Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (2)
- Medyasafak.net
- EHL-İ BEYT OKULU
- 10.05.2020
Yani Muaviye hakkında ‘‘Allah razı olsun’’ ibaresini kullanmayan kişi yazara göre Şiî olmuş oluyor! Şiîlik ithamından kurtulabilmen için Muaviye hakkında sadece susman ve onu kötü bir şekilde anmaman yeterli değil, üstüne bir de ‘‘Allah razı olsun’’ demen gerekiyor!
Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.
Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selâmlıyoruz. Efendim hoş geldiniz.
Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.
Sunucu: Seyyidim bugünkü konumuza geçiş yapmadan önce bir mukaddime yapabilmeniz mümkün mü?
Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.
Özetle işaret etmemiz gereken bazı hususlar bulunmaktadır.
İlk husus: İslam düşmanlarının hadis uydurmakla İslam düşüncesini bitirmeye çalışmaları.
Bu husus İslam âlimlerinin ihtilaf etmediği konulardandır. Bu açık bir husustur. Bir kimsenin uyduruk hadislerin varlığı hususunda kuşkuya düşebileceğini düşünemiyorum. İslam düşmanları Kur'ân ile oynayamadıklarından ya da O'na herhangi bir eklemede bulunamadıklarından bütün güçlerini Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden hadis uydurmaya sarf etmişlerdir. Bu metodik ve yaygın hadis uydurma faaliyetinin varlığının kesin delili ise ulemanın uydurma hadislerin açıklanması hakkında telif ettikleri yüzlerce kaynaktır. Aynı şekilde bu duruma, ricâl ilmi ile sahih ve diğer hadis kısımlarını irdeleyen cerh ve tadil ilmi de bir diğer kanıttır. Bunların hepsi bir noktayı göstermektedir. O da İslam düşüncesinin hadis uydurma problemine müptela olduğudur.
İkinci nokta: Bu hadis uydurma işi Resûlullah (s.a.a.) döneminde başlamıştır. Kimsenin aklına hadis uydurma işinin geç veya sonraki dönemlerde gerçekleştiği düşüncesi gelmesin. Bu yargımızın kanıtı, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bir iki yerde değil pek çok kez minbere çıkıp ‘‘Kim benim adıma kasten yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın'' buyurmasıdır. Bu hadis âlimlerin ittifak ettikleri sahih bir rivayettir.
Üçüncü husus: Hadis uydurma mevzusu halifeler döneminde gelişmiştir. Ve bu durum ilk üç halife dönemi ve daha sonraki dönemlerde yaygınlaşarak devam etmiştir. Bu durumun yaygınlaşmasının en önemli etmeni Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hadislerinin yazımının engellenmesidir. Hadisin tedvin edilmeyişi yüzünden bir kişi gelip rahatlıkla ‘‘Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdu'' diyebiliyordu. Günümüzde artık herhangi bir kimsenin Hz. Resûlullah (s.a.a.) adına hadis uydurma olanağı bulunmamaktadır. Hadis / Sünnet, Kur'ân'ın müfessiridir. En azından sizler, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Size benden sonra sımsıkı tutundukça asla sapıtmayacağınız şeyler bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti (sünnetim)'' buyurduğuna inanıyorsunuz. Peki Sünnet'in tedvin edilmesini (yazılmasını) niçin menettiniz öyleyse? Ve neden Sünnet'in tedvin edilmesini Ömer b. Abdülaziz'in faziletlerinden saydınız? O, bu yasağı ortadan kaldırdı. Bu konuyu önceki programlarda ele almıştık. Ayrıca Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbîlerine “Benim her sözümü yazın. Çünkü benim ağzımdan hak dışında başka bir şey sâdır olmaz'' buyurduğuna işaret etmiştik.
Dördüncü husus: Bu husus, programımızın temel konusunu oluşturuyor. Genelde Emevî devletinin özelde ise Muaviye'nin, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden hadis uydurma faaliyetindeki rolleri nelerdir? İnşallah bu ve bundan sonraki programda bu meseleyi ele alacağız. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden genelde Ümeyyeoğulları, özelde ise Muaviye hakkında uydurulan faziletler noktasında Ümeyyeoğulları ile nifakın başı Muaviye'nin rolü nedir?
Sunucu: Özelde Muaviye'nin genelde ise Ümeyyeoğullarının hadis uydurma faaliyetlerindeki rollerini gösteren tarihî vesikalar mevcut mudur?
Seyyid Kemal Haydarî: Muaviye'nin ve ondan sonra gelen Emevî meliklerinin bunda temel bir rol oynadıklarını bize ispatlayan çeşitli karinelerin olduğunu düşünüyorum. Ancak bu programa İbn Ebi'l-Hadid'in Şerhu Nehci'l-Belâğa adlı eseriyle başlamak istiyorum. Programımızı takip edenlerden bazıları, İbn Ebi'l-Hadid ve Şerhu Nehci'l-Belağa isimlerini duyduklarında hemen ‘‘Bu şahıs Şiîlikle itham edilmiş birisidir'' diyebilirler. Ancak tarihsel olarak bu ithamın kaynağına müracaat ettiğinizde Emevî din anlayışı olduğunu görürsünüz. Bu yargıyı gündemde tutmaya çalışanlar günümüzün Emevî din anlayışına sahip muhaddisleri ile İbn Teymiyye bağlılarıdır. Yani diğer bir ifadeyle önceki bazı âlimlerin açıklamalarında da bu töhmetin olduğunu söyleyebiliriz. Ancak dinî düşüncede ‘‘İbn Ebi'l-Hadid'in Şiî veya Râfızî olduğunu'' gündemde tutmaya çalışan ve bunun genel geçer bir yargı olduğu izlenimini vermeye çalışanlar, İbn Teymiyye'nin mukallitleri ile günümüzdeki bazı muhaddislerdir.
