Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma'nın makamı ve mazlumiyeti (6)

Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma'nın makamı ve mazlumiyeti (6)
Benim de eğilimim Fâtımetü’l-Betûl’ün (a.s.) ezelden ebede kadar bütün kadınların en faziletlisi olduğu yönündedir. Çünkü O, Resûlullah’ın (s.a.a.) bir parçasıdır. Çünkü O’nun parçası olma, varlığın ruhunun parçası olma demektir. Varlığın ruhu ise Hz. Muhammed (s.a.a.) olup O aynı zamanda varlığın efendisidir.

 

 

Sunucu: Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla… Salat ve selâm Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.a.) ve pâk Ehl-i Beyt'ine olsun. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtımatü'z-Zehrâ'nın makamlarını ve mazlumiyetini ele alıyoruz. Bu konuyu ve bu kavramı olumsuzlamaya, zayıf saymaya ve yok saymaya çalışan hadisleri de ele alıyordunuz. Önceki programda ele aldığınız ve anlattığınız hususları özetlemeniz mümkün mü?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahmân Rahîm olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Başlıklar halinde özetlemeye çalışalım.

 

İlk konu: Şu husus bizim için vuzuha kavuştu: Hz. Fâtımatü'z-Zehrâ (a.s.) ezelden Kıyamet Gününe kadar âlemlerin kadınlarının hanımefendisidir. Ondan önce yaşayan kadınlardan olsun, onun çağdaşlarından ve Kıyamet Gününe kadar ondan sonra gelecek kadınlardan olsun hiç kimse O'nunla mukayese edilemez. Müminlerin Emiri Ali b. Ebî Tâlib'in (a.s.) buyurduğu gibi:

 

Bu ümmetten hiç kimse Âl-i Muhammed ile mukayese edilemez.[i]

 

Evet, hiç kimse Ehl-i Beyt (a.s.) ile kıyas edilemez. Bu hadiste geçen Ehl-i Beyt'ten murat Tathir âyetinde ve Sakaleyn hadisinde geçen Ehl-i Beyt'tir. Âlemlerin kadınlarının hanımefendisi Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ da Ehl-i Beyt'in kapsamında yer almaktadır. Öyleyse bu ümmet içinde Resûlullah (s.a.a.) dışında ne Hz. Ali ile Hz. Hasan ne de İmam Hüseyin ile Hz. Zehrâ (salat ve selâmların en üstünü onların üzerine olsun) ile kıyas edilebilecek bir kimse vardır. Öyleyse azizlerim bundan sonra söz konusu edilecek ve bizim de ele almaya çalıştığımız makamların ve kemâllerin tümü bu makamın altındadır. Esasında bu mukayesenin kapsamına giremez. Çünkü mukayese bu makamdan sonrakiler ve bunun dışındakiler için söz konusu olabilir. Gerçek, Hz. Zehrâ'nın (a.s.) zirvede yer almasıdır. Hem de öyle bir zirve ki ezelden ebede kadar kadınlardan hiçbiri bu zirveye çıkamaz. Nitekim Müminlerin Emiri'nin (a.s.) “Hiçbir kuş oraya çıkamazdı. Sel de ben de akardı” buyurduğu gibi, Hz. Zehrâ (a.s.) da hiçbir kuşun çıkamadığı ve selin kendisinden aktığı bu zirvede yer alan bu evin fertlerindendir. Kimsenin aklına bizim mübalağa ettiğimiz ve aşırıya kaçtığımız düşüncesi gelmesin. Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden ve muhakkiklerinden bir grup da aynı düşüncededir.

 

Allâme Alûsî Rûhu'l-Meânî adlı tefsirinde Hz. Fâtıma'nın âlemlerin kadınlarının hanımefendisi olduğunu açıkladıktan sonra şöyle diyor:

 

Benim de eğilimim Fâtımetü'l-Betûl'ün (a.s.) ezelden ebede kadar bütün kadınların en faziletlisi olduğu yönündedir. Çünkü O, Resûlullah'ın (s.a.a.) bir parçasıdır. Hatta diğer yönlerden de üstündür… Çünkü O'nun parçası olma, varlığın ruhunun parçası olma demektir. Varlığın ruhu ise Hz. Muhammed (s.a.a.) olup O aynı zamanda varlığın efendisidir. Ben buna karşılık gelebilecek hiçbir şeyin olabileceğini düşünemiyorum.[ii]

 

Allâme Alûsî pasajın girişinde Hz. Fâtıma'nın (a.s.) bir açıdan üstün olduğunu belirterek giriş yapsa da daha sonra bu üstünlüğü genelleştirmektedir.

