Ehl-i Beyt özelinde varid olan nasslara ilişkin İbn Teymiyye'nin bakış açısını ortaya koydunuz.

 

- Şimdilik sadece Ali (a.s.) ile ilgili rivayetlerle ilgileniyoruz.

 

- Konumuz Gadir Hadisine İbn Teymiyye'nin bakışıdır.

 

- Asli konumuz Gadir Hadisidir evet. Aziz dostlarım, bu adımları Gadir Hadisine uygulamaya çalışacağız. Değerli izleyiciler biliyorlar ki, Ali (a.s.) için sabit olan ve diğer sahabe arasında imtiyaz ettiği makamların, fazilet ve rivayetlerin en önemlilerinden biri bu Gadir Hadisidir.

 

Hz. Resulullah'ın "Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır" hadisini İmam Ali'nin dışında birisi için söylediği sabit değildir. Bu makam sadece Ali (a.s.) için sabittir. Gadir Hadisinin anlamını şimdilik devre dışı bırakıyoruz. “Mevlâ” sözcüğünün “muhabbet” anlamına gelip gelmediği tartışmalarına da şimdilik girmek istemiyorum. Acaba Hz. Resulullah (s.a.a.) neden elini Ali'nin (a.s.) üzerine koyup bu tür ifadeler kullandı? Bu cümleleri neden başkaları hakkında kullanmadı? Değerlendirmeyi değerli izleyicilere bırakıyorum.

 

Azizlerim, İbn Teymiyye'nin Gadir Hadisine ilişkin değerlendirmeleri hakkında onun en önemli teliflerinden olan Minhâcü's-Sünne ve Mecmuu Fetâvâ adlı eserlerine bakacağız. Bu meseleyi etraflıca ele alacağız.

 

Öncelikle içerik olarak o şöyle der: Gadir Hadisesinde Resulullah'ın (s.a.a.) "Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır" sözü haricindekiler kesin değildir. “Allah'ım O'na dost olana dost ol; O'na yardım edene yardım et; O'nu yardımsız bırakanı rüsva et; düşmanlık besleyene düşman ol; ben kimin nefsi hakkında kendisinden daha evlâ isem Ali de evlâdır” gibi ifadelerin hepsi, kural gereği uydurmadır ve mevzudur.

 

- Sadece, "Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır" bölümü sahihtir.

 

- Peki aslında ne yapmak istemektedir?

 

Öncelikle o, bütün bu fazla olan bölümleri sened açısından düşürmeye çalışır. Şöyle ki: “Mevlâ” sözcüğünün çeşitli anlamlarının olması -dolayısıyla murad edilenin dışında yorumlanması (Medya Şafak)- mümkündür. İkinci adımda hadisin içeriğini boşaltmaya ve eğip bükmeye çalışır. Çünkü hadis bu şekliyle anlaşılmasını sağlayacak karinelerden yoksun olacaktır. Hak ve insafla hareket edilecek olursa bu bakış açısının şeytani olduğu görülür. Bu tutum, rivayetlerin hakiki içeriğinin boşaltılması noktasında istisnaî bir etkiye sahiptir.

 

Öncelikle hadiste mevcut olan diğer karineleri itibardan düşürür. "Çeşitli gerekçelerden dolayı uydurmadır" der. Sonra da hadisin "Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır" bölümü hakkında şu ifadeleri kullanır: “Hadisin bu bölümü de muteber kaynaklarda geçmemekte, bazı kaynaklarda yer almaktadır.”

 

Yani sahihler dışındaki diğer kaynaklarda geçmektedir.

 

İkinci olarak da “Bu hadis ana kaynaklarda ve muteber sahihlerde geçmemektedir. Dahası hadis ve cerh-tadil sahasının bilginleri de bu bölüm hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Kimisi 'hasen' kimisi de 'eleştiriye uğramıştır' der. Yani hadisin bu bölümü dahi en fazla hasen olabilir” türünde bir sonuca ulaşır. Dolayısıyla bu bölüm dahi sabit değildir demek ister.

 

Ardından da güvendiği bazı kişilerin sözlerini aktarır.

 

Kimileri: “Seyyidim, bu İbn Teymiyye'ye karşı bir haddi aşma değil midir?” diyebilirler. “Gadir Hadisi hakkında böyle bir iddiada kim bulunabilir?”

 

Aziz dostlarım, biz metot olarak dayanaksız konuşmayız. Bizler, sözlerimizin doğruluğunu göstermek için bu programda bazı kaynaklardan ibareler okuyacağız. Kaynakları yazmak isteyen aziz dostlar bize kulak versinler.

 

İlk kaynağımız, İbn Teymiyye'nin Minhacü's-Sünne adlı eseridir.

 

O şöyle der:

 

"Ama muvalat (Gadir) hadisine gelince; Tirmizi ve Ahmed (Müsned'inde) Hz. Peygamber'den rivayet etmişlerdir. O (s.a.a.) şöyle buyurmuşlardır: 'Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım O'na dost olana dost, düşman olana düşman ol. O'na yardım edene yardım et. O'nu rüsva kılanı rüsva kıl' bölümünün yalan olduğunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır."[i]

 

“Allah'ım…” diye başlayan hadisin ilgili bölümünü öyle bir sunuyor ki, sanki uydurma olduğu kesin, müsellem hakikatlerdenmiş gibi. Bu şahsa güvenen kişi onun sahih olan bir hadisi yalan saymasına tabii ki ihtimal vermeyecektir.

