ÖZEL: Erken Dönem Zeydiliğinin On İki İmam Hadislerini Kabulü Hakkında Araştırma

ÖZEL: Erken Dönem Zeydiliğinin On İki İmam Hadislerini Kabulü Hakkında Araştırma
Şiî hadis kaynaklarında yer alan ve On İki İmamı müjdeleyen hadislerinden bazıları, Zeydiyye fırkasının büyüklerinden biri olan ve “Ebü’l-Cârûd” adıyla meşhur Ziyad b. Münzir tarafından nakledilmiştir... Bu iddianın kabulü için öne sürülebilecek tanıklardan biri de Abbâd b. Yakub Revâcinî’in (Ebu Saîd Usfurî olarak maruf) günümüze kalan “asl”ıdır.

 

 

Erken Dönem Zeydiliğinin On İki İmam Hadislerini Kabulü Hakkında Araştırma

 

 

Ebü'l-Cârud bağlamında bir okuma

 

 

Seyyid Muhammed Rıza Levâsânî

 

 

İmametpejuhi, Sayı: 12, s. 183-216

 

 

 

Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu

 

 

 

 

Özet

 

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) On İki Halife ya da İmamı müjdelediği rivayet, meşhur İslami hadisler arasında yer almaktadır. İmâmiyye'nin hadis mirasındaki bu rivayetlerin bazı râvîleri On İki İmam Şiîliği mezhebine mensup değildir. Ebü'l-Cârud, Zeydiliğin Cârudiyye fırkasının en önemli çehrelerinden biri olarak bu konuda İmam Bâkır'dan (a.s.) hadis nakleden râvîlerden biridir. Bu haber, Hz. Zehrâ'nın (s.a.) Levhası hadisesine işaret etmektedir ve burada On İki Vasînin varlığı ve bazılarının da isimleri tasrih edilmiştir.

 

Okuduğunuz makalede ilk önce İmâmiyye'nin hadis kaynaklarında Cârudî nakillerine güvenilmesinin nedeni bu grubun inançlarına ağırlık verilerek incelenmektedir. Ardından bu mezhebin teşekkülünün tarihsel sürecine ve bağlamına dayanılarak Ebü'l-Cârud'un bahsi geçen rivayetinin naklinin imkânsız olmadığı, dahası bu haber ve benzeri birkaç rivayetin ilk dönem Cârudîliğinin On İki İmam hadislerini kabul ettiğinin önemli karinelerinden olduğu gösterilmektedir.

 

Anahtar kelimeler: Ebü'l-Cârud, Ziyad b. Münzir, Cârudiyye, On İki İmam Hadisleri, Levha Hadisi, Furât Kûfi Tefsiri, Zeydiyye, Zeyd b. Ali

 

 

 

Önsöz[1]

 

 

Resulullah'ın (s.a.a.) on iki imam ya da halife müjdesi vermesi meşhur İslamî rivayetler arasındadır. Hadis kaynaklarında farklı lafızlarla nakledilen bu rivayetler Hz. Peygamber'den sonra on iki kişinin ümmet arasında imam veya emir olarak zuhur edeceğine delalet etmektedir. Bu nakiller, bazı muhaddisler tarafından muhtevaca tevatür haddinde değerlendirilecek ölçüde fazladır.[2]

 

Şiî hadis kitaplarındaki bu mazmuna delalet eden bu rivayetlerin bir kısmı tarihi kaynaklara göre On İki İmam Şiası itikadında olmayan râvîler tarafından nakledilmişti. Bu problem bazı araştırmacıların bu hadislerin kendi inançlarını seleflerine dayandırmak isteyen sonraki nesillerce uydurulmuş olduğunu düşünmelerine yol açmıştır.[3] Bu makalede Zeydiyye'nin ünlü şahıslarından biri tarafından nakledilen On İki İmam rivayetlerine odaklanmak suretiyle söz konusu şüpheyi ele alacağız.

 

 

1. Meselenin açıklanması

 

Şiî hadis kaynaklarında yer alan ve On İki İmamı müjdeleyen hadislerinden bazıları, Zeydiyye fırkasının büyüklerinden biri olan ve “Ebü'l-Cârûd” adıyla meşhur Ziyad b. Münzir tarafından nakledilmiştir. Her ne kadar doğum ve ölüm tarihini kesin olarak bilmiyorsak da genel çizgileriyle hangi tabakada yer aldığı malumdür. İmam Bâkır ve İmam Sâdık (a.s.) döneminde yaşamış ve İmam Bâkır'dan (a.s.) pek çok rivayette bulunmuştur. Bazı nakillere göre anadan doğma kördü[4] ve kendisine biri Tefsirü'l-Kurân ve diğeri İmam Bâkır'dan bir “asıl” (asl) olmak üzere iki eser nispet edilmiştir[5] ki bu durum İmam Bâkır'ın öğrencisi olduğunu göstermektedir. İmam Bâkır'ın (a.s.) vefatından yaklaşık yedi yıl sonra, Zeyd'in kıyamına katılmak suretiyle yolunu İmam Sâdık'ın Şiîlerinden fiilen ayırmıştır. Necâşî onun hakkında şöyle yazmaktadır:

 

İmam Bâkır'ın ashâbındandı ve İmam Cafer'den (a.s.) de rivayet nakletmiştir. Zeyd (r.a.) kıyam ettiğinde mezhebini değiştirdi.[6]

 

Ebü'l-Cârûd'un Zeydî harekete bağlılığı, meşhur Cârudiyye fırkasının adını kendisinden almasının da gösterdiği üzere çok keskindi. Bu derece ünlü bir şahıstan Şiî (İmâmî) hadis kitaplarında pek çok rivayet nakledilmiştir[7] ve bunların bir kısmında da On İki İmam hadislerine işaret edilmektedir. Abbâd b. Yakub (Ebu Saîd Usfurî olarak ünlü) İmâmiyye'nin günümüze kalan en eski hadis eserlerinden biri olan “asl”ında şöyle nakletmektedir:

 

Abbâd'ın (b. Yakub) Amr'den (b. Sâbit)[8], onun Ebü'l-Cârûd'dan, onun da İmam Bâkır'dan (a.s.) nakline göre O şöyle buyurdu: Resulullah (s.a.a.) buyurdu: Şüphesiz ben, neslimden on bir kişi ve sen ey Ali yeryüzünün sütunlarıyız…[9]

 

Ve aynı şekilde Ebu'l-Feth Keraciki de Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Şâzân Kummî'den bir hadis işitmiştir[10] ve onun senedinde de Ziyad b. Münzir yer almaktadır. İbn Abbas'tan nakledilen bu rivayet şu şekildedir:

 

Ziyad b. Münzir şöyle dedi: Bana Sa'd b. Said Tarif, Esbağ'dan, o da İbn Abbas'tan şöyle nakletti: Resulullah'ın (s.a.a.) şunu dediğini duydum: Ey insanlar! Allah'ın velayetine bağlanmaktan mutluluk duyan, benden sonra Ali b. Ebî Tâlib'e ve O'nun zürriyetinden imamlara iktida etsin! Şüphesiz onlar benim ilmimin hazineleridir!”

 

Cabir b. Abdullah Ensârî ayağa kalktı ve sordu: “Ya Resulallah! İmamların sayısı kaçtır?”

 

Buyurdu: Ey Cabir! Allah sana rahmet etsin! Bana İslam'ın tamamını sordun. Sayıları ayların sayısıncadır! Allah'ın Kitabına göre gökleri ve yeri yarattığı zamandaki on iki aydır ve Musa b. İmrân'ın asasıyla taşa vurduğunda fışkırttığı on iki pınar ve İsrailoğullarının nakipleri adedincedir. Allahu Teâlâ “Şüphesiz biz İsrailoğullarından misak aldık ve aralarından on iki nakip (temsilci, kefil, emin) gönderdik” buyurmuştur. Öyleyse ey Cabir, İmamların sayısı on ikidir, ilkleri Ali b. Ebî Tâlib, sonuncuları da Kâim'dir (a.s.).[11]

 

Kerâcikî'nin, senedinde yine Ebü'l-Cârûd'un yer aldığı başka bir nakli de aşağıdaki hadis şeklindedir:

 

Muhammed b. Yahya'dan, o Muhammed b. Hasan'dan, o İbn Mahbûb'dan, o Ebü'l-Cârûd'dan, o İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s.), O da Cabir b. Abdullah Ensârî'den şöyle rivayet etmiştir:

 

Resulullah (s.a.a.) buyurdu: Kadir Gecesi'ne sarılın, şüphesiz o benden sonra Ali b. Ebî Tâlib ve kendisinden sonra neslinden gelecek on bir kişi için gerçekleşecektir.[12]

 

 

Bu ve benzeri hadis ve haberlerden[13] Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonraki İmamların on iki kişi olacağı anlaşılmaktadır. Dahası Ebü'l-Cârud'dan gelen başka bir rivayette bu anlamın dışındaki bir fazlalık da nakledilmiştir. Bu rivayet gerçekte onun “Cabir'in Levhası” olarak meşhur olan hadis etrafındaki bilgi notu şeklindedir. Ebü'l-Cârûd, makalemizin odak noktasını teşkil eden konuyu, İmam Bâkır'dan, O da Câbir b. Abdullah Ensârî'den naklediyor:

 

Hz. Fâtıma'nın (selâmullâhi aleyhâ) huzuruna vardığımda yanında çocuklarından vasîlerin isimlerinin yer aldığı bir levha gördüm. Onları saydım, on iki kişiydiler ve sonuncuları Kâim'di, üçü Muhammed ve üçü de (bazı rivayetlerde dört[14]) Ali isimlerini taşıyordu.[15]

 

Malum olduğu üzere bu hadiste imamların sayısına işaret edilmesinin yanında, “Muhammed” ve “Ali” isimleriyle müsemma olanlarının kaç kişi oldukları ve vasîlerin hateminin Hz. Mehdi (a.f.) oluşu, On İki İmamcı Şiilerin inançlarına uygun bir şekilde doğrulanmaktadır. Bu rivayetlerin hadis kitaplarındaki isnadının incelenmesiyle (bkz. Kâfî[16], Kemâluddîn[17], İrşâd[18], Men La Yehzuruhu'l-Fekîh[19], Hisâl[20], Uyûnu'l-Ahbâri'r-Rızâ (a.s.)[21], Ebu'l-Feth Kerâcikî'nin ve'l-İstibsâr'ı -ya da el-İstinsâr-)[22] bu nakli Ebü'l-Cârûd'dan rivayet edenin Hasan b. Mahbub[23] olduğu anlaşılmaktadır. Ve bu rivayet en azından üç tarikle onun “Asl”ından nakledilmiştir: Muhammed b. Hüseyin b. Ebî'l-Hattab'ın Hasan b. Mahbub'a olan tariki (Kâfî, Hisâl, Uyûn, Kemâluddin) ve İbrahim b. Haşim'in ona ulaşan tariki (Kemâlüddin).

 

Bu rivayet İmam Bâkır'dan (a.s.) nakledilmiş olmakla birlikte Hasan b. Mahbub hakkındaki tarihsel bilgiler[24] dikkate alındığında, onun bu hadisi Zeyd'in kıyamından önce Ebü'l-Cârûd'dan işitmiş olması ihtimalinin ortadan kalktığı da göz önüne alınmalıdır. Başka bir ifadeyle Hasan b. Mahbûb'un bu rivayeti Ebü'l-Cârûd'dan naklettiği sırada kendisinin bundan yıllar önce Zeydiyye hareketine katılarak yolunu İmam Sadık'ın (a.s.) Şiîlerinden ayırmış olması gerekir. Peki bu durumda Ziyad b. Münzir'in o dönemde böyle bir hadisi nakletmiş olması nasıl kabul edilebilir?

