Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (4)

Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (4)
‘‘Ali’ye söven bana sövmüş olur.’’ Bu hadis isnad açısından sahihtir. Ancak Buharî ve Müslim tahric etmemişlerdir. ‘‘Ali’ye eziyet eden bana eziyet etmiş olur.’’ Bu hadis isnad açısından sahihtir. Ancak Buharî ve Müslim tahric etmemişlerdir. Zehebî de dipnotta hadisin sahih olduğunu belirtiyor.

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. “Mutarahatün fi'l-Akide” programının yeni bir bölümüyle karşınızdayız. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selâmlıyoruz. Efendim hoş geldiniz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.

 

Sunucu: Seyyidim, değerli izleyicilerin bu programın konusunu daha iyi anlayabilmeleri için özet bir giriş yapabilmeniz mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Genelde Ümeyyeoğulları ve özelde de bu devletin kurucusu Muaviye'nin geçmişine göz attığımızda onların tesis etmiş oldukları birtakım kanunların olduğunu görürüz. Uyguladıkları ilk kaideye geçen hafta işaret etmiştik. Bu kaide, cerh ve tadil kurallarının değiştirilmesiydi. Yani bunlar İmam Ali'yi seven ve O'nun faziletlerini rivayet eden kimseleri bidat sahibi olarak göstermeye çalışmışlardır. Böyle olunca bu rivayetleri aktaran kişilerin saygınlıkları ortadan kalkmakta ve hadisleri de kanıt olma özelliğini yitirmektedir. İmam Ali'ye nefret besleyen, O'na sövgülerde bulunan, eziyet eden kimselerin ise hadisleri kanıt olma özelliği kazanmaktadır. Hatta haklarında “saduk, mütedeyyin, mutkin” gibi övgü dolu güzel ifadeler dahi kullanılabilmektedir. Önceki programda bu ifadelere işaret etmiştik. Hz. Emîrü'l-Müminîn'in katilini öven, takvanın zirvesinde olduğunu söyleyerek hakkında şiirler yazan kimsenin durumunu etraflıca ele aldığımızı değerli izleyiciler hatırlayacaklardır. Bu şahıs İmam Buharî'nin kendisinden hadis aldığı kimselerdendir. Ancak konu İmam Sâdık olduğunda O'nun hakkında ‘‘Hakkında kuşkular vardır'', ‘‘O'na karşı bazı olumsuz duygular taşıyorum'' denmiştir. Ve İmam Sâdık'tan hiçbir hadis rivayet edilmemiştir.

 

Bu giriş bölümünde değerli izleyicilerin dikkatlerini bir şeye çekmek istiyorum. Bizler Sahihu'l-Buharî veya Sahihu Müslim ya da herhangi bir hadis kaynağını irdelediğimizde, ele aldığımız kaynağın içerdiği bütün rivayetlerin uydurma olduğunu söylemek istemiyoruz. Ancak onların, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder'' hadisinin gereğince münafık olarak değerlendirilebilecek ya da Ehl-i Beyt'e düşmanlık besleyen bu tür kişilere dayandıklarını dile getirmek istiyoruz. Münafık bir insan mütedeyyin muamelesi gördüğüne göre benim Buharî'de geçen rivayetlerin tümünü sahih sayabilmem nasıl mümkün olabilir? Genelde dünya Müslümanlarına özelde tahkik erbabına bir çağrım var: Sahihu Buharî veya Sahihu Müslim'de ya da herhangi bir hadis mecmuasında geçen bir rivayeti değerlendirecekleri zaman ilk önce söz konusu hadisin isnad zincirine ve isnad zincirindeki ravilere dikkat etmeleri gerekiyor. Bu kaidenin -cerh ve tadil kurallarının değişmesi- peyderpey pekişeceğini ve yerleşeceğini düşünüyorum. Diğer bir ifadeyle adil olarak kabul edilemeyecek kimselerin adil sayılması, cerh edilmeyi hak etmeyen kimselerin mecruh sayılması kaidesi gibi... Maalesef Emevîlerin tesis ettiği bu kural, dinmek bilmeyen bir ateş gibi günümüze kadar varlığını devam ettirmektedir…

 

Sunucu: Seyyidim geçen programda İmrân b. Hıttân örneğini sundunuz. Acaba bu kaide hakkında başka örnekler vermeniz mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Değerli izleyicilerin zihnine ‘‘bu kaidenin sadece tek bir örneği vardır'' düşüncesi gelmesin. İnşallah bu akşamki programda bu kaidenin başka örneklerini de sunmaya çalışacağız. İmam Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) buğzeden, sövgü ve hakaretlerde bulunan, O'na lanet eden kimseler için insanın tasdik edemeyeceği, onların güvenilirliğini gösteren (!) ve diğerlerine verilmeyen sıfatlar kullanılmaktadır.

