Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (3)

Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (3)
Buharî'ye göre Haricî lider İmran b. Hıttân’da herhangi bir problem yok! Ama Câ’fer b. Muhammed es-Sâdık’ta sorun var! İmam Medine’de yaşamıştır. İlginç olan nokta şudur ki İmam Sâdık’ın talebelerinden bir grup Buhârî’nin şeyhlerindendir. Buhârî’nin bunlardan rivayeti var, ama İmam Sâdık’tan (a.s.) tek bir rivayeti yok!

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selâmlıyoruz. Efendim hoş geldiniz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.

 

Sunucu: Seyyidim bugünkü konumuza geçmeden önce bir giriş yapabilmeniz mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programda Emevî din anlayışının kalelerinden İbn Hacer ve İbn Kayyım'ın ‘‘Elimizde Muaviye b. Ebî Süfyan'ın faziletini ortaya koyan sahih isnâdlı bir rivayet bulunmamaktadır'' şeklindeki ifadelerini aktarmış ve programı orada sonlandırmıştık. Değerli izleyicilerin dikkatlerini bir noktaya çekmek istiyorum. Değerli izleyicilerimiz, genelde Ümeyyeoğulları özelde ise Muaviye hakkında telif edilen bu eserlere baktıklarında aktarılan faziletlerin uydurma ve düzmece olduğunu bilsinler. Bu faziletlerin mütekaddimûn dönem âlimlerinin telif etmiş oldukları eserlerde geçmesi ile müteahhirûn ve modern dönem âlimlerinin kaynaklarında yer alması arasında fark yoktur.

 

Değerli izleyiciler önceki programda Hafız İbn Hacer el-Askalânî'nin Fethu'l-Bârî adlı eserinden bir pasaj aktardığımızı hatırlayacaklardır. İbn Hacer, Emevî din anlayışının kalelerinden birisi olarak kabul görmektedir.

 

Onun bu eserine bakalım. İbnü'l-Cevzî, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel kanalıyla aktarıyor:

 

Abdullah ‘‘Babama Ali ve Muaviye hakkında ne dersin?'' diye sordum… Şöyle dedi: Bil ki İmam Ali düşmanı çok olan birisiydi. Düşmanları O'nda bir kusur aradılar, ancak herhangi bir kusur bulamadılar. O'nunla savaşan Muaviye'ye yöneldiler. Ali'ye duydukları hınç nedeniyle Muaviye'nin yanında Ali'yi andılar… Bununla Muaviye için uydurdukları aslı olmayan faziletlere işaret ettiler. Muaviye'nin faziletleri hakkında birçok rivayet aktarılmıştır. Ancak bu hadisler içinde isnâd açısından sahih olan hiçbir rivayet bulunmamaktadır. İshak b. Raheveyh, Nesâî vd. âlimler bu kanaattedirler. Allah en doğrusunu bilir.[1]

 

Özetle Muaviye'nin faziletleri hakkında rivayet edilen hadisler uydurma ve düzmecedir.

 

Hafız Zehebî, Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ adlı eserinde Muaviye'nin faziletlerini zikreden hadislerin tümünün uydurma olduğunu açıkça dile getirmektedir.

 

Burada kendiliğinden şu soru ortaya çıkıyor: ‘‘Muaviye'nin faziletlerinin aktarıldığı bu rivayetlerin aslı yoksa bunları kim uydurdu?'' Ben zeki, kavrayışlı bir insanın ‘‘Bu hadisleri Ümeyyeoğullarından başkası uydurmamıştır'' diyeceğini düşünüyorum. Çünkü bu hadislerin Abbasîler döneminde uydurulmuş olması makul değildir. Zira bu hadisler, Emevî yöneticilerine yaklaşmak ve onların gözde adamları arasına girebilmek isteyen kimseler tarafından uydurulmuştur. Peki, Emevî hükümdarlarının ve yöneticilerinin yıkılmaya yüz tuttuğu, köklerinin kazınmaya başlandığı bir dönemde bunlar bu hadisleri neden uydursunlar? Bu hadislerin ilk üç hâlife döneminde uydurulmuş olması da mümkün değildir. Bu hadisler üçüncü halife Osman döneminde uydurulmaya başlanmış olabilir. Bu da Emevî yönetiminin özellikle de Muaviye'nin Ümeyyeoğulları ve Muaviye hakkında hadisler uydurmasının metodik ve planlı oluşunun en güzel kanıtıdır.

 

Ümeyyeoğulları döneminde hadis uydurma hareketinin yayılmaya başlandığının ispatı noktasında dayandığımız ilk delil budur. Hem de bunu Emevî din anlayışını benimsemiş İbn Kayyım, İbn Hacer ve Hafız Zehebî gibi âlimlerin sözlerinden anlayabiliyoruz.

 

Sunucu: Ümeyyeoğullarının hadis uydurma noktasında takip ettikleri metodun kuralları nelerdir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: İzleyicilerin Ümeyyeoğullarının hadis uydurma hususunda takip ettikleri adımları öğrenebilmeleri için biraz sabretmelerini istiyorum. Ama değerli izleyicilerimiz hadis uydurma faaliyetinin sadece ‘‘Muaviye ve Ümeyye oğullarının faziletleri'' konusuyla sınırlı kalmadığını bilsinler. ‘‘Ali'ye (a.s.) düşmanlık eden sahâbîlerin faziletleri'' konusunda da bu dönemde birçok hadis uydurulmuştur.