 

Bazı araştırmacılar bu ve benzeri rivayetlerle karşılaştıklarında onları sonraki nesil İmâmiyye Şiîlerince Ebü'l-Cârud'a nispet edilen uyduruk nakiller olarak değerlendirmektedirler. Mesela Ebü'l-Cârûd hakkında ayrıntılı araştırmalar kaleme almış olan Mahir Cerrâr, bu hadislere işaret ederek şöyle der:

 

Bu rivayetlerin bir bölümü sonraki dönemlerde, yani ikinci asırda şekillenmiştir ve bunlarda Şia'nın On İki İmamından söz edilmektedir. Bu durum mezkur rivayetlerin Ebü'l-Cârûd'un zamanından sonraki dönemlerde uydurulduğuna ve ona nispet edildiklerine delalet eder.[25]

 

Başka yerde de şöyle demektedir:

 

Açıktır ki imamların sayısı ve velayetlerine tâbi olma hakkındaki rivayetler uydurulmuş ve Ebü'l-Cârûd'a atfedilmiştir. Zira İmâmiyye'nin akidesine uygun olarak sonraki dönemlerde beyan edilmişlerdir ve Şeyh Saduk'un nakline göre Zeydiyye'den bir grup İmâmiyye'yi bu nedenle şu şekilde eleştirmiştir: İmamların on iki kişi olduğuna delalet eden rivayet İmâmiyye'nin yenilerde ortaya attığı bir sözdür ve bunu doğrulamak için de hadis uydurmuş ve bunun teyidi için yalan menkıbeler vazetmişlerdir. Şeyh Saduk bu ithamın reddine birkaç sayfa ayırmıştır.[26]

 

Fercamî Hanım da Ebü'l-Cârûd hakkında indirgemeci bir yaklaşımla yazdığı makalede bu konuda şöyle diyor:

 

İmâmiyye'nin hadis kaynaklarına dördüncü asırda eklenen rivayetlerin bir kısmı muteber değildir ve Ebü'l-Cârûd'a sonradan nispet edildikleri kesindir. Zira bunlardan birkaçında kesinlikle kendi inancına dahil olmayan ve râvîsi olması imkânsız On İki İmam kavramına işaret edilmektedir. On İki İmam rivayetlerinden biri de Ebü'l-Cârûd'un Cabir Ensarî'den naklettiği meşhur Hz. Fâtıma'nın (s.a.) levhası hadisidir. Bu hadiste İmamların adları ve On İkinci İmamın kâim oluşu tasrih edilmektedir. Bu rivayetlere dönük temel eleştiri şu şekildedir: İmamların isimleri ve sonuncusunun Kâim oluşu apaçık ve kabul edilmiş bir konu olsaydı On İki İmam'ın hayatları esnasında sapkın Şii fırkaların yoldan çıkması mümkün olmaz[27] ve kendi dönemlerinin egemenine karşı ayaklanan her kişiye “Kâim İmam” demezlerdi. Bu hadisin senedi de hasarlıdır. Kuleynî ve Kerâcikî bu rivayeti Muhammed b. Mahbub tarikiyle (Kuleynî, 1, 531; Kerâcikî, 18) Ebü'l-Cârûd'dan naklediyor ki mechül ve mühmel (metruk) biridir.[28]… Öyle gözüküyor ki Ebü'l-Cârûd'un Ehl-i Beyt'in faziletlerini nakildeki şöhreti -ki ricâl ulemasının tasrihiyle bir kısmı onun uydurmasıdır- guluv ehli İmâmî[29] râvîlerin bu türden rivayetleri de ona nispet etmesine yol açmıştır.[30]

 

Bahsi geçen yazarlar Ebü'l-Cârûd'un On İki İmam hadislerini nakletmesinin itikadıyla uyuşmadığını farz etmiş olsalar da öyle gözüküyor ki bu konu üzerinde daha fazla araştırma yapmak gerekmektedir. Bu makale ilmî mahfillerde fazla ilgi çekmemiş gözüken[31] bu konuyuya odaklanmıştır ve Ebü'l-Cârûd'un şahsiyetini icmâlî bir şekilde ele alarak erken dönem Zeydiyyesi'nin de bu hadisleri kabul edip etmediklerini ve bahsi geçen yazarların görüşüne uygun bir şekilde İmâmiyye'nin sonraki nesillerince mi uydurulduğunu aydınlatmaya çalışmaktadır.

 

 

2. Kritik ve inceleme

 

Bu konuda bir yargıya varmak için ilk önce hangi verileri birbirleriyle karşılaştırmamız gerektiğini belirtmemiz gerekiyor. Bir yanda On İki İmamcı söylemi doğrulayan hadisler yer almaktayken diğer yanda da Ebü'l-Cârûd ve Zeydîler hakkında önceden sahip olduğumuz bilgilerimiz mevcuttur. Acaba erken dönem Cârudîlerinin inançlarına vakıf mıyız ki mezkur hadislerin içeriğini bunların karşısına koyarak bu ikisi arasındaki uyum hakkında rahatça yargıda bulunabilelim? Devamında önce erken dönem Cârudîlerinin Ehl-i Beyt (a.s.) hakkındaki düşüncelerini teşhise ve ardından bu rivayetlerin onlar tarafından nakledilmelerinin mümkün olup olmadığını ele almaya çalışacağız.

 

 

2.1. Ebü'l-Cârûd'un ve tâbilerinin Ehl-i Beyt (a.s.) hakkındaki görüşleri

 

Ebü'l-Cârûd hakkında eser kaleme alan araştırmacıların çoğu onun hakkındaki bilgilerimizin çok sınırlı oluşunu[32] ve birkaç satırı geçmediğini[33] itiraf etmektedirler. İtikadı da genelde olduğu üzere kendisine ve takipçilerine nispet edilen eserlerden çıkarılmıştır.

 

Genel olarak Ebü'l-Cârûd'un İmam Bâkır'ın (a.s.) ashâbından olduğunu ve İmam'ın vefatından yaklaşık yedi sene sonraki Zeyd'in kıyamı ile bu harekete katıldığını biliyoruz. Bu nedenle kendisini zemmeden rivayetlerin tamamı Keşşî'nin “nakledilir ki” şeklinde şüphe ile aktardığı[34] tek bir senedsiz rivayetin dışında İmam Sâdık'tandır.[35] Bu nakillerden birinde İmam Sâdık (a.s.) Ebü'l-Cârûd'un kalbini ters dönmüş bir su kabına benzetmiştir.[36]

 

Bu teşbihin kendisi zımni olarak Ebü'l-Cârûd'un önceki inançlarının doğruluğunun göstergesi olarak değerlendirilebilir. İbn Ğazâirî Kitâbü'l-Zuefâ'sında onu “sahibü'l-makam” diye anmakta ve İmâmiyye nezdindeki rivayetlerinin Zeydîlerin elindekilerden daha çok olduğunu vurgulamaktadır. Elbette aynı yerde muhaddislerin, kendisinden nakledilen bazı tariklere şüpheyle yaklaşıp bazılarına itimad ettiklerini de hatırlatmaktadır.[37]

 

Ehl-i Sünnet kaynaklarında kendisi Ali'yi (a.s.) diğer sahâbeden daha faziletli bilen ve Ehl-i Beyt'in menâkıbı ve düşmanlarının çirkinlikleri hakkında hadis uyduran bir “Râfızî” olarak tanıtılmıştır. Bu nedenle “kezzab” ve “metruk” olarak vasfedilmiştir.[38]

 

Bu bilgiler ışığında ricâl kaynaklarında Ziyad b. Münzir hakkında aktarılan verilerin az çok uyumlu bir yapı arz ettikleri açıklık kazanmaktadır. İmam Bâkır'ın öğrencileri arasında yer alıyordu ve Zeyd'in kıyamının öncesinde -bu demektir ki İmam Bâkır ile dostluğunun tüm dönemince ve kısa bir müddet de İmam Sâdık ile birlikte olarak- İmâmiyye'nin büyükleri ile birlikteydi. Bu nedenle de Ehl-i Sünnet tarafından cerhedilmiştir. Necâşi'nin “Zeyd'in kıyamından sonra değiştiği” vurgusuna ve Ebü'l-Cârûd'un hadislerinin tamamına yakınının İmam Bâkır'dan (a.s.) nakledilmesine dikkat edildiğinde ashâbın itimad ettiği birisi olduğu belli olmaktadır ve bu güvenin ispatına delil olarak delil ve şahitler de zikredilmiştir.[39] Fakat Zeyd'in kıyamından sonra İmâmiyye içerisindeki konumu belirsizdir ve İmam Sâdık ile münasebetleri ve Hazret'in ashâbıyla ilişkilerinin keyfiyeti ve hadisleri hakkındaki bilgilerimiz bu konu hakkında yargıda bulunmamıza elverecek kadar çok değildir. Bu yüzden hayatının bu dönemi hakkında bilginler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.[40] Her halükarda Ziyad b. Münzir'in Şiî rivayetlerin isnadındaki mevcudiyetinin en azından İmam Bâkır'dan hadis naklettiği dönemler göz önüne alındığında şaşırtıcı bir durum olmadığı kesindir. Bahsedilen bilgiler ışığında İmam Bâkır (a.s.) zamanındaki güvenilirliğinin pek çok İmâmiyye âlimi nezdinde sabit olduğunu söyleyebiliriz.

 

Ebü'l-Cârûd ve benzerlerinin düşünce tarzlarının ve İmâmiyye ulemasının onlara güvenmelerinin nedenlerinin anlaşılmasına yardım eden uygun bir örnek de Küçük Gaybet dönemi müfessirlerinden Furât b. İbrahim Kufî'nin Tefsir'idir. Furât Kufî'nin mezhebî eğilimi hakkında araştırmacılar arasında fikir ayrılığı vardır, bazıları onu İmâmî sayarak Ehl-i Beyt'in fazileti ve velayeti hakkında naklettiği rivayetleri bu çıkarım için delil göstermektedir.[41] Fakat kitabına dikkat edildiğinde bu eserini Zeydiyye'ye ait sayan araştırmacıların görüşlerinin daha doğru olduğu belli olmaktadır.[42] Bu tefsirde öne çıkan düşünce sistematiğini de Cârûdîliğin eksiksiz bir göstergesi saymak mümkündür.[43] Bu düşünce çerçevesinin bazı unsurları aşağıda sunulmaktadır:

 

Bu tefsirde Ehl-i Beyt'in sevgisi, velayet ve ilimleri konularını sıkça görmek mümkündür.[44] Furât'ın Ebü'l-Cârûd ve diğerlerinden[45] naklettiği bazı rivayetler, Cârûdîler nezdinde Hz. Fâtıma (s.a.a.) neslinin ister Hasanî ister Hüseynî olsunlar Kitab'ın benzersiz ve sonsuz ilminin vârisi gerçek seçkinler olduklarını ve sadece onlara müracaat edilmesi gerektiğini göstermektedir.[46] Öte yandan buna benzer rivayetlerde Fâtıma'nın (s.a.a.) bazı çocuklarının günah işleme noktasında diğer insanlar gibi, bazılarının orta yollu (muktesid) ve kıyam etmeyen âbid Fâtıma nesli, üçüncü grubun da bunların en yüksek dereceli misdakı olarak Allah yolunda kılıçla kıyam edenler[47] oldukları tasrih edilmektedir. Üçüncü grup Zeydîlerce “imam” kabul edilmekle birlikte ne bu grup ne de diğer ilk iki topluluk Cârûdîler nezdinde Âl-i Abâ'daki beş kişinin makamına erişebilmektedir.

 

Bu düşünce tarzında her ne kadar Şia İmamları için “imâmet” makamına kail olunduğu söylenemez ise de onlara göre Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) öğrencisi olmak şarttır, zira ilim sadece bu hanedana (Ehl-i Beyt nesline) münhasırdır. Başka bir ifadeyle Cârûdîler nezdinde İmam kendisini mütemayiz kılan ilmiyle değil kıyamıyla tanınmaktadır. Furât Tefsiri'nde bu düşünce yapısını güzel bir şekilde yansıtan nakillerden biri Ebû Halid Vâsıtî –Cârûdiyye'nin önderlerinden ve Ebü'l-Cârûd'un takipçilerindendir[48]- vasıtasıyla Zeyd b. Ali'ye nispet edilmiştir. Bu nakle göre Zeyd şöyle diyor:

 

Allah'a and olsun ki bizden, ne Hasan ve ne de Hüseyin'in neslinden hiç kimse aramızda itaat edilmesi farz bir imamın var olduğunu iddia etmemiştir… kılıçla kıyam ederek Allah'ın Kitâbına ve Resûlunün Sünnetine çağıran hariç…[49]

 

Cârûdiliğin düşünce sistemi pek çok noktada İmâmiyye'ninkine benzemektedir. Bu nedenle On İki İmam Şiası'na diğer Zeydîlerden daha yakındırlar fakat özel ihtilaflarının varlığı da unutulmamalıdır.[50] Emirü'l-Müminin'in ve Hasaneyn'in (a.s.) imametlerinin nassa dayalı oluşu ittifak noktalarına örnektir, bununla birlikte onlar imameti İmam Hüseyin'in (a.s.) nesliyle sınırlı görmez ve İmam Hasan'ın soyundan imam gelmesini de muhtemel sayarlar.[51] Meşhur olan görüşe göre de Hz. Fâtıma'nın nesli (ister Hasanî ister Hüseynî olsun) hakkında şöyle derler: “Onlar ilim ve fazilette eşittirler, aralarından kim kıyam ederse imam odur.”[52]

 

Ziyad b. Münzir hakkında nakledilen bilgiler az çok bu itikadî çerçeveyi doğrulamaktadır.  Mesela onun halifeler hakkında çok keskin bir görüşe sahip olduğu[53] ya da Hz. Fâtıma'nın neslinin fazilet ve kemâlâtını çok övdüğü, İlâhî helal ve haramı Âl-i Muhammed'in hükmüyle sınırladığı, ümmetin ihtiyaç duyduğu tüm ilimlerin onlar nezdindeki mevcudiyetine inandığı söylenmiştir.[54]

 

Anlatılanlar ışığında Ebü'l-Cârûd başta olmak üzere Cârûdîlerin İmâmiyye ile aralarındaki en önemli farklılıklarının İmametin gerçekleşmesi için zalim hakim karşısında ayaklanmayı şart saymaları olduğu açıklık kazanmıştır. Bu nokta ışığında düşünüldüğünde Keşşî'nin Ricâl'inde onun hakkında aktardığı önemli bir naklin anlamını doğru bir şekilde kavramak mümkün olmaktadır.