Değerli izleyiciler bana müsaade edecek olurlarsa biraz bu meseleyi ele almak istiyorum. İbn Ebi'l-Hadid Şiî midir, değil midir? Eğer Şiî değil ise bu ithamın kaynağı nedir?
Onun Şiî olmadığı birazdan ortaya konulacaktır. Ancak diğer bir yönelim de onu Şiî olmakla itham etmektedir. Peki, bu mesele nereden çıktı? Mukaddime olarak konuyu akidevî düzlemde ele alacağım, meseleye fıkhî açıdan yaklaşmayacağım. Fıkhî açıdan Müslümanlar Hanefî, Mâlikî, Şafiî, Zâhirî, Zeydî vb. kısımlara ayrılmaktadırlar. Ancak kelamî veya akidevî açıdan bize göre yönelimler şunlardır: Eşarîlik, Mutezile ve Ehl-i Beyt yönelimi. Ve bu yönelişlere sahip âlimler bulunmaktadır. Emevî din anlayışına sahip âlimler ile ilgili açıklamaları inşallah ilerleyen zamanlarda sunarız. Burada İbn Ebi'l-Hadid'in Eşarî, İmâmî ve Emevî din anlayışına sahip olmadığını vurgulamak istiyorum. O, Mutezile düşüncesini benimsemiş bir âlimdir.
Soru: Mutezile ile İmâmiyye arasındaki fark nedir?
Mutezile ile İmâmiyye arasındaki fark açıktır. Tabii olaya nübüvvet veya tevhid perspektifinden değil de imâmet perspektifinden bakıyorum. Bu iki akımı birbirinden ayırt eden başka konular da bulunmaktadır. Konuya akide düzleminden bakıyorum.
İmamet konusunda Mutezile düşüncesi ile İmâmiyye nazariyesi arasındaki fark nedir?
El-cevap: Mutezile; Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın hilafetinin sahih ve meşru / şer´î olduğuna inanmaktadır. Hangisinin daha faziletli olduğu hususunda Mutezile iki kısma ayrılmaktadır. Bir bölümü Ebû Bekir ve Ömer'in hilafetinin şer´îliğini ama Hz. Ali'nin halifelerin en faziletlisi olduğunu kabul etmektedir. Ancak bu gruptakiler faziletli bir şahsın kendisinden daha faziletli birinin önüne geçmesini de kabul ediyorlar. Diğer grup da fazilet noktasında zamansal tertibi temel alıyor. Ehl-i Beyt Okulu ise birinci, ikinci ve üçüncü halifenin hilafetinin meşru olmadığına inanır. Hilafetin de kendileri nezdinde sabit olan nastan dolayı sadece Ali'ye (a.s.) ait olduğuna inanırlar.
İkinci nokta: Mutezile'ye göre 12 imam bulunmamaktadır. Ancak Ehl-i Beyt Mezhebine göre İmamların sayısı 12'dir.
Üçüncü nokta: Mutezile İmamların masum olduğunu kabul etmezken İmâmiyye onların masumiyetine inanmaktadır.
Dördüncü nokta: Mutezile 12. İmamın yani İmam Mehdi'nin (a.s.) hayatta olduğuna inanmaz. Ehl-i Beyt Mezhebi ise 12. İmam'ın hayatta olduğuna inanmaktadır.
Dolayısıyla Mutezile ile İmâmiyye arasında büyük akidevî farklar bulunmaktadır.
Soru: İbn Ebi'l-Hadid Mutezilî midir yoksa Şiî / İmâmî mi?
Şerhu Nehci'l-Belâğa'nın ilk bölümlerinde geçen bazı pasajları okuyacağım. Eserin muhakkiki şöyle diyor:
Bu şerhin müellifi Ebû Hâmid İzzüddîn Abdülhamîd b. Hibetillâh b. Muhammed el-Medâinî'dir. Zeki, eşsiz âlimlerden ve en güvenilir tarihçilerden biridir. Fakih ve usûl bilginidir. Bu konuda meşhur ve maruf telifleri vardır. Mütekellim, retorikçi ve Mutezile mezhebini yapılandırandır. Mutezile ilkelerine göre ilmi tartışmalara ve münazaralara girişmiş, münakaşalarda bulunmuştur. Görüşleri Şerhu Nehci'l-Belâğa'da ve birçok eserinde dağınık olarak geçmektedir. Ebu'l-Hasan el-Eşarî, Gazzâlî ve Râzî'nin görüşlerini ele almıştır… [1]
İbn Ebi'l-Hadid eserinde şöyle der:
Mutezile'den ashâbımızın imamet, tafdil, bağiler ve Hâricîler hakkındaki görüşü (başlık)
Şeyhlerimizin hepsi, mütekaddim ve müteahhir âlimlerimiz, Basra ve Bağdat Mutezilîleri Ebû Bekir'e yapılan biatın sahih ve şer´î bir biat olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu konuda nas yoktur. Onun seçimi icmâ ile gerçekleşmiştir…
Bilginlerimiz sahâbenin en faziletlisinin kim olduğu hususunda da görüş ayrılığına düşmüştür.[2]
Böyle bir şahıs nasıl Şiîlikle itham ediliyor bilmiyorum! Mutezilîler hilafet konusunda nassın varlığına inanmıyorlar. Pasajdan anlaşıldığına göre Mutezile ilk üç halifenin meşruiyetinde ittifak etmiş, ancak dört halifenin hangisinin faziletli olduğunda görüş ayrılığına düşmüştür. O, bunu açıkça dile getirmektedir.