 

Ahmed b. Hanbel'in işaret ettiği kaide açıktır. O, mealen şöyle diyordu:

 

İmam Ali'nin düşmanları vardı. Bunlar Muaviye'nin yanına vardılar ve Hz. Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e karşı düşmanlıklarını ortaya koymak istediler. Ancak iş bu raddede kalmadı. Bunlar hakikatte İslam'a girmemişlerdi, aslında kâfir idiler, fakat Müslümanlık izharında bulunmak zorunda kalmışlardı. Kalplerindeki küfür ve nifak hâli devam ediyordu. Bunlar Ümeyyeoğullarının münafıklarının başı idiler. Tamamı Nâsıbî idi.

 

İbn Kesir el-Bidâye ve'n-Nihâye adlı eserinde bunu açıkça dile getiriyor. Açıktır ki Hz. Resûlullah'tan aktarılan ‘‘Ey Ali! Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder'' şeklindeki kat´î hadisin gereğince Ali'ye (a.s.) düşmanlık besleyenler münafıktırlar. Mesele sadece İmam Ali'ye düşmanlık besleyen sahâbîler hakkında fazilet uydurmakla kalmadı, ileri boyutlara ulaştı. Belirttiğimiz bu kaidelerin kanıtlarını sonraki programlarda sunacağız. Dahası Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt için sabit olan bütün faziletlerin benzerlerini Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden nas ve rivayet olarak başka bazı sahâbîler için de uydurdular. Mesela yukarıda geçen hadisin bir benzerini Ebû Bekir hakkında da uydurdular! ‘‘Ey Ebû Bekir seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğz eder!'' Bu rivayetin uydurma olduğunu kendileri de açıkça belirttikleri için rahatlıkla söyleyebiliyorum. Özetle dayandıkları diğer bir kural da ‘‘İmam Ali için sabit olan her bir faziletin bir benzerini düşmanlarına veya sahâbenin geneline vermek'' şeklindedir.

 

Diğer bir gerçeklikleri de, Ümeyyeoğullarının en önemli faaliyetlerinden biri olan, İslam'ı içten yıkma çabalarıdır. Genelde Ümeyyeoğullarının özelde ise Muaviye'nin tasarruflarının ve faaliyetlerinin amacı İslam'ı çökertmeye yöneliktir. Öncelikle Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) saygınlığını çiğnemeye çalıştılar. Resûlullah'ın dilinden öyle şeyler söylediler ki… Bunların yegâne işlevi ve amacı, O'nun (s.a.a.) saygınlığını azaltmak ve ortadan kaldırmaktır. Onlar bu çirkin savaşta Hz. Peygamber'in hanımlarından birinin konumundan faydalandılar! İnşallah hadis mecmualarında geçen bu türden rivayetlerin çoğunun Aişe'nin dilinden uydurulduğunu ortaya koymaya çalışacağız. Kanaatimizce bunlar da Emevîlerin uydurmalarındandır. Dinleyici Aişe ismini duyunca ‘‘Bunu Resûlullah (s.a.a.) buyurmuştur'' zehabına (zannına) kapılıyor. İnsan Hz. Peygamber'in hanımının O'nun adına yalan söyleyeceğine ihtimal vermiyor. Yani bunlar, Peygamber-i Ekrem'i ve O'nun şeriatını yıkmak için en yakınını vesile edindiler. Bu bir sebeptir, diğer bir sebep ise Aişe'nin, Ümeyyeoğulları karşısındaki olumsuz tutumudur. Bunların Ümmü'l-Müminîn Aişe'ye yapıp ettiklerini ispatlayan bir diğer delil de budur. İnşallah bu ve bundan sonraki programlarda bu konuyu ele alacağız. Ve böylece Muaviye'nin ve Emevîlerin yönettiği ve günümüze kadar etkileri devam eden büyük tehlikelerin boyutlarını anlamış olacağız. Bizler Emevî din anlayışının günümüze kadar yürürlükte olduğunu görebiliyoruz.

 

Bu husus anlaşıldığına göre Ümeyyeoğullarının dinî maârifi, Seyyidü'l-Mürselîn'in hükümlerini yozlaştırma noktasında dayandıkları ilk kaideyi irdelemek istiyoruz.

 

Ümeyyeoğullarının dayandığı ilk kaide, cerh ve tadil kurallarının değiştirilmesidir.

 

Bizler biliyoruz ki Hz. Resûlullah'a (s.a.a.) ulaşabileceğimiz en önemli kanal O'ndan bize bu rivayetleri aktaran râvîlerden geçmektedir. Ümeyyeoğulları ve bu din anlayışına sahip olanlar ise ‘‘Ali'ye sevgi besleyen herkes bidat ehlidir'' dediler. Bu esasa göre bu râvînin naklettiği rivayetleri esas almak zaten mümkün olmuyor. Buradan da yola çıkarak birçok rivayeti itibardan düşürdüler. Sebep belli; bu hadisleri rivayet edenler Şiî'dir!

