Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma'nın makamı ve mazlumiyeti (2)

Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma'nın makamı ve mazlumiyeti (2)
Bu suçun en alt seviyede, bu mübarek evin ‘‘yakılması tehdidiyle” kaldığını kabul etsek dahi yapılan korkunç bir cürümdür. Bu öyle bir evdi ki Hz. Resûlullah (s.a.a.) eşiğine uğrar, kapısının iki kolunu tutar ve bu hanenin halkına “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb, 33) ilahî buyruğunu okurdu.

 

 

Sunucu: Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla… Salat ve selâm Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.a.) ve pâk Ehl-i Beyt'ine olsun. Değerli izleyiciler Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. Yüce Allah, Hz. Zehrâ-i Betûl Sıddîka-i Kübrâ'nın şehadetinden duyduğunuz üzüntü dolayısıyla ecrinizi artırsın. Allah'ın selâmı O'nun, Babasının (s.a.a.), Eşinin ve Masum Çocuklarının (a.s.) üzerine olsun. Bu programda değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'in önceki programda ele aldığı Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ'nın (a.s.) makamları ve mazlumiyetiyle ilgili bir konuyu tamamlamasını istiyoruz. İnşallah bugünkü programda kaldığımız yerden devam edeceğiz. Seyyidim kaldığınız yerden devam edebilir misiniz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahmân Rahîm olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allah'ım, Fâtıma'ya, babasına, eşine, çocuklarına ve taşıdığı sırra ilminin kuşattığı şeyler adedince salât eyle. Sözü uzatmadan doğrudan konuya giriş yapmak istiyorum. ‘‘Zehrâ-i Betûl'ün (a.s.) makam ve menkıbelerini incelemenin zorunluluğu vardı mıydı'' diye sorular gelmeye başladı. Aslında ele aldığımız bu konunun birçok boyutu ve semereleri var. Ancak programımız bu semereleri ve boyutları ele almaya elverişli değildir. Biz elimizdeki sahih naslara göre ifade edecek olursak Hz. Zehrâ-i Betûl es-Sıddîka'nın şahsiyetine, ilmî ağırlığına ve Hz. Resûlullah (s.a.a.) katındaki değerine vâkıf olmak istiyoruz. Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra teşekkül eden siyasî otoriteye karşı muhalefet hareketini başlatan bu yüce Hanımefendinin şahsiyetini tanımak istiyoruz. Açıktır ki ikinci veya üçüncü dereceden bir kişinin muhalefeti, Hz. Zehrâ (s.a.a.) gibi bir şahsiyetin muhalefetine denk olamaz. Bu ele almak istediğimiz ilk meseledir.

 

İkinci mesele: Hz. Zehrâ'nın (a.s.) şahsiyetini tanıyabilirsek ancak o zaman O'nun evine karşı yapılan bu korkunç suç ve cürmün büyüklüğünü anlayabiliriz. Bu suçun en alt seviyede, bu mübarek evin ‘‘yakılması tehdidiyle” kaldığını kabul etsek dahi yapılan korkunç bir cürümdür. Bu öyle bir evdi ki Hz. Resûlullah (s.a.a.)  eşiğine uğrar, kapısının iki kolunu tutar ve bu hanenin halkına “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb, 33) ilahî buyruğunu okurdu. Bu hane böyle bir azamet ve yüce bir konuma sahipti. Tehdit düzeyinde kaldığını kabul etsek dahi bu İslam'ın en büyük mukaddesatından birini çiğnemektir ve bu suç, işlenen en ağır suçlardan biridir.

 