Burada şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Bu kişi kendisinin Mutezilî olduğunu ve Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın halifeliklerinin sıhhatini açıkça belirttiğine göre bu ithamın kaynağı nedir? Konu oldukça önemlidir. Değerli izleyicilerimiz bunların ‘‘bu şahıs Şiî'dir'', ‘‘falanca şahıs Râfızî'dir'' şeklindeki kullanımlarını gördüklerinde bu kullanımın ve bu ithamların menşeinin Emevî din anlayışı olduğunu bilsinler. Bu programda bunu ortaya koymaya çalışacağız. Emevî din anlayışı, bırakalım diğer sahâbîleri Muaviye'yi dahi âdil saymaktadır! Ona şefkat besliyor, onun ictihad edip ictihadında hataya düştüğünü dile getiriyorlar. Hz. Ali'nin hakka daha yakın olduğunu, Muaviye'nin ise O'na nazaran haktan biraz uzak düştüğünü söylüyorlar. Kimileri ise ikisinin haklılık noktasında eşit olduklarını söylemektedir! Bu da haklıdır diğeri de diyorlar!
Öyleyse bu itham nereden geliyor?
Değerli izleyicilerin biraz sabretmelerini istirham ediyorum. Bunların ‘‘falanca şahıs Şiî'dir, Râfızî'dir, gulattandır ya da bidat sahibidir'' şeklinde ifadeler kullandıklarını görmekteyiz. Bunlara göre Şiîliğin ölçütü nedir? Acaba onlara göre Şiîliğin ölçütü olarak kabul edilen şeyler ile biz Ehl-i Beyt Okulunun inandığı Şiîliğin kıstasları aynı mıdır? Bizler işaret ettiğimiz gibi imamete inanan kimselere ‘‘İsna Aşeriyye Şiası'' demekteyiz. Gelin öyleyse Emevî din anlayışına bağlı mütekaddimûn ve müteahhirûn dönem âlimleri nezdinde Şiîliğin kriterleri neymiş bir görelim.
Ben Emevî din anlayışının sütunu olarak kabul edilen âlimlerin zikrettikleri üç tanıma işaret edeceğim.
İlk kaynak İbn Hacer el-Askalânî'nin Hedyü's-Sârî adlı eseridir.
O bu eserinde şöyle demektedir:
Zikredilen Kimseler Hakkındaki Taanın Sebeblerini Ayırt Etme Hakkında Bir Fasıl (Başlık)
Bir bölümü rivayeti kanıt olarak kullanılmaya elverişli olanlardır. Bir bölümü ise rivayeti kanıt olarak kullanılmaya elverişli olmayanlardır. Bu da iki kısımdır… Teşeyyü; Hz. Ali muhabbeti ve O'nun sahâbeye öncelenmesi… Eğer Hz. Ali'yi Ebû Bekir ve Ömer'e önceliyorsa bu kişi taşkın bir Şiî'dir ve buna Râfızî denir. Eğer sövgülerde bulunur ya da bunlara buğzedecek olursa taşkın bir Râfızî'dir. [3]
Yani ‘‘Nesâî, İbn Abdilberr, Ebu'l-Ferec el-İsfahanî Şiî'dir''dediklerinde hangi esas üzere Şiî'dir diyorlar bilmemiz gerekiyor. Bunlara göre Şiîlik, İmam Ali sevgisi ve O'nun diğer sahâbîlerin önünde tutulmasıdır. Yoksa bunların kastı imamete inanan, imametin nasla olduğuna kail olan veya 12. İmam'ın (a.s.) hayatta olduğuna inanan kimse demek değildir. Onlar bu terimsel anlamı kastetmemektedirler. Öyleyse ey dünya Müslümanları! Kim İmam Ali'yi seviyor ve O'nun diğer sahâbîlerden üstün olduğunu söylüyorsa o Şiî'dir. Ali'nin (a.s.) herhangi bir sahâbîden üstün olduğunu söyleyen kimse pasaja göre Şiî olmuş oluyor. Şiî olmamak için aslında Hz. Ali'yi sevmemelisin! Ayrıca terör ve bidat ithamından kurtulabilmen için de Ali'ye olan sevgini ifade etmemelisin. Bu itham Amerika ve İsrail'in kullanmış olduğu tehdide ne kadar da çok benziyor! Mantık aynı mantık! Ya onlarla birlikte olacaksın ya da sen bir teröristsin! Muaviye ve Ümeyyeoğulları Hz. Ali'ye buğzetmektedirler. Bunlar Nâsıbîdirler (Ehl-i Beyt düşmanı).
İbn Kesir el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eserinde bütün Ümeyyeoğullarının, liderlerinin ve halifelerinin Nâsıbî olduğunu söylemektedir. Bunlar Şiî değildirler. Ama Hz. Ali'yi seviyorsan dikkat etmelisin. Hz. Ali'yi Amr b. As, Busr b. Ertat ve Muaviye gibi sahâbilerden bile üstün tutma hakkın yoktur. İmam Ali'yi münafık bir sahâbîye dahi önceleyecek olursan sen Şiî'sin! Bu tavır Müslümanların %99'unun Şiî olmasını gerektirir. Çünkü Müslümanların geneli şüphesiz Hz. Ali'yi sever ve O'nu diğerlerine takdim ederler. Evet, kimileri, Ebû Bekir ve Ömer'e takdim etmez, ancak geriye kalan sahâbîlere öncelerler. Kısacası İbn Hacer Teşeyyü'yü (Şiîliği), İmam Ali sevgisi ve Ali'nin sahâbeye takdimi olarak nitelendirmektedir. Birisi İmam Ali'yi sahâbeye takdim ediyorsa Şiî, Ebu Bekir ve Ömer'e takdim ediyorsa Râfızî'dir! Şimdi yeni yeni terimler öğreniyoruz. Şiî-Râfızî dedikleri zaman ise kasıtları Ebû Bekir ve Ömer'i sevse bile Hz. Ali'yi bu ikisinden daha çok seven herkestir! Böyle bir düşünceye sahip olan kişi Şiîliğinde ileri gitmiştir ve onun için Râfızî denebilir.