 

Devamında da, "Sen bütün mümin ve müminelerin velisisin" hadisi de uydurmadır, der.

 

Hadisin içeriğini boşalttıktan sonra şöyle devam eder:

 

"Ben kimin mevlâsı isem Ali (a.s.) de onun mevlâsıdır" bölümü sahihlerde geçmemektedir. Ancak bu hadis, bazı âlimler tarafından rivayet edilmiştir. Gerçi ulema hadisin sahihliği hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Buharî ve İbrahimü'l-Harbî'den ve ilim ehlinden bir gruptan rivayet edildiğine göre kendileri bu hadisi eleştirmiş ve zayıf saymışlardır. Ahmed b. Hanbel'den rivayet edildiğine göre hadis hasendir.[ii]

 

Yani hadis Sahihü'l-Buharî ve Sahih-i Müslim'de geçmemektedir ve hadisi makbul görenler de “sahih” değil “hasen” olarak kabul etmektedirler.

 

Ve şöyle devam eder: "İbn Hazm der ki: ‘Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır' hadisi asla sika kişiler tarafından aktarılan sahih bir kanala sahip değildir. Gerçi Ali için ‘Senin nezdimdeki konumun Harun'un Musa'ya olan konumu gibidir' ‘Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki…' ‘O'nu ancak mümin sever ve O'na ancak münafık buğzeder.' hadisleri sabittir. Rafızîlerin tutundukları diğer hadisler ise uydurmadır. Az birşey haber ve nakil ilminden haberi ve nasibi olan biri bunu bilir.

 

'Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki O, Allah ve Resulünü sever. Allah ve Resulü de O'nu sever.' buyruğunu ise Allah Resulü gönlünü hoş etmek için söylemiştir. Aynı formatta bir hadis Ensar için de söylenmiştir."[iii]

 

Yani bu hadisi rivayet eden raviler de sika değildirler.

 

Yani Ali (a.s.) için sadece bu üç hadis sabittir.

 

Bütün bunlara rağmen kimileri çıkıp Seyyidim “Sen nasıl İbn-i Teymiyye'nin nasıbî ve Ümeyyeci bir din anlayışına sahip olduğunu, İmam Ali'ye düşmanlık beslediğini söylersin?” demekteler.

 

Allah aşkına Ali'yi (a.s.) seven biri bütün bu faziletlerin ve menkıbelerin içeriğini boşaltmaya çalışır mı? Kanaatimce bu şahıs Peygamber'i dahi seviyor değildir. Çünkü Allah-u Teâlâ Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. (Haşr/7) buyurmaktadır. Eğer bu şahıs Allah Resulünü sevseydi O'nun sözlerini reddetmezdi. Bu ilk kaynaktır.

 

- Burada da bir aldatma vardır. Şöyle ki: Emirü'l-Müminin Ali'nin faziletleriyle bağlantılı olan bütün şeyleri sadece Rafızîler nakletmiş gibi göstermektedir. Sanki diğer müslümanlar bu faziletleri aktarmamışlar gibi davranıyor.

 

- Elbette.

 

İkinci kaynağımız Mecmuu Fetâvâ İbni Teymiyye adlı eser:

 

"‘Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır' hadisi ana kaynaklarda geçen hadislerden değildir. Sadece Tirmizî'de geçmektedir. Tirmizî'de de sadece ‘Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır' bölümü bulunmaktadır. Diğer bölümlere gelince, onlar hadisten değildir. Diğer bölümler hakkında İmam Ahmed'e sorulunca şöyle demiştir: 'Bunlar Kufelilerin eklemesidir. Diğer bölümlerin çeşitli gerekçelerle uydurma olduğunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır.' ‘Allah'ım O'na yardım edene yardım et' bölümü vakıaya uymamaktadır. ‘Allah'ım O'na dost olana dost ol' bölümü ise İslam'ın temeline muhaliftir…‘Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır.' bölümüne gelince: Buharî gibi ehl-i hadisten bir bölük bu hadise ta'n etmişlerdir. Kimileri de hadisin hasen olduğu görüşündedirler. Eğer Resulullah (s.a.a.) bu hadisi söylemişse dahi Hz. Ali'ye özgü bir velayeti belirtmek için söylememiştir. Aksine ortak velayete dikkat çekmiştir. Bu velayet, müminlere ait olan iman ve düşmanlığın zıddı olan dostluk velayetidir. Müminlerle dostluk yapmanın vacip olduğunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Bu hadiste sadece Nasıbîlere reddiye bulunmaktadır." [iv]

 

Pasaja göre hadis ikincil derecedeki kaynaklarda geçmektedir.

 

Ona göre "Allahım O'na dost olana dost ol" bölümüne inanan İslam'ın aslını yerle yeksan etmiştir!

 

“Eğer Resulullah (s.a.a.) bu hadisi… Aksine ortak velayete dikkat çekmiştir.” cümlelerinde ise ikinci ve üçüncü adımları uygulamaktadır.

 

Buraya kadar yaptığımız açıklamalar ışığında onun üç adımı nasıl tatbik ettiğinin anlaşıldığı kanaatindeyim.

 

Allame Albanî İbn Teymiyye'nin bu Gadir Hadisine ilişkin açıklamalarına oldukça şaşırmaktadır.