 

Önceki derste bunların ‘‘Şia'' terimine yükledikleri anlamı görmüştük. Onlara göre Şiî, İmam Ali'ye sevgi besleyip Muaviye'den uzaklaşan kimsedir. İşin içinde imamet ve masumiyet bulunmamaktadır. On İki İmam, 12. İmamın hayatta oluşu gibi ilkeler söz konusu dahi değildir. Bu anlamdan hareket ettiklerinden dolayı onlar, İbn Abdilberr, Hâkim, İbn Ebi'l-Hadid ve Nesâî gibilerini Şiî olmakla itham etmişlerdir. Dahası Emevî din anlayışını savunan bazı çağdaş şahısların ifadelerinden Zehebî gibi bir şahsın dahi -Muaviye'den uzak olduğundan dolayı- Şiîlikle itham edildiğini görmüştük. Ben bu yazarın ismini vermekten dahi hayâ ediyorum!

 

Öyleyse bu esasa göre Şiî dediğimizde kastedilen günümüzde kullanımda olan terimsel anlam değildir. Kastedilen ‘‘Hz. Ali'ye sevgi besleyen ve Muaviye'den uzak duran kimse''dir. Bunlar bu şekilde olan âlimleri ve râvîleri ricâl ilmine ilişkin kaynaklarda itibardan düşürdüler. Böylece ortam Hz. Ali düşmanlarına kaldı. İmam Ali'ye düşmanlık besleyenler, O'na hakarette ve sövgüde bulunanlar uygun bir atmosfer buldular. Hâl böyleyken bu insanlar, Hz. Ali'nin herhangi bir saygınlığa sahip olduğuna inanırlar mı? Ali ve Ehl-i Beyt'in (a.s.) yerilmesi, Muaviye ve İmam Ali düşmanlarının övülmesi hakkında Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden diledikleri kadar rivayet uydurdular. Bu onlar için bir kuraldır. Özellikle de bu aslî ilkeye hadis yazımı ve tedvini yasağı gibi diğer aslî yöntemlerini de eklediğimizde ortam tamamıyla karmaşık bir hâl alıyor. Zira hadis yazımının yasaklanması yüzünden bir hadisin Resûlullah (s.a.a.) tarafından söylenip söylenmediğini öğrenebileceğimiz herhangi bir mercii de ortadan kalkmış oluyor. Bunların uyguladıkları aslî ilke gereğince bidat sahibi bir Şiî'nin naklettiği hadisine güvenilemez. Ama bir râvî Nâsıbî ise sikadır, mütedeyyindir ve hadisine güvenilebilir. Hatta Hâricîler dahi bu güvenilirliğin kapsamındadırlar!

 

Seyyidim dile getirmiş olduğunuz bu hakikati ispatlayan bir delil mevcut mudur?

 

El-cevap: Evet.

 

Hafız İbn Hacer el-Askalânî'nin Tehzibu't-Tehzib adlı eserine bir bakalım. Bu şahıs Emevî din anlayışının büyük âlimlerinden biri kabul edilir. O, bu eserinde şöyle der:

 

Ben Nâsıbîlerin güvenilir, Şiîlerin ise mutlak surette zayıf sayılmasını çok zaman sorunlu gördüm. Bunu oldukça şaşılacak bir şey olarak görürdüm. Özellikle de hakkındaki ‘‘O'nu ancak mümin sever ve O'na ancak münafık buğzeder'' hadisini göz önüne alınca durum daha da tuhaflaşıyordu… Nâsıbî olarak itham edilenlerin çoğunluğu doğru sözlülükleriyle ve dinin emirlerine tutunmakla nam salmışlardır.[2]

 

Yani bir insan bir Nâsıbîyi nasıl güvenilir sayabiliyor? Pasajda söz konusu edilen Şia'dan kastedilen, terimsel anlamıyla İmam Ali'nin imametine inanmak değildir. Buradaki Şiîlikten murad edilen Ali (a.s.) sevgisidir. Zikretmiş olduğu kural gereği durumun tam tersine olması gerekiyordu. İbn Hacer, Şiîlerin zayıf sayılmalarının nedenlerini gerekçelendirirken, İbn Teymiyye'nin ve Emevî din anlayışına bağlı âlimlerin sözlerini sayıp döker.

 

Tabii pasajda İbn Hacer'in bahsetmiş olduğu din, Emevî din anlayışıdır. Günümüzde bunların kanallarına ve kullanmış oldukları jargona bakın, kullandıkları tek bir cümle var: ‘‘Yalan söylüyorlar, yalan söylüyorlar!'' Sanki kalplerine bu kelime yerleşmiş durumda! Meydan okumak istemiyorum. Bunlar en fazla üç dakika dayanabiliyorlar. Üç dakikaya varmadan ‘‘Şiîler ve Râfızîler yalan söylüyorlar'' sözünü tekrarlayıp dururlar. Psikolojide bir şey vardır. Yalancı sürekli olarak başkasını suçlar. Kendi üzerindeki şüpheleri bertaraf etmek için sürekli başkalarına yüklenir. Nifak da yalan üzere kuruludur.

 

“Nasb”, Hz. Ali ve Ehl-i Beytine düşmanlık besleyenler için kullanılıyor.

 

Bu din hangi dindir, anlamıyorum. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Sana ancak münafık kimse buğzeder'' dediği hâlde İmam Ali'ye düşmanlık edilecek ve bu nefretin sahibi dindar olacak? Elbette ki bu din anlayışı, Emevî din anlayışıdır.