Birçok Müslüman âlim, Ebû Bekir ve Ömer'in hilafetlerinin sahih olduğunu kabul eder. Ancak Ali'yi (a.s.) de onlardan üstün görürler. Ama faziletli kişinin daha faziletli kişinin önüne geçerek halife olmasının geçerliliğini kabul eden kimseler hakkında da Râfızî sözcüğü kullanılıyor. Eğer sövgülerde bulunur ya da bunlara buğz edecek olursa aşırı-gulatçı bir Râfızî'dir. Elimizde üç terim bulunmaktadır: Şiî, Râfızî ve guluv ehli.
İbn Hacer'e göre ‘‘Ali'yi seviyor ve O'nu herhangi bir sahâbîye takdim ediyorsan -Ebû Bekir ve Ömer'e öncelemesen dahi- sen Şiî'sin.'' Bu anlama göre Müslümanların geneli Şiî olmuş olur!
İmam Ali'yi seviyor ve O'nu Ebû Bekir ve Ömer'e önceliyorsan sen Râfızî'sin.
Eğer Ebû Bekir ve Ömer'e buğzediyorsan guluv ehlindensin ve aşırı bir Râfızî'sin.
‘‘İbn Ebi'l-Hadid Şiî'dir'' denildiğinde neyin kastedildiğini izleyicilerin tamamen kavrayabilmeleri için kuralları açıklamak istiyorum. Bu tür bir kullanımda geçen Şiî terimsel anlamda kullandığımız Şiî değildir. Bunlar Şiîlik ve Râfızîlik için özel bir anlam ihdas etmişlerdir.
Şiîliğin ikinci tanımı Hafız Zehebî'nin Mizânü'l-İtidâl adlı eserinde geçer. O, Eban b. Tağleb el-Kufî'nin hâl tercümesinde şöyle der:
Şiî'dir, ancak saduktur. Doğruluğu bizim, bidati ise kendisinin olsun. Ahmed b. Hanbel, İbn Main, Ebu Hatim onu sika olarak kabul ederler. Ancak İbn Adiy onu eleştirerek şöyle der: Şiîlikte ileriye gitmiştir.
Bize şöyle denebilir: Bidat sahibi olan biri nasıl sika oluyor? Hâlbuki sikalık, adalet ve sağlamlığı gerektirir. Böyle bir kişinin adil olması mümkün müdür?
El-cevap: Bidat iki kısımdır. Bidat-ı suğra; aşırı olmayan Şiîlik. Bu tâbiunun birçoğunda görülür. Din, vera ve sıdk ehli birçok tebe-i tâbiînde de görülür. Bunlar bidat-ı suğra ashabıdır. Eğer bunların rivayet ettiği hadisler reddedilecek olursa nebevî hadislerin önemli bir bölümü ortadan kalkar. Bu ise açık bir mefsedettir… Bir de bidat-ı kübra bulunmaktadır. Tam Râfızîlik gibi… Aşırı Şiî (guluv ehli olan Şiî) ise selef döneminde ve onların örfünde Osman, Zübeyr, Talha, Muaviye ve Ali ile savaşan bir grup hakkında ileri geri konuşan, onlara sövenler için kullanılmaktaydı.[4]
Dikkat ediniz. Pasaja göre hareket edecek olursak Müslümanların geneli bidat-ı suğra (küçük bidat) ashabı olacaktır. Bidat, İmam Ali (a.s.) sevgisidir! Sanki Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Seni ancak mümin sever, sana ancak nefret duyar'' dememiş gibi. Tarihe bakın, sanki bu Ümeyyecilerin eliyle yazılmış gibidir. Tarihteki bu meşum, habis ura ve tahrife bakınız! Bu tarihi, Emevî din anlayışı telif etmiştir. Buna göre İmam Ali'yi sevmemelisiniz.
Mealen şöyle demeye çalışıyor: Peki, bunların hadisini neden kabul ettiniz, diye soracak olursan “Bunda herhangi bir sorun yok, bu hadisleri kabul etmeyecek olursak geriye İslam'dan hiçbir şey kalmıyor'' deriz. Sanki İslam, Hz. Ali'yi sevenler tarafından nakledilmiş gibidir.
Evet, bu hadisleri rivayet edenler İmam Ali'yi seven sika, ilim ashabı ve güzide insanlardır. Hâlbuki İbn Teymiyye Şiîleri cehalet ehli ve zındık kişiler olarak nitelendirmektedir. İbn Teymiyye'nin ‘‘Şiîler içinde âlim biri yoktur'' şeklindeki ifadelerini önceki programlarımızda ele aldığımızı hatırlıyorsunuz.