 

O, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde şöyle der: “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım O'na dost olana dost ol, hadisi… Konuyu oldukça uzattık… Bu anlaşıldığına göre, hadisin sahihliğini açıklamama iten neden, Şeyh İbn Teymiyye'nin hadisin ilk bölümünü zayıf sayması ve diğer bölümünün yalan olduğunu sanmasıdır. Bu, hadisin geliş kanallarını bir araya toplayıp da üzerinde düşünmeden hadisleri zayıf saymasındaki acele davranışından dolayı onun aşırıya kaçtığı hususlardandır.”[v]

 

Aslında İbn Teymiyye'nin hükmü aşırıya kaçma değil, delilsiz ve mesnetsiz atıp tutmadır. Dahası İmam Ali'ye düşmanlığından kaynaklanan bir ifadesidir.

 

- Yani hadisi tetkik etmemiş ve çok acele davranmıştır.

 

- Peki o, diğer yerlerde de böyle mi davranmaktadır? İnşallah bu programda bu konuya da değineceğiz.

 

- Çok acele davranan ve tetkik etmeyen birisi nasıl Şeyhü'l-İslam oluyor?

 

- Şöyle bir soru soralım: İbn-i Teymiyye'nin diğer sahabilerle ilgili hadislere yaklaşımı nasıldır? Hz. Ali ile ilgili olan hadislere yaklaşımı ile diğer sahabilerle hakkındaki hadislere yaklaşımı aynı mıdır?

 

Konuyu uzatmayalım. Bu sorunun cevabını verebilmek için bazı örnekler sunacağım. İkinci halife hakkında bir örnek vereceğim.

 

Şeyh İbn Teymiyye'nin üzerinde etraflıca durduğu ve çokça tekrarladığı bir örnek bulunmaktadır. Her münasebette bu hadise değinir.

 

O, bu hadisi Mecmuu Fetâvâ adlı eserinde zikreder.

 

O şöyle der: “Sahihü'l-Buharî ve Sahih-i Müslim'de Hz. Peygamber'den rivayet edildiğine göre o, şöyle buyurmaktadır: ‘Sizden önceki ümmetler içinde muhaddesler vardı. Eğer ümmetimin içinde de muhaddesler olmuş olsaydı bu Ömer olurdu.'

 

Tirmizî'de şöyle geçmektedir: Eğer ben peygamber olarak görevlendirilmemiş olsaydım kuşkusuz Ömer size peygamber olarak gönderilirdi.”[vi]

 

Biz bu sözleri Ali (a.s.) ve Fatıma (a.s.) için söylediğimizde bizim hakkımızda, “Bunlar, Allah Resulünden sonra vahyin geldiğine inanmaktadırlar. Onların peygamber olduğuna inanıyorlar” derler. “Muhaddes” meleklerin kendisiyle konuştuğu kimsedir. Biz Hz. Zehra'nın böyle bir insan olduğuna inanmaktayız. İmamların böyle olduğuna inanmaktayız. Kendileri Ömer veya başka birisi hakkında kullandıklarında bir sıkıntı olmuyor da biz Ehl-i Beyt İmamları hakkında kullandığımızda büyük problem oluyor ve binlerce ithamla karşılaşıyoruz!

 

Eğer herhangi bir sebep ile Allah'ın Resulü peygamber olmamış olsaydı, O'nun düzeyindeki  Ömer peygamber olurmuş!

 

Eğer bir Şii, Ali (a.s.) hakkında “Allah Resulü (s.a.a.) peygamber olmamış olsaydı kuşkusuz Ali'de bu makamı yüklenebilecek kabiliyet ve salahiyet vardı” ifadelerini kullanacak olsaydı başına neler gelirdi bilemiyorum!

 

İbn Teymiyye'nin pasajda geçen ifadeleri çerçevesinde, “bu bir sürçmedir”, “farkında olmadan söylemiştir” türünde bir itiraz gelmemesi için konuya bakışını farklı kaynaklardan ortaya koyacağız.

 

İkinci kaynağımız İbn Teymiyye'nin Şerhü'l-Isbahaniyye adlı eseridir. O bu eserinde şöyle der: “Allah-u Teâlâ hakkı Ömer'in diliyle ortaya koyar ve kalbine yerleştirir."

 

Tirmizî'de rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "‘Ben size peygamber olarak gönderilmemiş olsaydım kuşkusuz Ömer size peygamber olarak görevlendirilirdi.' Ömer, bununla Hz. Peygamber'e gelen vahyi bilirdi.”[vii]

 

Üçüncü kaynağımız Minhâcü's-Sünnet. O, bu eserinde şöyle der: Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: "Ben size peygamber olarak gönderilmemiş olsaydım kuşkusuz Ömer size peygamber olarak gönderilirdi."[viii]

 

Rivayeti öyle bir şekilde sunuyor ki, sanki peygamber bu hadisi kesinlikle söylemiş. “Rivayet edildiğine, nakledildiğine göre” gibi ifadeleri kullanma gereği duymuyor.

 

Dördüncü kaynağımız Derü Tearüzi'l-Akli ve'n-Nakl adlı eseridir.

 

Yazar şöyle diyor: "Ben size peygamber olarak gönderilmemiş olsaydım kuşkusuz Ömer sizin için peygamber olarak görevlendirilirdi." Tirmizî rivayet etmiştir.[ix]

 

İlerleyen programlarda Tirmizî'nin hadisi bu şekilde rivayet etmediğini sunmamız gerekiyor.