 

Bu nakle göre İmam Sâdık (a.s.) Ebü'l-Cârûd'a Mina'da rastlamış ve şöyle hitap etmiştir:

 

Ey Ebü'l-Cârûd “Allah'a and olsun ki babam ölünceye dek yeryüzü ehlinin imamıydı ve sadece yoldan çıkmış kişi bunun cahilidir.” Râvî diyor ki “Ben ertesi senenin hac döneminde de İmam Sâdık'tan (a.s.) birebir aynı sözleri Ebü'l-Cârûd'a hitap ettiğinde duydum. Ona Kufe'de mülaki olduğumda “İmam Sâdık'ın sana iki kez buyurduğu şeyi duymadın mı?” diye sordum. “O sadece babası Ali b. Ebî Tâlib'i kastediyordu!” diye cevapladı.[55]

 

İmam Sâdık'ın (a.s.) bu rivayette onu kendi imametini kabul etmeyişi yüzünden kınamadığına dikkat etmeliyiz, onu İmam Bâkır'ın (a.s.) imametini -ki Zeyd'in kıyamından birkaç sene önce dünyadan ayrılmıştı- inkârı yüzünden zemmetmektedir. Bu kayıt Ebü'l-Cârûd'un İmam Bâkır'ın yanında yıllarca öğrencilik yapmasına ve Hazret'ten defalarca kez rivayet nakletmesine[56] rağmen onu imam kabul etmediğini ve bu yüzden de Altıncı İmam tarafından kınandığını açık bir şekilde göstermektedir.[57]

 

“Onlar ilim ve fazilette eşittirler, aralarından kim kıyam ederse imam odur.” cümlesini dikkate aldığımızda, Ebü'l-Cârûd ve benzerlerinin İmam Bâkır'ın ilmine iman etmekle birlikte aynı zamanda da Zeydiyye hareketine katılmaları arasında bir çelişki olmadığı somutluk kazanmaktadır. Bu topluluğun Zeyd'in kıyamına katılmaları onların bakış açılarınca İmam Bâkır yanında öğrendikleriklerinde değişime yol açmıyordu. Bu nedenle Ebü'l-Cârûd her ne kadar İmam Bâkır'ın (a.s.) imametini kabul etmese de, Hazret'i ilim ve fazilette en büyük makamda saymakta, insanlığın ihtiyaç duyduğu her şeyin İmam Bâkır'ın (a.s.) dilinde cârî olduğuna inanmaktaydı. Bu nedenle onun Zeyd'e katılmasından sonra da defalarca kez İmam Bâkır'dan ve bazı sınırlı yerlerde de İmam Sâdık'tan[58] nakilde bulunmasında şaşırtıcı bir yön yoktur. Hatta öyle ki İmam Bâkır'dan naklettiği hadislerden müteşekkil olan tefsiri meşhur eserleri arasında yer almaktadır.[59]

 

Tam da bu noktada İmâmiyye büyüklerinin Ebü'l-Cârûd'un eserlerine ve bunların kendi hadis kaynaklarında nakline itimatlarının sırrını tahmin etmek mümkün olmaktadır. İmâmiyye ulemasına göre Ebü'l-Cârûd her ne kadar İmam Bâkır ve İmam Sâdık'ın (a.s.) imâmetini kabul etmeyişi yüzünden itikadî açıdan doğru yoldan ayrılmışsa da, Ehl-i Beyt'in ilmine olan imanı göz önüne alınarak İmam Bâkır'dan (a.s.) naklindeki güvenilirliği şüpheli sayılmamıştırr. Bu nedenle Hasan b. Mahbûb gibi sadece Zeydî olduğu dönemi derk eden[60] şahıslar ondan hadis naklinde bulunmuşlardır. İbn Mahbûb gibilerin ondan nakli ne zorunlu olarak İbn Münzir gibilerinin Zeydî inançlarının tamamının doğruluğunu ispatlar[61] ne de onlar aleyhinde bir durumdur.

 

 

2. 2. Ebü'l-Cârûd'un Levha Hadisinin (Hadis-i Levh) naklinin incelenmesi

 

Aynı bakış açısıyla Ebü'l-Cârûd'un Levha Hadisini naklinin anlamına bakabiliriz. Levha Hadisi hakkındaki rivayetlere dikkat edildiğinde yargıda bulunurken göz önüne almamız gereken önemli noktalar elde edilmektedir:

 

1. Fâtıma'nın (s.a.a.) Levhası Hadisi, On İki İmamın isimlerinin eksiksiz bir şekildeki naklini haiz olarak İmâmiyye'nin hadis kaynaklarında aktarılmıştır. Burada Levha metninin kâmil bir biçimde nakline ilaveten genelde bu hadisin sır olduğuna ve ehli olmayanlardan gizlenmesi gerektiğine de vurguda bulunulmuştur.[62] Bazı yazarların ifadelerinin aksine[63] muhtemelen Levha Hadisinin tam metni ve vasîlerin isimlerinin tamamı hiçbir zaman Ebü'l-Cârûd'dan nakledilmemiş ve ondan sadece bu maceranın kısa bir özeti rivayet edilmiştir.

 

2. Bu aktarım Ebü'l-Cârûd'un dışındaki bir tarikle de aynı şekilde nakledilmiştir ve sadece ona özgü değildir.[64] Bu konu bu haberin aslının Levha Hadisinin kâmil halinden farkına delalet ediyor.

 

3. Ebü'l-Cârûd'un naklinin zımnında dört haber mevcuttur.

 

a) Vasîler Hz. Fâtıma neslindendir.

 

b) Bu kişiler on iki kişidir.

 

c) Üçünün isimleri Muhammed, üç ya da dördününkü[65] ise Ali'dir.

 

d) Sonuncuları da Kâim'dir.

 

Bazılarına işaret ettiğimiz pek çok tarihsel karine bu dört kabül arasından ilkinin Ebü'l-Cârûd'un inançları arasında yer aldığının kesin olduğunu göstermektedir. Burada önemli nokta şudur: bu hadis her ne kadar bu vasîlerin Hz. Zehrâ'nın zürriyetinden olduğunu vurguluyor olsa da önemli ve ihtilaflı bir meselede mutlak bir açıklayıcılığı yoktur: Bu kişiler hangi nesildendirler, Hasanî mi yoksa Hüseynî midirler? Ebü'l-Cârud'dan On İki İmam hakkında nakledilen tüm hadisler bu konuda sessizdir ve bu durum tesadüfi gözükmemektedir.[66] Doğal olarak bu durum Cârûdîlerin İmam Hüseyin'in (a.s.) nesline imtiyaz tanımamak şeklindeki inançlarıyla uyumludur.

 

Fakat diğer nakiller hakkında ne denebilir? Bu hadisleri uyduruk sayan araştırmacılar onlara, Ebü'l-Cârûd ve benzeri erken dönem Zeydîlerinin On İki İmam hadislerine asla inanmadıklarını bir ön kabul olarak benimseyerek bakmışlardır. Bu yüzden de bu muhtevada bir naklin özellikle de Zeyd'a katılmasından sonra kendisinden aktarılmasını baştan imkansız saymaktadırlar.  Peki acaba bu varsayım doğru mudur? Devamında bu ön kabulün sıhhatini inceleyecek ve mukabilinde de ilk dönem Cârûdîlerinin On İki İmam hadislerini doğruladıkları tezini ortaya koyacağız.

 

 

2. 3. İlk Dönem Zeydiliğinin On İki İmama işaret eden hadisleri kabul edişi

 

Mezheplerin inançlarına çizgisel bakış, farklı fırkaların akidelerinin anlaşılmasındaki doğru analizin önündeki afetlerden biridir. Cârûdîliğin şekillenmesinin de bir fırka olarak birden değil diğer pek çok fırka gibi tarihsel süreç içerisinde gerçekleştiğine şüphe yoktur. İmâmî ve Zeydî hadis kaynaklarının incelenmesinden, Cârûdî Zeydîler ve İmâmiyye arasında ciddi ayrılığın doğuşunun Gaybet Döneminden, özellikle de Gaybet-i Kübra'dan itibaren başladığı ve Zeydîlerin uzak yerlere göç edişleriyle baş gösteren mekansal ayrılıkla bu durumun daha da şiddetlendiği anlaşılmaktadır.[67] Yoksa bundan önce İmamların (a.s.) huzur döneminde Zeydîler ve özellikle de Cârûdilerle İmâmiyye'nin dinin ve bilginin kaynaklarının yani İmamların hadislerinin hüccet oluşu gibi önemli ortak noktaları, iki grubun karşılıklı olarak birbirlerine itimat etmelerine yol açmıştı. Hatta öyle ki “Kufe'deki Şiî hadis râvîlerinin çoğunun Zeydî olduğu” söylenmiştir.[68] Dolayısıyla şahısların tarihî fikirleri hakkında yargıda bulunurken onları yaşadıkları dönemin çerçevesi içerisinde değerlendirmeye dikkat gösterilmelidir.

 

Ebü'l-Cârûd Zeydiyye'nin ilk tabakasından biri olarak sonraki dönemlerde ortaya çıkmış pek çok sınır çizgisinin şekillenmediği zamanlarda yaşamaktaydı. Sonraki asırların Cârûdî ve Zeydîlerinin On İki İmamcı söylemi reddettiklerini inkâr ediyor olmamakla birlikte buradaki önemli sorumuz ilk dönem Cârûdîlerinin de aynı şekilde düşündüğünü söylemenin zaruri mi olduğu şeklindedir. Doğaldır ki selefin görüşlerinin teşhisi için sonraki nesillerin itikadını temel alma yöntemi çok doğru gözükmemekte ve inançların tarihsel seyir içerisindeki dönüşümü ihtimalini dışarıda bırakmaktadır.

 

Her ne kadar bahsi geçen rivayetin Ziyad b. Münzir'den tek nakledeni Hasan b. Mahbûb ise de bu haberin farklı üç tariki de Hasan b. Mahbûb'a varmaktadır: Muhammed b. Hüseyn b. Ebî'l-Hattâb, Ahmed b. Muhammed b. İsa ve İbrahim b. Haşim tarikleri. Bu durum bu rivayetin Hasan b. Mahbûb'a kadarki intisabının sıhhatini ispat edebilir. Dikkatten uzak tutulmaması gereken başka bir nokta ise Hasan b. Mahbûb'un bu hadisi uydurup Ebü'l-Cârûd'a nispet etmesini gerektirecek bir sebebinin olmayışıdır. Zira bu ikisinin hayatları esnasında (İbn Mahbûb ve İbn Münzir) sonraki nesiller arasındaki koyu renkli ayrımlar henüz şekillenmemişti ve On İki İmamdan bahseden hadisler o zamanlarda her iki grup için de fiilî misdakları mevcut olmayan “gaybî haberler” cinsindendi. İmâmiyye Şiîleri üç Ali'den en fazla bir Ali'yi (İmam Seccâd) ve üç Muhammed'den de birini (Muhammed Bâkır) (a.s.) tanımıştı ve her iki topluluk için de On İki İmamın en iyimser varsayımla yarısı henüz belirsiz idi. Dolayısıyla o dönemde ne Caferî Şiîler (sonraki adlandırmayla İmâmiyye) ve ne de Zeyd'ın kıyamına gönül verenler için İmamların nihai sayısı ve bazılarının tahmini isimleri üzerinde ortak bir inanca sahip olmak mümkün değildi. Ve böylesi bir haberin naklinin iki tarafın hiçbiri için de hakkaniyetlerinin ispatında özel bir faydası bulunmuyordu. Hiçbir şekilde bu şartları, sınırların tam anlamıyla belirginleştiği ve ihtilafların en keskin halini aldığı sonraki dönemlerle karşılaştırmamak gerekir. Tabiatıyla sonraki dönemlerde bu türden rivayetler gaybî haberler sınıflandırmasından çıkarak misdakların zaman içinde belli olmasıyla itikadî hadisler arasına girdi ve iki tarafın kendi lehlerine fikir beyan ettikleri münazara ve tartışmalara zemin oldu. Sonraki asırların muhaddisleri bu türden hadisleri Cârûdîlerin reddinde kullandıklarından onların da bunun karşısında söz konusu rivayetlerin uydurulduğu ithamında bulunmaları tuhaf değildir.[69]

 

Öte yandan Şeyh Saduk'un (r.a.) On İki İmam hadislerinin uyduruk olduğu töhmetine verdiği cevap tarihsel açıdan çok şayanı dikkattir ve bugün de bu düşüncenin doğru tahliline yardımcı olabilir. O, İmâmiyyenin tarihsel süreç içerisinde On İki İmamın misdakının belli olmasından sonra bu türden rivayetler uydurmaya el uzatmadığını göstermek için bu hadisi dışardan bakan birisi için uydurukluk ihtimalini ortadan kaldıracak bir kaynaktan nakletmektedir. O, İmâmiyye ve Cârûdiyye'nin ortak muhaliflerinden yani Ehl-i Sünnet'in müstefiz haddeki farklı kaynaklarından benzer hadisleri şahit tutarak bu söylemin uydurukluğu ihtimalini aklen reddetmektedir.[70]

 

İşte tam da bu nedenden dolayı Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki On İki İmam söylemine delalet eden hadisleri sırf sonraki İmâmiyye'nin görüşlerine uygun olmaları sebebiyle uydurulmuş rivayetler sayamayız. Dolayısıyla ilk dönem Zeydîlerinin naklettiği On İki İmam hadislerine sadece İmâmiyye'nin görüşüyle uyumludurlar diye uyduruk denemez. Bu rivayetlerin sahteliğini, sadece içeriklerinin râvîsinin hadisi naklettiği zamandaki inançlarıyla çelişmesi durumunda farz edebiliriz. Ayrıca Ebü'l-Cârûd'un Levha Hadisinde sayı vermesi onun hayatı boyunca sürdürdüğü inancıyla -hatta Zeyd hareketine katılmasından sonrakiyle- çelişmemesi sebebiyle[71] tamamen doğru da olabilir.