 

Bizler ‘‘Ümeyyeci İslam'ın Öğretileri'' başlığı altında bu din anlayışına açıklık getirmeye çalıştık. Ancak bazı dostların itirazvari bir şekilde ‘‘Emevî din anlayışının özel bir İslam anlayışı mı var ki?'' şeklindeki sorularıyla karşılaştık. Kendilerine ‘‘Emevî din anlayışının İslam'ı algılayışlarındaki kaidelerini anlayacaksınız'' dedik.

 

Onların dini, İmam Ali ve Ehl-i Beyt düşmanlığı üzerine kuruludur! Onların dini, Allah'ın ve Resûlünün sevdiği kimseye düşmanlık esası üzerine kuruludur! Onların dini, Allah'ın tertemiz kıldığı kimselere buğz üzere kuruludur!

 

Devamında şöyle diyor:

 

Hâlbuki Râfızîlikle nitelenenler böyle değildir. Zira onların çoğunluğu yalancıdır. Haberler konusunda pek de takvalı değildirler.[3]

 

Bu esas onların dayandıkları kadim bir esastır. Rivayet Ehl-i Beyt ile bağlantılı ise râvîyi hemen yalancılıkla itham ederek kriterlikten düşürmeye çalışırlar. Bundan dolayıdır ki Emevî din anlayışının şeyhlerinin dilinde ‘‘Şiîler insanların en yalancılarıdır'' sözünün sürekli tekrarlandığını görürüz. Eğer onların sâdık ve doğru sözlü olduğunu kabul edecek olurlarsa rüsva olacaklar. Günümüzde aynı tavrı siyasi sahada görmekteyiz. Kim İsrail ve Amerika'ya muhalif ise o teröristtir! Aynı mantık! Kim Muaviye ve Ümeyyeoğullarına muhalif ise takva ehli değildir!

 

Şöyle bir soru gelebilir: Seyyidim dile getirmiş olduğunuz bu kaideye somut bir örnek verebilir misiniz?

 

El-cevap: Bu programda iki örnek göstereceğim.

 

İlk misal İmrân b. Hıttân ile ilgilidir. İlk önce İmrân b. Hıttân'ı tanıyalım. 

 

İmam Zehebî şöyle diyor:

 

İmrân b. Hıttân, İbn Zebyan es-Sedusî el-Basrî âlimlerin en gözdelerindendir. Ancak Hâricîlerin liderlerindendir.[4]

 

İmrân b. Hıttân'ın Hâricîlerden hatta onların liderlerinden ve âlimlerinden olduğu anlaşılıyor.

 

Onun Ali'nin (a.s.) şehadetiyle ilgili bir şiiri vardır. Bizim için önemli olan onun bu şiiridir:

 

Ey takvalı kimsenin eliyle vurulan darbe! İbn Mülcem, bu darbesiyle Arşın Sahibi katında hoşnutluğa ermeyi amaçlamıştı.

 

Ben onun bir gün Allah katında yaratıkların arasındaki terazisi en ağır gelecek biri sanıyorum.[5]

 

Ümeyyeoğulları ve Hâricîlerle ilgili özel bir edebiyatları var. İmam Ali'yi öldüren kimse muttaki ancak Ali'yi (a.s.) dost edinen kimse yalancı ve fâsık oluyor! Ölçüt budur. Ümeyyeoğullarının dini böyle işliyor. Allah'a yemin ediyorum ki onların dini budur! Eğer doğru sözlülerse bunlardan beri olduklarını ilan etsinler. Hiçbiri beri olduğunu açıklayamaz. Konunun sonunda bu tür şahısların müctehid olup ictihad ettiklerini ancak bunda yanıldıklarını dile getiriyorlar.

 

Şöyle bir itiraz gelebilir: İmrân b. Hıttân'ın konumuzla ne alakası var?

 

El-cevap: Eğer mesele sadece İmrân b. Hıttân ile ilgili olsaydı hiçbir sıkıntımız olmazdı. Ancak bizim problemimiz sizinle! Sizler Buhârî'nin insanların en takvalısı, doğru sözlüsü; kitabının da Allah'ın Kitabından sonra kitapların en sahihi olduğunu söylüyorsunuz. En sahih addedilen bir eserde Ali'nin (a.s.) katilini öven Hâricîlerin lideri İmrân b. Hıttân'ın rivayeti yer alabilir mi? O Ali (a.s.) ki size göre Hulefâ-i Râşidînin dördüncüsü ve aşere-i mübeşşeredendir!

 

Bakınız İmam Buhârî ne diyor:

 

İmrân b. Hıttân'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Ben, Aişe'ye ipekli elbise giyinmek hakkında soru sordum. Aişe ‘‘İbn Abbas'a git, ona sor'' dedi. İbn Abbas'a gidip ona da sordum.

 

Allame Albanî dipnotta şöyle demektedir:

 

İmrân b. Hıttân Hâricîlerin liderlerinden ve şairlerindendir. Efendimiz Ali'yi şehid eden şakî İbn Mülcem'i övmüş biridir. O, İbn Mülcem'i meşhur beyitleriyle övmüştür. Kimileri şöyle demiştir: Buhârî, bidat sahibi kimseler ile kendi kaidesi üzere İmran'dan hadis rivayet etmiştir. Bidat sahibi kişi doğru sözlü ve mütedeyyin ise onun rivayeti alınır.[6]

 

Buhârî, İbn Mülcem'in katili İmrân'dan hadis rivayet ediyor! Albanî, Buhârî'nin bu davranışına hiçbir mazeret gösteremiyor. Yani Buhârî'nin bu davranışını tevil etmenin mümkün olmadığı kanaatinde olduğu anlaşılıyor.