 

Allâme Alûsî'nin ifadeleri çok güzel ve latiftir. Ne muazzam bir ifade tarzı! Resûl-u Azam'ı (s.a.a.) imkân âleminin ruhu konumunda görmektedir. İşte Hz. Zehrâ (a.s.) da bu varlığın ruhunun bir parçasıdır. Yani mülk, melekût, ceberût, kavs-ı nüzûl ve kavs-ı suûd gibi imkân âleminin bütün boyutlarını ve Allah'ın yarattığı her şeyi bir ceset mesabesine koyuyor. Varlık ve imkân âleminin hayatı ve ruhu olarak da Hâtemü'l-Enbiyâ ve'l-Mürselîn Hz. Muhammed'i (s.a.a.) görüyor. Dikkat buyurunuz! İşte hakiki bir muhakkik görmek istiyorsanız bu şahsiyete bakınız.  Resûlullah (s.a.a.) varlığın ruhudur. Yani bu ruh, bu imkân âleminden çekilip alınacak olsa varlığın herhangi bir kıymeti kalmaz, bir ceset konumuna düşer. İşte Hz. Zehrâ (a.s.) bu varlığın ruhunun bir parçasıdır. Artık ezelden ebede kadar diğer kadınlar için zikre değer bir şey kalır mı? Ne tirit ne de diğer şeyler! Hiç kuşkusuz hiçbir şey bununla kıyas edilemez.

 

Hz. Zehrâ (a.s.) ile diğer kadınlar arasındaki kıyası da şöyle yapar:

 

Süreyya yıldızı nerede, o yıldıza elini uzatmaya çalışanlar nerede?[iii]

 

Aslında bu bambaşka bir makamdır. Varlık içinde hiçbir kimsenin kendisiyle mukayese edilemeyeceği Âl-i Muhammed'in (a.s.) makamıdır.

 

Hz. Fâtıma, Hz. Mustafa'nın (s.a.a.) bir parçasıdır. Üzerinde ittifak edilen sahih hadisler bunu açıkça belirtmişlerdir. Ben sadece birine işaret edeceğim. Resûlullah (s) şöyle buyurdular:

 

Fâtıma benden bir parçadır. Her kim onu öfkelendirirse beni öfkelendirmiş olur.[iv]

 

İnşallah önümüzdeki bölümlerde bu hususun üzerinde etraflıca duracağız.

 

İkinci konu: Bu ümmetin en faziletli ve en hayırlı kadını, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) eşi Hz. Hadîce'dir. Yani O, Hz. Fâtıma'dan sonraki en üstün kadındır. Hz. Fâtıma'nın konumu kesin hakikatlerdendir. O artık karşılaştırma listesinin dışındadır.  Biz diyoruz ki Hz. Hadîce bu ümmetin kadınları veya müminlerin anneleri ile ya da Kıyamet Gününe kadar gelecek olan kadınlarla kıyas edildiğinde, bu ümmetin en hayırlı ve en faziletli kadınıdır. Bu hususu da büyük âlimler açıkça dile getirmişlerdir. Nitekim önceki programlarda geçtiği üzere Hz. Meryem'in kendi döneminin, Hz. Hadîce'nin de bu ümmetin en hayırlı kadını olduğunu belirten rivayetleri okuduk. İbn Hacer ve ez-Zehebî gibileri bunu açıkça belirtmişlerdir.

 

Üçüncü nokta: Hz. Hadîce ile Hz. Meryem'i (a.s.) kıyas ettiğimizde de Hz. Hadîce, Hz. Meryem'den daha üstündür. Hz. Meryem, Hz. Hadîce'den üstün değildir. Bu hususta oldukça çok delil bulunmaktadır. Biz bu konuyu anlatma sadedinde değiliz. Ancak şu kadarı yeterlidir:

 

Biz bilmeliyiz ki bu ümmet geriye kalan diğer ümmetlerden daha hayırlıdır. Bu ümmet içinde diğer ümmetlerden daha hayırlı kimseler vardır. Bunu açıkça dile getirenlerden birisi Allâme Alûsî'dir.

 

Allâme Alûsî, Rûhu'l-Meânî adlı tefsirinde şöyle der:

 

Kadınların en üstünü Hz. Fâtıma, sonra annesi, sonra da Aişe'dir.[v]

 

Bu ayrı bir konudur. Bizim konumuz Hz. Hadîce ile Hz. Meryem'in (a.s.) mukayesesi. Hiç kuşkusuz Hz. Hadîce her halükârda Hz. Meryem'den daha üstündür.

 

Öyleyse kimilerinin iddia etmeye çalıştıkları “mümin kadınların en faziletlisi veya bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı yahut da cennet ehli kadınlarının en üstünü Aişe'dir” şeklindeki bir iddia sahih bir ilmî temele dayanmamaktadır.   

        

Sunucu: Seyyidim önceki programda sizler “erkeklerden kemâle erenler şöyle şöyledir, kadınlardan kemâle erenler ise Hz. Meryem ve Hz. Asiye'dir” şeklinde bir rivayet okudunuz. Böylece Hz. Hadîce ve Hz. Zehrâ (a.s.) kadınlardan kemâle erenler listesinin dışında tutulmaya çalışılıyor. Bu dışta tutmanın amacı nedir? Bu tür rivayetler ve nasların bu şekilde aktarılmasının amacı nedir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Cevaben hemen şunu belirtelim ki bir kimse şunu diyebilir. Bizler naslara baktığımızda erkeklerden kemâle erenlerin çok olduğunu, kadınlardan ise sadece Hz. Meryem ve Asiye'nin (a.s.) kemâle erdiğini görmekteyiz. Hz. Resûlullah (s.a.a.) Hz. Hadîce'nin (r.a.) de Hz. Zehrâ'nın da kemâle eren kadınlardan olduğunu söylememiştir. Doğrudur, onların yüce bir makamı vardır ancak kemâl sadece ve sadece Hz. Meryem ve Hz. Asiye'ye aittir. Hakikaten insan bu denkleme ve aktarılan rivayetlerin genel siyakına baktığında bir tür garabet ve insicamsızlıkla karşılaşmaktadır. Dikkat buyurunuz, zira konu oldukça derin, dakik ve birbiriyle bağlantılıdır. Değerli izleyiciler, adım adım ilerlemeye çalışacağız. Aziz dostlar hatırlayacaklardır ki biz şunu belirtmiştik:

 

Bu hususta Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan ibareler çeşitlidir. Resûlullah (s.a.a.) kadınlar içinde dört kişiye bir imtiyaz ve ayrıcalık bağışlamıştır. Bunlardan iki kişisi geçmiş ümmetlerdendir ki bunlar Hz. Meryem ve Hz. Asiye'dir. İkisi de İslam ümmetindendir ki bunlar Hz. Hadîce ile Hz. Fâtıma'dır (a.s.).  Bu hususu aziz dostlar hatırlayacaklardır. Biz konuyla ilgili rivayetleri defalarca okuduk. Şu anda sadece hatırlamak cihetiyle Allâme Albânî'nin Sahîhü Süneni't-Tirmizî adlı eserinde geçen rivayeti nakledeceğiz. Allâme Albânî'nin Sahîhü Süneni't-Tirmizî adlı eseri:

 

حسبك من نساء العالمين مريم ابنت عمران وخديجة بنت خويلد وفاطمة بنت محمّد وآسية امرأة فرعون / Enes'in rivayetine göre Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:

 

Âlemlerdeki kadınlar arasından dördü sana yücelikte yeter. İmrân kızı Meryem, Huveylid kızı Hadîce, Muhammed'in kızı Fâtıma ve Firâvun'un karısı Müzâhîm kızı Asiye.[vi]

 

İlk ifade: “حسبك من نساء العالمين / Âlemlerdeki kadınlar arasından dördü sana yeter.”

 

İkinci ifade: İmam Ahmed'in Müsnedi. Rivayet İbn Abbâs'tan:

 

Bize Yûnus, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirdi: Resûlullah (s.a.a.) toprağa dört çizgi çizdi ve bu nedir biliyor musunuz, dedi. Orada bulunanlar, Allah ve Resûlü en iyisini bilir, dediler. Resûlullah (s.a.a.) “Cennet ehlinden olan kadınların en değerlisi Huveylid kızı Hadîce, Muhammed kızı Fâtıma, İmrân kızı Meryem ve Firâvûn'un eşi Müzâhim kızı Âsiye'dir” buyurdu.[vii]

 

İkinci unvan ve ikinci nişan: Cennet ehli kadınların en üstünü. İşte bunlar deyim yerindeyse cennetle müjdelenen kadınlardır ve bu kişiler dört kişidir. Bu fazilet başka bir kadın için asla sabit değildir. Erkeklerden cennetle müjdelendiği söylenenler vardır. Bunlar on kişidirler. Bunlar sadece bir grubun kabul ettiği ve onlar için sabit ve geçerli olan haberlerdir. Bizim katımızda bu rivayet sabit olmuş değildir. Ama ‘‘cennet ehli kadınların en faziletlileri'' rivayetleri hakkında icma söz konusudur ve içerikleri açıktır. Bu kişiler de Hz. Hadîce, Hz. Fâtıma, Hz. Meryem b. İmrân ve Hz. Asiye'dir.

 

Üçüncü nişaneye geçelim: Allâme Albânî'nin Sahîhü'l-Câmii's-Sağîr adlı eseri.

 

Rivayet şöyle:

 

Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Âlemlerdeki kadınların en hayırlıları dört kişidir: İmrân kızı Meryem, Huveylid kızı Hadîce, Muhammed'in kızı Fâtıma ve Firavûn'un karısı, Müzâhîm kızı Asiye.[viii]

 

Bu bağlam içerisinde kemâle erenler hadisi -yani ‘‘kadınların en hayırlısı'', ‘‘kadınlardan dört kişisi sana yücelikte yeter'', ‘‘kadınların en faziletlisi'' hadisleri- kemâle eren kadınların da dört kişi olmasını gerektirir.   

 

Sunucu: Mantıkî ve doğal sonuç da bunu gerektirmektedir. Cennet ehli kadınların en hayırlıları bunlar olacak. Ama bir de bunlardan daha kâmili de olacak.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bunlardan daha kâmili de olacak. Rivayetlerin genel mantığına göre Resûlullah (s.a.a.) kadınlardan kemâle erenleri açıklamak istiyorsa yine bu dört hanıma işaret etmelidir. Bunlar da Hz. Meryem, Hz. Asiye, Hz. Hadîce ve Hz. Fâtıma'dır (a.s.). Ancak buradan hareket edip de Sahîhü'l-Buhârî'ye geldiğimizde durum farklılaşıyor. Biz Sahîhü'l-Buhârî'nin sadece iki kişiyi andığını görmekteyiz. Değerli dostlar, varsayalım ki elimizde kullanabileceğimiz hiçbir delil olmasın. Karşımızda da böyle bir mesele olsaydı ‘‘bu mümkündür, olabilir'' derdik. Ancak bizi duraksatan ve düşünceye sevk eden husus Resûlullah'ın (s.a.a.) başka hadislerde genel bir bağlam ve atmosfer oluşturmasıdır. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘kadınların en hayırlısının, cennet ehli kadınların en üstününün dört kişi olduğunu'' açıklayacak, ancak ‘‘kadınlardan kemâle erenler'' meselesine gelince bambaşka bir ifade kullanacak!