 

Bunlara ilaveten On İki İmam rivayetleri ikinci ve üçüncü hicrî asırlarda Ehl-i Sünnet ve İmâmiyye hadis kaynaklarında o denli yaygındı ki araştırmacı o asır Zeydîlerinin bu haberleri kabul etmediklerini göstermek için delil aramalıdır. Başka bir ifadeyle onların bu meşhur hadisleri inkârlarının ispatı için delil aramak daha bilimsel olurdu, yoksa ilk dönem Zeydîlerinin buna inanmayışlarını sonrakilerin akaidine dayandırarak farz etmek ilmî değildir. Dolayısıyla bahsedilen konular ışığında bu türden hadislerin varlığını “açıktır ki…”, “kesinlikle…” gibi lafızlarla Ebü'l-Cârûd'un gerçek düşüncesiyle çelişir görmek ve kenara atmak mümkün değildir, aksine ilk dönem Cârûdîlerinin düşünce mimarisinin kurulmasında onlardan yararlanmak gerekir. Bu hadis ve ileride gelecek karineler gösteriyor ki sonraki dönem Cârûdîleri On İki İmam'a işaret eden hadisleri inkar etmişlerse de, ilk nesilleri diğer İslam fırkaları gibi bu nakilleri kabul ediyordu.

 

Bu iddianın kabulü için öne sürülebilecek tanıklardan biri de[72] Abbâd b. Yakub Revâcinî'in (Ebu Saîd Usfurî olarak maruf) günümüze kalan “asl”ıdır. Bazı araştırmacıların görüşünce o da Cârûdî bir şahsiyetti ve dahası kendi döneminde onların önderlerinden biri sayılmaktaydı.[73] Ebu Saîd yukarıda bahsi geçen rivayetten başka On İki İmam kavramına delalet eden üç farklı hadis daha nakletmiştir:

 

Abbâd Amr'dan o Ebî Hamza'dan şöyle nakletmiştir:

 

Ali b. Hüseyin'in şöyle dediğini duydum: Şüphesiz ki Allah, Muhammed ve Ali'yi ve neslinden on bir kişiyi kendi azamet nurundan yarattı ve onları nurlarının ışığındaki eşbâhta karar kıldı. Halkın yaratılışından önce O'na ibadet ettiler ve O'nu tesbih ve takdis ettiler. Ve onlar Resulullah'ın neslinden imamlardır.

 

Abbâd, Ebu Cafer'den (İmam Muhammed Bâkır) (a.s.) merfu olarak rivayet eder:

 

Resulullah (s.a.a.) buyurdu: Neslimden on bir nakip, necib ve muhaddes vardır. Sonuncuları yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracak olan Kâim'dir.

 

Abbâd, Amr b. Sabit'ten, o Ebî Cafer'den (Muhammed Bâkır), O babasından, O da atalarından şöyle nakleder:

 

Resulullah (s.a.a.) buyurdu: Gökteki yıldızlar gök ehli için güvencedir (amândır), gökyüzünün yıldızları gittiğinde sema ehlinin başına hoşlanmadıkları şeyler gelir. Neslim olan Ehl-i Beyt'imden yıldızlar on bir yıldızdır, onlar yeryüzünde ve yeryüzü ehli için amândırlar…[74]

 

Usfurî'nin hiçbir naklinde de İmam Hüseyin (a.s.) neslinin İmam Hasan (a.s.) nesline öncelikli kılındığının görülmemesi dikkat çekicidir. Yukarıda bahsi geçen muhakkiklerin ihtimal verdikleri gibi o Cârûdî Zeydî ise, bu bapta naklettiği dört hadis ile bu makalenin iddiası olan “ilk dönem Cârûdîlerinin On İki İmam'ın varlığını kabul ettiği” tezinin önemli ve güvenilir bir şahidi olmaktadır.[75]

 

Buna ilaveten Ebu Saîd Usfurî'nin “asl”ının İmamların (a.s.) huzur döneminden günümüze kalan birkaç sınırlı eserden biri oluşuna ve Kâfî ve diğer kitapların ondan nakilde bulunmasının günümüze ulaşan bu metnin otantikliğine karine olduğuna da dikkat çekmeliyiz. Bu nedenle Abbâd b. Yakub'un itikadî durumunun incelenmesinin dışında, kitabında Ebü'l-Cârûd'dan On İki İmam konusu hakkında naklettiği dördüncü hadisin,[76] İmamların (a.s.) huzuru döneminde, yani tüm misdakların belli olmasından ve sonraki çatışmaların doğmasından yıllar önce yazılarak muhtemelen de İmâmî olmayan bir tarikle Gaybet Dönemi sonrasındaki muhaddislerin eline ulaştığına dikkat çekmeliyiz. Doğal olarak Ebü'l-Cârûd'dan böylesi bir rivayetin bu özelliklerle ve İmamların huzuru dönemindeki bir eserdeki nakli -özellikle de tarikini Zeydî Cârûdîliğe eğilimli sayarsak- kadim dönem Cârûdîliğinin On İki İmam hadislerini kabulünü gösteren önemli bir tarihsel senet sayılabilir.[77]

 

Ebü'l-Cârûd'un Levha Hadisi hakkındaki naklinden elde edilen dört hususiyetten üçü hakkında konuşmuş olduk. Fakat son nokta hakkında ne denebilir? Bu noktaya göre son vasî İmam Kâim'dir. Acaba bu akide Ebü'l-Cârûd'un ve takipçilerinin akaidi ile çelişmekte midir? Tarihsel karineler Kâimiyet'e inancın Ebü'l-Cârud ve bağlılarının inançları[78] arasında yer aldığını gösteriyor ve Cârûdîler bu esas gereğince genel olarak Mehdeviyet'e inananlar arasında sayılmaktadır.[79] Ebü'l-Cârûd'un şahsından da ahir zaman ve Kâim'in (a.f.) zuhuru hakkında önemli hadisler nakledilmiştir.[80] Eğer Furât Tefsiri'ni uygun bir örnek sayarsak bu kitabın ilk dönem Cârûdîlerinin bu konudaki itikadı hakkında önemli kanıtlara sahip olduğunu görürüz. İlk karine Furât Kûfî'nin öğrencilerinden birinin bu tefsire yazdığı önsözdür. O bu önsözde Furât'ı manidar bir şekilde “Zamanının muhaddislerinin üstadı, fazıl şeyh” olarak överek şöyle der:

 

Muhammed'in (s.a.a.) Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim… O'na ve Ehl-i Beyt'ine (s.a.a.) salât olsun… Onların ilki O'nun ilim şehrinin kapısı olan Murteza Emirü'l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib'dir (a.s.) ve sonuncuları da Mehdi'dir (a.s.)…[81]

 

Buna ilave olarak Furât Kûfî Tefsiri'nin içinde ahir zaman hadiseleri ve Mehdi inancına pek çok atıf[82] yer almaktadır ve bunların toplamı sadece Kâim'in hatemiyetini kabul eden bir paradigma içerisinde mümkündür. Tefsir-i Furât'ta en az sekiz yerde Ahir Zaman Kurtarıcısı için “Kâim” ıstılahı geçmektedir[83] ve hiçbir yerde de bu lafız Zeydîlerin kıyam teorisiyle uyumlu şekilde genel anlamdaki imam manasında kullanılmamıştır.[84] Furât, mirac-ı nebevî hadiselerinin zikrinde de şöyle nakleder:

 

Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve tüm imamların eşbâhına ve Mehdi'nin (salavatullâhi ve selâmuhu aleyhim ecmain)… Mehdi onların ortasında parlak bir yıldız gibiydi… Bana ya Muhammed işte bunlar hüccetlerdir dedi…[85]

 

Bu habere biraz dikkat etmekle İmam Mehdi'nin (a.f.) hatemiyeti kolayca anlaşılabilir.

 

Dikkat çekici bir nokta Şeyh Saduk'un bu mazmundaki başka bir haberi tek bir vasıtayla Furât Kûfî'den nakletmesidir:[86]

 

… On İki Nur gördüm. Her nurun üstünde yeşil bir satırla evsiyâdan bir vasînin adı vardı. Birincileri Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) ve sonuncuları da ümmetimin Mehdi'si idi.[87]

 

Saduk'un naklinin önemi Hz. Mehdi'nin (a.s.) hatemü'l-evsiyâ oluşunun tasrihinin yanında[88] On İki İmam hakkındaki nassların muhtemelen Küçük Gaybet döneminin başlangıç yıllarında Zeydî kaynaklarda varlığını sürdürdüğünü göstermesidir.

 

 

Sonuç ve değerlendirme

 

Bu yazıda İmâmiyye topluluğunun Ziyad b. Münzir ve ilk dönem Cârûdîlerine olan itimadını gösterdikten sonra Ebü'l-Cârûd'dan nakledilen Levha Hadisini ele aldık. Bu nakilde kilit önemdeki dört kavram teşhis edilebiliyor:

 

a) Vasîler Hz. Fâtıma'nın neslindendir.

 

b) On iki kişidirler.

 

c) Aralarından üçünün adı Muhammed, üçününkü de Ali'dir.

 

d) Sonuncuları Kâim'dir.

 

Tarihsel karineleri incelemek suretiyle de ilk ve sonuncu noktanın ilk dönem Cârûdîlerince kabul edildiğini ve bunun çelişik bir durum olmadığını gösterdik. İkinci ve üçüncü noktaları kabüllerinin de imkânına ve onların bunu nakletme olasılığı olan tarihsel dönem içerisindeki akidelerinin bununla uyumsuzluk göstermediğine işaret ettik. Ziyad b. Münzir'den günümüze, On İki İmam söylemini kabul ettiğini gösteren Levha Hadisinden başka rivayetler de kalmıştır:

 

1. Tarihsel açıdan çok büyük önemi haiz (İmamların sayısı[89]) nakli.

 

2. Kerâcikî'nin nakilleri (İmamların sayısı ve Kâim'in hatemiyeti)[90]

 

Aynı şekilde Furât Kûfî'den de -İbn Münzir'e yakın apaçık bir Cârûdî örneği olarak- aynı teorik çerçeveyi ispat eden bir rivayet nakledilmiştir.[91]

 

İlk dönem Cârûdîliği hakkındaki mevcut pek çok verinin haber-i vahid haddindeki dağınık nakiller olduğuna dikkat edilmelidir. Böylesi durumlarda araştırmacı elimizde kalan sınırlı bilgilerden yararlanmak zorundadır ve bu birkaç önemli ve müstakil nakil, yani Ebü'l-Cârûd'un Levha Hadisinin râvîsi olması, Ebu Saîd Usfurî ve Kerâcikî'nin ondan yaptığı rivayetler ve Şeyh Saduk'un Furât Kufî'den nakli kolaylıkla araştırmaların dışında tutulamayacak önemli verilerdir. Tüm bunların neticesinde ilk dönem Cârûdîliğinin On İki İmam söylemini kabulünün, üzerinde düşünülmeye değer güçlü bir tez olduğu belli olmaktadır.[92]

 

Ebü'l-Cârûd ve takipçilerinin ilk asırlarda imâmetten ne anladıklarını teşhis etmek için onlardan kalan eserlere müracaat edilir ve fikrî çerçevelerinin tekrar inşasına girişilirse dikkat çekici sonuçlar elde edilecektir.[93] Cârûdîlerin İmâmiyye ile imamın “ismet, nas, nesak (İmamların kesintisiz ve ard arda gelmesi), ilmî ve cihâdî temayüz ve takiyyenin keyfiyeti” gibi konularda farklılıkları mevcut olmakla birlikte bu durum aralarındaki fikrî ortaklıklara göz yumma nedeni sayılmamalıdır. Bu ortak noktalar İmamların (a.s.) huzur döneminde İmâmiyye ve Zeydiyye arasında karşılıklı güven tesisine yol açmıştı. Bu nedenledir ki sonraki dönemlerde kalınlaşan sınır çizgilerinin geriletilmesi araştırmacıların ilk dönem Zeydiliği hakkında daha şeffaf tasvirler elde etmesine yardım edecektir. Bu tasvir ise bazı çağdaş araştırmacıların telakkisinden tamamen farklıdır.

 

 

 

 

Kaynakça:

 

 

Âl-i Tâhâ, Seyyid Hasan, Câmiü'l-Eser fi-İmâmeti'l-Eimmeti'l-İsnâ Aşer (a.s.), Kum, Müessesetü'l-İslâmî, h. 1414.

İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Uyûnu Ahbâri'r-Rızâ (a.s.), Cihan, Tehran, ş. 1378.

-----------------, İlelü'ş-Şerâyi`, Daverî, Kum, ş. 1385.

-----------------, Hisâl, Câmie-yi Müderrisin-i Havza-yi İlmiye-yi Kum, ş. 1362.

-----------------, Men La Yehzuruhu'l-Fekîh, Defter-i İntişârât-i İslâmî, Kum, h. 1413.