Sıkıntı Muaviye aleyhinde, Hz. Ali ile savaşanlar aleyhinde konuşulmasından doğuyor! Bu onların kırmızıçizgisidir. Bunlar masum kişilerdir! Hiç kimsenin bunlar hakkında ileri geri konuşma hakkı yoktur. Bir kişi ‘‘İmam Ali zamanının halifesidir. O'na karşı çıkmak şöyle şöyledir'' diyecek olursa hemen ‘‘gulat ehli bir Şiî'' oluyor. Buna göre normal Şiî sadece İmam Ali'yi seven ve Muaviye hakkında bir şey söylemeyen, tarihin tamamını atan ve Muaviye'nin saygınlığını korumak için hiçbir düşünce belirtmeyen kimsedir.
Devamında şöyle diyor:
Eban b. Tağleb asla Ebû Bekir ve Ömer aleyhinde konuşmamıştır. Ancak ara sıra İmam Ali'nin Ebû Bekir ve Ömer'den üstün olduğunu söylüyordu.[5]
Eğer İmam Ali'nin (a.s.) Ebû Bekir ve Ömer'den üstün olduğunu söylüyorsan bidat ehlisin! O ikisinin İmam Ali'den üstün olduğunu söylüyorsan dindarsın ve vera ehlisin. İşte Emevî din anlayışı tam da budur! Ey kardeşim bu ictihad ise beriki de ictihaddır. Bir şahıs Ebû Bekir ve Ömer'in İmam Ali'den üstün olduğu ictihadında bulunuyor. Bu doğru da olabilir yanlış da. Bir başka müctehid ise geliyor ve Hz. Ali'nin masumiyetine ve nasla tayin edilmiş olmasına değil de daha faziletli olduğuna inanıyor. Böyle biri metne göre bidat sahibi olmuş oluyor. Fikrî terörü görebiliyor musunuz? Bu metot kadim dönemlerde de vardı ve şimdilerde de uygulanmakta. Suudi Arabistan'daki Emevî din anlayışına sahip okullara gidiniz, bu metodun hâkim olduğunu görürsünüz. Ebû Bekir ve Ömer'in daha faziletli olduğuna inanıyorsan sırat-ı müstakim üzeresin! Sanki onların sahâbenin en faziletlileri olduğuna dair Kur'ân-ı Kerim'de ayet veya ayetler, mütevatir nebevî hadisler bulunmakta! Bunların bir kişiyi Şiî olarak vasfettiklerinde dayanaklarının neler olduğunu görmeniz için bu tanımları sunuyoruz.
Üçüncü tanım: Emevî din anlayışının lideri İbn Teymiyye'nin yaptığı tanım. Bakınız o, Minhâcü's-Sünne adlı eserinde ne diyor:
Hâkim en-Nisaburî Teşeyyü'ye mensuptur. Kendisinden Muaviye'nin fazileti hakkında bir hadis rivayet edilmesi istenince ‘‘içimden gelmiyor'' demiştir… Hâkim ve Nesâî ve İbn Abdülberr gibilerinin Şiîliği…[6]
Hâkim en-Nisaburî ne yapmış ki Şiîlikle itham edilmiş! Ebû Bekir ve Ömer hakkında ileri geri mi konuşmuştur, yoksa Ali'yi onlardan üstün mü tutmuştur? Yoksa birinci ve ikinci halifenin hilafetlerinin geçerliliğinden kuşku mu duymaktadır? Asla ve kata! Tek bir sıkıntısı vardır. İbn Teymiyye kendisinden Muaviye'nin fazileti hakkında hadis rivayet etmesini istemektedir. Bu şahıs, Muaviye hakkında ileri geri de konuşmuş değildir. Onu münafıklıkla, fısk-u fücûr ile şarap ve put satmakla, faizli muamelede bulunmakla itham etmemiştir. ‘‘Elimde onun faziletine dair bir rivayet yok ki onu nakledeyim'' demiştir. Durum böyle olunca İbn Teymiyye'nin nazarında ‘‘Şiî'' olmuş oluyor! İbn Teymiyye'ye göre Şiîliğin ölçütü, Muaviye'nin faziletlerinin kabul edilip edilmemesidir. Kabul ediyorsan Sünnîsin ve sırât-ı müstakîm üzeresin. Yok etmiyorsan -diğer sahâbîlerin faziletlerini kabul etsen dahi- Şiîsin!
İbn Teymiyye nezdinde Hâkim, Nesâî ve İbn Abdülberr gibileri her ne kadar Ebû Bekir ve Ömer'in halifeliklerini ve bu iki halifenin İmam Ali'den üstün olduğunu kabul etseler de Muaviye'nin faziletlerini kabul etmemeleri yüzünden Şiî olmuş oluyorlar! Emevî din anlayışına sahip mütekaddimûn dönemi âlimlerinin Şiîliğin tanımı çerçevesinde dayandıkları aslî ilke budur.
İbn Teymiyye ve modern bağlılarının dayandığı üçüncü ölçüt budur. Bunlardan birisinden bir pasaj aktarmak istiyorum. Aslında yazar kitabından pasaj aktarılabilecek bir saygınlıkta değildir. Yazarın herhangi bir edebî ve ahlaki liyakatî bulunmamaktadır.
Ebu Muaz Mahmud b. İmam b. Mansur'un İskâtu'l-Kilâbi'l-Aviye bi Fedaili Hali'l-Müminin Muaviye adlı eseri. Bu kitap basılıdır. Bu kişi Şeyh İbn Teymiyye'nin belirttiği kurala dayanmaktadır. Bu adam Mizânü'l-İtidâl adlı eserin müellifi Zehebî'nin dahi Muaviye çizgisinden saptığını söylemektedir. Diğer bir ifadeyle onun Şiî olduğunu söylemektedir.