 

Rivayete bir bakalım. Sahîhü'l-Buhârî'deki rivayet şöyledir:

 

“Hani melekler, ey Meryem… ona ol dedi de o da oluverdi…” âyeti bâbı:

 

Ebû Mûsâ el-Eşarî şöyle demiştir: Âişe'nin, ümmetimin kadınlarına karşı üstünlüğü, tirit yemeğinin diğer yemeklere karşı üstünlüğü gibidir. Erkeklerden birçok kişi fazilette kemâle erdi. Kadınlardan ise İmrân kızı Meryem ile Firavûn'un karısı Âsiye'den başkası kemâle ermedi.[ix]

 

Öyleyse bu hadis, yukarıda okuduğumuz sahih, sarih ve üzerinde görüş birliğinin sağlandığı hadislerden elde ettiğimiz genel anlayışı yok saymakta, onları devre dışı bırakmaktadır. Bu hadis Sahîhü'l-Buhârî'de başka bir yerde de geçmektedir. Rivayet yine Ebû Mûsâ el-Eşarî'den. Rivayetin metni şöyledir:

 

Ebû Mûsâ el-Eşarî'den nakledilir ki Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Erkeklerden pek çok kişi kemâle erdi. Ancak kadınlardan Firavûn'un karısı Âsiye, İmrân'ın kızı Meryem kemâle erdi. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.[x]

 

Değerli izleyiciler, hakikaten bu meselede duraksayıp kaldım. Acaba bu kadınlardan kemâle eren hadisinin yukarıda geçen ‘‘âlemlerin kadınlarının en hayırlıları dört kişidir'' ve ‘‘cennet ehli kadınların en faziletlileri dört kişidir'' yahut da ‘‘sana fazilette şu dört kadın yeter'' şeklindeki hadislerle uyumlu olduğunu gösteren sahih, muteber bir nas bulunmakta mıdır, bulunmamakta mıdır? Allah'a hamdolsun ki bu konuyu inceleme sonucunda sahih ve muteber bir nassa ulaştık. Öyle bir nassa ulaştık ki sahih hadisleri dahi tartışma alışkanlığına sahip olan kimseler bu hadisi tartışmaya açamaz ve reddedemez. Çünkü bu hadis sıhhat noktasında çok üstün bir dereceye ulaşmıştır. Bu rivayeti, en önemli tefsirleri arasında gösterilen Tefsîrü'r-Taberî'de gördük. İbn Teymiyye dahi onun naklettiği rivayetlere ta'n edememektedir. İbn Teymiyye Taberî'de geçen birçok rivayete atıf yapar. Bu rivayeti aktarmadan önce İbn Teymiyye'nin Taberî hakkındaki sözlerini okuyalım.

 

O, Mecmûu'l-Fetâvâ adlı eserinde şöyle der:

 

Günümüzde insanların ellerinde bulunan tefsirlerin en sahihi Muhammed İbn Cerîr et-Taberî'nin tefsiridir. Bu tefsir selefin açıklamalarını, sabit olan isnad zincirleriyle zikreder. Tefsirde hiçbir şekilde bidate dayalı bir görüş bulunmamaktadır. Taberî, Mukâtil b. Bükeyr ve Kelbî gibi itham edilen kimselerden alıntı yapmaz.[xi]

 

Sunucu: Yani isnad zincirleriyle sabit olmayan rivayetleri aktarmaz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yani töhmet altında kalan kimselerin rivayetlerine veya mürsel rivayetlere asla dayanmaz. Özellikle de İbn Teymiyye'nin bağlılarını göz önüne alarak ve bu esas çerçevesinde Taberî tefsirine bir bakalım. Durum böyle olduğuna göre geliniz, Taberî tefsirindeki hadise bir bakalım. Hadisi okumadan önce isnad zincirine bir bakalım. Rivayet Ebû Mûsâ el-Eşarî'dendir. Dolayısıyla başka bir rivayet veya başka bir râvi değil. Hadis ehlini ve terminolojisini bilenler ne demek istediğimi anlarlar.

 

Rivayet şöyle:

 

Bana el-Müsennâ rivayet etti ve dedi ki, bize Âdem el-Askalânî rivayet etti ve dedi ki, bize Şu'be rivayet etti ve dedi ki, bize Amr b. Mürre rivayet etti ve dedi ki: Ben, Mürre el-Hemdânî'nin Ebû Mûsâ el-Eşarî'den şöyle rivayet ettiğini işittim: Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular:

 

Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise ancak Meryem, Firavun'un hanımı Asiye, Huveylid'in kızı Hadîce ve Muhammed'in (s.a.a.) kızı Fâtıma kemâle ermiştir...[xii]

 

Sunucu: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh! Saygıdeğer Seyyid, zamansal açıdan hangisi daha önce yaşamış?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii ki Buhârî daha önce. Ancak maksadım şu. Böyle bir rivayet mevcut ve bu rivayeti kaynaklar naklediyor. Hem de aynı isnad zinciri ile naklediliyor. Hakikatin gün yüzüne çıkıp anlaşılabilmesi için biraz sabrediniz. Taberî'nin rivayetini aklınızda tutunuz.