 

Hatta durum bazılarında öyle bir raddeye varıyor ki İmam Ali düşmanlarını ve Nâsıbî olan bir kişiyi suçlayan herkes bunlar tarafından hemen Râfızî olarak nitelendiriliyor. Yani Hz. Ali'ye açıkça lanet eden, O'na buğzeden ve sövgülerde bulunan bir kimseyi senin ‘‘Nâsıbî'' olarak nitelendirme hakkın bile yok! Bize ‘‘Seyyidim gerçekten de bunu diyen kimseler var mıdır?'' diye sorabilirsiniz.

 

El-cevap: Evet! Berbehârî'nin (ö. h. 329) Şerhu's-Sünne adlı eserine bakıyoruz. O burada şöyle der:

 

Bir kişinin ‘‘falanca şahıs Nâsıbî'dir'' dediğini işitecek olursan bil ki o kimse Râfızî'dir.[1]

 

Bütün kapıları kapatıyor. Bence bu kuralı uygulayacak olursak İbn Hacer de dâhil olmak üzere âlimlerin çoğu “Râfızî” olacaktır. Çünkü bunlar birçok kimseyi Nâsıbîlikle nitelendirmişlerdir. Önemli olan kapıları kapatmamaktır. ‘‘Muaviye, Ümeyyeoğulları halifeleri ve hâkimleri Nâsıbîlerdendir'' dediğimizde bizi doğrudan Râfızîlikle itham edeceklerdir. Ben bu kaideye girmek istemiyorum. Bu meselenin birkaç kişiyle sınırlı olmadığının açığa çıkması için diğer örneklere işaret etmek istiyorum. İnceleyeceğimiz şahıslar, kendilerinden hadis alınan ve rivayetlerine güvenilen kimselerdir. İşte bu sebepten ötürü kaynaklarda geçen rivayetlerin tümüne temkinli yaklaşmamız gerekmektedir.

 

Bu şahıslardan biri de Hariz b. Osman er-Rahbi el-Hımsî'dir. Nâsıbîlerin ileri gelenlerindendir ve Süfyanî kola mensuptur. Ümeyyeoğullarının Süfyanî ve Mervanî kollarına ayrıldıklarını biliyoruz. Bu şahıs Süfyanî kola mensuptur.

 

Bu şahsın tercüme-i hâline bir bakalım. İbn Hacer el-Askalânî'nin Tehzibü't-Tehzib adlı eserine bakıyoruz. Mufazzal İbn Gassan şöyle der:

 

Hariz'in Süfyanî olduğu söylenmiştir.

 

Ahmed b. Said ed-Darimî ise Ahmed b. Süleyman el-Mervezi'den şöyle nakleder: İsmail b. Ayyaş'ın ‘‘Mısır'dan Mekke'ye giderken Hariz b. Osman ile birlikteydim. Hz. Ali'ye sövüyor, O'na hakaret ediyordu” dediğini işittim.[2]

 

Ümeyyeoğullarının Süfyanî koluna mensup olduğu söylenmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Ali'ye (a.s.) hakaretleri yolda yapıyordu.

 

Bu rivayet Hafız Cemalüddin el-Mizzî'nin Tehzibü'l-Kemâl adlı eserinde de geçmektedir. Yazar yapı itibariyle Emevî din anlayışına yakın sayılır. O, şöyle der:

 

Ahmed b. Said ed-Darimî'nin, Ahmed b. Süleyman el-Mervezî'den naklettiğine göre o şöyle der: Bize İsmail b. Ayyaş şöyle rivayet etti: Mısır'dan Mekke'ye giderken Hariz b. Osman ile birlikteydim. İmam Ali'ye sövüyor ve O'na hakaretlerde bulunuyordu.

 

Bu rivayetin haşiyesinde şöyle diyor: Bu rivayetin isnadı iyidir. Darimî sika bir ravidir. Buharî ve Müslim onun hakkında ittifak etmiştir. Buharî'nin Sahih'inde ondan rivayeti bulunmaktadır. İsmail b. Ayyaş ise kendi belde ehlinden rivayet ettiği haberlerde saduktur. Hımsidir.[3]

 

Rivayet Muhakkik Beşşar Avvad Maruf'un dediği gibi ceyyiddir (sahihtir).

 

İkinci rivayet:

 

Abdulvehhab b. Dahhak şöyle dedi: Dedi ki; bize İsmail b. Ayyaş rivayet etti ve dedi ki; ben Hariz b. Osman'ın şöyle dediğini işittim: … İnsanların Hz. Peygamber'den (s.a.a.) aktardıkları ‘‘Ey Ali! Sen bana, Harun'un Musa'ya olan mesabesindesin'' şeklindeki hadis haktır. Ancak dinleyen hataya düşmüştür. Zira hadisin orijinali şöyledir: ‘‘Ey Ali! Sen bana, Karun'un Musa'ya olan mesabesindesin.''[4]

 

Rivayet ilk şekliyle Ehl-i Sünnet'in hadis mecmualarında bi'l-ittifak kabul edilmektedir. Senedinin gösterilmesine dahi ihtiyacı yoktur.