O, şöyle demektedir:
Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ'nın müellifi Zehebî bu sahâbînin (Muaviye) tercüme-i hâlini sözcüklerin rüsva ettiği tuhaf bir şekilde aktarmaktadır. Açıktır ki Zehebî bu yüce sahâbîden sapmıştır. Şaşılacak husus şudur ki bazıları Zehebî için mazeretler ileri sürmektedir. Ancak Zehebî'nin kendisi Muaviye için mazeret ileri süremiyor.
Zehebî, Muaviye b. Ebî Süfyan hakkında şöyle demektedir: Muaviye (…) müminlerin emiri, İslam'ın meliki. Ebu Abdurrahman el-Kureşi el-Emevî el-Mekkî.
Ben derim ki; niçin Muaviye'nin sahâbîliğini belirterek onu temize çıkarmadın? Peygamber'in (s.a.v.) diğer sahâbîleri için kullanmış olduğun ‘‘Allah ondan razı olsun'' ibaresini niçin onun hakkında kullanmadın?
Bazı yerici şeyler anlatmış ve onun faziletlerini azaltmaya çalışmıştır.
“Peygamber'den hadis rivayet etmiş ve onun için bazı basit şeyler yazmıştır.” Vahiy kâtibi olan bir şahsın faziletini ‘‘birkaç basit şey yazdı'' demekle küçültmeye çalışmanın gerekçesi nedir?[7]
Oldukça tuhaf, yazar Zehebî'nin Muaviye hakkında kullanmış olduğu bu ifadeleri yeterli görmüyor ve ‘‘niçin Muaviye'nin sahâbîliğine dikkat çekerek onu tezkiye etmedin'' diyerek hesaba çekiyor!
Yani Muaviye hakkında ‘‘Allah razı olsun'' ibaresini kullanmayan kişi yazara göre Şiî olmuş oluyor! Şiîlik ithamından kurtulabilmen için Muaviye hakkında sadece susman ve onu kötü bir şekilde anmaman yeterli değil, üstüne bir de ‘‘Allah razı olsun'' demen gerekiyor!
Tulekâdan olan Muaviye'nin faziletleri elbette ki az olacaktır. İbn Teymiyye'nin bina ettiği metot budur.
Devamında şöyle diyor:
Zehebî şöyle diyor: Muaviye adaleti zulmüne galebe çalan meliklerin seçkinlerindendir. Allah onu affetsin.
Ben derim ki ‘‘Bir sahâbî hakkında Allah onu affetsin mi denilir yoksa Allah ondan razı olsun mu?'' Bu apaçık bir bühtandır.[8]
Allah Resûlü hakkında ‘‘Allah seni affetsin'' dersin, bunda herhangi bir problem yok! Ancak Muaviye hakkında bu ibare kullanılamaz, yani Allah onu zaten affetmiştir!
Modern dönem Emevî din anlayışına sahip kimselerin mantığı budur!
Devamında şöyle diyor:
Zehebî, İbn Rai'nin tercüme-i hâlinde şöyle der: İbn Raî, Muaviye'ye Allah rahmet etsin demekten kaçınırdı. Ancak sahâbeye de hakaret etmezdi. O, aşırı gitmeyen bir Şiî'ydi.
Ben derim ki; Muaviye sahâbî değil midir? Ona ‘‘Allah rahmet etsin'' dememek basit bir şey midir? Bu açık ve büyük bir küfürdür.[9]
Bunlar bu ifadeleri başka bir sahâbî için kullanmazlar. Ve yine bunlar gösterdikleri bu hassasiyeti başka bir sahâbî için göstermezler.
İlerleyen sayfalarda şöyle diyor: Muaviye'den sapan ve onun hakkında yanlışa düşenlerden birisi de sünen sahibi Ahmed b. Şuayb İbn Ali en-Nesâî'dir. Çünkü o, Muaviye'nin faziletlerini yazmamıştır…
Çağdaş bilginler arasında yer alıp Muaviye konusunda yanlış yola sapan biri de zamanın Hâricîlerinin büyüğü ve imamı, ‘‘fi Zilali'l-Kur'ân'' adlı kitabında bidatler ortaya koyan Seyyid Kutub'dur. Birçok kimse fitneye düşmüştür. Allah-u Teâlâ onun eserinde bulunan fitnelerden bizi korusun… Muaviye ve dostu (Amr b. As) yalana, aldatmaya, dalavereye, münafıklığa, rüşvete dayandığında…
Muaviye'ye kin besleyenlerden birisi de Hulefâü'r-Rasûl adlı eserin yazarı Halid Muhammed Halid'dir.[10]
Bunları dünya Müslümanları bilsinler. Merhum Seyyid Kutub hakkında kullandığı ifadelere bakınız!
Aslında Seyyid Kutub'un metotu sahâbenin metodudur. Sahâbe metodu, ilk üç halifenin hilafetine ve sahâbenin adaletine inanmaktır. Ancak Emevî din anlayışı Ümeyyeoğullarını ayrı bir yere koyuyor. Bizim Ümeyyeoğulları ile sahâbe okulunu ayırt etme ısrarımızın nedeni budur. İşte modern dönemlerde her iki ekolün imamı!
Yazar sahâbe ekolüne mensup onlarca Müslüman âlimi sapkın olarak nitelendirerek bunların hepsini Şiî-Râfızî kategorisine koymaktadır. Gerekçe bellidir. Bunlar Emevî ekolünün Muaviye ve Ümeyyeoğulları hakkındaki görüşlerini ve kabullerini paylaşmamaktadırlar.