 

Geliniz bir de Buhârî'de okuduğumuz rivayete bir bakalım. Buhârî şöyle diyor:

 

Bize Âdem rivayet etti ve dedi ki, bize Şu'be rivayet etti ve dedi ki, bize Amr rivayet etti ve dedi ki, bize Şu'be, Amr b. Mürre'den, o da Ebû Mûsâ el-Eşari'den haber verdiğine göre o şöyle der: Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: ...

 

Sunucu: Beş râviye karşılık beş râvi…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Senedin de aynısı. Bu durumda iki olasılık söz konusudur. Lütfen dikkatinizi bana veriniz. Ya Buhârî âdeti olduğu üzere rivayetlerle oynamıştır. Çünkü Buhârî'nin bu şekilde birçok örneği ve sabıkası var. Böyle değilse birisi ‘‘niçin adama haksızlık ediyorsun'' diyebilir. Haydi dediğinizi kabul edelim. Buhârî hadisle oynamamış olsun. Aynı isnad zinciri ile başka bir hadis aktarılıyor. Neden ikincisini aktarmıyorsun? Hem de Buhârî'nin şartlarına uyduğu halde. Zira sened aynı sened. Senedi oluşturan şahısların güvenilirliği ve muteberliği açısından Taberî'nin rivayet ettiği hadisi -ki senin şartına uyduğu halde- neden nakletmiyorsun? Geriye üçüncü bir olasılık kalıyor. Bu üçüncü olasılık da Buhârî'nin muteber oluşunu zedeliyor. O da Buhârî bu hadise muttali olmamıştır. 

 

Sunucu: Bu da tam bir facia!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yani sizler dördüncüsü olmayan üç ihtimalden birini seçmek zorundasınız. Ya muhaddislerin imamı ve sika kişilerin piri olan kabul ettiğiniz Buhârî'nin hadisle oynadığını kabul etmek zorundasınız ki bunun örnekleri çoktur…

 

Sunucu: En açık olanı budur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ben sadece ihtimalleri muhakkiklerin önüne ve hakikate ulaşmak isteyen marifet ehlinin huzuruna arz etmek istiyorum.

 

İkinci ihtimal. Buhârî bu hadisi gördüğü halde nakletmemiştir ki bu da ilmî sorumluluk duygusuna aykırıdır. Hiç kimse bu olasılığı dile getiremez. Çünkü isnad zincirini oluşturan râviler aynı kişilerdir. Sened birdir ve hadis de Buhârî'nin şartına uygundur.

 

Yahut da Buhârî bu hadise muttali olmamıştır. Bu durumda da bir şeyi görüp birçok hususu gözden kaçıran kimse olur ki onun için ‘‘Şeyhü'l-muhaddisîn'' ifadesinin kullanılması yerinde olmaz. Nitekim kimileri ‘‘Buhârî'de geçiyorsa kabul ederiz, geçmiyorsa kabul etmeyiz'' demeye çalışmaktadırlar.

 

Gerçi bu hadisi kadim muhaddislerden es-Salebî de el-Keşf ve'l-Beyân adlı eserinde nakletmektedir. Salebî aynı isnad zinciri ile Ebû Mûsâ el-Eşari'den şu hadisi rivayet etmektedir:

 

Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise ancak Meryem, Firavun'un hanımı Asiye, Huveylid'in kızı Hadîce ve Muhammed'in (s.a.a.) kızı Fâtıma kemâle ermiştir. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.[xiii]

 

Bu son cümle ne Buhârî'de vardır ne de diğer bir eserde. Kemâle eren kadınlar dört kişidir. Bu açıktır. Zira bu cümle hadisin bir cüzü olacak olursa bu durumda hadis şu anlama dönüşür. Hiçbir kimse kemâle erişmedi, Âişe hariç!

 

Sunucu: Hadis bu şekliyle son cümlesi övgüden daha çok yergiye yakın durmaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Taberî'nin naklettiği bu hadise gelince… Şeyh İbn Teymiyye “Ben kimin mevlâsı…” hadisi gibi hadisleri zayıf sayarken veya zayıf saymaya çalışırken… Ancak bu hadisi zayıf sayamaz! En azından kitabının iki yerinde bu hadisi zayıf sayamadığını görmekteyiz.

 

İlk yer:

 

Allah-u Teâlâ Meryem b. İmrân'ın sıddîka olduğunu söyler. Hz. Peygamber (s.a.a.) de şöyle buyurmuştur:

 

“Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Ancak kadınlardan kemâle erenler dört kişidir.”[xiv] 

 

Sunucu: Öyleyse İbn Teymiyye de Buhârî'yi reddediyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Peki, İbn Teymiyye'nin kin ve adaveti nerede kendisini gösteriyor? O bu dört kişinin kimler olduğuna işaret etmiyor. Gerçi işin uzmanı olanlar hakikati biliyorlar. Garip olan şudur ki eserin tahkikini yapan Doktor Muhammed Reşâd Sâlim, bu hadise ilişkin “ben bu hadisi bu lafızla bulamadım” notunu düşüyor.