 

- Yani diğer programlarda.

 

- Bu konu ilerde gelecektir.

 

Bu rivayete Kitabü'r-Redd ale'l-Mantıkıyyîn adlı eserinde de işaret eder.

 

Şöyle diyor: "Ali şöyle demiştir: ‘Biz sekinenin Ömer'in diliyle dile geldiği hakkında konuşuyorduk.' Tirmizî'de ve diğer hadis mecmualarında ‘Ben size peygamber olarak gönderilmemiş olsaydım kuşkusuz Ömer sizin için peygamber olarak görevlendirilirdi.' hadisi geçmektedir.”[x]

 

Son kaynağımız İbn Teymiyye'nin el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahman ve Evliyai'ş-Şeytan adlı eseridir: “Benden sonra peygamber gelecek olsaydı, o Ömer b. Hattab olurdu.”'[xi]

 

Her neyse; kaynaklar ve rivayetler oldukça fazla.

 

Soru: Bu hadisin içeriği nedir?

 

Aziz dostlarım , bu rivayet en önemli hadislerdendir. "Ben size peygamber olarak gönderilmeyecek olsaydım kuşkusuz Ömer sizin için peygamber olarak görevlendirilirdi."

 

Resulullah (s.a.a.) kimdir? Resulullah (s.a.a.) öncekilerin ve sonrakilerin en şereflisi ve en faziletlisidir. Resullerin ve nebilerin sonuncusudur. Yani hâşâ sanki şöyle deniyor: Ben gelmeseydim ve aranızda bulunmasaydım dahi sizin için sorun olmazdı. Çünkü aranızda  benim seviyemde birisi mevcuttur.

 

- Yani Resulullah (s.a.a.) ile Ömer eşit seviyededir!

 

- Eğer Ömer Resulullah'tan aşağı bir mertebede olsaydı O'nun yerini alamazdı. İşte İbn Teymiyye ve bağlılarıyla bu noktada problem yaşamaktayız. Zira bunlar ne rivayet ettiklerinin farkında değiller ve ne dediklerini anlamıyor, üzerinde düşünmüyorlar. Rivayet ettikleri hadis, Ömer ile Hz. Resulullah'ın bütün makamlarda eşit olmalarını gerektirmektedir. Yani Ömer, önceki bütün peygamberlerden üstündür. Şia'ya itiraz sadedinde ileri sürdükleri problemin aynısıyla kendileri karşı karşıya kalmaktadırlar.

 

Dahası var: Onlara göre Ebubekir , Ömer'den daha faziletlidir. Bu durumda Ebubekir Allah Resulünden daha faziletli olmuş oluyor!

 

- Ömer'in varlığına rağmen Ebu Bekir Allah Resulünün nasıl halifesi olabiliyor?

 

- Bundan dolayıdır ki , İbn Teymiyye ve bağlılarının hadislerin anlaşılması noktasında ehil olmadıklarını söylüyoruz.

 

- Seyyidim, hadisi anlamadıklarını söylemekle hüsnü zanda bulunuyorsunuz. Emirü'l-Müminin'in faziletleriyle ilgili konularda bir metodoloji geliştiren birisinin diğer meselelerde anlayış ve kavrayıştan uzak olması nasıl mümkün olabilir ki!

 

- “Peygamber müminlere kendi nefislerinden evlâdır.” “Hatemü'l-Enbiya ve'l-Mürselindir.”

 

- İçki içen ve hayatının bir döneminde müşrik olan sıradan birisini Hatemiyet makamına sahip olanla eşdeğer tutmak…

 

- Tam isabet. Sözlerinizde belirttiğiniz gibi açıklamalarım hüsnü zann kabilindendir. Değilse Muaviye'nin tesis ettiği Ümeyyeci din anlayışı Resulullah'ın makamlarını düşürme gayretindedir.

 

- Saygıdeğer Seyyidim, şu hususa işaret etmek istiyorum: Belki de İkinci Halife bütün bunlardan beridir.

 

- Bu ayrı bir konu. Şimdilik bu haberi aktaran ve sanki kesin hakikatlerdenmiş gibi takdim eden İbn  Teymiyye'yi konuşuyoruz. “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlasıdır”, “Ey Ali, sen bütün müminlerin velisisin” türündeki hadisler için “rivayet edildiğine, nakledildiğine, kimi bilginlerin dediğine göre” demekte, “ana kaynaklarda geçmemektedir” gibi ifadeler kullanmaktadır.

 

Yukarıda işaret ettiğimiz kaynaklardan anlaşıldığına göre bu şahıs, Ömer ile ilgili bu rivayetin kesin olarak Peygamber (s.a.a.) tarafından söylendiğini düşünüyor. Biz bu şahsın sözlerinin nereye vardığının farkında olmadığını, hüsnü zan kabilinden olarak söyledik. Eğer bu rivayetin hangi sonuçları doğuracağının farkında ve bilincinde olarak bunları söylemişse iş çok daha kötü!

 

Bizim hadislerimiz ortada. Bir şahıs Ali'ye (a.s.) “Sen peygamber misin?” diye soruyor. İmam (a.s.) “Yazıklar olsun sana. Ben O'nun kölelerinden birisiyim!” diyor. İşte Ali ve Ehl-i Beyt'in mantığı, işte İbn Teymiyye ve bağlılarının mantığı!