 

Peki, Buhârî'nin dayandığı kaide nedir? Değerli izleyiciler Buhârî'ye müracaat etsinler ve onun kaideleri üzerinde etraflıca düşünsünler, bu kuralları analiz etmeye çalışsınlar. Bidatçi kimselerin hadislerini tahric etme noktasında Buhârî'nin kaidesi nedir acaba? Ey İmam Buhârî, bidat sahibi insanlardan hadis rivayet ediyorsan Şia da “bidat sahibi” bir topluluktur! Onların da rivayetlerini tahric et. Ancak konu Şia olunca ‘‘bidat caiz değildir'' cevabı hemen yükselmektedir. Öyle anlaşılıyor ki iki tür bidat vardır: Övülen ve yerilen bidat. Bazı bidatler insanı cennete ve kurtuluşa götürmektedir. Eğer bu bidat İmam Ali'ye kin gütme ve O'na hınç duyma gibi bir bidat ise ne âlâ!

 

Televizyon kanallarına çıkan ve isimlerinin önlerinde farklı unvanlar bulunan bu kimselerin sözlerini ve ifadelerini dinlediğinizde Emevî yanlısı bir düşünceyle hareket ettiklerini ve Hz. Ali'ye buğzettiklerini görürsünüz. Allah'a yemin ediyorum ki onlar Ali'yi sevdiklerini söyleseler bile bu sözlerinde yalancıdırlar, ancak insanlardan çekindiklerinden sevemediklerini söyleyemiyorlar. Çünkü onlar pekâlâ biliyorlar ki İmam Ali'ye buğzettiklerini söyleseler hiçbir kıymetleri kalmayacak.

 

Öyle anlaşılıyor ki İmrân b. Hıttân Buharî nezdinde dindar bir kişidir. Yani İmam Ali'nin katilini övmek, kişiyi adaletten düşürmez! Bu açıklamalar Buhârî'nin İmran b. Hıttân'dan nakline ilişkin Albanî'nin ortaya koymaya çalıştığı mazeretlerdir. Bu onun görüşüdür.

 

Buharî, İmam Cafer b. Muhammed es-Sâdık (a.s.) hakkında ne diyor peki? Cafer b. Muhammed es-Sâdık kimdir?

 

Elimde Hafız Zehebî'nin Mizânu'l-İtidal adlı eseri bulunmaktadır. O, bu eserinde şöyle demektedir:

 

Cafer b. Muhammed b. Ali b. el-Huseyn el-Haşimî Ebu Abdullah. Büyük İmamlardan birisidir, doğru sözlüdür. Yüce bir şana sahiptir. Ancak Buhârî kendisinden hadis rivayet etmiş değildir.[7]

 

İmran b. Hıttân'da herhangi bir problem yok! Ama Cafer b. Muhammed es-Sâdık'ta sorun var! İmam Medine'de yaşamıştır. İlginç olan nokta şudur ki İmam Sâdık'ın talebelerinden bir grup Buhârî'nin şeyhlerindendir. Buhârî'nin bunlardan rivayeti var, ama İmam Sâdık'tan (a.s.) tek bir rivayeti yok!

 

İkinci kaynağımız: İbn Hibban'ın es-Sikat adlı eseri.

 

Cafer b. Muhammed b. Ali b. el-Huseyn b. Ali b. Ebî Tâlib. Fıkıh, ilim ve fazilet açısından Ehl-i Beyt'in öncülerindendir.[8]

 

Peki, İbn Teymiyye İmam Sâdık'tan nasıl bahsetmektedir? Ona bir bakalım. İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne adlı eserinde şöyle diyor:

 

Buhârî, O'nun bazı hadislerinden şüphe duymuştur. Yahya b. Said el-Kattan'dan kendisine ulaştığına göre Yahya, Cafer b. Muhammed hakkında içinde bazı olumsuz duygular taşırmış.[9]

 

O'na verilen “Sâdık” lakabına karşı içinde bir kuşku vardı! Yani İmam Sâdık (a.s.) ara sıra yalan söylüyor ve bu yüzden hadis uyduruyor olabilir! İmrân b. Hıttân ise mütedeyyin ve doğru sözlü birisidir!

 

Yani Yahya'ya göre İmam Sâdık (a.s.) güvenilecek bir kişi değildir, hadisi alınamaz. İmamlardan birisi olan Sâdık'tan rivayet alınmaz, ama İmrân b. Hıttân doğru sözlüdür ve rivayet ettiği hadis alınır. İmam Buhârî ‘‘Emevî din anlayışına sahiptir'' dediğimizde ‘‘Seyyidim nasıl böyle bir söz söylersiniz?'' diye itirazlar yükselmektedir. İşte delili!

 

Çağdaş Emevî muhiblerinde de bu durum görülür.