Açıklamalarımıza ilişkin en hayırlı delil ise bunların Ezher Şeyhine yaptıkları saldırılardır. Bunların televizyon kanallarında sürekli Ezher Şeyhine saldırdıklarını görürsünüz. Ezher Şeyhi, Şiî midir?
Açıklamalar ışığında belli oldu ki bunların ‘‘İbn Ebi'l-Hadid Şiî'dir'' dediklerinde kasıtları müellifin Muaviye çizgisinden sapmış olmasıdır. Kim bâtıldan, nifaktan ve fücûrdan uzaklaşırsa… Zira Ümeyyeoğulları denince insanın aklına fısk-u fücûr ve Sünnet-i Nebeviyye'nin yıkımı, hadis uydurma faaliyetleri gelmektedir. İnşallah bunu ortaya koymaya çalışacağız.
Suudi Arabistan'a gidip de oradaki eğitim öğretim metotlarına baktığınızda ya da Ümeyyeci din anlayışının düşüncelerini incelediğinizde eksene Muaviye'yi ve Ümeyyeoğullarını koyduklarını görürsünüz.
Elimde Muaviye'yi savunan onlarca eser var. Elimde tutmuş olduğum şu listede Muaviye'yi savunan 31 adet eser bulunmaktadır. Bu eserlerden bazılarının isimlerini verelim.
min Fezâili ve Ahbâri Muaviye, min Akvâli'l-Munsifin fi's-Sahâbî el-Halifeti Muaviye, el-Ehâdisü'n-Nebeviyye fi Fazâili Muaviye, Reddü'l-Buhtan an Muaviye, Muaviyetü fi'l-Kitâb ve's-Sünneti ve't-Tarih, Muaviyetü fi Kitâbillah, Derü'l-Gayeti ani'l-Vakiiyyeti fi Hâli'l-Müminin Muaviye, Difaün an Muaviye, Silsiletü Meşâhiri Kadeti'l-İslâm Muaviye, Fezâili Emiri'l-Müminin Muaviye, Muaviye İbn Ebî Süfyan.
Eğer bu eserlerden birisi Hz. Ali hakkında yazılmış olsaydı hemen ‘‘guluvva bakınız'' derlerdi.
Bir diğer örnek, çağdaş yazarlardan Sad İbn Didan es-Sübeyi'nin Sellü's-Sinan fi'z-Zebbi an Muaviye İbn Ebî Süfyan adlı kitabıdır. Eserin takdimini Şeyh Muhaddis Abdullah b. Abdurrahman b. Sa'd yazmıştır. O burada şöyle der:
Muaviye b. Ebî Süfyan'ı savunmayı üstlenen bu kitabı görüp okudum ve inceledim. Oldukça güzel bir eser. Muaviye'nin faziletini zikreden delilleri içermektedir. Muaviye'yi savunan ehl-i ilmin açıklamalarını da barındırmaktadır.
Eserleri sunmaya devam ediyor:
Kadim ulemadan İbn Teymiyye'nin el-Hilafetü ve'l-Mülk'ü, Doktor Sallabi'nin Muaviye b. Ebî Süfyan Şahsiyetuhu ve Asruhu'su, İbn Teymiyye'nin Emîrü'l-Müminîn Muaviye b. Ebî Süfyan adlı eseri… Şeyh Muhammed Abdurrahman el-Meğravi'nin Men Sebbe's-Sahâbete ve Muaviyete fe Ummuhu Haviye adlı eseri. Münir Muhammed Gadban'ın Muaviyetü İbn Ebî Süfyan Sahâbîyyun Kebir ve Melikün Mücahid adlı eseri, İbn Hacer el-Heytemi'nin Tathirü'l-Cinân ve'l-Lisân an selbi Muaviye b. Ebî Süfyan'ı…
Burada şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Acaba Muaviye herhangi bir fazilete sahip midir?
El-cevap: İbn Hacer el-Askalanî'nin Fethü'l-Bârî adlı eserine bir bakalım. Bakın İbn Hacer şöyle diyor:
İbnü'l-Cevzî, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel kanalıyla aktarıyor. Abdullah ‘‘Babama Ali ve Muaviye hakkında ne dersin?'' diye sordum… Şöyle dedi: Bil ki İmam Ali düşmanı çok olan birisiydi. Düşmanları O'nda bir kusur aradılar, ancak herhangi bir kusur bulamadılar. O'nunla savaşan Muaviye'ye yöneldiler. Ali'ye duydukları hınç nedeniyle Muaviye'nin yanında Ali'yi andılar… Bununla Muaviye için uydurdukları aslı olmayan faziletlere işaret ettiler. Muaviye'nin faziletleri hakkında birçok rivayet aktarılmıştır. Ancak bu hadisler içinde isnâd açısından sahih olan hiçbir rivayet bulunmamaktadır. İshak İbn Raheveyh, Nesâî vd. bilginler bu kanaattedirler. Allah en doğrusunu bilir.[11]
Düşmanları dahi onun faziletine tanıklıkta bulunuyor! Hanbelîlerin imamı tanıklıkta bulunuyor!
Muaviye için onlarca asılsız fazilet yazdılar. İbn Hacer, Muaviye'nin faziletlerine dair herhangi bir delilin olmadığını söylüyor. Bu hadisleri, Muaviye'den ödül alma uğraşı ve çabasında olanlar uydurmuşlardır.