 

Şimdi eminim ki, “Ben size peygamber olarak gönderilmeseydim kuşkusuz Ömer size peygamber olarak gönderilirdi” rivayeti hakkında oturanlardan veya dinleyenlerden bazıları yarın “Bu hadisi ulema zayıf saymıştır. Falanca zayıf olduğunu söylemiştir” diyeceklerdir. Bütün bu sözleri kabul ediyorum. Ancak bizim konumuz İbn Teymiyye'nin kendisidir. Sizler şu iki şıktan birini kabul etmek zorundasınız. Bunun üçüncüsü yok: Ya İbn  Teymiyye ne söylediğini bilmiyor, yahut da ne dediğinin farkındadır ve ümmeti aldatıyor. 

 

- Bu, değerli izleyicilerimiz için en büyük kötülüklerdendir. İbn Teymiyye bu hadisi naklediyor ve kesin hakikatlerdenmiş gibi de takdim ediyor.

 

- Öyle değil mi? Bizler sizlerden öğreniyoruz. Sizler “Bu Şiiler isnad falan bilmezler. Bizler ise isnad ve sahih hadislerin ehliyiz. Bizler senedleri inceleriz” diyorsunuz.

 

Şimdi biraz bu hadisin isnadı üzerinde durmak istiyoruz. Acaba Ömer hakkında söylenen bu hadis hangi kategoriye girmektedir? Sahih mi, hasen mi, sahih li ğayrihi mi yoksa hasen li ğayrihi mi?

 

Aziz dostlarım, bu soruya cevap vermeyeceğim. Ancak büyük âlimlerin bu hadis hakkındaki değerlendirmelerine müracaat edeceğim. İbn Teymiyye'nin hadisleri değerden düşürürken eserlerinde onlarca defa kendisine dayandığı  büyük bir bilginden alıntı yapmak istiyorum. Yani İbn Teymiyye'nin eserlerini okuduğu ve otoritesini kabul ettiği bir şahıstan örnek vermek istiyorum.

 

İmam İbnü'l-Cevzî ve el-Mevzuât adlı eseri.

 

O, bu eserinde şöyle der: İkinci Bâb: Ömer b. Hattab'ın fazileti hakkında

 

Hadis No: 594

 

Bilal b. Rebah'tan rivayet edildiğine göre Hz. Resulullah şöyle buyurdular: "Ben size peygamber olarak gönderilmeseydim kuşkusuz Ömer peygamber olarak gönderilirdi."

 

İkinci rivayet: Meşrah b. Cedan'dan, o da Ukbe b. Amir'den rivayet ettiğine göre Hz. Resulullah şöyle buyurdular: "Ben size peygamber olarak gönderilmeseydim kuşkusuz Ömer peygamber olarak gönderilirdi."

 

Musannif der ki: "Bu iki hadis Hz. Resulullah'tan sahih olarak aktarılmış değildir. İlk hadise gelince; isnad zincirinde bulunan Zekeriyya b. Yahya, büyük yalancılardan birisidir."

 

İbn Adiy şöyle der: Zekeriyya hadis uydururdu.

 

İkinci hadise gelince Ahmed şöyle der: "Yahya Abdullah b. Vakid (konuşulmaya değer) bir şey değildir."

 

Nesaî, "Yahya, hadisleri terk edilmiş birisidir" der. [xii]

 

Yani ilk hadisin isnadında “hadis uydurucusu”, ikinci hadisin isnadında ise “metruku'l-hadis” olan birisi mevcuttur.

 

İbnü'l-Cevzî hadisin “uydurma” olduğunu söylüyor.

 

Şimdi bize şöyle bir itiraz gelebilir ve hakları da vardır: Seyyidim, İbnü'l-Cevzî'nin açıklamalarıyla İbn Teymiyye'ye itiraz etmeye çalışıyorsunuz. Belki de İbn Teymiyye, İbnü'l-Cevzî'nin el-Mevzuât adlı eserini görmüş ve okumuş değildir. Sonuçta o da bir insandır ve masum değildir.

 

Azizlerim, uzatmadan hemen cevap vereceğim.

 

Önümüzde İbn Teymiyye'nin Minhâcü's-Sünne adlı eseri bulunmaktadır.

 

O, bu eserinde, "Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî el-Mevzuât adlı eserinde: Rivayet edildiğine göre bu hadis…[xiii] diyor" diye yazar.

 

Aynı eserin bir başka yerinde de: "İbnü'l-Cevzî'nin el-Mevzuât adlı eserinde zikrettiği ve uydurma olduğunu açıkladığı ikinci hadis…"[xiv], bir başka yerinde, "Bu hadis yalan ve uydurmadır. İbnü'l-Cevzî el-Mevzuât adlı eserinde bunu belirtir"[xv] der.

 

Yani  özetle  İbn Teymiyye, İbnü'l-Cevzî'nin el-Mevzuât adlı eserine tam olarak vakıftır.

 

Bu da bizim ona hüsn-ü zanla bakmamızın mümkün olmadığını gösteriyor.

 

- Şahsen ben hüsn-ü zanla bakamıyorum.

 

Bu delil onun kasıtlı bir şekilde mevzu (uyduruk) rivayet aktardığını gösteriyor.

 

- Hâlbuki birçok meselede İbnü'l-Cevzî'nin görüşüne göre hareket ediyor!

 

- Çünkü o bu sahanın imamıdır. Durum böyle olduğuna göre İbn Teymiyye bütün mevzu hadisleri ezbere biliyor ama Ömer ile ilgili bu hadise gelince, rivayetin uyduruk olduğunu unutuyor.