 

Üçüncü rivayet:

 

İbn Adiy der ki Yahya b. Salih el-Vehhadi şöyle dedi: Bana Hariz b. Osman, Abdurrahman b. Meysere'den, o da Peygamber'den (s.a.a.) Ali b. Ebî Tâlib'in eksikliği hakkında öyle bir hadis yazdırdı ki dile getirilecek gibi değil. Bu hadis mudaldır[5] ve oldukça münker bir hadistir. Böyle bir hadisi Allah-u Teâlâ'dan korkan biri rivayet edemez.[6]

 

İmam Ali'ye (a.s.) buğzeden ve O'na hınç duyan bir insan hakkında İbn Hacer el-Askalanî'nin neler söylediğini görünüz!

 

Devamında şöyle diyor:

 

Yahya b. Salih'e ‘‘Hariz'den niçin hadis yazmadın?'' diye soruldu. Cevaben şöyle dedi: Kendisiyle yedi yıl birlikte namaz kıldığım sürece mescitten çıkıncaya kadar yetmiş defa Ali'ye lanet eden birisinin hadisini nasıl yazayım?[7]

 

Devamında şöyle diyor:

 

Hariz her sabah ve akşam yetmiş defa Hz. Ali'ye lanet ederdi. Kendisine ‘‘Niçin böyle yapıyorsun?'' diye sorulunca cevaben şöyle derdi: O, benim atalarımın başlarını kesendir. O kendi mezhebine davet ederdi.[8]

 

Evet, bu örnekler şirkin eserlerinin devam ettiğini göstermektedir.

 

Gelin Emevî din anlayışının Hulefâ-i Râşidîn'in dördüncüsüne, aşere-i mübeşşereden, Allah-u Teâlâ'nın tertemiz kıldığı, Resûlullah'ın (s.a.a.) damadı olan birisine lanet eden kişiye nasıl baktığına göz atalım.

 

İbn Hacer bu şahıs hakkında şöyle diyor:

 

Muaz b. Muaz şöyle der: Bize rivayet ederek şöyle dedi: Ben Şam'da Hariz'den daha üstündür diyebileceğim hiç kimse tanımıyorum.

 

Ahmed b. Hanbel'e Hariz b. Osman'ı sordum. Ahmed b. Hanbel şöyle dedi: Sikadır, sikadır.

 

İbn Medinî şöyle diyor:

 

Ashabımızdan kendisini idrak ettiğimiz herkes onu sika olarak kabul ediyordu.

 

Duheym -ki kendisi cerh ve tadil sahasının imamlarından birisidir (çev.)- ise şöyle der:

 

Hariz, ceyyidü'l-isnaddır.[9] Ve sahihü'l-hadistir.[10]

 

Yine o, şöyle demiştir:

 

Hariz sika bir râvîdir.

 

Buharî ise şöyle der:

 

Ebu'l-Yeman şöyle dedi: Hariz bir kişiye hakaret ederdi. Sonra bunu terk etti.[11]

 

Ahmed b. Hanbel onun hakkında güvenilirliğin zirvesini ifade eden ‘‘sika / güvenilir'' sözcüğünü iki kez kullanıyor! Evet, galiba Hariz bu payeyi İmam Ali'ye olan buğzundan dolayı kazanıyor!

 

Buharî, Hariz'in kime saldırdığını bildiği halde söylemiyor. Ancak Tehzibü'l-Kemâl'de bu ismin Ali (a.s.) olduğu açıkça geçiyor. Ancak Buharî buna rağmen onu tezkiye etmeye ve ona dayanmaya çalışıyor!

 

Değerli izleyiciler, cerh ve tadil âlimlerinin bu şahıs hakkında nasıl değerlendirmelerde bulunduklarını görmek istiyorlarsa Hafız ez-Zehebî'nin Mizânü'l-İtidâl'ine, Kâşif''e ve el-Muğnî fi'd-Duafa adlı eserine müracaat edebilirler. Cerh ve tadil âlimlerinin açıklamaları bizlere, onun Nâsıbî ve bidat ehli biri olmasına rağmen güvenilir olduğunu da göstermektedir!

 

Hafız Mizzî'nin Tehzibü'l-Kemâl adlı eserinin tahkikini yapan Beşşar Avvad Maruf bu şahıs hakkında şöyle der:

 

Zehebî el-Mizân adlı eserde şöyle der: Hariz mütkin (titiz) ve sebt bir râvîdir.[12]

 

Ancak bidat ehlidir.

 

Zehebî el-Kâşif adlı eserinde ise onun ‘‘sika ve Nâsıbî olduğunu'' söyler. El-Muğni adlı eserinde ise şöyle der:

 

Hariz sebttir, ancak Nâsıbîdir. Divanda ise sika, Nâsıbî ve Ehl-i Beyt düşmanı olduğunu söyler.[13]

 

Onun bidatçılığını ifade etmekle birlikte kullanılan bu ifadeler hadislerinin kanıt olma özelliğini de göstermektedir.