Üçüncü mesele: Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ'nın (a.s.) makam, fazilet ve menkıbelerini öğrenerek ve bu yüce şahsiyetin ne kadar büyük bir ağırlığı olduğunun idrakine vararak İslam ümmetinin yaşadığı manevî hüsranın boyutunu öğrenmek istiyoruz. Ümmetin yaşadığı söz konusu bu manevi tahribat, kabrinin açığa çıkartılacağı vadedilen güne kadar sürecektir. Zihninize farklı şeyler gelmesin. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) kabrine bir bakınız. Bu mübarek ravza hidayet şualarının yayıldığı ve milyonlarca Müslümanın irtibat kurduğu en önemli merkezlerden biridir, belki de en önemlisidir. Bir diğer örnek olarak Müminlerin Emiri'nin haremine bir bakınız. Onun için de benzer bir durum söz konusu. Ancak bizler bu Yüce Şahsiyetin (a.s.) kabrini ziyaret edip, O'nunla irtibat kurabilme gibi bir manevi vesileden yararlanmaktan mahrum bırakıldık. Bu kabrin gizli kalma gerekçesine ve sırrına vakıf olmamız gerekiyor. Sahih ve açık naslar kanalından bize aktarılan rivayetler çerçevesinde söyleyecek olursak Hz. Zehrâ (a.s.) kabrinin gizli kalmasını neden istemiş olabilir? Bunun sırrı ve hikmeti nedir? Anlayabildiğimiz kadarıyla söyleyecek olursak, Hz. Zehrâ (a.s.) -vadedilen gün gelip çatıncaya kadar- kabrinin gizli kalmasını istemekle ne tür bir mesaj vermek istedi? Müslüman bir kişi kendisine şöyle sormalıdır: Sahih hadislerde geçtiği üzere cennet ehli kadınların hanımefendisi olan Hz. Zehrâ, kabrinin yerinin bilinmemesini niçin istemiş olabilir!? Bu ve bundan sonraki programlarda buna benzer konular üzerinde duracağız.

 

Sunucu: Seyyidim veli ve imamların kabriyle ilgili SSCB döneminde yaşayan Maveraünnehir bölgesi meşâyihinden birisine ait bir söz aktarmak istiyorum. O şöyle diyordu: Bizler İslam'ımızı velilerin kabirlerini ziyaret ederek koruyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ben şu hususu vurgulamak istiyorum. Bu husus dünyanın dört bir tarafında yaşayan milletler için geçerlidir. Velilerin ve salihlerin kabirlerini ziyaret ettiğinizde bu kabirlerin inananlar için nur saçan yerler olduğunu görebiliyorsunuz.

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid, konumuz Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ'nın makamları ve mazlumiyeti. Hz. Zehrâ'nın kıyamı Hz. Peygamber'in (s.a.a.) vefatıyla başlar. Müminlerin Emiri Ali b. Ebî Tâlib'in (a.s.) hilafeti dönemine kadar hatta o dönemde dahi devam eder. Bu mazlumiyetin bize sunduğu şeyler nelerdir, bunun üzerinde duracağız. Saygıdeğer Seyyid, önceki programda sizler Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bir hadisini veya O'ndan nakledilen bir rivayeti ele aldınız ve o hadis üzerinde durdunuz. Bu nakle göre Hz. Peygamber (s.a.a.), Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ'nın (a.s.) elinden tutuyor ve elini öpüyor. Acaba bu hadisin senedini ve delâletini bize anlatabilir misiniz? 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Azizlerim, bu hadis oldukça önemli hadislerdendir.  Niçin önemli olduğunu açıklayacağız.

 

İlk olarak bu hadis, senedi hakkında hiç kimsenin kuşku oluşturamadığı bir nakildir. Bu husus oldukça önemlidir. Gerçi bazıları hadisin bazı bölümleriyle oynamaya çalışmışlardır. Ancak hadisin senedine gelince hiç kimse bununla oynayamamıştır. Bu hususun bir şeye delâlet ettiğini söyleyecek olursak şöyle deriz: Bu durum ‘‘hadisin senedinin azamet, önem ve sağlamlığına'' delâlet eder.

 

Değerli izleyicilerin de hatırlayacakları gibi biz bu hadisi Hâfız Hâkim en-Nîsâbûrî'nin Fadâilü Fâtımeti'z-Zehrâ adlı eserinden aktardık. Yine değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, bizler önceki programda Hâkim en-Nîsâbûrî'nin ilmî makamını da ele almıştık. Bu şahsın hadis ve hadis ilimleri sahasındaki konumu oldukça önemlidir. Çünkü günümüzde dahi bazı kimseler Hâkim en-Nîsâbûrî'yi -ki İbn Teymiyye'nin tesis ettiği Emevîci din anlayışı da aynı davranışı sergiliyor- hadis ilimleri sahasında dayanak alınabilecek tabakalarının en son kısmında göstermeye çalışıyorlar. Yine onu, hadislerin sahih olup olmadığı hükmünü verenler arasında en son tabakaya yerleştirmeye çalışıyorlar. Peki bu çabanın saiki nedir? Çünkü Hâkim en-Nîsâbûrî'nin naklettiği hadisler oldukça önemli hadislerdir. Hâkim en-Nîsâbûrî'ye hak ettiği değeri verseler -örneğin Buhârî veya Müslim yahut da sünenler gibi- meydana getirdikleri kültürde düşünsel, inançsal ve tarihî gedikler açılacaktır. Özellikle de Hâkim'in İslam'ın maarifi ve İslam'ın ilk dönemine ilişkin verdiği bilgiler birtakım sarsıntılar meydana gelecektir. Özellikle de Hâkim en-Nîsâbûrî'in hicretin 405. yılında vefat ettiği ve söz konusu döneme muttali olduğu göz önüne alındığında…