Nesâî'yi ele almak istemiyorum. Çünkü bunlar onu da Şiîlikle itham etmişlerdir. İshak İbn Rahuveyh'i ele almak istiyorum. Bakınız İbn Hacer el-Askalânî Tehzibü't-Tehzib adlı eserinde ne diyor:
Ebû Ya'kub İshâk b. İbrâhîm b. Mahled et-Temîmî el-Hanzalî el-Mervezî İshâk.
Ahmed İbn Hanbel'e onu sorduklarında ‘‘Irak'ta bir benzerinin olabileceğini sanmam'' demiştir. Nesâî ise ‘‘İshak imamlardan birisidir'' ve ‘‘sika (güvenilir) ve emîn imamlardandır'' demiştir. İbn Huzeyme ise ‘‘Vallahi o Tabiinin içinde olsaydı Tabiinler onun hıfzını, ilmini ve fıkhını onaylarlardı'' demiştir. Ebu Züra ise ‘‘İshak'tan daha hafız olanı görülmüş değildir'' demiştir. İbn Hibban ise es-Sikat adlı eserinde ‘‘İshak fıkıh, ilim ve hıfz açısından kendi zamanının seçkin bireylerindendi'' demiştir. [12]
Bu İshak İbn Rahuveyh ‘‘Muaviye'nin fazileti hakkında herhangi bir nas sabit değildir'' demiştir.
İkinci kaynak: Allame Aynî'nin Umdetü'l-Kari adlı eseridir. O, bu eserinde şöyle diyor:
Eğer ‘‘Muaviye'nin fazileti hakkında birçok hadis aktarılmıştır'' diyecek olursan ben derim ki: Doğrudur, ancak bu hadisler içinde isnâd açısından sahih hiçbir rivayet bulunmamaktadır. İshak İbn Rahuveyh bunu açıkça dile getirmiştir.[13]
Bundan dolayı olsa gerektir ki Buharî, Muaviye'nin hiçbir faziletini zikretmez ve bâb başlığını ‘‘Bâbu Fazileti Muaviye'' yerine ‘‘Bâbu Zikri Muaviye'' olarak atar. Ancak yine de yapacağını yapar. Bu başlığı atmasına rağmen bu bâbı “sahâbenin faziletleri” bölümüne dâhil eder. Bu bir çelişkidir. Bunu yapmasaydı Emevîci din anlayışı tarafından kabul görmezdi. Bundan dolayıdır ki kitabı Emevî din anlayışı tarafından Kitâb-ı Kerim'den sonraki en sahih kaynak olarak kabul görmüştür!
İbn Kayyım el-Cevziyye de el-Menârü'l-Münîf adlı eserinde benzer değerlendirmelerde bulunur. Yazar şöyle der:
Ehl-i Sünnet'in kimi cahillerinin Muaviye hakkında uydurdukları rivayetler de bu türdendir. İshak İbn Rahuveyh şöyle der: Hz. Peygamber'den Muaviye'nin faziletleri bağlamında aktarılan rivayetler arasında sahih hiçbir hadis yoktur.[14]
Ancak son derece üzüntü vericidir ki yukarıda ismini zikrettiğimiz İskâtü'l-Kilâbi'l-Aviye adlı eserin müellifi “Müminlerin Dayısı Muaviye'ye özgü olan faziletleri içeren sahih hadisler” adında bir başlık atar ve faziletleri zikreder.
Zikrettiği sözde hadisler arasında şu da bulunmaktadır:
Allah'ım Muaviye'ye Kitâbı öğret. Bu ve ona bağlı olanlar hidayet üzeredirler. Emin olan Muaviye'ye tutunmanızı şiddetle tavsiye ederim…
Muaviye hakkında onu aşkın fazilet zikreder. İnsan bunları okuyunca bütün bu faziletlerin, nifakın başı Muaviye'ye ait olduğunu zanneder.
Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.
Çeviri: Cevher Caduk
Medya Şafak
[1][1] İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-Belâğa, c. 1, s. 7-13, thk: Muhammed Ebu'l-Fadl İbrahim, Dâru İhyâi'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1. Basım, 1378.
[2] A.g.e., a.g.y.
[3] Ahmed b. Hacer el-Askalânî, Hedyu's-Sârî Mukaddimetu Fethi'l-Bârî, s. 646, talik: Dârü's-Selâm, Riyad.
[4] Hafız Zehebî, Mizânü'l-İtidâl fi Nakdi'r-Ricâl, c. 1, s. 222, 1 no.lu tercüme-i hâl, thk: Muhammed Rıza Arkasusî, er-Risâletü'l-Âlemiyye.
[5] A.g.e., a.g.y.
[6] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 288, thk: Muhammed Reşad Salim.
[7] Ebu Muaz Mahmud b. İmam b. Mansur, İskâtu'l-Kilâbi'l-Aviye bi Fedâili Hâli'l-Müminin Muaviye, s. 147, Mektebetü'l-Ulûm ve'l-Hikem, Suudi Arabistan.
[8] A.g.e., s.152.
[9] A.g.e., s. 158.
[10] A.g.e., 167-171.
[11] İbn Hacer el-Askalânî, Fethü'l-Bârî Şerhu Sahihi'l-Buhârî, c. 7, s. 132.
[12] İbn Hacer el-Askalânî, Tehzibü't-Tehzib, c. 1, s. 112.
[13] Bedrüddin Aynî, Ayni, Umdetü'l-Kârî fi Şerhi Sahihi'l-Buhârî, c. 16, s. 343.
[14] İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Menârü'l-Münîf fi's-Sahihi ve'd-Daif, s. 166, 35. Bâb, thk: Abdülfettah Ebu Gudde, Mektebetü'l-Matbuati'l-İslâmiyye.