 

Artık bu ifadelere not düşmek istemiyorum. Ancak değerli izleyicilerin Emevî din anlayışına sahip âlimlerin nezdinde cerh ve tadilin ölçütlerinin neler olduğunu bilmelerini istiyorum. Bu metoda göre hareket edip televizyon kanallarına çıkan pek çok kimse rivayetlerinde isnada, ricâl ilmine ve sika sayılan kimselere güvenmeleriyle övünüyorlar. Onların nezdinde sika sayılan ve güvenilir olan kimseler, İmam Ali'ye buğzeden Hâricî ve Nâsıbîlerdir. İmam Ali'yi (a.s.) sevenler ise bunlara göre yalancıdırlar. Onların hadisleri kanıt olma özelliği taşımadığı gibi saygınlıkları da yoktur ve bidat ehlidirler. Bütün kapıları kapatanlara, tartışmaya ve farklı fikirlere kapalı olanlara diyecek bir şeyimiz yok. Ama tahkik erbabına, akademisyenlere, kendini yetiştirmiş olanlara ve kalem erbabına benimsedikleri kültürün kimlerden geldiğini incelemelerini tavsiye ediyorum. Bu kültürü nakledenler kimlerdir? Bunların ideolojik tutumları ve belirli bir dünya görüşleri vardır. Dolayısıyla hadis noktasında insana pek de güven vermiyorlar. Bundan dolayı bu kaidelerin ashabı cerh, tadil ve ricâl ilmi ile ilgili kurallar ortaya koymuşlardır. Bunlar bidatlerine uyan bir rivayet naklettiklerinde rivayetleri kanıt olamaz. Bundan dolayı biz diyoruz ki dayanak olarak alacağımız rivayet sahih olmalıdır ve bu hadisler âlimlerin üzerinde ittifak ettiği türden olmalıdır. Hadis sadece İslam âlimlerinin bir grubunun kabul ettiği bir özelliğe sahip ise böyle bir hadis ‘‘kanıt'' olamaz!

 

Değerli izleyiciler bu şahısla ilgili bilgi sahibi olmak istiyorlarsa dipnotta vereceğimiz kaynaklara müracaat edebilirler.[14]

 

Bu ilk örnekti, ikinci örneğe geçelim.

 

Ele alacağımız ikinci örnek Duhaym'dır. Duhaym'ın tercüme-i hâli Hafız Zehebî'nin Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ adlı eserinde geçmektedir. Zehebî burada şöyle der:

 

Duhaym, 12. tabakadandır. Kadı, imam, hafız, fakih ve Şam muhaddisidir. Ebû Saîd Abdurrahman b. İbrâhîm b. Amr b. Meymun ed-Dımaşkı… Buharî ve Ebu Davud'un kendisinden rivayeti vardır. Ebû Hatim onu zabtı sağlam bir râvî olarak tanıtır. Diyor ki: ‘‘O, Ali'ye düşmanlık besleyenlerdendir.  Akranlarından üstündür; tasnifleri, cerh ve tadil kabiliyeti vardır. Hadislerin sahih ve illetlisini bilir.''[15]

 

Pasajdan Duhaym'ın cerh ve tadil imamlarından olduğu anlaşılıyor.

 

Bu şahsın düşünceleri ve akideleri hakkında ise eser bize şu bilgileri veriyor:

 

Ahmed el-İclî şöyle der: Duhaym sikadır. Sürekli Bağdat'a gidip gelirdi. Yanında “fie-i bağiye”nin Şam ehli olduğu söylenilince -isyancı topluluğun İmam Ali'ye karşı gelen Şam ehli olduğu; Seyyid Kemal Haydarî- onlara, ‘‘Bunu söyleyen fâhişe çocuğudur'' diye hakaret etti. Buharî, Ebû Davud, en-Nesâî, Kazvinî, Darimî, Ebu Hatim ve Ebu Zur'a… kendisinden hadis rivayet etmiştir.[16]

 

Yani âlimler hadisten hareket ederek bağî topluluktan kastın Şam ehli olduğunu kendisine söyleyince cerh ve tadil imamlarından olan bu şahıs, böyle bir görüşü dinlemeyi dahi kabul edemeyerek hakaret ediyor! Bu şahsın yegâne amacı Muaviye'nin saygınlığını korumaktır.

 

İşte onların nezdinde cerh ve tadil âlimleri bunlardır! Bugünlerde bazıları televizyon kanallarına çıkıp “Şia ricâl ilmi hakkında hiçbir şey bilmiyor. Bizler sahih isnad sahibi kimseleriz'' diyorlar. İşte sizin sahih isnadınız bunlardır! Bunlar âlimleri ‘‘fahişe çocukları'' olarak nitelendirmektedirler! Hatta İbn Teymiyye dahi Muaviye'yi “azgın, isyancı topluluktan” sayıyor. Ancak cerh ve tadil ashabından biri de bu düşüncede olanları neyle itham ediyor! Konuyla ilgili üçüncü örnek budur.