 

Hicretin dördüncü asrında yaşayan bu büyük âlimden önceki programlarda sizlere birtakım kaynaklar sunmuştuk. Şimdi ise başka bir kaynağı da takdim etmek istiyorum. Hâkim en-Nîsâbûrî'nin (h. 405) Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs adlı eseri. Azizlerim kitabın girişinde Hâkim en-Nîsâbûrî hakkında şöyle deniyor:

 

O, hadis ilimlerini bağımsız bir kitapta bir araya getiren ilk müelliftir… O bu fenni, “ulûmu'l-hadîs” olarak isimlendirmiştir.  Ondan sonra gelenler de onun metodunu takip etmiş ve çizdiği yolda yürümüşlerdir.[i]

 

Deyim yerindeyse o, Ehl-i Sünnet âlimlerinin elinde bulunan hadis ilminin babasıdır. Bütün bunlara rağmen Hâkim en-Nîsâbûrî'nin değerini düşürmeye çalışanlarla karşılaşmaktayız. Eserin talikini yapan şahsın bu cümleye şu dipnotu düştüğünü görmekteyiz:

 

Araştırmacı Seyyid Ahmed el-Humeyd tarafından Ulûmu'l-Hadis'in mukaddimesine ilişkin bilimsel bir çalışmada ‘‘Hâkim'' başlığına rastladım. O bu çalışmada şöyle diyordu: (…) Hâkim en-Nîsâbûrî'nin eserine bakan bir kimse bu ilme delâlet estin diye “ulumu'l-hadis” ismini ilk seçen kimsenin Hâkim olduğunu görür… Ondan sonra gelenlerin tümü bu kaynaktan içmişlerdir...[ii]

 

İlerleyen sayfalarda âlimlerden bir grubun şöyle dediğini zikreder:

 

Hâkim en-Nîsâbûrî'nin Marifetu Ulûmu'l-Hadîs adlı eserine vâkıf olduk. Bu eserin söz konusu alanda sunduğu bilgilerin doğruluğu ve güvenilirliği hususunda icma bulunmaktadır.[iii]

 

Hâkim en-Nîsâbûrî'nin ilmî seviyesi budur. Sözü daha fazla uzatmayalım. Azizlerim, Hâkim en-Nîsâbûrî'nin Fadâilü Fâtımeti'z-Zehrâ adlı eserini hatırlayalım. Eserin muhakkiki Ali Rıza b. Abdullah'tır.

 

Azizlerim rivayeti okuyalım. Sahih olarak Âişe b. Talha kanalıyla Müminlerin Annesi Âişe'den rivayet edildiğine göre O, şöyle der:

 

Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve ‘âlihi ve sellem') konuşma tarzı ve söz itibariyle Fâtıma'dan daha çok benzeyenini görmedim. Fâtıma O'nun yanına girdiğinde O'na ‘‘hoş geldin'' der, O'na doğru ayağa kalkar, elinden tutup elini öper ve (kendi) yerine oturturdu.[iv]

 

Lütfen hadisin ifadelerine dikkat ediniz! Hadisin metnine ilişkin açıklamalar yapmadan önce Hâkim en-Nîsâbûrî'nin hadisin sonuna düştüğü dipnota bakalım:

 

Bu hadis Sahîhayn'ın müellifleri olan Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Hadisin isnad zincirindeki bütün râviler sikadır.[v]

 

Eserin muhakkiki bu kitaptageçen hadislerin birçoğunu ilmî imkânı ölçüsünce zayıf saymaya çalışır. Hatta Hâkim en-Nîsâbûrî'yi uydurma rivayetler nakletmekle itham eder. Ancak bu rivayete gelince elinden bir şey gelmez ve “Hadis sahihtir ve hadisin aslı da Sahîh-i Müslim'de geçmektedir”[vi] der. Bu hadisin içeriği Müslim'de geçmektedir. Dolayısıyla da hadisin isnadıyla oynamaya gücü yetmez.

 

Geliniz, şimdi de hadisin bölümlerini gözden geçirelim. Azizlerim, hadis dört bölümden / fıkradan oluşmaktadır.