 

Emevî din anlayışının mukallitleri ve Ümeyyeoğullarını savunanlar doğru sözlü iseler şu kitaptan beri olduklarını ilan etsinler. Bu eser İbrahim Süleyman el-Cebhan'ın Tebdidü'z-Zelam adlı kitabıdır. Yazar, burada şöyle diyor:

 

Dördüncü olarak: Ben bu kitapta Cafer b. Muhammed'in isminin sonuna birçok yerde soru işareti koydum. Amacım tasnif sahibi birçok kişinin bu ismin sonuna lakap olarak veya özel isim olarak “Sâdık” sözcüğünü kullanmalarından dolayı oluşan yaygın bir algıyı düzeltmektir.

 

Hakkında kuşkular bulunan, birçok sözlerin söylendiği, kendisine zındıklık ve ilhad dolu sözlerin nispet edildiği bir şahıs için bu ismin veya daha sahih bir ifadeye göre bu tezkiyenin kullanımı doğru değildir. Çünkü bu sözlerin ondan sadır olduğu sahih olursa -biz bunun doğru olmamasını ummaktayız- onun Sâdık olarak nitelendirilmesi ondan gelen bütün şeylerin zımnen doğrulandığı anlamına gelir.

 

Eğer bu sözlerin ondan sadır oluşu doğru ise onun bu tezkiye ile nitelendirilmesinin hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır. Şer´î olarak böyle bir sözün kullanılmaması ihtiyata daha uygundur.[10]

 

Yani İmam Sâdık hakkında kuşkular bulunmaktadır ve kendisi ‘‘Sâdık'' sıfatının kullanımını hak etmemektedir. İbn Teymiyye ve Buharî'nin İmam Sâdık hakkında kuşku duymaları yeterlidir. Bunların imamı Resûlullah (s.a.a.) değil, Buhârî'dir.

 

Minberlerde, mescitlerde ve televizyon kanallarında yükselen modern dönem Emevî din anlayışını görmektesiniz. Ey Müslümanlar, uyanınız! Bunlar din hırsızlığı yapmaktadırlar. Sünnet ve cemaati sizden çaldılar! Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat nazariyesi Ehl-i Beyt'in imametini kabul etme üzerine kurulu olmasa da onları sevme üzerine bina edilmiştir.

 

‘‘De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.'' (Şûrâ, 23)

 

Ama bunların kalbine Ümeyyeoğullarının sevgisi yerleşmiştir. Bunların içinden televizyon kanallarına çıkanlara bir bakın, kolay kolay Cafer b. Muhammed es-Sâdık ismini kullanmazlar. Nadiren ‘‘es-Sâdık'' lakabını kullanırlar. Kullandıklarında da kalben inanmazlar. 

 

Yazar devamında İmam Sâdık'ın ahlaki boyutuna ilişkin şu ifadeleri kullanır:

 

Dahası onun ahlakı ve sülûku hakkında ilk kuşku duyan kişi ben değilim. Onunla çağdaş olanlar kendisine haram olduğu hâlde Şiîlerinden bağışlar kabul ettiğini görenler (humusu kastediyor; haz.) de ondan kuşkulanmışlardır. Davetçilere, misyonerlere ve İslam ümmetinin bünyesinde fesat yaymaya ve tahribatlar oluşturmaya çalışan gizli topluluklara ettiği infaklar da cabası.[11]

 

Yani ‘‘ahlaki yönden de doğru yolda değildi'' demeye çalışıyor! Kendi zamanının en faziletlisi olduğu tasrih edilen ve hakkında yüzlerce eser yazılan bir şahıs için kullanılan şu ifadelere bir bakınız!  Bağış kabul etmenin haram olduğunu nereden çıkardın? Herhâlde bağışları hak edenler Ümeyyeoğulları ile Abbasoğullarıdır! Modern Emevî din anlayışının Ehl-i Beyt hakkındaki görüşü işte bu şekildedir.

 

Yazar eserinde birçok değerlendirmelerde bulunuyor. Ancak vakit darlığından dolayı bunlara değinecek değiliz.

 

Bakınız İmam Ali (a.s.) hakkında şöyle der:

 

Şiîler şöyle derler: Eğer hükümet İmam Ali ve zürriyetinin uhdesinde olsaydı kuşkusuz insanlar üstlerinden ve altlarından süt, bal, bıldırcın eti ve kudret helvası yerlerdi. Ali hilafeti üstlendi ve beş yıl veya daha fazla hilafette kaldı. İnsanlar onun döneminde iyilerin kanlarının içilmesinden, zayıflarını terlerini akıtmaktan, yetimlerin ve evlatlarını kaybeden annelerin gözyaşlarından başka hiçbir şey görmediler. Keşke bu kanlar, gözyaşları ve terler İslami fetihler uğrunda akıtılsaydı.[12]

 

Bu ifadeler İbn Teymiyye'nin ifadelerinin birebir kopyasıdır. İşte modern Emevî din anlayışının örneği!

 

İnsanlar Muhammed b. Abdülvehhâb'ı tanısınlar diye bir başka örnek vereceğim. Muhammed b. Abdülvehhâb'ın Muhtasaru Sireti'r-Rasûl adlı eserine bakacağız.