 

Konuyla ilgili dördüncü örneğe geçelim. Hafız Zehebî'nin Mizânü'l-İtidâl adlı eserine bakalım. Hafız Zehebî şöyle der:

 

Abdullah b. Şakik el-Ukaylî Basrî, sikadır. Ancak kendisinde Nâsıbîlik vardır.[17]

 

Tabii bu Nâsıbîlik de kendisine zarar vermez. Ancak İmam Ali'ye sevgi beslememesi şartıyla! Eğer İmam Ali'ye buğzedecek olursa bu kendisi için bir özellik olur. Bir diğer ifadeyle Muaviye'yi dost edinip Ali'ye buğzetmek ayırt edici bir özelliktir!

 

Konunun daha iyi kavranabilmesi için bir örnek vereyim:

 

İsrail'i destekleyen, insan haklarının savunucusu olmaktadır. İsrail'e muhalif olmak terörist olmak için yeterlidir. Büyük devletler nezdinde kriter budur. Bunların da kriteri, İmam Ali'ye buğzetmek ve Muaviye'ye sevgi beslemektir. Çünkü bizler defalarca ‘‘nasb'' sözcüğünün sadece Ali'ye (a.s.) buğz etme anlamına gelmediğini, Ali'ye buğz etmekle birlikte Muaviye'ye sevgiyi de içerdiğini belirtmiştik. Bu âlimlerin ‘‘Nâsıbîlik'' kavramını ‘‘İmam Ali düşmanlığı ile Muaviye sevgisi'' şeklinde tanımlamaları önceki programlarda geçmişti.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Ahmed b. Züheyr, Yahya b. Main'den şöyle rivayet etmektedir: Abdullah b. Şakik Müslümanların seçkinlerindendir. Hadisleri eleştirilemez. Kusec, Yahya'dan şöyle rivayet etmiştir: İbn Şakik sikadır. Ebû Zura, Ebû Hatim ve İbn Hiraş da onun sika olduğunu söyler. İbn Hiraş ayrıca onun Hz. Ali'ye buğz ettiğini de belirtir.[18]

 

Sunucu: Sanki Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Ehl-i Beyt'e lanet eden kimseyi Allah-u Teâlâ sever'' buyurmuş gibi!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Muhakkik dipnotta İbn Şakik hakkında müracaat edilebilecek kaynaklara işaret eder.

 

Beşinci örnek: Ebu İshak İbrahim el-Cuzcânî. Zehebî'nin Mizânü'l-İtidâl adlı eserinde şöyle geçmektedir:

 

Ebu İshak İbrahim b. Ya'kub b. İshak es-Sa'di el-Cuzcânî; sika ve hafız. Cerh ve tadil sahasının imamlarındandır.

 

Ahmed onun hakkında şöyle demektedir: Ali'ye (a.s.) yüklenme hususunda Dımaşk ehlinin mezhebine aşırı bir eğilimi vardı.[19]

 

İmam Ali'ye şiddetli yüklenme ve Muaviye'ye sevgi besleme ve dostluk tezahüründe bulunma! Emevî din anlayışının nezdinde cerh ve tadil imamları işte bunlardır! Sahih isnad zinciri hakkında tahkikatlarda bulunan cerh ve tadil ilmiyle meşgul olanların bu kaideye dikkat etmelerini istirham ediyorum. Ümeyyeoğulları bu kaideyi ters yüz etmişlerdir. Cerhi tadile tadili de cerhe dönüştürmüşlerdir.

 

Zehebî devamında şöyle der:

 

Ben derim ki Nâsıbîlik bir dönem Dımaşk ehlinin mezhebiydi.[20]

 

Bu ve benzeri örnekler çoktur. Hadis mecmualarında sahâbîlerin, Ümeyyeoğullarının, Muaviye'nin ve Yezid'in faziletleri ile ilgili aktarılan rivayetlerin râvîleri veya râvîlerinin çoğu bunlardır. Bize bu rivayetleri aktaranlar bu Nâsıbîler ve İmam Ali'ye buğzedenlerdir.

 

Soru: Dinî ve Kur'ânî ölçütlere, cerh ve tadil ilmindeki sahih ölçütlere göre Hz. Ali'ye buğzeden bir kimsenin mütedeyyin, sâdık ve sika olması mümkün müdür?

 

Evet, bizim dayanaklarımıza göre değil Ehl-i Sünnet'in dayanaklarına göre konuya yaklaşacağız. ‘‘Onların kaynaklarından ele alacağız'' şeklindeki ifadelerimizden dolayı değerli izleyicilerimizin aklına ‘‘Şia'nın kaynakları yoktur'' düşüncesi gelmesin. Biz itirazların önüne geçebilmek için kendi kaynaklarımıza dayanmıyoruz. Ben Ehl-i Beyt Okulunun söylediği bütün şeylerin asıllarının, köklerinin ve dayanaklarının Ümeyyeoğulları ashabının eserlerine varıncaya kadar kaynaklarda bulunduğunu vurgulamak ve ortaya koymak istiyorum. Kimileri bu hususu Ehl-i Beyt Okulunun zaafı olarak görüyor. Hayır canlar! Ehl-i Beyt Okulunun rivayetleri, müsnedleri, sahihleri ve diğer kaynakları başkalarının kaynaklarına ihtiyaç duymayacak kadar kuvvetlidir!