 

كانت إذا دخلت عليه/ Hz. Fâtıma, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) huzuruna girdiğinde…”

 

İlk vurgulamak istediğimiz husus, hadisi bize nakledenin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) eşi Âişe oluşudur. Dolayısıyla hadisi bize aktaran kişi, aile içinden biridir, dışarıdan değil. Zira aile dışındaki kişiler aile içinde meydana gelen birçok olayı ve hususiyeti bilmeyebilirler.

 

İkinci vurgulamak istediğimiz husus; hadisin bu bölümü sürekliliğe işaret eden “كانت” fiiliyle başlamaktadır. Yani Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu işi sadece bir veya iki defa değil, Hz. Fâtıma (a.s.) huzuruna her vardığında yapmıştır.

 

‘‘Hz. Fâtıma (a.s.), Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) huzuruna girdiğinde…''

 

İlk olarak: “رحب بها/ rahhebe biha” yani ‘‘hoş geldin, safalar getirdin'' diyor.

 

İkinci durum: “قام إليها / Kame ileyha”, O'na doğru kalkıyor. Bu cümle O'nun için ayağa kalkmak anlamına gelen “وقام لها / ve kâme leha” cümlesinden farklıdır. Hadiste ilk ifade geçiyor, ikinci ifade geçmiyor. “قام إليها / Kame ileyha” cümlesi Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) yerinden kalkıp Hz. Fâtıma'ya doğru ilerlediği anlamına geliyor. Şimdi sen bir insana saygı göstermek istediğinde onun için ayakta beklersin. Ancak kalkıp ona doğru gitmezsin. Şu var ki şahıs önemli ve büyük bir makam sahibi birisiyse sen o durumda ayağa kalkar ve ona doğru ilerlersin. Değerli izleyiciler dikkat ediniz, bunu yapan resûllerin ve enbiyânın efendisi olan zâttır!

 

Üçüncü ve dördüncü hususlar: فأخذ بيدها وقبل يدها / Fe ehaza biyediha ve kabbele yedeha.” ‘‘Elini tutar ve elini öperdi.''

 

Son husus: “أجلسها في مجلسه / Ecleseha fi meclisihi‘‘Onu kendi yerine oturturdu.'' Bakınız, ‘‘sağına veya soluna oturturdu'' demiyor! 

 

Hz. Fâtıma (a.s.) O'nun yanına girdiğinde O'na ‘‘hoş geldin'' der, O'na doğru ayağa kalkar, elinden tutup elini öper ve kendi yerine oturturdu. Yani yerinden kalkar, kendi yerini O'na verirdi.

 

Sözü uzatmak istemiyorum. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) O'na doğru ayağa kalktığı, elinden tutup elini öptüğü ve yerine oturttuğu bu şahsın kim olduğunu aktarmak istiyorum. İbn Teymiyye'nin öğrencilerinden birisinin sözlerini aktaracağım ki kimse “Sizler Resûlullah (s.a.a.) hakkında aşırıya kaçıyorsunuz” demesin. Emin olunuz ki şu anda okuyacağım pasajları biz Şiîler dile getirecek olsaydık binlerce ithama maruz kalırdık. Pasaja geçelim.

 

Eser İbn Kayyim el-Cevziyye'nin Bedâiü'l-Fevâid adlı eseridir. Yazar şöyle diyor:

 

Faide: İbn Akîl dedi ki: Birisi bana şöyle sordu: Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hücresi (Hz. Peygamber'in şu an medfun bulunduğu yer –Seyyid Kemal Haydarî-) mi daha üstündür yoksa Kâbe mi? Eğer sen sadece hücrenin kendisini göz önüne alarak bunu soruyorsan Kâbe daha faziletlidir. Ama bunu hücrede bulunan şahsı göz önüne alarak soruyorsan hayır; vallahi, hücre sadece Kâbe'den değil Arştan da, Arşı taşıyanlardan da, Adn Cennetinden ve şu dönen feleklerden de daha faziletlidir. Çünkü hücredeki naaş dünya ve ahiret ile tartılacak olsa onlara ağır basar.[vii] 

 

Zihin başka bir yere kaymasın, kastedilen Hz. Resûlullah (s.a.a.)'tır.

 

Pasaja bakıyor musunuz arkadaşlar, enbiyânın ve resûllerin efendisi olan Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) mübarek na'şının bulunduğu hücre Allah katında arştan daha değerli. Bakınız, bu şahıs Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ'nın elini öpüyor!

 

Öncelikle Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) cesedinden bahsediyor. Yani öldükten sonraki hâlinden bahsediyor.