 

Bu rivayetin uydurma olduğunu sadece İbnü'l-Cevzî değil İmam Suyutî de söylüyor.

 

İmam Suyutî el-Leali'l-Masnua adlı eserinde şöyle diyor: "Ben size peygamber olarak gönderilmeseydim kuşkusuz Ömer peygamber olarak gönderilirdi" hadisi.[xvi]

 

Yani bu hadisi eserine alıyor ve uydurma olduğunu söylüyor.

 

Bir diğer kaynak İmam Şevkanî'nin el-Fevâidü'l-Mecmua adlı eseridir.

 

O, bu eserinde, "Ben size peygamber olarak gönderilmeseydim kuşkusuz Ömer peygamber olarak gönderilirdi.”  hadisini İbn Adiy Bilal'den rivayet etmiştir. Hadisin isnadında rivayet uydurucusu bir şahıs vardır."[xvii] der.

 

İbn Teymiyye'nin eserlerinin tahkikini yapanlar ellerinden geldiğince Şeyh İbn Teymiyye'ye muvafakat göstermeye çalışırlar. Ancak eserlerin tahkikini yapanların hepsi bu hadisin uydurma olduğunu söyler.

 

Minhâcü's-Sünne adlı eserde eserin tahkikini ve tahricini yapan şahıs, dipnotta şöyle der: "Bu hadisi bu lafızla Sünenü't-Tirmizî'de göremedim."[xviii]

 

Öyleyse İbn  Teymiyye uydurma hadisleri naklediyor, insanları aldatıyor ve açıkça yalan söylüyor! Sonra da Sünenü't-Tirmizî'ye nispet ediyor.

 

Bu eserin tahkikini Doktor Muhammed Reşad Salim yapmış.

 

Şerhü'l-Isbahaniyye adlı eserin tahkikini yapan Muhammed b. Avde es-Suudî ise şöyle diyor: İbn Teymiyye eserinde bu hadisi Tirmizî'ye nispet ederek aktarıyor. İbn Teymiyye'nin zikrettiği lafzı, “el-Mevzuât” adlı eserlerde görmekteyiz.[xix]

 

Üçüncü muhakkikimiz Doktor Abdurrahman b. Abdülkerim Yahya'dır. Muhakkikimiz şöyle diyor: “Suyutî bu hadisi el-Leali'l-Masnua adlı eserinde zikretmektedir.”[xx]

 

Sonuç olarak İbn Teymiyye iki operasyonda bulunmaktadır.

 

İlkin: Bu hadisi Tirmizî'ye nispet etmektedir.

 

İkinci olarak: En azından zayıf senede sahip olan bir hadisi rivayet etmesi gerekirken hadis uydurucularının ve büyük yalancıların hadislerini eserine alıyor.

 

Soru: İbn Teymiyye, İmam Ali'nin faziletleri hususunda takip ettiği metodu neden Ebubekir, Ömer, Osman ve Muaviye'nin faziletleri hakkında takip etmiyor? Acaba metodunu mu unuttu?

 

Hayır, hayır! Mesele İmam Ali ile ilgili olunca…

 

- Saygıdeğer Seyyid, akla şöyle bir soru geliyor: Hadis mevzu olduğu halde bunca ısrar neden?

 

- Tam isabet. Soru oldukça mantıklı. O, hadisin  mevzu olduğunu bile bile neden böyle davranıyor?

 

Gerçi, Sünenü't-Tirmizî'de bir hadis var. Ancak içeriği bu içerikten bütünüyle farklı. Ne diyeceğimi bilemiyorum.

 

- Yani Tirmizî'nin kullandığı lafız bu değil.

 

- Evet, bu değil.  Şimdi Tirmizî'nin sözleri üzerinde konuşuyoruz.

 

- Tirmizî ve Resulullah (s.a.a.) adına yalan söylüyor. Onun takipçilerinin bugün kullandığı metoda şaşırmamamız gerekiyor.

 

- Doğrudur; aynı metodu kullanıyorlar.

 

Bakınız Tirmizî'nin rivayeti şöyledir: "Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Benden sonra peygamber olsaydı bu Ömer İbnü'l-Hattab olurdu." [xxi]

 

Gerçi bu hadis bize göre batıldır. Bu hadis bu kaynaklara inanan kimse için kanıttır. Çünkü bizler iki tarafın üzerinde icma ettiği ve sahih olarak kabul ettiği hadisi ölçüt kabul ediyoruz.

 

- Şöyle bir itiraz gelebilir: Seyyidim, ama bu içerik yukarıda eleştirdiğiniz içeriğin aynısı…

 

- Hayır. Çünkü diğer hadisten anlaşılana göre kendisinin yerine geçecek kişi kendisinden üstün veya kendisiyle eşittir. Ama kendisinden sonrakinde böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır. Çünkü Hz. Harun da peygamberdi. Ancak derece olarak Hz. Musa'dan düşüktü. Önceki hadisin yalan olduğunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Varsayalım ki sadır olmuş olsun, bu durumda Ömer en azından Resuulullah (s.a.a.) ile aynı seviyededir.

 

- Bu hadiste makamda eşitlik yoktur.

 

- Evet. Tirmizî'nin rivayet ettiği hadisten Ömer'in bütün peygamberlerden daha üstün olduğu, Ebubekir'in Resulullah'tan daha üstün olduğu gibi bir sonuç çıkmıyor.