 

Ancak birkaç hususu dillendirmek istiyorum:

 

İlk olarak sizi kendi görüşlerinizle ilzam etmek istiyoruz. İkinci olarak dile getirdiğimiz hususlar sizin kaynaklarınızda mevcuttur. Bizim dile getirdiğimiz hususların yalan ve iftira olduğunu söylememeniz için bu yöntemi kullanıyoruz. Ancak öyle görünüyor ki bizlere bu itirazları yapanlar kendi kültürlerini tanımıyor. Televizyonlara çıkıp kendilerini ilim ehli olarak tanıtanların kendi kültürlerinden bihaber olduklarını ve kültürümüz hakkında da hiçbir bilgiye sahip olmadıklarını üzülerek görüyoruz. Hatta bazen iş o raddeye varıyor ki kendi mütekaddim ile müteahhir âlimlerini birbirlerinden ayırt edemiyorlar.

 

Sorumuza dönelim: İmam Ali'ye buğzeden, O'na hakaretlerde ve sövgülerde bulunan, lanet eden bir kişinin mütedeyyin ve sâdık olması, sebt sayılabilmesi mümkün müdür? Hadisi kanıt olabilir mi, olamaz mı?

 

Hafız Zehebî şöyle demektedir:

 

Bidat iki kısımdır. Bidat-ı suğra ve bidat-ı kübra. Tam manası ile Râfızîlik ve onda aşırılık, Ebû Bekir ve Ömer'in değerini düşürmek ve buna davet etmek büyük bidattir. Bu görüşe sahip râvîlerin rivayeti ile ihticâc edilmez, herhangi bir saygınlıkları da yoktur.[21]

 

Hz. Ali'ye sevgi beslemek ise imandandır. Bu şahsın inancına göre Ebû Bekir ve Ömer'in değerini düşürmeye çalışan, onlardan beri olduğunu dile getiren, onlara hakaretlerde bulunan bir kimse büyük bidat sahibidir.

 

Soru: Ali (a.s.) ile Ebû Bekir arasında ne fark vardır? Ebû Bekir'e söven kimse bidat sahibi olduğundan hadisi kanıt olarak kullanılamazken, Hz. Ali'ye hakaretlerde bulunan kimse sika, mütedeyyin ve saduk oluyor, hadisi de kanıt oluyor! Neden acaba? Ali (a.s.) da dört halifeden ve aşere-i mübeşşereden biri değil midir? Sahâbî değil midir? İmam Ali ile Ebû Bekir ve Ömer'i neye dayanarak birbirinden ayırt ediyorsunuz? Dahası var! Bunlar Muaviye'ye küfreden kimseleri kâfir saymaktalar! Ancak İmam Ali'ye küfreden mümin oluyor! Birinci ve ikinci halife için ise ayrı ölçütler bulunmaktadır.

 

Bakınız, önümde şu anda İbn Benna el-Hanbelî'nin (ö. h. 471) er-Redd ale'l-Mübtedia adlı eseri var. Yazar el-Muvatta'nın müellifi İmam Malik'ten şöyle naklediyor:

 

Hz. Peygamber'in ashabından birisine -Ebû Bekir, Ömer, Osman, Muaviye ve Amr b. el-As'a- söven ve bunların sapık veya kâfir olduğunu söyleyen öldürülür. Bunların dışında başka sözlerle hakaret edecek olurlarsa şiddetli bir şekilde cezalandırılırlar.[22]

 

Hz. Ali'yi niçin zikretmedin? Neden Osman'dan Muaviye'ye geçtin? Ben bu insanların dinlerini anlamakta güçlük çekiyorum! Avurtlarını şişirip bizleri İslam Dininden çıkmakla itham edenler Hz. Ali'yi neden zikretmiyorsunuz?

 

Ali'ye (a.s.) söven kimseye geçelim. Böyle bir kişi sikadır, sâdıktır, sebttir, cerh ve tadil âlimlerindendir! Evet, bu soruyu âlimlerinize ve büyüklerinize yöneltiniz. Evet, bu kuralı kendi âlimlerinize uygulayacak olursanız yüzlercesi ölçütlükten düşecektir. Sahih ve müsnedlerinizin yarısı kriter olma özelliğini yitirecektir. Bu değerlendirme bana değil, Doktor Beşşar Avvad Maruf'a ait. O, Emevîci bir yapıya sahiptir. O, bu meseleyi ele alır ve Zehebî'yi eleştirir. Tehzibü'l-Kemâl adlı eserin tahkikinde şöyle demektedir:

 