 

İkinci olarak, İbn Akîl bütün bu sözleri Hz. Peygamber'in (s.a.a.) mübarek na'şını göz önüne alarak söylüyor. Peki, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) pak ruhu nasıldır acaba? Doğaldır ki ruhu kıyaslanamayacak bir mertebededir! Yani bütün bu cümleler bu madde âlemindeki maddî bir unsura yönelik ifadelerdir. Pasaj İbn Akil'e ait, ancak İbn Kayyım bu pasaja hiçbir eleştiri düşmüyor, dolayısıyla da olduğu gibi kabul ediyor.

 

Bu pasajı şu iki sebepten dolayı okuduğumuzu söyleyelim.

 

  1. Hz. Zehrâ (a.s.) için ayağa kalkıp O'na doğru giden, O'nun elini öpüp yerine oturan şahsın kim olduğunu tanıyasınız. Bu ayağa kalkın şahsın konum ve makamı aracılığıyla bu kız çocuğunun makamını tanıyasınız!

 

  1. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in (s.a.a.) cesedine yönelik ifadelerdir. Artık ruhunun ne kadar yüce olduğunu varın siz düşünün!

 

İşte bu yüce şahsiyet -Hz. Resûlullah (s.a.a.)-فاطمة روحي التي بين جنبي /Fâtıma benim iki yanımdaki ruhumdur” buyuruyor. O'nun mübarek bedeni arşa, arşı taşıyanlara ağır basıyorsa, ruhu -ki bu da Hz. Fâtıma'dır- nice büyüktür, var sen düşün!

 

Sunucu: Ruhu ve cesedi Hz. Fâtıma'nın (a.s.) elini öpüyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Azizlerim, dikkat ediniz hadis oldukça önemlidir. Değerli izleyiciler şunu sorma hakkınız vardır. Seyyidim bu hadisi sadece Hâkim en-Nîsâbûrî mi nakletmiştir yoksa başka nakledenler de var mıdır? Sadece Hâkim en-Nîsâbûrî rivayet etmiş olsa dahi o bu hadise not düşüyor ve sahih olduğunu belirtiyor. Ancak parantez içinde söyleyecek olursak, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) mirasını korumak isteyen “güvenilir eller” bu hadisin metnine nasıl yaklaşmışlar? Zira hadisin isnad zinciri hakkında ellerinden bir şey gelmeyince geriye hadisin metni kalıyor, onlar hadisin metni hakkında nasıl bir tutum ortaya koymuşlardır?

 

Sahîh-i İbn Hibbân (h. 739). Âişe b. Talha kanalıyla Müminlerin Annesi Âişe'den şöyle rivayet etmektedir:

 

Resûlullah'a (s.a.a.) konuşma tarzı ve söz itibariyle Fâtıma'dan daha çok benzeyenini görmedim. Fâtıma O'nun yanına girdiğinde O'na doğru ayağa kalkar, O'na ‘‘hoş geldin'' der, O'nu öper ve elinden tutardı.[viii]

 

İbn Hibbân aynı rivayeti aktarıyor. Bu hadiste açıkça bir oynama var. قام إليها /O'na doğru ayağa kalkar” bölümüne kadar herhangi bir oynama yok. Oynama bundan sonra başlıyor. Hadisin metnini ‘‘Resûlullah (s.a.a.) Hz. Fâtıma'nın elini tutar'' şekline getiriyor. Hadisin metnine yapılan takdim ve tehir ile nasıl oynandığını görebiliyorsunuz. Bunu da öyle bir şekilde yapıyor ki Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) kimin elini öptüğüne zihin kaymasın! Azizlerim bu hakikatleri anlayabilesiniz diye sunuyorum. Oynamalar sadece bu hadisle sınırlı değil. Belki bunun gibi onlarca ve yüzlerce hadiste takdim ve tehir suretiyle oynamalar var.

 

Bir diğer örneğe geçelim. İlmî emanet noktasında zirve olarak takdim edilen bir isme, İmam Buhârî'ye geçmek istiyorum. Onun Edebü'l-Müfred adlı eserinden hadisi aktaracağım.

 

O da aynı hadisi şöyle aktarıyor:

 

Müminlerin Annesi Âişe'den rivayet edildiğine göre O, şöyle demiştir: Konuşması, söz söylemesi ve oturuşu bakımından Peygamber'e (s.a.v.) Hz. Fâtıma'dan daha çok benzeyen bir kimse görmedim. 