 

Bu şahsiyet aslında müphem birisidir. İlmî seviyesi hakkında değerlendirmelerde bulunmak istemiyorum. Onun metodunu açıklamak istiyorum. Çünkü kimileri niçin Muhammed b. Abdülvehhâb hakkında bir şey söylemiyorsunuz, diye soruyorlar. Bu sorulara binaen bu akşam ondan biraz bahsedeceğim. İbn Abdülvehhâb, İbn Teymiyye'nin mukallitlerindendir, müctehid değildir. Ancak kendisi İbn Teymiyye'den birkaç söz bellemiş ve bu bellediklerini kullanmıştır. Kullandığı metot, onun metodunun aynısıdır.

 

Onun, Ali'yi (a.s.) ve O'nun bağlılarını bütün kötü sıfatlarla, Ümeyyeoğullarını ise izzet, güç ve hilafet ile andığını görmekteyiz.

 

Ondan bir pasaj aktaralım:

 

Hicrî 33 Yılının Olayları:

 

Bu yılda Irak ehli Osman'ı kötü sözlerle andılar. Said b. Amir'in meclisinde Osman hakkında çirkin ifadeler kullandılar. Said b. Amir bunların durumu hakkında Osman'a bir mektup yazdı. Osman onların Şam'a sürgün edilmelerini emreden bir mektupla cevap verdi. Bunlar Muaviye'nin huzuruna varınca Muaviye onlara ikramda bulunup kendilerine bazı nasihatler etti. Bunların sözcüleri Muaviye'ye çirkin ifadeler barındıran cevaplar verdiler. Muaviye onlara nasihat ettiyse de fayda sağlamadı. Onlar cehaletleri, sapkınlıkları ve şerlerinde inat ettiler. Onlar cehalet, sapkınlık ve şer ehli idiler. Bunlar on kişiydi: Kumeyl b. Ziyad, Malik b. Eşter en-Nehaî, Alkame b. Kays en-Nehaî, Cündep b. Züheyr el-Amirî, Cündeb b. Kab el-Ezdî -ki bu şahıs sahâbîdir ( Seyyid Kemal Haydarî)-, Urve b. el-Ca'd, Amr b. Hamık el-Huzaî -Muaviye tarafından şehid edilmiştir ve sahâbîdir (Seyyid Kemal Haydarî)-, Sa'sa'a b. Suhan, İbn el-Kevva. Bunlar Yarımadaya geldiler ve nihayetinde Osman'ın katledilmesine yol açan fitneyi doğurdular.[13]

 

Yazarın bu kişiler kullandığı ifadelerin tümü yergiye delalet etmektedir.

 

Belirttiği isimler arasında iki sahâbî mevcuttur. Bu sahâbîlerin kısaca tercüme-i hâllerini sunalım.

 

İbn Hacer el-Askalânî'nin el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe adlı eseri.

 

Cündeb b. Ka'b el-Ezdî; Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile sohbeti vardır.[14]

 

Amr b. Hamık el-Huzaî; Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile sohbeti vardır.[15]

 

Soru: Emevî din anlayışının inandığı kaide nedir?

 

El-cevap: Bir sahâbîyi küçük gören veya sahâbenin saygınlığını azaltmaya çalışan kimse zındıktır. İşte bu sizin dayanağınızdır. Biz bu kurala inanmıyoruz, ancak sizi ilzam etmek için bu kuralı belirtiyor ve kullanıyoruz. Sizler herhangi bir sahâbîyi eleştirmenin doğru olmadığını söylüyorsunuz.

 

Hafız İbn Hacer'in eserinin ilk cildine bakalım. Bakınız müellif ne diyor:

 

Kendi senediyle Ebu Zur'a er-Razi'den şöyle rivayet ediyor: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbîlerinden birisinin saygınlığını azaltmaya ve küçük düşürmeye çalışan birini gördüğünde bil ki o kişi zındıktır.[16]

 

Bu iki kişi Hz. Ali'nin (a.s.) Şiîlerinden da olsalar sahâbîdirler.

 

Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed el-Hâllal'ın (ö. h. 311) es-Sünne adlı eserinde de benzer ifadeler geçmektedir. Yazar şöyle der:

 

Ebu Abdullah şöyle diyor: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbesinden herhangi birisinin makamını küçültmeye çalışan kimse ancak bela üzerinedir. Onun kötü bir yapısı vardır. Çünkü insanların en hayırlılarına yani Allah Resûlünün sahâbîlerine kastetmiştir. Bu sözün isnadı sahihtir.[17]

 

Ben Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın şer ve cehalet ehli olduğunu söylesem hemen ‘‘sahâbeye sövüyor'' derler. Amr b. Hamık ve Cündeb b. Ka'b da sahâbîdir. Öyleyse bu iki sahâbî hakkında ileri geri konuşan Muhammed b. Abdülvehhâb kötü tıynetli birisidir.

 

Üçüncü bir kaynak Şerhu Usûli's-Sünneti li İmâmi Ehli Sünneti Ahmed ibn Hanbel adlı eserdir. Eserin müellifi Şeyh Abdullah b. Abdurrahman el-Cibrinî'dir. Müellif çağdaş âlimlerden ve Emevî eğilimli din anlayışının ileri gelenlerindendir. Yazar İmam Ahmed b. Hanbel'in sözünü nakleder:

 

Hz. Resûlullah'ın sahâbesinden herhangi birisinin makamını küçültmeye çalışan veya gerçekleştirmiş olduğu bir olay nedeniyle bir sahâbîye nefret duyan ya da eksikliklerini ve kusurlarını söyleyen kimse bidatçidir. Hatta onların tamamı için rahmet ifadelerini kullansa ve kalbi onlara karşı selim olsa da bidat ehli olmaktan çıkmaz.