Kulların en zayıfı Ebû Muhammed Beşşar b. Avvad -bu kitabın muhakkiki- şöyle demektedir: Biz, tenkid ehlinin piri Ebû Abdullah ez-Zehebî'nin bu sözlerini kabul edemeyiz. Nâsıbîlik ve sikalık bir arada bulunamaz. İmam Ali'ye buğzeden bir kimse nasıl sika olabilir? Emîrü'l-Müminîn'e buğz etmek acaba küçük bidat midir yoksa büyük bidat mi? Zehebî'nin kendisi Mizânü'l-İtidâl adlı eserde ‘‘Tam manası ile Râfızîlik ve onda aşırılık, Ebû Bekir ve Ömer'in değerini düşürmek ve buna davet etmek büyük bidattir. Bu görüşe sahip râvîlerin rivayeti ile ihticâc edilmez, buna gerek de yoktur'' demektedir. İmam Ali'ye buğzetmek ve O'na düşman olmak da bu türden değil midir acaba? Sika kişilerden nakille sabittir ki Hariz, Ali'ye buğzetmekteydi. Gerçi bu görüşünden döndüğü söylenmiştir. Eğer bu görüşünden dönmüş olduğu nakli sahihse tövbesinden önceki durumunda rivayet ettiği hadislerin durumu ne olacaktır? Kanaatimizce Hariz b. Osman, hadisiyle ihticâc edilemeyecek bir kimsedir. Kanaatimizce onun durumu Şeyhayn'ın değerini düşürmeye çalışan kimsenin durumu gibidir.[23]

 

Bidat sahibi ve sika sözcükleri bir arada bulunamaz. Ebû Bekir ve Ömer'in değerini düşürmeye çalışan bir kimsenin büyük bidat sahibi olduğunu, hiçbir saygınlığının olmadığını ve hadisinin kanıt olma özelliğinden yoksunluğunu sen söylüyorsun. Peki, Ebû Bekir ile İmam Ali (a.s) arasında ne fark var? Bu ilk örnekti.

 

Doktor Beşşar Avvad Maruf başka bir yerde de çok şiddetli bir itirazda bulunur. O, Tehzibü'l-Kemâl tahkikinde İbn Hacer'in Tehzibü't-Tehzib'deki ‘‘Nâsıbî olarak itham edilenlerin çoğunluğu doğru sözlülükleriyle ve dinin emirlerine tutunmakla nam salmışlardır. Râfızîlikle nitelenenlerin çoğunluğu ise yalancıdır'' şeklindeki sözlerini aktardıktan sonra şöyle der:

 

İmam Ali'ye düşmanlık besleyen ve hakaretlerde bulunan bir kişi nasıl mütedeyyin ve dinin emirlerine sımsıkı sarılan bir kişi olabilir ki? İmam Ali'ye buğzetmek ve O'na sövmek nasıl dindarlık olabilir?[24]

 

İbn Hacer, sanki Allah-u Teâlâ'nın ‘‘Allah münafıkların yalancı olduklarına şahitlik etmektedir'' şeklindeki sözlerini duymamış gibidir. Hz. Ali'ye buğzeden kimse ise Hz. Resûlullah'ın buyruğu gereği münafıktır. İbn Hacer'in ifadeleri kendisine yaraşmayan türdendir. Kişiye ancak taassup ve Emevî sevgisi bu sözleri söyletebilir! Emevî din anlayışını benimseyen, bu karakterde olan, İbn Teymiyye'yi savunanlar eğer gücünüz varsa ve doğru sözlülerden iseniz bu meseleye cevap veriniz! İşte cerh ve tadildeki usûl ve kaideleriniz bunlardır. Âlimlerinize meydan okuyorum, birbirine yardımda bulununuz ve bu meselede bizim cevabımızı veriniz. Bakınız Doktor Beşşar Avvad Maruf buna tahammül edemiyor, feryat ediyor ve şöyle diyor:

 

Bu sözler İbn Hacer'e yaraşmayan sözlerdir. Hz. Peygamber'in sahâbîlerinden birisine hakaretlerde bulunan kimse bidat ehlidir, sapıktır, hadisiyle ihticâc edilemez ve saygınlığı da yoktur. İbn Hacer et-Takrib'de ‘‘saduktur ve Nâsıbîdir'' der.  Beşşar ise ‘‘Nâsıbî kimse saduk olamaz. O zayıf bir râvîdir'' der. [25]

 

Son olarak bir hususa değinip konuşmamı tamamlayacağım. Kim sahâbedendir? Bütün Müslümanlara sesleniyorum. Size dilediğiniz kadar mühlet veriyorum. Bana ‘‘Ey Ali, seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder'', ‘‘Ali'yi seven beni sever. Ali'ye buğzeden bana buğzeder. Ali'ye eziyet eden bana eziyet etmiş olur'', ‘‘Ali'ye söven bana sövmüş olur'' şeklindeki hadisin bir benzerini -ancak isnad zinciri açısından sahih ve Müslümanlar arasında hakkında ittifak bulunan bir hadis olmalı- bize getiriniz. Getireceğiniz rivayet Ali b. Ebu Talib (a.s.) dışındaki başka bir sahâbî hakkında olsun. ‘‘Buharî şöyle rivayet etti'' falan demeyiniz, zira Buharî sadece sizin için kanıttır. Buharî'nin râvîleri de genellikle Nâsıbîlerden, Hâricîlerden ve İmam Ali'ye buğzedenlerden oluşmuştur. Bundan dolayı Buharî'nin ve uğursuz kaynakların bizi bağlayıcı bir yönü bulunmamaktadır. ‘‘Sizin kaynaklarınız olayı kendi tarafına çekiyor'' diyebilirsiniz. Biz de ‘‘ortak ve hakkında ittifak bulunan sahih rivayet getirelim'' diyoruz. Hangi sahâbî hakkında isterseniz onun hakkında getiriniz. Değerli izleyiciler, yukarıda Ali (a.s.) için zikrettiğimiz rivayetlerin Zehebî tarafından sahih sayıldığını da ayrıca biliniz.