 

(Âişe devamla) der ki: Peygamber (s.a.v.) O'nun geldiğini gördüğü zaman O'na ‘‘merhaba'' derdi. Sonra O'na doğru kalkıp O'nu öperdi, ardından da elinden tutarak O'nu götürüp kendi yerine oturturdu.[ix]

 

Azizlerim soru şu: ‘‘Hâkim en-Nîsâbûrî'nin aktardığının sahih olduğuna dair delil nedir'' diye sorabilirsiniz. Şöyle de diyebilirsiniz: ‘‘Belki de İbn Hibbân ile Buhârî'nin aktardıkları sahih, Hâkim en-Nîsâbûrî'ninki sahih değildir. Hâkim en-Nîsâbûrî'nin metninin sıhhatinin delili nedir ki?'' Azizlerim elimizde kanıt var. Bu kanıt Muhammed Nâsırüddin Albânî'nin tahkik ettiği Sahîhü Süneni Ebî Dâvûd'da geçmektedir.

 

Aynı rivayeti Ebû Dâvûd da aktarıyor.

 

Müminlerin annesi Âişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir. O dedi ki: Resûlullah'a (s.a.v.) şekil, davranış ve hâl bakımından Fâtıma'dan (k.v.) daha çok benzeyen birini görmedim. Fâtıma, Hz. Peygamber'in yanına girdiği zaman Hz. Peygamber O'nun için ayağa kalkar, elinden tutar, O'nu(n elini) öper ve kendi yerine oturturdu.[x] 

 

Hadisin orijinalinde geçen وقبلها / ve kabbelaha/ O'nu(n elini) öperdi”  kelimesindeki ‘ha' zamiri cümle içindeki en yakın sözcüğe gider.

 

Sunucu: Yani ‘‘el'' sözcüğüne dönmektedir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çünkü Arap dili kuralı gereği zamir dönebilecek en yakın sözcüğe aittir. “فأخذ بيدها وقبلها وأجلسها في مجلسه /O'nun elinden tutar ve elini öperdi.”

 

Bu metin İmam Hâkim en-Nîsâbûrî'nin zikrettiği metinle tamamen uyumludur. Allâme Albânî tamamen bu hakikatin farkındadır. Hadisin zâhirinden anlaşılan ve ilk akla gelen bu öpmenin Hz. Fâtıma'ya (a.s.) değil de O'nun eline yönelik olduğudur. Bakınız, Allâme Albânî Edebü'l-Müfred'de geçen hadisin dipnotunda ne diyor:

 

Ebû Dâvûd'da şu fazlalık vardır. “فأخذ بيدها وقبلها أي قبل فاطمة / Fe eheza bi yediha ve kabbeleha /Elinden tuttu, O'nu öptü. Yani Fâtıma'yı öptü, elini değil. Gerçi hadisin zâhiri ve ilk akla gelen elin öpülmesidir.”[xi]

 

Hâlbuki Sünen-i Ebî Dâvûd'da da gördüğümüz üzere elini tutup ‘‘elini öpme'' eylemi geçmekteydi. Öyleyse bu oynama neden? Bu sorunun cevabını değerli izleyicilere bırakıyorum. Allâme Albânî bu soruya cevap vermelidir. Bu, birinci husustu.

 

İkinci husus ise şudur: Allâme Albânî daha sonra Hâkim en-Nîsâbûrî'nin metnini şaz ve muztarib olmakla tazyif eder. Çünkü o hadisin metni kendisinin benimsediği hususlarla uyum içinde değildir.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Şu fazlalık da bu hususu destekliyor. Hadisin sonunda geçen, Hz. Peygamber de Hz. Fâtıma'nın yanına girdiği zaman “فأخذت بيده وقبلته / fe ehazet bi yedihi ve kabbelathu/ Hz. Fâtıma O'nun elinden tutar, O'nu öperdi'' fazlalığı da bu hususu destekliyor.[xii]

 

Allâme Albânî şunu demeye çalışıyor: Nasıl ki Hz. Fâtıma'nın öpme eyleminde geçen “hu / O” zamiri Hz. Peygamber'e (s.a.a.) dönüyorsa Hz. Peygamber'in (s.a.a.) öpme eyleminde geçen “ha” zamiri de Hz. Fâtıma'ya döner. Allâme Albânî'nin bu zorunluluğu nereden çıkardığını anlayamıyorum?