 

Şöyle bir itiraz gelebilir: Seyyidim, İbn-i Teymiyye hakkında niçin hüsnü zann beslemiyorsunuz? Belki de İbn  Teymiyye'nin kasdettiği Tirmizî'nin rivayet ettiği hadistir. Belki de rivayeti lafızla değil manen rivayet etmek istemiştir. Hadisi de öyle anlamıştır. Niçin bozuk niyetlerle hareket ediyorsunuz? Bir müminin kendi kardeşine hüsnü zan beslemesi ve güvenmesi gerekmez mi?

 

Aziz dostlarım, esere bir defa daha bakalım. Şahıs mânâ ile mi rivayet ediyor yoksa lafızla mı?

 

O, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eserinde şöyle diyor: "İbn Batta'nin rivayet ettiği Ukbe b. Malik hadisinde Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: 'Benden başka peygamber olacak olsaydı bu Ömer olurdu.' Hadisin diğer lafzında ise şöyle geçmektedir: 'Eğer ben size peygamber olarak gönderilmemiş olsaydım kuşkusuz Ömer size peygamber olarak gönderilirdi.' Tirmizî'de geçen lafız da budur."[xxii]

 

Görüldüğü gibi İbn Teymiyye manen değil lafzen rivayet ediyor. Biz Tirmizî'deki rivayeti okumuştuk. İki hadis arasında büyük fark bulunmaktadır. Hatta ortak nokta dahi bulunmadığı söylenebilir.

 

- Eğer bu hadis, İmam Ali hakkında söylenseydi hemen reddedilirdi.

 

- Konuyla ilgili iki mülâhazam bulunmaktadır.

 

Evvelen: Ey tahkik erbabı, ey hakikati araştıranlar! Bu adamın yalancı veya şarlatan ya da nasıbî olduğunu söylemiyorum. Resulullah'tan aktarılan nasslara bakışında tek bir metot takip etmediğini dile getirmek istemiyorum. Sizler Şeyh İbn  Teymiyye'nin eserlerini okuyor ve onun doğru sözlü birisi olduğunu kabul ediyorsunuz. Onun Eşarileri, Sufîleri, Mutezile'yi ve diğerlerini itham ettiğini görmektesiniz. Bu şahsın naklettiği şeylerde güvenilir birisi olduğunu kabul ediyor musunuz?

 

İkinci mülahaza: Oldukça önemli bir husus: Bizler Gaybet-i Kübra döneminde Ehl-i Beyt Okulu bilginlerinin helâl ve haram, usul-u dini bilmesinin yanı sıra diğer Müslümanların görüşlerini de bilmesi gerektiğini kabul ediyoruz. Onların ileri sürdüğü itirazları, şüpheleri bilmeli ve meseleleri öylesine okuyup geçmemelidir. Diğerlerinin görüşlerini bilme noktasında uzman olmalı ki onların ileri sürdüğü itirazlara cevap verebilsin.

 

Buna ilişkin bir tane de kanıtım var:

 

Hafız Zehebî, Tarihü'l-İslam adlı eserinde şöyle der:

 

"Muhammed b. Muhammed en-Numan el-Bağdadî İbnü'l-Muallim. Şeyh Müfid olarak tanınmaktadır. Tasnifleri vardır. Rafızîlerin lideri ve bilginidir. Rafızîlerin sapıklığını savunan, selefe ta'n eden eserler kaleme almıştır. Onun yüzünden insanların bir bölümü helâk olmuştur. Nihayet Allah-u Teâlâ onu Ramazan ayında helâk etmiş de Müslümanları ondan kurtarmıştır…Rafızî taifesinin meşayihi, İmamiyyenin lisanı, kelam, fıkıh ve cedelin reisidir. Bütün ilimlerde eşsiz bir yapıya sahipti. Bütün inanç gruplarıyla münazaraya girişirdi. Şeyh Müfid'le karşılaşanlardan bir grup bana şöyle rivayet ettiler: Şeyh Müfid, muhaliflerin ne kadar kitabı var idiyse hepsini ezberlemiş, onları incelemiş, diğerlerinin ileri sürdüğü şüpheleri izale etmiştir. O öğrencilerine şöyle derdi: İlimden bıkıp usanmayınız. Başka birisi ise şöyle derdi: Şeyh Müfid talim noktasında insanların en hırslısı idi. Zeki çocukları belirler, babalarına ve annelerine gider, onları ücretle tutar, sonra da onlara bilgi öğretirdi. Böylece öğrencileri çoğaldı. Şeyh Müfid parlak, nârin bir görüntüye sahipti. Muannidlerin sorduğu ve kendisine ağır gelen her soruda namaza sığınır, cevap verebilmesi için Allah-u Teâlâ'dan bunu kendisine kolaylaştırmasını isterdi. 76 yaşında vefat etti. 200'ü aşkın eser telif etti ve cenazesine 80.000 kişi katıldı." [xxiii]

 

Görüşlerine saygı duymak gerekiyor. Kullanılan dil budur.

 

Evet, muhaliflerin kaynaklarını ezberlemiş ve incelemiş. Nihayet ümmet arasında merci konumuna gelmiştir. Sadece dini konularda değil helal ve haram konusunda da merci olmuştur. Bundan dolayıdır ki, biz şerî merciîlik noktasında bir ayrıma giderek şöyle dedik: Kapsamlı merciîlik ile dinde âlimliği, helal ve haramı bilişi ile bazı konularda merci oluşu birbirinden ayırt ettik.