İbn Tavus, Ali b. Musa, el-Yekîn bi-İhtisâsi Mevlânâ Ali bi-İmreti'l-Müminin, Kum, Dârü'l-Kütüb, h. 1413.

İbn İsa, İmam Ahmed, el-Emâlî, Zeydî Kütüphanesi Nüshası.

İbn Kuluveyh, Cafer b. Muhammed, Kâmilü'z-Ziyârât, Dârü'l-Murtezaviyye, Necef, ş. 1356.

Eşarî Kummî, Sa'd b. Abdillah, el-Mekâlât ve'l-Firak, İlmî ve Ferhengî, ş. 1360.

İlahî Horâsânî, Muctebâ, Danişnâme-yi Cihân-i İslâm, Hasan b. Mahbub maddesi.

İbn Ğazâirî, Ahmed b. Hüseyn, Kitâbü'l-Zuefâ (Ricâl-i İbn Ğazâirî), Dirâyetü'n-Nûr.

İsfehânî, Ali b. Hüseyn (Ebü'l-Ferec), Mekâtilü't-Tâlibiyyîn, Necef, Mektebetü'l-Haydariyye, h. 1385.

Tehrânî, Aga Bozorg, ez-Zerîa ilâ Tesânîfi'ş-Şîa, Kum, İsmailiyyân, h. 1408.

Cerrâr, Mahir, “Tefsir-i Ebü'l-Cârûd Ziyad b. Münzir, Mukaddime-yi der Şinaht-i Akaid-i Zeydiyye”, çev. Muhammed Kazım Rahmeti, Ayine-yi Pejûhiş, sayı: 95, s. 535-562.

Cevherî, Ahmed b. Abdilaziz, Muktezebü'l-Eser fi'n-Nassi ale'l-Eimmeti İsnâ Aşer, Kum, Tabatabaî, tarihsiz.

Hüseyin, Casim, Tarih-i Siyâsi-yi Ğaybet-i İmâm-ı Devazdehum, çev. Ayetullahî, Tahran, Emir-i Kebir, ş. 1385.

Hüseynî Celâlî, Seyyid Muhammed Rıza, “el-İmâmiyye ve'z-Zeydiyye Yeden bi-Yedin fi-Himâyeti Turâsi Ehli'l-Beyt”, Ulûmu'l-Hadîs, s. 274-320.

-------------------, Cihadu'l-İmami's-Seccâd, Beyrut, Mecmeü'l-Âlemî li-Ehli'l-Beyt, h. 1431.

Hillî, Hasan b. Yusuf, Hülasetü'l-Ekvâl fi Marifeti'r-Ricâl, Dirâyetü'n-Nûr.

Hezzâz Râzî, Ali b. Muhammed, Kifâyetü'l-Eser fi'n-Nassi alê'l-Eimmeti'l-İsnâ Aşer, Bidar, Kum, h. 1401.

Hûyî, Seyyid Ebü'l-Kasım, Mucemu Ricâli'l-Hadîs, Dirâyetü'n-Nûr.

Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Mizânü'l-İtidâl fi Nakdi'r-Ricâl, Beyrut, Dârü'l-Marife, 1963.

Rahmetî, Muhammed Kâzım, “Ğaybet-i Suğra ve Nuhestin Buhranhâ-yi İmâmiyye”, Tarih-i İslâm, sayı: 25, s. 35-82.

-------------------, Danişnâme-yi Cihân-i İslam, Cârûdiyye Maddesi.

Sened, Muhammed, Senedü'l-Urvâtü'l-Vuskâ, Kitabü'l-Hac, 1419, Müessese-yi Kütüb-i Ayetullah Sened.

Subhânî, Cafer, Buhûs fi'l-Milel ve'n-Nihel, Müessesetü'l-İmami's-Sâdık (a.s.), Kum.

Şahalizade, Ali, “Tefsir-i Ebü'l-Cârûd”, Tefsir-i Ehl-i Beyt, 1. Sayı, Bahar 92, s. 46-77.

-------------------, Tefsiru Ebi'l-Cârûd ve Müsneduhu, Kum, Dârü'l-Hadis, h. 1434.

Saffâr Kummî, Muhammed b. Hasan, Besâiru'd-Derecât, Mektebetü Ayetullah Meraşî, Kum, h. 1404.

Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-Ğaybe, Kum, Dârü'l-Meârif, h. 1411.

---------------------------------, el-Fihrist, Dirâyetü'n-Nûr.

---------------------------------, İhtiyâru Marifeti'r-Ricâl (Ricâl-i Keşşî), Dirâyetü'n-Nûr.

Âmilî, Şeyh Hürr, Vesâilü'ş-Şîa, Müessesetü Âli'l-Beyt (a.s.), Kum, h. 1409.

Askalânî, İbn Hacer, Tehzibü't-Tehzîb, Beyrut, Dârü'l-Fikr, 1984.

Usfurî, Ebu Saîd (ve diğerleri), Usûlu's-Sitte Aşer, Şebusterî, Kum, ş. 1363.

Ayyâşî, Muhammed b. Mesud, Tefsirü'l-Ayyâşî, el-Metbuatü'l-İlmiyye, Tahran, ş. 1380.

Kûfî, Furât b. İbrahim, Tefsiru Furât Kûfî, Vezaratü'l-İrşâdi'l-İslâmî, Tahran, h. 1410.

Fercâmî, A´zam ve Muhammed Kâzım Rahman Sitayiş, “Tesir-i Ebü'l-Cârûd ber Rivâyât-i İmâmiyye”, Ulûm-i Kurân ve Hadis, sayı 88, s. 9-45.

Kubâdî, Meryem, Tefsiru Furât Kûfî, Pejûheşkede-yi Ulum-i İnsanî, Tahran, 1389.

Kummî, Ali b. İbrahim, Tefsirü'l-Kummî, Dârü'l-Kitâb, Kum, h. 1404.

Kerâcikî, Ebü'l-Feth, el-İstibsâr fi'n-Nassi alê'l-Eimmeti'l-Ethâr (el-İstinsâr), tashih: Yezdî.

Kerimî Zencânî Asl, Muhammed, Dânişnâme-yi Cihân-i İslâm, Tefsir-i Furât Maddesi.

Kohlberg, Etan, “el-Usûlu Erbea Mie”, çev. Muhammed Kazım Rahmetî, Ulûm-i Hadis, sayı: 17, s. 69-123, Sonbahar, 1379.

Kuleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kâfî, Dârü'l-Kütübi'l-İslâmiyye, Tahran, h. 1408.

Madelung, Wilferd, Fırkahâ-yi İslâmî, çev. Ebü'l-Kâsım Sırrî, İntişârât-i Esâtîr, 1381.

Mâmekânî, Şeyh Abdullah, Tenkîhü'l-Mekâl fi İlmi'r-Ricâl, Necef, Tabetü Murtezaviyye, tarihsiz.

Müderrisî Tabâtâî, Seyyid Hüseyin, Mirâs-ı Mektub-i Şîa ez Seh Karn-i Nuhestin-i Hicrî, çev. Resûl Câferiyân ve Ali Kurâî, Müverrih, ş. 1386.

Mesûdî, Ali b. Hüseyn, Mürûcu'z-Zeheb, Beyrut, Dârü'l-Endülüs.

Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, er-Risâletü'l-Adediyye.

--------, el-İrşâd fi Marifeti Hucecillâhi ale'l-İbâd, Âlü'l-Beyt, Kum, Âlü'l-Beyt, h. 1413.

Muvahhidî Muhib, Abdullah, “Nigâhi be Tefsir-i Furât Kûfî”, Âyine-yi Pejûheş, sayı: 60, s. 698-700.

Musevî Nejâd, Seyyid Ali, “Aşinâyî ba Zeydiyye”, Heft Âsmân, sayı: 11, s. 70-102.

Nâşî Ekber, Muhammed b. Abdillah, Mesâilü'l-İmâme, Merkez-i Mutaelat-i Edyân ve Mezâhib, Kum, ş. 1386.

Necâşî, Ahmed b. Ali, Fihristu Esmâi Musannifi'ş-Şîa, Dirâyetü'n-Nûr.

Nu´mânî, Muhammed b. İbrahim, el-Ğaybe, Sadûk, Tahran, h. 1397.

Nevbahtî, Hasan b. Musa, Firaku'ş-Şîa, Meclis Kütüphanesi Elyazması Nüshası, no: 10-1427.

Nûrî, Mirza Hüseyin b. Muhammed Takî, Müstedrekü'l-Vesâil, Müessesetü Âli'l-Beyt, Kum, h. 1408.

Nişaburî, Muhammed b. Abdillah (Hâkim Nişaburî), el-Müstedrek ale's-Sâhiheyn, Beyrut, Dârü'l-Marife, tarihsiz.

 

 

 

Medya Şafak

 

 

 



[1] Muhammed Kandeharî'ye, metni dikkatli bir şekilde okuduğu ve yaptığı önemli uyarıları için teşekkür ederim.

[2] Bu rivayetlerin bir kısmının incelenmesi için bkz. Seyyid Hasan, Câmiü'l-Eser fi-İmâmeti'l-İsnâ Aşer, s. 259, 344.

[3] Makalenin devamında bu konudaki noktalar gösterilip incelenecektir.

[4] Necâşî, Ahmed b. Ali, Ricâl, s. 170.

[5] A.g.e. (Asıl, çoğu usûl. Metinde İmamların (a.s.) sözlerinin doğrudan öğrencileri ya da öğrencilerini gören râvîlerce kayda alınmasıyla oluşan risâleler anlamındadır. Tüm asıl yazarları İmamların döneminde yaşamıştır ve bu eserlerin sayısının 400'den çok daha fazla olduğu da nakledilmiştir; çev.)

[6] A.g.e.

[7] Sadece Kâfî kitabındaki hadis isnâdlarında Ebü'l-Cârûd'un adı 50'den fazla kez geçmektedir.

[8] Abbâd b. Yakub'un, bu rivayetleri Amr b. Sâbit'in kitabından nakletmiş olması ihtimalinin yüksekliğine değinilmelidir. Bkz. Müderrisi Tabâtabâî, Seyyid Hüseyin, Mirâs-i Mektûb-i Şîa ez Seh Karn-i Nuhestin, s. 264 ve 265.

[9] Usfurî, Ebu Saîd, el-Usûlu Sitte Aşer, 16. Bu hadis Ebu Saîd'in Asl'ından nakille merhum Kuleynî'nin Kâfî'si gibi sonraki nesillerin kitaplarında da yer almıştır. (Kuleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kâfî, 1 / 534 ve Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-Ğaybe, 139). Elbette Kâfî'nin naklinde “on bir” lafzı yerine “on iki” geçmektedir. Her iki nakil de Hz. Fâtıma'nın (a.s.) kastedilip edilmeyişine göre doğru sayılabilir.

[10] Kerâcikî'nin tariki şu şekildedir: Şeyhül Fekih Ebü'l-Hasan Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Şâzân Kummî'den (r.a.) ünlü kitabı el-Îzâh'tan 412 hicrî senesinde şunu duyduk: Bize Şeyh Ebü'l-Hasan dedi: Bize Muhammed b. Hüseyin b. Ahmed dedi: Bize Muhammed b. Hasan dedi ki: Bize İbrahim b. Haşim dedi: Muhammed b. Sinan dedi ki: Bize Muhammed b. Sinan dedi ki: Bize Ziyad b. Münzir dedi ki: Bana Said b. Zarif, el-Esbağ'dan, o da İbn Abbas'tan Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu nakletti: …” (Kerâcikî, Ebü'l-Feth, el-İstibsâr (el-İstinsâr), 1 / 117).

[11] A.g.e.

[12] A.g.e., 1 / 103. Buna benzer bir rivayeti Şeyh Kuleynî Kâfî'de (1 / 533) İmam Cevâd'dan (a.s.) nakletmiştir. Bu ihtilafın kökeni bazı araştırmacıların da beyan ettiği üzere Hasan b. Abbas b. Hariş'in (son haberin Kâfî'deki râvîsi) kendi zamanından önceki bir kitabı İmam Cevâd'a (a.s.) arz etmesi ve İmam'ın bunu tasdik etmesi nedeniyle de hadisin sonraki dönemlerde kendisine nispet edilmiş olmasıdır. (bkz. Müderrisî Tabâtabâî, Seyyid Hüseyin, Mirâs-i Mektûb-i Şîa ez Seh Karn-i Nuhestin, s. 226).

 

[13] Mesela İbn Ayyaş Cevherî bu haberi nakletmiştir: “Muhammed b. Bekr'in Ziyad b. Münzir'den aktardığına göre o şöyle demiştir: Bize Abdülaziz b. Huzeyr demiştir ki: Abdullah b. Ebî Evfa'nın şöyle dediğini duydum: Resulullah (s.a.a.) buyurdu: Benden sonra Kureyş'ten on iki halife olacak, ardından bir fitne çarkı…” (Cevherî, Ahmed b. Abdilaziz, Muktezebü'l-Eser, 5).