 

Geliniz, İbn Teymiyye'nin bu hadise işaret ettiği ikinci yere bakalım. O, el-İstikâmet adlı eserinde şöyle diyor:

 

Hz. Peygamber'den sahih olarak aktarıldığına göre O şöyle buyurmuştur: Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise kemâle erenler ancak dört kişidir.[xv]

 

Yazar Minhâcü's-Sünne'de bu hadisi aktarırken ‘‘sahih olarak'' ifadesini kullanmıyor, ancak o, bu eserinde bu ifadeyi kullanıyor.

 

İbn Teymiyye her iki kitabında bu ‘‘dört kadının'' kimler olduğunu söylemiyor ve isimlerini belirtmiyor. Her iki eserin de tahkikini yapan Muhammed Reşâd Sâlim bu hadise her iki yerde de “hadisi bu lafızla bulamadım” notunu düşüyor. Doktor Muhammed Reşâd Sâlim, İmam Muhammed b. Suud Üniversitesi'nde ‘‘Çağdaş Mezhepler ve İnançlar'' bölümünde akademisyendir. İnsan şaşırıyor tabii... Ben bu şahsı Kum'a davet ediyorum. Gelip Kum'da bir eserin tahkikinin nasıl yapıldığını görüp öğrensin. Eğer bu hadisi bulamadığını söylüyorsan bu durumda iki olasılık söz konusu:

 

Ya sen bu rivayeti gördün ve gördüğün halde görmediğini söylüyorsun. Dolayısıyla bu bir ilmî ihanettir. Bunun hesabı Allah'a kalmıştır. Yahut da hakikaten herhangi bir araştırma ve incelemede bulunmamışsın. Bu durumda da bu tür kitapların muhakkiki olduğunu nasıl iddia ediyorsun? Değerli izleyiciler, unvanlar, isimler, lakaplar, ‘‘profesör, Allâme ve şeyh'' gibi titrler karşısında gözleriniz kamaşmasın! Emin olunuz ki bu tür lakapların birçoğu boştur. Tabii hakikaten bu ismi hak edenler ayrı. Bundan dolayı Şeyh İbn Teymiyye, âdeti olduğu üzere genel olarak bu tür hadisleri tartışıp zayıf göstermeye çalışır. Ancak o, bu hadisi ele aldığında yukarıda gördüğümüz üzere bu hadisin sıhhatini reddedemez. Beri taraftan o bu dört kadından sadece iki kişinin ismini zikreder.

 

Meselenin ne kadar önemli olduğunu anlayabilmeniz için konuyu arz edeceğiz.

 

O, er-Risâletü's-Safediyye adlı eserinde şöyle der:

 

Sahih hadiste geçtiği üzere kadınlardan kemâle erenler Hz. Meryem ve Hz. Asiye'dir. [xvi]

 

İnsan belki bu durumu, onun diğer kitaplarında sahih olarak kabul ettiği hadisi burada unuttuğuna yorumlayabilir. Ancak geliniz, çağdaş Vehhâbî âlimlerden İbn Bâz'a bir bakalım. Şu an bu kaynakların tümü İbn Bâz'ın eli altında mevcuttur. Bakalım, İbn Bâz nasıl yaklaşıyor bu meseleye?

 

Sunucu: ‘‘Kadınlardan kemâle erenler dört kişidir'' rivayetini Zamahşerî ve Beydâvî tefsirleri de naklediyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel. Allah mükâfatınızı versin. İbn Bâz Mecmûu Fetâvâ adlı eserinde şöyle diyor:

 

Soru: Birçok kişinin dilinde Hz. Muhammed'den (s.a.a.) başka kâmil hiçbir insanın olmadığı ifadesi geçmektedir.

 

Cevap: Bu söz doğru değildir. Aksine erkeklerden kemâle erenler çoktur. Ancak Hz. Muhammed (s.a.a.) onların en kâmili ve en faziletlisidir. Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sabit olduğuna göre O, şöyle buyurmuştur:

 

“Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise ancak Meryem b. İmrân ve Asiye kemâle ermiştir. Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” Yine Hz. Peygamber'den sabit olduğuna göre çocuklarının annesi olan Hadîce (r.a.) de kemâle eren kadınlardandır. Aynı şekilde yine O'ndan sabit olduğuna göre kızı Hz. Fâtıma da cennet ehli kadınların hanımefendisidir. İşte bu beş kadın, kadınların kâmilleridir.” [xvii]

 

Tabii o, Taberî'nin rivayetine ve diğer rivayetlere işaret etmemektedir. İnsan hayretler içerisinde kalıyor! Beşincisi nereden geldi, nasıl oldu?  