 

Devamında şöyle diyor:

 

“Hâkim bu hususta cemaatten ayrılmıştır. Belki de Hâkim'in eserinde geçen hadis, nasihin hatasından kaynaklanmaktadır.”[xiii]

 

Bu kör taassuptan başka bir şey değil. Kör taassup insanı kör ve sağır eder.

 

O da Âlemlerin Hanımefendisine (a.s.) ait bu hasletin ne kadar yüce olduğunu biliyor!

 

Öyleyse azizlerim buraya kadar yapılan açıklamalar ışığında şu hususun ortaya çıktığı kanaatindeyim. Bu hakikati ve hasleti rivayet eden hane halkından birisi olan Hz. Peygamber'in (s.a.a.) eşi Âişe'dir ve O, Hz. Peygamber'in bir alışkanlığını bize aktarıyor.

 

Burada bütün Müslümanlara şu soruyu yöneltmek istiyorum: Acaba Hz. Peygamber (s.a.a.), bütün yaşamı boyunca bu davranışlardan birini ashabından ve eşlerinden birisine karşı sergilemiş midir? Sergilediğine dair bir delil varsa buyurunuz, bize gösteriniz. Bunun duygusal bir tepki ve davranış olduğunu ve belki de babalık duygusundan kaynaklandığını söylüyorsanız neden diğer çocuklarına aynı şekilde davranmamıştır? Sizler kızının üçüncü halifenin eşi olduğunu söylüyorsunuz. Niçin diğer çocuklarına karşı da böyle bir davranış içine girmemiş ve bir defa dahi olsun böyle bir davranış göstermemiştir. Bu davranışını neden Âişe'ye karşı göstermemiştir? Sizler en sevdiği eşinin Âişe olduğunu söylemiyor musunuz ve kalbinin onun sevgisiyle dolup taştığını iddia etmiyor musunuz? Bu davranışı -bırakalım sürekli olmasını- bir defa dahi neden ona karşı göstermedi? Dolayısıyla bu hasletin Hz. Zehrâ'ya ait olmadığını ve başkalarının da bu haslete sahip olduğunu söyleyemiyoruz.

 

Azizlerim kişisel kanaatime göre sahâbe içinde böyle bir makama ve fazilete benzer bir makamı ve fazileti olan başka hiç kimse yoktur. İmam Ali (a.s.) ise ayrıca değerlendirilir. Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) ile Âlemlerin Hanımefendisi Hz. Zehrâ (a.s.) arasındaki fazilet derecesi farkı ayrı bir konudur ve ayrı bir şekilde değerlendirilmelidir. Şimdi bu konuya girmek istemiyorum, yoksa konu uzayıp gider. Bizim kaynaklarımız ise sahih ve net bir şekilde şuna işaret etmektedir: İmam Ali (a.s.) olmasaydı Hz. Fâtıma'ya (a.s.) denk bir kimse olmazdı. Bakın, hadis şöyle demiyor: Fâtıma (a.s.) olmasaydı Ali'ye (a.s.) denk bir kimse bulunamazdı. Galiba şu da bir kanıt olsa gerek. Programa başlarken اللهم صل على فاطمة وأبيها وبعليها وبنيها / Allahümme salli ela Fâtımete ve ebiha ve ba'liha ve beniha / Allah'ım Fâtıma'ya (a.s.) babasına, eşine ve oğullarına salat eyle” dedik. Yaptığımız duada da görüldüğü üzere eksende Hz. Fâtıma (a.s.) bulunmaktadır. Bu duanın neye delâlet ettiğini açıklayabilmek için belki birkaç programa ihtiyacımız vardır. Değerli izleyiciler bu menkıbeyi akıllarında tutsunlar. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra oluşan siyasî otoritenin meşruiyete sahip olmadığını ve Hz. Fâtıma'nın (a.s.) muhalefetini ele almaya başladığımızda lütfen bu Hanımefendinin şahsiyetinin azamet ve ağırlığını akıllarında tutsunlar! Hiç kimsenin meşruiyeti bu meşruiyete denk olamaz!

 

Sizler de kabul ediyorsunuz ve Müslümanların da icmasıdır ki ilk birkaç ay Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ nasıl biat etmemişse Hz. Ali b. Ebî Tâlib de biat etmemiştir. Gerçi sonraki aylarda biat ettiği söyleniliyor. İmamiyye mezhebinin tahkik erbabının çoğunluğu İmam Ali b. Ebî Tâlib'in birinci halifeye istenen düzeyde şer'î bir biatte bulunmadığı görüşündedir. Asla böyle bir şey gerçekleşmemiştir. En azından ilk halifenin halifeliğinin ilk birkaç ayında Hz. Ali ve Hz. Fâtıma'nın biat etmediği kesindir. Geriye kalan sahâbeyi bir tarafa bırakınız. Kisa Ashabından iki kişi ilk halifeye biat etmemiştir. Dolayısıyla böyle bir siyasî otoritenin meşruiyete sahip olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir.