 

Sadece ilim öğrenme değil ilim öğretmeye de çok hırslı idi. Çünkü onlar biliyorlardı ki, eğer ilimlerini izhar etmeyecek olurlarsa bid'atlar yayılacak.

 

İşte Gaybet Döneminde yaşayan ümmetin mercileri böyle olmalıdır. Şeyh Müfid, fıkıh bilgini olmasının ötesinde kelam ve tefsir bilginiydi de. 

 

İşte biz şimdi bu sireti takip ediyoruz. İlmin son bulduğu düşüncesi kimsenin aklına gelmesin. Bu kapı açıktır. Biliyorsunuz bize göre fıkıhta içtihad kapısı açıktır.

 

Geliniz bir de Sünnî ekolden Hafız Zehebî'nin sözlerine bir bakalım. O Siyerü Alami'n-Nübela adlı eserinde Şeyh Müfid'in tercüme-i halinde şöyle diyor: "Telifleri 200'e ulaşmıştır. Allah-u Teâlâ'ya hamdüsenalar olsun ki bu eserlerden hiçbirini görmedim."[xxiv]

 

Hafız Zehebî'nin sözlerini görüyor musunuz? Cehaletiyle iftihar ediyor. Bilginlerimiz ilimleriyle iftihar ediyor, bunlar ise cehaletleriyle.

 

Muhaliflerin ne kadar kitabı varsa Şeyh Müfid hepsine vakıf. İşte ulemamızın yolu.

 

Bundan dolayıdır ki, dinî merciiyet ile ümmetin genel niyabetinin mümkün olduğuna inandığımız şümulî kapsamlılığı birbirinden ayırt ediyoruz.

 

Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkür ediyoruz. Sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz aziz izleyicilerimiz. Allah'a emanet olunuz. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net

 

 

 

 



[i] İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 256-7, Tahkik: Muhammed Reşad Salim, Darü'l-Fazilet.

[ii] Age, agy.

[iii] Age, agy.

[iv] Mecmuu Fetâvâ Şeyh İbn Teymiyye, c. 4, s. 417, el-Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn el-Melik Fehd İbn Abdilaziz Âli's-Suud.

[v] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c. 4, s. 344, Hadis No: 1750,

[vi] Mecmuu Fetâvâ, c. 35,  s. 124.

[vii] Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye, Şerhü'l-Isbahaniyye Şerhü Akideti Muhtasarin li Ebi Abdillah Muhammed İbn Mahmud el-İclî el-Isbahanî el-Eşarî (h. 688), s. 611, Tahkik: Doktor Muhammed İbn Avde es-Suudî, Darü'l-Minhac, 1. Basım, 1430, Suudi Arabistan.

[viii] Minhâcü's-Sünnet, c. 3, s. 551.

[ix] İbn Teymiyye, Derü Tearüzi'l-Akli ve'n-Nakl ev Muvafakatü Sahihi'l-Menkuli li Sarihi'l-Makul, c. 4, s. 261, Tahkik: Muhammed Reşad Salim, Darü'l-Fazilet.

[x] İbn Teymiyye, Kitabü'r-Redd alâ'l-Mantıkıyyin Nasihatü Ehli'l-İman fi'r-Redd alâMantıkı'l-Yunan, s. 559, Tahkik: Şeyh Abdüssamed Şerefüddin el-Kütübî, Müessesetü'r-Reyyan, 1. Basım, 1426.

[xi] İbn Teymiyye, el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahman ve Evliyai'ş-Şeytan,  s. 89, Takdim: Meali'ş-Şeyh Salih İbn Fevzan, Tahriç ve Tahkik: Abdurrahhman İbn Abdülkerim el-Yahya, Mektebetü Dari'l-Minhac.

[xii] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzuât, c. 2, s. 64, Tahkik: Doktor Nureddin Şükrî İbn Ali, Edvaü's-Selef, 1. Baskı, 1418.

[xiii] Minnhâcü's-Sünnet, c. 1, s. 278.

[xiv] Age, c. 1, s. 304.

[xv] Age, c. 1, s. 467.

[xvi] Celalüddin es-Suyutî, el-Leali'l-Masnua, c. 1, s. 277.

[xvii] İmam Şevkanî, el-Fevâdü'l-Mecmua fi'l-Ehâdisi'l-Mavdua, s. 366, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye

[xviii] Minhacü's-Sünnet, c. 3, s. 551.

[xix] Şerhü'l-Isbahaniyye, s. 612.

[xx] el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahman ve Evliyai'ş-Şeytan,  s. 89.

[xxi] el-Camiü'l-Kebir Sünenü't-Tirmizî, c. 6, s. 264, 52. Bab, Tahkik: Şuayyb el-Arnavut

[xxii] Minhacü's-Sünne, c. 3, s. 559, Tahkik: Muhammed Reşad Salim.

[xxiii] Hafız Zehebi, Tarihü'l-İslam ve Vefeyatü'l-Meşahiri ve'l-Alam, c. 9, s. 227, Tahkik ve Talik: Doktor Beşşar Avvad Maruf, Darü'l-Ğarbi'l-İslamî, 1. Basım, 2003.

[xxiv] Siyerü Alami'n-Nübela, c. 17, s. 345, 315 nolu tercüme-i hal.