 

Sunucu: İki artı iki dört eder. Suudi Arabistan'ın müftüsü ve Vehhâbîlerin büyük âlimlerinden birisi.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, evet. Çağdaş Vehhâbî âlimlerden birisi. Bu beş kadın... Tabii tirit hadisini de ekleyince beş rakamı ortaya çıkıyor. Tirit hadisi de ne hadis ama! İmam Kurtubî'nin ve Salebî'nin zikrettiği tirit rivayeti…

 

Sunucu: Bu eserin muhakkiki saygıdeğer Seyyid.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Eserin muhakkiki bu hadis hakkında haşiyede hiçbir şey demiyor ve hiçbir tahricde de bulunmuyor.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla şu noktanın netliğe kavuştuğu kanaatindeyiz:

 

“Âlemlerin kadınlarından dördü yücelikte sana yeter”, “Cennet ehli kadınların en üstünü dört kişidir”, “Âlemlerin kadınlarının en hayırlısı dört kişisidir” hadislerinin genel bağlamından kadınlar içinde kemâle erenlerin de dört kişi olduğunu anlayabiliyoruz. Zaten başta Taberî olmak üzere diğer kaynaklarda geçen rivayeti de okuduk. İbn Teymiyye ve İbn Teymiyye gibileri de bu rivayetin sahih olduğunu açıkça belirtmişlerdir.  Ancak geliniz, âlimler bu rivayete nasıl yaklaşmış ve ilmî emanet duygusu ve sorumluluğuyla hareket etmişler midir, bir bakalım. İki veya üç kaynağa müracaat edeceğiz.

 

İlk kaynağımız İbn Teymiyye'nin öğrencilerinden olan İbn Kayyım el-Cevziyye'nin İctimâü'l-Cuyâşi'l-İslamiyye adlı eseri. Ben sadece rivayeti okuyacağım. Talik ve değerlendirmeyi siz yapınız. Yazar şöyle diyor:

 

Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise kemâle erenler ancak Meryem b. İmrân, Asiye b. Müzahim ve Hadîce b. Huveylid'dir.[xviii]

 

Hz. Fâtıma'yı rivayetten tamamen atıyor! Bilemiyorum artık. Eğer sen Buhârî'nin rivayetini aktarmak ve o rivayete dayanmak istiyorsan Buhârî'de sadece iki kişinin ismi geçiyor. Yok, eğer Taberî'nin rivayetine dayanmak istiyorsan o rivayette de dört kişinin ismi geçiyor.

 

Eserin muhakkiki ise şöyle diyor:

 

Bazıları Fâtıma'yı (a.s.) da eklemişlerse de bu bir vehimdir.    

 

Sunucu: Öyleyse Taberî vehme kapılmış oluyor. Senedi veriyor mu peki?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Asla. Bu rivayetin isnad zinciri yok. Sadece üç kişiye işaret ediyor. Müellif ilk önce dört rakamını rivayetten atıyor, sonra da Hz. Fâtıma'nın ismini atıyor. Nereye giderseniz gidiniz, Müslümanların kültür ve kitap dünyasına bakarsanız İbn Kayyım el-Cevziyye'nin telif ve eserlerine büyük bir değer verildiğini, İbn Teymiyye'nin öğrencilerinden hiçbirisinin ona denk olmadığını görürsünüz. Ancak bu zatın ilmî emanet duygusunu görüyorsunuz. İşte biz buna ‘‘ihanet'' diyoruz. Değerli izleyicilerimize vurgulamak istediğim bir husus var. Bunların eserlerinden bir rivayeti okuduğunuzda doğru aktarılıp aktarılmadığını görebilmek için lütfen gidip bir araştırınız.

 

Bir başka şahsa, büyük bir âlime ve bir imama işaret etmek istiyorum. İbn Kesîr ed-Dımaşkî, tefsir ve tarih sahibidir. Bakınız, bu adam bu rivayete nasıl yaklaşıyor:

 

Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuşturlar: Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise kemâle erenler ise üç kişidir: Meryem b. İmrân, Firavun'un hanımı Asiye ve Hadîce b. Huveylid. Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.[xix]

 

Eserin muhakkiki bu hadise not düşemiyor ve hadisin uydurma olduğunu da söyleyemiyor. Elimizde ‘‘kadınlardan kemâle erenlerin üç kişi olduğunu söyleyen ve belirten rivayet yoktur'' diyemiyor. Yahut da ‘‘bu bir vehim ve yanılgıdır'' da diyemiyor. İşte İbn Kesîr'in ilmî emanet duygusu da bu!

 

Allah aşkına ne diyeyim! Nasıl değerlendireyim, ne söyleyeyim! Hiçbir şey söylemeyeceğim. Değerlendirmeleri size bırakıyorum. Sizin de buyurduğunuz gibi bu son ibare Aişe'ye bir ta'ndır. Zira Hz. Peygamber (s.a.a.) onun kemâle eren kadınlardan olduğunu söylemiyor.

 

Ancak birisi çıkıp şöyle diyebilir: ‘‘Bu üç hanım kemâle ermiştir. Aişe ise onlardan daha üstündür.'' Değerlendirmeyi izleyicilere bırakıyorum.