 

Sunucu: Telefon bağlantılarımıza geçelim. Sudan'dan Muhammed hatta.

 

Muhammed: Selâmun aleykum. Bu hadisin bir varyantında da âlemlerin en üstün dört kadınını sayılırken Hz. Fâtıma (a.s.) yerine Müminlerin annesi Âişe zikredilmektedir. Bu hadisin senedi var mı acaba?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yani Hz. Fâtıma (a.s.) yerine Âişe'yi sayan bir hadisten mi bahsediyorsunuz? Azizim, sözü uzatmayayım böyle bir hadisin aslı bulunmamaktadır. Böyle bir hadisin değil sahih, senedi zayıf, hatta uydurma bir isnad zinciri de yoktur. Bunlar Hz. Fâtıma (a.s.) yerine Âişe'yi koymaya çalışma veya Âişe'yi dört kadının arasına koyma çabalarıdır.

 

Sunucu: Birleşik Arap Emirlikleri'nden Ebû Ömer hatta.

 

Ebu Ömer: Aklım ölçüsünce söylüyorum. Doğaldır ki Hz. Resûlullah (s.a.a.) kızını sevmekteydi. Sorum şu: Hz. Peygamber (s.a.a.) Sünni miydi, Şiî miydi?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hz. Peygamber (s.a.a.) sırât-ı müstakîm üzeredir. Bizler İmam Ali'nin (a.s.) de bu sırâtı en açık surette ortaya koyduğuna inanıyoruz. Bizler Hz. Ali'nin yolunda yürüyoruz. O'nun yolunda ve sevgisinde yürümemizi bizzat Hz. Resûlullah (s.a.a.) tavsiye etmiş ve “Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder” buyurmuştur. Allah-u Teâlâ da bize Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan sakının. Allah'tan korkun.” (Haşr, 7) buyurmaktadır. Ayrıca Resûlullah (s.a.a.) “Size sımsıkı tutundukça asla sapıtmayacağınız iki şeyi bırakıyorum. Bunlar Allah'ın Kitabı ve ıtretim (neslim) olan Ehl-i Beyt'imdir” buyurmaktadır. Azizim, sen Ehl-i Beyt'e tutunmak istiyorsan hürsün. Başka yola girmek istiyorsan da hürsün. Azizim, sapıklıktan kurtulmak istiyorsan geriye Kitab ve Itret'e sarılmaktan başka çıkar yol kalmıyor.

 

Sunucu: Teşekkürler Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[i] Nîsâbûrî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah el-Hâkim, Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs ve Kemiyyetü Ecnâsihi, s.  12-3, thk: Ahmed b. Fârıs es-Sellûm (Melik Faysal Üniversitesi, Tefsir ve Ulûmu'l-Kur'ân Profesörü), Mektebetü'l-Meârif, 2. Baskı, 1431.

[ii] A.g.e., a.g.y.

[iii] A.g.e., s. 27-8.

[iv] Fadâilü Fâtımeti'z-Zehrâ, s. 35, thk: Ali b. Abdullah b. Ali Rıza.

[v] A.g.e., s. 36.

[vi] A.g.e., a.g.y.

[vii] el-Cevziyye, İmam Ebû Abdullah Muhammed b. Ebî Bekir İbn Kayyım, c. 3, s. 1065, Tahkik: Ali Muhammed el-İmrân, Edit: Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd, 3. Baskı, Dârü Alemi'l-Fevâid, 1433.

[viii] Sahîh-i İbn Hibbân, c. 15, s. 403, Hadis No: 6953, thk: Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risâle.

[ix] Albânî, Muhammed Nâsırüddin, Sahîhü Edebi'l-Müfred li'l-İmâm el-Buhârî ve Yelihi Daîfü Edebi'l-Müfred li'l-İmâm el-Buhârî, s. 256, Hadis No: 947, Medresetü'r-Reyyân.

[x] Albânî, Muhammed Nâsırüddin, Sahîh-ü Süneni Ebû Dâvûd, c. 3, s. 280, hadis no: 5217.

[xi] Sahîhü Edebi'l-Müfred, s. 256.

[xii] A.g.e., a.g.y.

[xiii] A.g.e., a.g.y.