 

İlk rivayet:

 

‘‘Ali'ye söven bana sövmüş olur.'' Bu hadis isnad açısından sahihtir. Ancak Buharî ve Müslim tahric etmemişlerdir.

 

‘‘Ali'ye eziyet eden bana eziyet etmiş olur.'' Bu hadis isnad açısından sahihtir. Ancak Buharî ve Müslim tahric etmemişlerdir. Zehebî de dipnotta hadisin sahih olduğunu belirtiyor.[26]

 

Dikkat ediniz ey Müslümanlar! Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hadislerini rivayet edenler O'na buğzedenler ve isyan edenlerdir. O'na muhalefet etmekte ve hakaret etmektedirler. Çünkü Hz. Ali'ye buğzedenler Resûlullah'a buğzetmektedirler. Kur'ân'ın haklarında yalancı dediği münafıklar bunların nezdinde doğru sözlü olmuş oluyorlar! Emevî din anlayışı bunları doğru sözlü olarak kabul ediyor.

 

Sunucu: Teşekkürler Seyyid Kemal Haydarî Bey. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Bir sonraki programda görüşmek üzere. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 



[1] İmam Ebu Muhammed el-Hasan b. Ali b. Halef el-Berbeharî, Şerhu's-Sünne, tahkik ve talik: Abdurrahman b. Ahmed Cümeyzî, Mektebetu Dâri'l-Minhac, Riyad, 2. Basım, 1428.

[2] Hafız Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalanî eş-Şafiî, Tehzibü't-Tehzib, c. 1, s. 375, tahkik: Adil Mürşid ve İbrahim Zıbık, Müessesetü'r-Risale.

[3] Hafız Cemalüddin Ebü'l-Haccac Yusuf el-Mizzî, Tehzibü'l-Kemâl fi Esmâi'r-Ricâl, c. 5, s. 576, tahkik ve talik: Doktor Beşşar Avvad Maruf, Müessesetü'r-Risale.

[4] Tehzibü't-Tehzib, c. 1, s. 375,

[5] İsnad zincirinden iki veya daha fazla ravinin düştüğü rivayetlere denir. (çev.)

[6] A.g.e., a.g.y.

[7] A.g.e., a.g.y.

[8] A.g.e., a.g.y.

[9] Hadis bilginlerine göre ceyyid genelde sahih hadis ile eş anlamlı olarak kullanılır. (çev.)

[10] “Sahihü'l-hadis” bir tadil ifadesidir. Râvînin hadislerinin sahihliğini gösterir. (çev.)

[11] A.g.e., c. 1, s. 376.

[12] Mutkin, rivayet şartlarına dikkat eden, titiz ve işinin ehli râvî anlamına gelir. Sebt ise güvenilir râvîler için kullanılan bir tadil ifadesidir.

[13] Tehzibü'l-Kemâl, c. 5, s. 579.

[14] Mizânü'l-İtidâl, c. 1, s. 435; el-Kâşif, c. 1, s. 244, 984 no.lu tercüme-i hâl; el-Muğnî fi'd-Duafa, c. 1, s. 241, 1358 no.lu tercüme-i hâl.

[15] İmam Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Siyeru A´lâmi'n-Nübelâ, c. 11, s. 515, 140 no.lu tercüme-i hâl, Müessesetü'r-Risâle.

[16] A.g.e., c. 11, s. 516.

[17] Hafız Şemsüddin b. Ahmed ez-Zehebi, Mizânü'l-İtidâl fi Nakdi'r-Ricâl, c. 2, s. 349, tahkik: Muhammed Rıza Arkasusî, er-Risâletü'l-Alemiyye.

[18] A.g.e., a.g.y.

[19] Mizânü'l-İtidâl, c. 1, s. 107.

[20] A.g.e., a.g.y.

[21] Mizânü'l-İtidâl, c. 1, s. 49.

[22] Ebû Ali b. Hasan b. Ahmed b. Abdullah İbn Benna el-Hanbelî, er-Reddu ale'l-Mübtedia, s. 266, tahkik: Ebû Abdullah Adil b. Abdullah Âli Hamdan, Dâru'l-Emr, 1. basım 1401, Riyad.

[23] Tehzibü'l-Kemâl, c. 5, s. 579.

[24] A.g.e., c. 24, s. 252.

[25] A.g.e., a.g.y.

[26] Ebû Hâkim en-Nisaburî, el-Müstedrek ala's-Sahihayn, c. 3, s. 121-2.