 

Cibrinî ise bu söze şöyle bir açıklama getirir: Sahâbeden birisinin makamını küçültmeye çalışmak kötülüklerini ve kusurlarını zikretmek vb. demektir. Bundan o kişinin bidat ehli oluşunun ve sahâbenin saygınlığına karşı taşkınlıkta bulunduğunun delili vardır.[18]

 

Buna göre Muhammed b. Abdülvehhâb da bidat ehlinden olmuş oluyor. Ancak konu İmam Ali'nin bağlıları olunca sahâbe de olsa problemdir. Kim Hz. Ali'nin Şiî'siyse ve O'nu seviyorsa hiçbir şey onun bu kusurunu örtemez. Sahâbî dahi olsa…

 

Muhtasaru Sireti'r-Rasûl adlı esere devam edelim. Yazar şöyle diyor:

 

Hicrî 60 Yılının Olayları:

 

Bu yılda Muaviye öldü ve geriye oğlu Yezid'i hâlife bıraktı. Yezid'den sonra… insanlar daha sonra Abdülmelik b. Mervan'ın halifeliğinde toplandılar. O da vefat etti. Oğlu Velid'i hâlife atadı. Sonra da halifeliğe kardeşi Süleyman geçti. O da geriye Ömer b. Abdülaziz'i halife olarak bıraktı. O da vefat edince yönetimi Yezid b. Abdülmelik, sonrasında da kardeşi Haşim b. Abdülmelik üstlendi. Ardından onun yerine amcasının oğlu Yezid b. Abdülmelik geçti.[19]

 

Yani halifelik Süfyanî kol ile Mervanî kol arasında gidip gelmiş.

 

Bakın, yazar ardından ne diyor:

 

Bundan sonra tam hilafet sona erdi. Ümmet o günden bu zamana kadar bir halife üzerinde birleşebilmiş değildir. Sonuncusu, Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Bu din, hepsi Kureyş'ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır'' sahih hadisinde zikredilen 12 halifenin sonuncusudur.[20] 

 

Yani bunlar Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hâlifeleridir! Bu nâsıbî, fâsık ve fâcirler Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hâlifeleridir! Buna göre Resûlullah'ın vadettiği, İsmail ve İbrahim'in (a.s.) müjdelediği kimseler içki satan, fısk ve fücur ehli, Ehl-i Beyt'e düşmanlık besleyen kimselerdir! Aslında bu kişiler Resûlullah'ın (s.a.a.) lanetlediği kimselerdi! Zira Resûlullah (s.a.a.) Hakem b. Ebi'l-As ile Mervan b. Hakem'i lanetlemiştir. Bu konudaki rivayetler ileride gelecektir. Yani Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden lanetlenen kimseler Muhammed b. Abdülvehhâb'ın diliyle övülmektedir!

 

Sunucu: Açıklamalarınızdan ‘‘Hz. Resûlullah (s.a.a.), Ehl-i Beyt'i hakkında hiç hayrı tavsiye etmemiş aksine onlara düşmanlık beslemeyi ve öldürmeyi tavsiye etmiş'' gibi bir sonuç çıkıyor. Müslümanları bu neticelere ve çıkarsamalara ileten gerekçe nedir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bunun sebeplerine şimdi girmek istemiyorum.

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak  

 

 

 

 

 

 

 



[1] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî Şerhu Sahihi'l-Buhârî, c. 7, s. 132.

[2] Hafız İbn Hacer el-Askalânî, Tehzibu't-Tehzib, c. 3, s. 480.

[3] A.g.e., a.g.y.

[4] Hafız ez-Zehebî, Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ, c. 4, s. 214.

[5] A.g.e., c. 4, s. 215.

[6] Muhammed Nasırüddin Albanî, Muhtasaru Sahihi'l-İmam Buhârî, c. 4, s. 39, et-Tabatü'ş-Şeriyetü'l-Vehideh, Mektebetü'l-Mearif, Riyad, 1. baskı, 1422.

[7] Hafız ez-Zehebî, Mizânu'l-İtidâl, c. 1, s. 379.

[8] İbn Hibban, c. 3, s. 251.

[9] Minhâcü Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 383.

[10] İbrahim Süleyman el-Cebhan, Tebdidü'z-Zelam ve Tenbihü'n-Niyam ila Hatari't-Teşeyyü ala'l-Müslimine ve'l-İslam, Dâru's-Sakife, 4. basım, 1419.

[11] A.g.e., a.g.y.

[12] A.g.e., s. 136.

[13] Muhammed b. Abdülvehhâb, Muhtasaru Sireti'r-Rasûl, s. 226, Dâru'l-Kütübis-Suudiyye, 1422.

[14] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe, c. 2, s. 252, thk: Doktor Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî.

[15] A.g.e., c. 7, s. 373.

[16] A.g.e., c. 1, s. 24.

[17] Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed el-Hallal, es-Sünne, c. 1, s. 477.

[18] Şeyh Allâme Abdullah b. Abdurrahman el-Cibrinî, Şerhu Usûli's-Sünneti li İmami Ehli Sünneti Ahmed ibn Hanbel.

[19] Muhtasaru Sireti'r-Rasûl, s. 234.

[20] A.g.e., a.g.y.