Kifâyetü'l-Eser kitabının müellifi de bu hadisi Ebü'l-Cârûd vasıtasıyla nakletmiştir: Yahya b. Habeşî Esedî'den, o Ebü'l-Cârûd'dan, o Habib b. Beşşâr'dan, o Hariz b. Osman'dan, o Ebu Katade'den şöyle nakletmiştir: Resûlullah'tan (s.a.a.) şöyle duydum: Benden sonraki imamlar on ikidir, İsrailoğullarının nakipleri ve İsa'nın havarilerinin sayısınca… (Hazzâz Râzî, Kifâyetü'l-Eser, s. 140).

14 Farklı rivayetlerde, üç ya da dört şeklinde gelmiştir. Emirü'l-Müminin'in (a.s.) “O'nun neslinden” ifadesine eklenip eklenmemesine göre değişebilir.

15 Kuleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kâfî, 1 / 532.

16 A.g.e.

17 İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Kemâlüddin, 1 / 269 ve 313. Bu iki hadiste “Sonuncuları Kâim'dir” ve “Onlardan dördü Ali'dir” şeklinde gelmiştir.

18 Müfid, Muhammed b. Muhammed, el-İrşâd, 2/346. Bu hadiste de “Sonuncuları Kâim'dir” ve “Onlardan dördü Ali'dir” ifadeleri mevcuttur.

19 İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Men Lâ Yahzuruhu'l-Fekîh, 4 / 180. Bu hadiste de “Sonuncuları Kâim'dir” ve “Onlardan dördü Ali'dir” şeklinde geçmektedir. Bu farkla ki sonuncuları (ahiruhum) yanlışlıkla bunlardan biri (eheduhum) olarak kaydedilmiştir.

20 İbn Bâbeveyh, Hisâl, 2 / 478. Bu hadisteki ibare “Bunlardan biri Kâim'dir” ve “Üçü Ali'dir” şeklindedir.

21 İbn Bâbeveyhi, Uyûnu Ahbâri'r-Rızâ (a.s.), 1 / 46 ve 47. Bu hadiste de “Sonuncuları Kâim'dir” ve “Onlardan dördü Ali'dir” şeklinde gelmiştir.

22 Kerâcikî, Ebü'l-Feth, a.g.e. Kitabın bazı nüshalarında geçen “ikisi Muhammed”dir ifadesi eserin musahhihi tarafından diğer nüshalar esas alınmak suretiyle düzeltilmiştir.

23 Yukarıdaki isnatların mukayesesi Kerâcikî'nin Müfid ve Kuleynî'den nakillerinde bazı küçük hataların olduğunu ve yanlışlıkla “Muhammed b. Mahbûb” diye anıldığını göstermektedir. İbn Mahbûb'dan yapılan tüm nakiller “Muhammed b. Hüseyin b. Ebî'l-Hattâb'dandır ki Sadûk'un diğer tarikinde yine ondan tam adı “Hasan b. Mahbub” diye söz edilmektedir. Bu durum kastının Hasan b. Mahbûb oluşunda şüpheye yer bırakmıyor. Dahası Sadûk, Muhammed b. Hüseyin'in tariki dışından bir kanalla da bu hadisi aktarmıştır ve onlarda da “Hasan b. Mahbûb” şeklinde geçmektedir.

24 Keşşî'nin Ricâl'inde onun hakkında şöyle deniyor: “Hasan b. Mahbub 224 yılında vefat etti ve bu sırada 75 yaşındaydı.” (Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-İhtiyâr (Ricâl-i Keşşî), s. 584). Bu hesaba göre yaklaşık 149 yılında doğmuş oluyor ve 70 yerine 80 yazıldığını düşünsek bile 129 doğumlu olur ki her iki surette de Ebü'l-Cârûd'dan Zeyd'in 121 yılındaki kıyamından önce nakilde bulunmasına imkân yoktur.

 

25 Cerrâr, Mahir, “Tefsir-i Ebü'l-Cârûd Ziyad b. Münzir, Mukaddimeh-i der Şinaht-i Akâid-i Zeydiyye”, Âyine-yi Pejûhiş, 95 / 546.

 

26 A.g.e., s. 550.

27 Makalenin devamında bu kadim şüpheye de işaret edilecek.

28 Muhterem yazarların sözleri açık bir hatadır. Bkz. 23. dipnot.

29 Bu hadisin uyduruk olduğunun farz edilmesi durumunda bile bu naklin rivayetiyle “gulat” kavramı arasında ilişki kurmak tuhaf gözükmektedir.

30 Fercâmî, Azam ve Muhammed Kâzım Rahman Sitayiş, “Tesir-i Ebü'l-Cârûd ber Rivâyât-i İmâmiyye”, Ulûm-i Kurân ve Hadis, 88 / 24.

31 Makalenin müellifinin tek bildiği kitabında Cârudilerin On İki İmam hadislerini kabul ettiklerine işaret eden Dr. Câsim Hüseyin'dir. Bkz. Hüseyin, Câsim, Tarih-i Siyasi-yi Ğaybet-i İmâm-i Devazdehum, s. 30.

32 Bkz. Cerrâr, Mahir Hüseyin, a.g.y.

33 A.g.e., s. 537.

34 Tûsî, Muhammed b. Hasan, a.g.e., 230.

35 Merhum Hûyî'nin Ebü'l-Cârûd'u zemmeden rivayetlerin isnadını zayıf saydığını belirtmek gerekir. Bkz. Hûyî, Seyyid Ebü'l-Kâsım, Mucemu Ricâli'l-Hadis, 7 / 324. Burada Ebü'l-Cârûd'un fikirleri hakkındaki açıklamalarımız, elimize ulaşan tarihsel karinelerin toplanması çabasından ibarettir.

36 Tûsî, Muhammed b. Hasan, a.g.y.

37 İbn Ğazâirî, Ahmed b. Hüseyn, Kitâbü'l-Zuefâ, 1 / 61.

38 Örnek olarak bkz. Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Mizânü'l-İtidâl fi-Nakdi'r-Ricâl, 2 / 94 ve Askalânî, İbn Hacer, Tehzibü't-Tehzib, 3 / 332.

39 Muhakkiklerin ricâlî meşreplerine göre farklı deliller sunulmuştur, ezcümle: Ebü'l-Cârûd'dan Kütübü Erbaa'da ve bazen de Abdullah b. Muğire, Abdullah Meskan, Eban b. Osman, Osman b. İsa ve Hasan b. Mahbub gibi büyükler vasıtasıyla rivayetler nakledilmesi (bkz. Nurî, Hüseyin b. Muhammed Tâkî, Müstedrekü'l-Vesâil, Hatime, 5 / 412 ve 413); Şeyh Müfid'in onun “kendilerinden haram ve helalin alındığı fetva veren usûl sahiplerinden, meşhur yazarlardan, önde gelen şahıslardan ve taan edilmemiş biri” olduğuna tanıklık etmesi (Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, er-Risâletü'l-Adediyye, 14 ve 16), Ali b. İbrahim Kummî'nin tefsirinin (Tefsir-i Kummî, 1 / 102) ve Kâmilü'z-Ziyâret'in isnâdında yer alması (İbn Kûleveyhî, Cafer b. Muhammed, Kâmilü'z-Ziyâret, 47); (bkz. Hûyî, Seyyid Ebü'l-Kâsım, a.y., 7 / 322-326; Sened, Muhammed, Senedü'l-Urveti'l-Vuskâ, Kitâbü'l-Hac,  4 / 82).

40 Ayetullah Hûyî gibi bazı muhakkikler İmam Sâdık'tan (a.s.) onun zemminde nakledilen rivayetleri zayıf ve itimat edilemez hadislerden saymış ve Ebü'l-Cârûd'un sika olduğuna hükmetmiştir. (bkz. Hûyî, Seyyid Ebü'l-Kâsım, a.y., 7 / 324). Dolayısıyla itikadını değiştirdiğinin farz edilmesi durumunda bile sika oluşunu sabit saymaktadırlar. Başkaları da ondan nakledilen rivayetleri dönüşümünden öncesine müteallik saymış ve bu nedenle de Zeyd'e katılmasını rivayetleri için zararlı addetmemiştir. (bkz. Tehrânî, Aga Bozorg Tehrânî, ez-Zerîa, 4 / 308). Bazı uzmanlar ise onun vesakatini İmam Sadık'tan (a.s.) gelen rivayetler muvacehesinde esastan zayıf saymaktadır. (bkz. Mamekânî, Abdullah, Tenkîhü'l-Mekâl, 1 / 460). Bunların mukabilinde Muhaddis Nûrî de Hasan b. Mahbub ve Osman b. İsa gibi hiçbiri İmam Bâkır'ın (a.s.) öğrencilerinden olmayan şahısların ve aynı şekilde Muhammed b. Sinan'ın (ö. h. 220) (bkz. Hillî, Hasan b. Yusuf, el-Hülâse, s. 251) Ebü'l-Cârûd'dan nakillerinin, Zeyd'in kıyamından ve kendisinin mezhep değiştirmesinden sonra olması gerekir diye hatırlatmaktadır. Dolayısıyla onun sikalığını İmam Bâkır (a.s.) yanındaki talebelik dönemiyle sınırlandırmamak gerekir. (Nûrî, Hüseyin b. Muhammed Takî, a.y. 414).

Muhaddis Nûrî ayrıca Fırak ve'l-Mekâlat kitabına dayanan şâz görüş ile (Ebü'l-Cârûd'un “Serhûb” lafzıyla kınanması) yaygın olumluluk değerlendirmesini uyumlu kılmak için buradaki şahsın Ziyad b. Münzir'den başka bir kişi olduğunu söylemektedir. Onun Nevbahtî'nin ibaresine istinadı (bkz. Nevbahtî, Hasan b. Musa, Firaku'ş-Şîa) zemmedilmiş Ebü'l-Cârûd'un Fuzayl b. Zübeyr er-Resân olduğu sonucunu doğurmaktadır. O aynı şekilde Nevbahtî'nin ifadelerini delil göstererek (a.y. 54) Serhûbîlerin İmam Bâkır (a.s.) zamanında mevcut olduklarını ve inançlarının İmâmiyye'den farklı oluşunun bunlardan birinin (Ziyad b. Münzir'in) İmam Bâkır'ın yanında öğrencilik ederek tüm Kur'ân'ın tefsirini o Hazret'ten naklini imkânsız kıldığı sonucuna varmaktadır. Dolayısıyla bu karinelerden ve Ebü'l-Cârûd'un Levha Hadisinin senedinde yer almasından (bkz. makalenin devamı) Ziyad b. Münzir'in kınanan Ebü'l-Cârûd'dan farklı bir kişi olduğu sonucunu çıkarmaktadır. (Nûrî, Hüseyin b. Muhammed Takî, a.y. 417).

Muhaddis Nûrî'nin bu tezi hakkında şunlar dikkate alınmalıdır: Öncelikli olarak öyle gözükmektedir ki Firaku'ş-Şîa kitabının atıf yapılan kısmı kitabın diğer yazmaları göz önüne alındığında (bkz. Eşârî Kummî, S´ad b. Abdillah, el-Mekâlât ve'l-Firak, 71-72) sorunlu gözükmektedir. Dahası Firakü'ş-Şîa kitabının aynı nüshasının başka bir bölümünde Ebü'l-Cârûd ve Fuzayl arasında ayrıma gidilmiştir. (Bkz. Eşârî Kummî, S´ad b. Abdillah, a.y. 74) Ebü'l-Cârûd'un “Serhûb” olarak isimlendirilmesi haberinin mürsel oluşunu (bkz. Hûyî, Seyyid Ebü'l-Kâsım, a.y., 7 / 322-326) göz önüne almasak bile bu nakil Ziyad b. Münzir'in zemminde vârid olmuş tek haber değildir ve daha önceden işaret edildiği üzere İmam Sâdık'tan (a.s.) da onu kınayan rivayetler nakledilmiştir.

41 Bkz. Mâmekânî, Şeyh Abdullah, a.y. 2, bölüm 2 / 3.

42 Örnek olarak bkz. Hüseynî Celâlî, Seyyid Muhammed Rıza, “el-İmâmiyye ve'z-Zeydiyye Yedan bi-Yedin fi Himâyeti Turâsi Ehli'l-Beyt”, Ulûmu'l-Hadis, 12; ayrıca Muvahhidi Muhib, Abdullah, “Nigahi be Tefsir-i Furât-i Kûfî”, Âyine-yi Pejuhiş, 60 / 698-700.

43 Ebü'l-Cârûd'u daha çok tanımak için bu tefsire başvuran Mahir Cerrâr, bu kitaptaki tek bir rivayete dayalı olan farazi bir iddiayla (s. 395-397) On İki İmam hadislerini ilk dönem Cârûdîlerin inançlarıyla çelişir göstermektedir. İddiası Cârûdîlerin düşüncesinde Itret'in Hz. Peygamber, Hamza, Abbas, Cafer b. Ebî Tâlib ve son olarak da Hz. Ali'ye şâmil olduğu şeklindedir. O bu rivayetten Cârûdîlerin zihninde Haşimoğullarının genel olarak Ehl-i Beyt sayıldıkları ve bu akidenin Cârûdîleri İmâmiyye'den ve diğer Zeydî fırkalardan ayıran başlıca nokta ve bunun da Abbasi devri öncesinde Ehl-i Beyt hakkındaki yaygın görüş olduğu neticesine varmaktadır. Cerrâr bu akideyi (yani Ehl-i Beyt'in misdaklarının farklılığını) daha eski ve güçlü görüş olarak değerlendirmekte ve bu inancı temel alarak bununla çelişen diğer haberleri (mesela On İki İmam rivayetlerini) bununla ölçmektedir. (bkz. Cerrâr, Mahir, a.y., s. 549 ve 550).

O bu analizinde pek çok önemli karineyi gözardı etmiştir:

1- Kendisinin atıf yaptığı bir haberde Emirü'l-Müminin, Hz. Fâtıma ve Hasaneyn'in (a.s.) adları Ehl-i Beyt'in seçkin isimleri ve hatta Ehl-i Beyt tanımının esası olarak kullanılmış ve seçkin sıfatıyla övülmüşlerdir. Ve makamlarının yüceliğinin mükerrer vurgusundan sonraki birkaç satırda dikkat çekici bir şekilde “minhum” (onlardan) kaydıyla birlikte birkaç başka isim (Hamza, Abbas, Cafer-i Tayyar) da bu hadise eklenmiş ve rivayet “Biz Ehl-i Beyt'in sevgisinin zorunluluğu” vurgusuyla İmam Bâkır'ın diliyle tamamlanmıştır. Acaba bu haberin sonlarında yer alan “minhum” kaydına dayanarak, sonra gelen mezkûr isimleri rivayette daha önce geçenlerin azametli makamlarına ortak saymamız mümkün olabilir mi? Dahası hiç şüphesiz sadece bu habere göre bile “beş şahıs” (Âl-i Abâ) diğerlerine nispetle özel ve seçkin bir makamla tanıtılmıştır.

2- Diğer tarihsel tanıklıklar ispata gerek duyurmaksızın “beş şahsın” özel konumunun Cârûdîlerin fikir sisteminde kabul edilmiş ve meşhur bir konu olduğunu göstermektedir. (bkz. Kûfî, Furât b. İbrahim, a.y., s. 340 ve 402. İşaret edilen kaynaktaki iki haberin elfaz ve içeriğine dikkat ederek). Zira Furât gibilerin görüşünce Ehl-i Beyt'in iki tanımı vardır. Hz. Peygamber'in tüm akrabalarına şâmil olacak şekildeki genel anlam. Buna göre Furât; İmam Bâkır, İmam Sâdık ve İmam Rızâ (a.s.), Abdullah b. Muhammed Hanefiyye ve diğerlerini de açıkça Ehl-i Beyt'ten saymış ve onların dilinden pek çok kez Ehl-i Beyt sevgisinin lüzumunu vurgulamıştır. (a.y., s. 559, 227, 224, 283, 310, 320, 290, 399). Fakat bu durum Zeydîlerin “Âl-i Abâ” (dar anlamıyla Ehl-i Beyt, beş kişi) hakkındaki özel görüşlerini değiştirmemektedir. Dahası bunun asıl odaklanılan İmâmet bahsine bir etkisi de yoktur. Dolayısıyla Mahir Cerrâr'ın bu iki konu hakkında çelişki görmekle bir yere varması mümkün değildir.

44 Örneğin Ebü'l-Cârûd İmam Bâkır'dan “biz” zamiriyle şöyle nakletmiştir: “Bizim nezdimizde ölümlerin ve belaların, meselelerin (hadiselerin) ve vasiyetlerin ilmi, faslu'l-hitab, İslam'da doğanların ve Arapların nesebinin ilmi vardır.” Bu ibareler, İmam Bâkır'ın Ebü'l-Cârûd gibi erken ve Furât gibi sonraki dönem Zeydîlerin nezdinde sahibi olduğu geniş ilmi doğrulamaktadır.

45 Kûfî, Furât b. İbrahim, a.y., s. 145.

46 İmam Bâkır'dan (a.s.): Allah'ın “Ve onlardan emrimize hidayet eden imamlar kıldık” ayeti Fâtıma (s.a.a.) nesli için nazil olmuştur. (a.y., s. 145 ve 329). Bu mazmuna benzer diğer rivayetlere rastlamak da mümkündür. (bkz. a.y., s. 137, 220).

47 Bize Furât b. İbrahim Kûfî muanan olarak Ebü'l-Cârûd'dan şöyle nakletti: Zeyd b. Ali'ye (a.s.) şu ayeti sordum: “Sonra kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan bir kısmı nefislerine zulmedici, bazısı ortayollu ve bir bölümü de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçenlerdir.” Dedi ki: Nefislerine zulmedenler halkın genelidir, orta yollu olanlar kıyam etmeyip oturan âbidler ve öne geçenler de kılıçla kıyam edenlerdir.” (a.y., s. 347)

48 Nâşî Ekber, Muhammed b. Abdillah, Mesâilü'l-İmâme, s. 200. Bu kitap Nâşî Ekber'e nispet edilmiştir fakat bazı muhakkikler kitabın gerçek adınının Usûlü'n-Nihel (Cafer b. Harb tarafından yazılmış) olduğuna inanmaktadır. Başka bir grup araştırmacı da bu kitabın daha eski dönemden bir yazar tarafından kaleme alındığı görüşündedir. Bkz. Rahmetî, Muhammed Kâzım, Dânişnâme-yi Cihân-i İslâm, Cârûdiyye mad.

49 Kûfî, Furat b. İbraim, a.y., s. 475. İmâmiyye'nin diğer rivayetlerine dikkat edildiğinde Zeyd b. Ali'nin böylesi bir konuşma yaptığına emin olmak mümkün gözükmemektedir.

50 Bazı araştırmacıların Furât Tefsiri'ni İmâmiyye'ye nispet etme hatası göstermelerinin nedeni tam da bu ortak noktalardır. Bu tefsirin içeriği Cârûdîlerin inançlarıyla bütünüyle uyumludur. Bazı araştırmacıların Furât Tefsiri'ndeki bazı rivayetlerin Zeydiyye inançlarıyla çeliştiği değerlendirmesinde bulunduklarını söylemeliyiz (bkz. Kubadî, Meryem, Tefsir-i Furât Kûfî - Bâzşinâsi-yi Miras-i Kuhen-i Şîa, s. 107) ki bu doğru gözükmemektedir:

1. Takiyyeyi öven iki haber. Genel tasavvurun aksine Zeydîler takiyyeye kökten muhalefet etmez, özel bir çeşit takiyyeye karşı çıkarlar. Zira diğer Zeydî hadis kaynaklarında da takiyyeyi öven rivayetler nakledilmiştir. (bkz. İbn İsa, İmam Ahmed, el-Emâlî, 2 / 323.

2. Emirü'l-Müminin'in (a.s.) imâmeti hakkında apaçık nas bulunduğunu gösteren rivayetler: Bu karine kitabın Cârûdîlere nispetinin reddi için yeterli değildir. Gadir Hadisinin Ebü'l-Cârûd vasıtasıyla nakledildiği göz önüne alındığında (bkz. Ayyaşî, Muhammed b. Mesud, Tefsir-i Ayyâşî, 1 / 333) erken dönem Cârûdîlerinin Emirü'l-Müminin'in (a.s.) vesayet şeklinin hafi (gizli) olmayışına inanmalarının daha doğru bir görüş olduğu söylenebilir.

3. Kitabın Zeydiliğe nispetinin doğru olmadığı yönünde sunulan diğer karineler arasında şunlar gösterilebilir: İmamların (a.s.) nuranî kökenlerine işaret eden rivayetler, Kâim ya da Mehdi'nin (a.s.) hurucuna delalet eden pek çok rivayet. (bkz. Kerimî Zencânî Asl, Muhammed, Dânişnâme-yi Cihan-i İslam, Tefsir-i Furât mad.). Daha önce açıklandığı üzere, ilk karine erken dönem Cârûdîlerinin Hz. Fâtıma'nın tüm nesline bakışlarıyla, ikinci karine ise Âl-i Abâ'nın (a.s.) makamı hakkındaki özel tanımlarıyla uzlaştırılabilir. Üçüncü şıktan bu makalenin devamında bahsedeceğiz.

51 Bkz. Mesudî, Ali b. Hüseyin, Mürûcu'z-Zeheb, 3 / 208.

52 Nâşî Ekber, Muhammed b. Abdillah, a.g.e., s. 201.

53 A.g.e., Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Mizanü'l-İtidâl, 2 / 94.

54 “Helal, Âl-i Muhammed'in helal kıldığı, haram da haram saydığıdır ve onların nezdinde Resul'e (s.a.a.) gelen ve ümmetin ihtiyaç duyduğu her şey mevcuttur…” (Nâşî Ekber, Muhammed b. Abdillah, a.y., s. 200).

55 Tûsî, Muhammed b. Hasan, a.y., s. 230.

56 Bu hadisler Şîa ve hatta Zeydiyye kaynaklarında mükerrer olarak nakledilmiştir. Bunun örneklerini görmek için İmam Bâkır'dan (a.s.) naklettiği rivayetlerine bkz.: İbn İsa, İmam Ahmed, a.y.

57 Bu kelâmî sonuca ne zaman vardığı kolayca cevaplanamayacak bir sorudur. Zeydiliğin netleşmiş imamet tanımı sonraki dönemlerde ortaya çıkmıştır ve zamanla olgunlaşmıştır. Bu nedenle Ebü'l-Cârûd'un Zeyd'in kıyamı öncesi dönemindeki İmam'ın imameti hakkındaki kelâmî görüşü üzerinde kolayca yargıda bulunmak mümkün değildir.

58 Bkz. Hürrü Âmilî, Muhammed b. Hasan, Vesâilü'ş-Şîa, 16 / 309.

59 Tûsî, Muhammed b. Hasan, Fihrist, 204.

60 Hasan b. Mahbûb 149 senesi doğumludur (eğer bir yazım yanlışını kabul edersek bu durumda 129 yılında). (bkz. İlahî Horasanî, Mücteba, Danişnâme-yi Cihan-i İslam, Hasan b. Mahbub Maddesi). Bu nedenle Ebü'l-Cârûd ile 121 yılındaki görüş değiştirmesinden önce görüşmüş olması aslen imkânsızdır.

61 Bazıları Hasan b. Mahbûb'un Ebü'l-Cârud'dan naklini akidesinin doğruluğuna, bazıları da tövbe etmiş olmasına hamletmişlerdir. (Bkz. Şahalizâde, “Tefsir-i Ebü'l-Cârûd”, Tefsir-i Ehl-i Beyt, 1 / 66.)

62 Ebû Basir, Kâfî'deki nakle göre Levha Hadisini naklettikten sonra -ki kendisi Cabir'den bunu çok özel şartlarda işitmişti- şöyle vurguluyor: “Eğer tüm hayatında sadece bu hadisi işitseydin sana yeterdi, onu sadece ehline ver.” (Kuleynî, Muhammed b. Yakub, a.y., 1 / 528.)

63 Örnek olarak bkz. Fercamî, Azam, “Tesir-i Ebü'l-Cârûd be-Rivâyât-i İmâmiyye”, Ulûm-i Kurân ve Hadis, 88 / 24; Şahalizâde, Ali, Tefsiru Ebi'l-Cârûd ve Müsnedühu, s. 45.

64 Bkz: Tûsî, Muhammed b. Hasan, el-Ğaybe, s. 139 (şu tarikle: Ebî's-Sefâtic, Cabir b. Yezid'den, o da İmam Bâkır'dan (a.s.), o da Cabir b. Abdullah Ensarî'den); biraz daha fazla ayrıntılı ve yine evsiyânın tüm isimleri olmaksızın: İbn Bâbeveyhi Muhammed b. Ali, Uyûnu Ahbâri'r-Rızâ (a.s.), 1 / 46 (bahsi geçen aynı râvîlerle).

65 Emirü'l-Müminin'in (a.s.) İmamlar arasında sayılıp sayılmamasına bağlı olarak iki okuma da doğru sayılabilir.

66 Tefsiru Ebî'l-Cârûd ve Müsneduhu kitabı Ebü'l-Cârud rivayetlerinin tahrici olmakla birlikte yapılan bir atıf hatası nedeniyle bu anlama gelecek bir hadisi ona nispet etmiştir. (bkz. Şahalizâde, Ali, Tefsiru Ebî'l-Cârûd ve Müsneduhu, s. 263)

67 Hüseynî Celâlî, Seyyid Muhammed Rıza, a.y., s. 283.

68 A.y., s. 277, Bahrü'l-Ulûm'dan nakille.

69 Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Uman, el-Mesâilü'l-Cârûdiyye, s. 35. Şeyh Müfid'in mezkûr risalede Cârûdîlerle “On İki İmamın varlığı” üzerinde hiçbir tartışma yapmadığına dikkat edilmelidir. Tartışmanın ana ekseni daha çok bu imamların kimler olduğu ve özellikle de İmâmetin “İmam Hüseyin'in neslinden sürmesi” üzerindedir.

70 İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Kemâlüddîn ve Temâmü'n-Ni´me, 1 / 67 ve 68. Şeyh Saduk bu sözlerinin devamında, Fercami Hanım'ın bahsettiği Zeydiyye itirazlarından birine cevap vermektedir: “Zeydiyye diyor ki: Eğer Resûlullah ümmetine On İki İmamın adlarını söylemiş olsaydı bunun üzerinde bu büyük ihtilafa düşmez, sağa sola yalpalamazlardı. Biz deriz ki: Sizler de Resulullah'ın (s.a.a.) Ali'yi (a.s.) yerine halife tayin edip kendisinden sonraki imam kıldığını, bu konuda nassın olduğunu ve O'na işaret ettiğini, fakat ümmetin çoğunun O'na itaat etmediğini söylemiyor musunuz?” (a.y.) Öyle gözükmektedir ki bu itiraz Zeydiyye ulemasından Ebu Zeyd b. Muhammed b. Ahmed'indir. (bkz. Rahmetî, Muhammed Kâzım, “Ğaybet-i Sugra ve Nuhestin Buhranhâ-yi İmâmiyye”, Tarih-i İslam, 25/59).

71 Bunların birbiriyle çelişmediği özellikle Zeydiyye nezdinde “nesak” (İmamların birbiri ardına ve kesintisizce gelmesi, çev.) yokluğu konusuna dikkat edildiğinde daha da belirginlik kazanmaktadır. Mezhepler tarihi kitaplarında genelde Zeydîler ve ezcümle Cârûdîler nesakın varlığını inkâr edenler arasında sayılmaktadırlar. (bkz. Naşi Ekber, Muhammed b. Abdillah, a.y. 202). Yani buna göre onlar On İki İmam Şiası'nın aksine İmam Hüseyin'inden sonra aynı nesilden ve kesintisiz dokuz imamın varlığına inanmamaktadırlar. Ebü'l-Cârûd'un İmam'ın nasıl tanınacağı hakkındaki görüşüne biraz dikkat edildiğinde ve bunun zaman içerisindeki misdaklarına bakıldığında anlaşılmaktadır ki o ve benzerlerine göre Hz. Zehrâ'nın oğullarından birinin imameti kıyam etmediği sürece aslen kabul edilmez ve ona göre imamlar silsilesi nesil ve de zaman açısından ardışık olmak zorunda değildir. Mesela Aşura hadisesinden sonra ilk kıyam eden kişi Zeyd b. Ali'dir (a.s.) ve farklı tarihsel görüşlere göre İmam Hüseyin'in (a.s.) şehadetinden birkaç sene sonra (7 ila 19 sene arasında) dünyaya gelmiş (bkz. Subhânî, Cafer, Buhûs fi'l-Mihel ve'n-Nihel, 7/ s. 60-61) ve yaklaşık olarak hicrî 121 senesinde de şehadete erişmiştir. Açıktır ki bu tarife göre Seyyidüşşüheda'dan sonra Zeyd b. Ali'ye kadar Cârûdî anlamında bir imam mevcut değildir. İmam Zeyne'l-Âbidin'in (a.s.) imametinde de Zeydîler nezdinde ittifak yoktur. (Zeydiler'e göre İmam Seccâd'ın (a.s.) imâmeti konusu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Hüseynî Celâlî, Seyyid Muhammed Rıza, Cihâdü'l-İmâmi's-Seccâd, s. 29-38. Aynı şekilde bazı Zeydîlerin bazı dönemlerde imamın yokluğunu kabülleri için bkz. Madelung, Wilferd, Fırkahâ-yi İslâmî, s. 140).  

72 Hüseyn, Câsim, Tarih-i Siyâsi-yi Gaybet-i İmâm-i Devazdehum, s. 22.

73 Dr. Câsim Hüseyin'e ilaveten Etan Kohlberg de onun Cârudî olma ihtimalini dillendirmiştir. (bkz. Kohlberg, Etan, el-Usûlu'l-Erbea Mie, ter. Muhammed Kazım Rahmetî, Ulûm-i Hâdis, Sonbahar 1379, s. 108). Bu teoriyi doğrulayan kaynaklar arasında şunları sayabiliriz:

- Ebü'l-Ferec İsfehânî Mekâtilü't-Tâlibiyyin'de onu Zeydiyye'nin önde gelenlerinden saymaktadır. (s. 384)

- Seyyid b. Tavus kitaplarından birinde İbâd için “Bizim ashâbımızdan ya da Zeydiyye'den olduğu söylenir” demiştir. (bkz. İbn Tavus, Ali b. Musa, el-Yekîn bi-İhtisâs Mevlânâ Ali aleyhi's-Selâm bi-İmreti'l-Müminin, s. 462)

- Zeydiyye'nin önemli hadis kitaplarından el-Emâlî'nin (müellifi Ahmed b. İsa) isnadında önemli bir rolü vardır ki bu durum Zeydîlerle olan irtibatına doğrudan delildir.

74 el-Usûlu Sitte Aşer, s. 15-16.

75 Elbette bu “asl”ın 19 hadisinden sadece tek bir rivayet (yedinci hadis) zorlanarak da olsa Cârûdîlerin inançlarıyla uyumlu gösterilebilir.

76 Abbâd (b. Yakub) Amr'dan (b. Sabit), o Ebü'l-Cârûd'dan, o da İmam Bâkır'dan (a.s.) şöyle nakletmiştir: Resulullah (s.a.a.) buyurdu: Şüphesiz ben, neslimden on bir kişi ve sen Ali yeryüzünün sütunlarıyız… (Usfurî, Ebu Saîd, el-Usûlu Sitte Aşer, s. 16). 

77 Eldeki bazı karineler Cârûdî Zeydiliğine yakın bazı râvîlerin Ehl-i Sünnet kitaplarında nakledilen On İki İmam hadislerinin isnâdında yer aldığını gösteriyor. Bu râvîlerin gösterilmesi bu makalenin hedefi olmamakla birlikte doğruluğu durumunda buradaki varsayımımızı destekleyen başka bir karine olacaktır. Örnek olarak büyük ihtimalle Zeydiyye akımıyla ilişkili olan Said b. Mansur'un (bkz. Tûsî, Muhammed b. Hasan, İhtiyâru Marifeti'r-Ricâl, s. 232; Hillî, İbn Davud, Ricâl, s. 458; ve Hillî, Hasan b. Yusuf, Ricâl, s. 226) Hâkim Nişâbûrî'nin Müstedrek'teki rivayeti gösterilebilir: Ümmetimin işi aralarında on iki halife olduğu sürece salah üzere olacaktır… Hepsi Kureyş'tendir, dedi. (Nişâbûrî, Muhammed b. Abdillah, el-Müstedrek ale's-Sahiheyn, 3 / 618).

78 Bunların dikkat çekici örneklerinden biri şu meşhur hadistir: Ebü'l-Cârûd dedi ki: İmam Bâkır'a (a.s.) dedim ki: Ey Resulullah'ın oğlu!... Allah azze ve celle karşısında senin ve Ehl-i Beyt'inin yol edindiği dinden bana haber verir misin ki ben de onu din edineyim… (buyurdu ki) Allah'a and olsun ki benim ve atalarımın dini şudur: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (s.a.a.) Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek ve Allah katından getirdiklerine ikrar vermek, Veli'mizin velayeti, düşmanımızdan beri olmak ve emrimize teslim olup Kâim'imizi beklemek ve takva için çaba göstermek ve vera sahibi olmaktır. (Kuleynî, Muhammed b. Yakub, a.y., 2 / 21 ve 22).

Bu konu hakkındaki hadisleri görmek için bkz. Şahalizâde, Ali, a.y., s. 314-322.

79 Örnek için bkz. Musevî Nejad, Seyyid Ali, “Aşnâ-yi ba Zeydiyye”, Heft Âsmân, 11/88.

80 Örnek olarak bkz. Numânî, Muhammed b. İbrahim, Ğaybet-i Numânî, s. 238; Saffâr, Muhammed b. Hasan, Besâiru'd-Deracât, 1 / 21. Aynı şekilde kendisine ricat inancı da nispet edilmiştir. Bkz. Mâhir Cerrâr'ın Kadı Abdülcebbar'dan nakli, el-Muğnî fi Ebvâbi'l-Adl ve't-Tevhid, 20 / 185 (Cerrâr, Mahir, “Mukaddime-yi der Şinaht-i Akâid-i Zeydiyye”, Âyine-yi Pejuheş, 95 / 542).

81 Kûfî, Furât b. İbrahim, a.y., s. 45.

82 Örnek olarak bkz. a.y., s. 563 ve 275. Son haberin isnadındaki Fuzayl b. Zübeyr'in (Resân) Cârûdiyye'nin büyüklerinden sayıldığına dikkat edilmelidir. O bu haberi Zeyd b. Ali'den (r.a.) nakletmiştir.

83 Bkz. a.y., s. 193, 274, 293, 399, 481, 563, 567, 582.

84 Bu durum Cârûdî hadislerindeki “Kâim”in manasının “kıyam eden imam” (Zeydiyye nezdindeki genel imâmet tarifine uygun olarak) olduğunu söyleyenlerin bu yargısını şüpheli kılmaktadır. Fercâmî Hanım Ğaybet-i Numânî'deki hadisin tahlilinde (Numânî, Muhammed b. İbrahim, a.y., s. 242) aynı hataya düşmüş ve hadisin muhtevasının naklinde bâba koyulan başlığa ve ayrıca bu bâptaki diğer hadise dikkat etmemesine ilaveten haberin farklı nakillerinin topluca değerlendirilmesinde yanlış yazım ihtimalini de görmezden gelmiş ve makalesinin genel havasına uygun şekilde doğrudan uydurulmuş olma ihtimalini gözetmiştir. (bkz. Fercâmî, Azam ve Rahman Sitayiş, a.y., s. 29)

85 Kûfî, Furât b. İbrahim, a.y. s. 74-75.

86 İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Uyûnu Ahbâri'r-Rızâ (a.s.), 1 / s. 262-264; aynı müellif, İlelü'ş-Şerâyî´, 1 / s. 5-7.

87 Bu rivayetin senedi şu şekildedir: Bize Hasan b. Muhammed b. Said Haşimî Kufî, Kufe'de 354 yılında haber verdi ve dedi ki: bize Furât b. İbrahim Kûfî, Muhammed b. Ahmed b. Ali Hemedânî'den, o Ebü'l-Fazl b. Abdillah Buharî'den, o Muhammed b. Kasım b. İbrahim b. Muhammed b. Abdillah b. Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir'den, o da Abdüsselam b. Salih Herevî'den Ali b. Musa Rıza'nın (a.s.) şöyle dediğini nakletti: Resulullah (s.a.a.) buyurdu…

88 İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Uyûnu Ahbâri'r-Rızâ (a.s.), 1 / s. 262.

89 Açıklamalarımıza ilaveten Zeydiyye metinlerinde Hz. Mehdi'nin (a.s.) vasîlerin hatemi olduğuna inandıklarını gösteren başka karineler de mevcuttur. (bkz. Goftârü'l-Hâdî ile'l-Hak Yahya b. el-Hüseyn (ö. 297), Hüseynî Celâlî, Seyyid Muhammed Rıza, Cihâdü'l-İmâmi's-Seccâd (a.s.), s. 30'dan nakille.

90 Abbâd, Amr'dan, o Ebü'l-Cârûd'dan, o da İmam Bâkır'dan (a.s.) Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu diye nakletmiştir: Şüphesiz ben ve neslimden on bir kişi ve sen Ali yeryüzünün direklerisiniz (evtâd)… (Usfurî, Ebu Saîd, el-Usûlu Sitte Aşer, s. 16). 

91 Kerâcikî, Muhammed b. Ali, a.y., 1 / s. 103, 117 ve 118.

92 İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Uyûnu Ahbâri'r-Rızâ (a.s.), 1 / 264.

93 Bu esasa binaen Ebü'l-Cârûd'un rivayetlerinin elimize ulaşan karineler ışığındaki analiziyle (özellikle de Hasan b. Mahbûb'un Levha Hadisini kendisinden naklinde) Ebü'l-Cârûd'un tövbe ettiği ihtimaline (bzk. Hûyî, Seyyid Ebü'l-Kâsım, a.y. 7 / 326) ya da zemmindeki rivayetlerin takiyyeye hamledilmesine (bkz. Şahalizâde, Ali, a.y., s. 36) ihtiyaç olmadığı belli olmaktadır. Elbette her şeyin hakikatini Allah bilir. Aynı şekilde bu haberin sıhhati de meşhur Ebü'l-Cârûd'un dışında aynı adlı başka birinin varlığına zorunlu olarak delil olmaz. (bkz. Nûrî, Hüseyn b. Muhammed Takî, a.y., s. 418-419.) Zira bu rivayetin o tarihsel kesit içerisindeki nakli ille de İmâmiyye akaidinin kabul edilmesi anlamına gelmemektedir.

94. Ebü'l-Cârûd ve ilk dönem Cârûdîlerinin akaidinin tasvirinde bu makalede sunulanlar benzer farklı problem ve belirsizliklerin ortadan kaldırılmasına da yardımcı olmaktadır. Bunun en önemli örneklerinden biri farklı isnatlarla değişik hadis kitaplarında nakledilen “kitabun melfuf” rivayetidir. (bkz. Kuleynî, Muhammed b. Yakub, a.y. 1 / 290 ve 291; Saffâr Kummî, Muhammed b. Hasan, a.y., 1 / 163) Bu ve benzeri rivayetlerin  Ziyad b. Münzir'in istikamet döneminde nakledilmiş olması ihtimalinin kuvvetliliğini dışarıda tutmamız durumunda ise, Ehl-i Beyt'in (a.s.) ilminin ilk dönem Cârûdîlerinin nezdindeki konumunun analizindeki belirsizlikler de bununla belli ölçüde giderilebilir.