 

El-Bidâye'den ikinci bir pasaj aktaracağız. Yazar bu rivayette ilginç bir şekilde tedlis ve aldatmaca içine giriyor. Bakınız ne diyor:

 

Sahîhü'l-Buhârî'de geçtiğine göre Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan kemâle erenler ise Meryem, Hadîce ve Asiye'dir. Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir. Birçokları Aişe'nin faziletine dair bu hadisi delil olarak kullanmıştır.”[xx]

 

Öyleyse İbn Kesîr, Ebû Mûsâ el-Eşarî'nin rivayetini aktarıyor. Eserin muhakkiki bu hadise not düşerken zorunlu olarak hadisin Sahihü'l-Buhârî'de geçtiğini ancak bu rivayette Hz. Hadîce'nin bulunmadığını belirtir.

 

‘‘Hz. Hadîce'yi neden rivayette zikrediyor?'' diye soracak olursanız cevap belli. Hadisin son kısmıyla Aişe'nin Hz. Hadîce'den de üstün olduğunu söylemek için. Eğer bu hadiste Hz. Hadîce olmasaydı bu durumda hadis, ‘‘Aişe'nin sadece Hz. Meryem ve Asiye'den üstün olduğunu'' ispat ederdi. Hadîce'den daha faziletli olduğunu değil. Öyleyse Hz. Hadîce'yi de hadise ekleyelim ki Aişe, Hz. Hadîce'den de üstün olsun!  Bu bir ukde, taassuptur, başka da bir şey değildir.   

    

Sunucu: Bu, Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden söz söylemektir. Saygıdeğer Seyyid açıkça şunu belirtmek istiyorum. Beni bu programın ve bu meselenin başından beri bir düşünce kapladı. Allah Ehl-i Sünnet kardeşlerimize yardım etsin! Tarih boyunca devam eden bu yoğun bombardıman altında onlar bu mesele hakkında doğruyu nasıl bulacaklar ve bizler onların doğruyu bulmalarını nasıl ümit edebiliriz? İbn Kayyım el-Cevziyye, İbn Kesîr, İbn Teymiyye ve çağdaş âlimler…

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hakikaten bu ümmetin bu ağ ve bu tasmadan çıkıp özgürleşmesi nasıl mümkün olacak, bilemiyorum. Tahkik, tahric, profesör, doktor, allâme, imam gibi çeşitli kavramlar ve unvanlar ağından kurtulup da nasıl doğruyu bulacak? Kimsenin aklına sadece belirli bir anlayış sahiplerinin tedliste bulundukları ve aldatmalara giriştiklerine söylediğim düşüncesi gelmesin. Ancak ben şunu söylemek istiyorum. Kimin söylediğine değil de ne söylediğine bir bakın. Söylenen sözün sahih olup olmadığına bakınız.

 

Sunucu: Seyyid Kemâl el-Haydarî, Hz. Hadîce (Allah'ın selâmı O'nun üzerine olsun) konusuna tekrar dönelim. Seyyidim, Hz. Hadîce'nin bu ümmetin kadınlarının en üstünü olduğu şeklindeki görüşünüzün doğruluğuna dair başka bir kanıt var mı? Hz. Hadîce'nin (a.s.) bu ümmetin içinde diğer kadınların sahip olmadıkları bir fazilet ve üstünlüğü var mı? Tabii ki Hz. Zehrâ'yı bu listenin dışında tutuyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bir nükteye işaret etmek istiyorum. Allah'ın selâmı O'nun üzerine olsun Hz. Peygamber'in (s.a.a.) eşi Hz. Hadîce, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) eşlerinin hanımefendisi ve en üstünüdür. Hatta bizim aramızda da özellikle İslam kültüründe de mazlum olduğunu söyleyebiliriz. Aziz dostlara bir çağrıda bulunmak istiyorum. Kadınlara yönelik faaliyetlerde ve onlar için kurulacak kuruluşlarda ve müesseselerde lütfen, Hz. Hadîce'nin ismini kullanalım ve hatta mümkünse bu ismi olabildiğince çoğaltalım. 

 

Sunucu: Bu çağrınız geneldir, hem Ehl-i Sünnet'e hem de Şia'ya yöneliktir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii ki çok güzel. Zaten bu konuda herhangi bir ihtilaf da söz konusu değil. Geliniz, bu kültürü ve bu mübarek ismi ihya ediniz. Emin olunuz ki bu mübarek ismin bereketini göreceksiniz.

 

Müslüman âlimlerin üzerinde ittifak ettiği bir fazilet ve menkıbeyi aktarmak istiyorum. Yani sahih, sarih ve hakkında ittifakın vuku bulduğu bir rivayeti aktaracağım.

 

Bu rivayet Sahîhü'l-Buhârî'de geçmektedir. Rivayet şöyle:

 

Ebû Hureyre şöyle demiştir: (Hirâ Dağında iken) Cebrâîl, Hz. Peygamber'e geldi de: Ey Allah'ın Resûlü! İşte şu Hadîce'dir. Sana doğru geliyor. Yanında bir kap var, içinde katık yahut yiyecek bir şey veyahut da şerbet var. Hadîce sana geldiğinde O'na Rabbinden ve benden selâm söyle! Ve O'nu cennette inciden yapılmış bir sarayla müjdele, ki onun içinde gürültü patırtı yok, çalışmak çabalamak da yok, buyurdu.”[xxi]

 

Geliniz, bir bakalım. İslam kültüründe Allah-u Teâlâ, kimlere özel olarak selâm veriyor ve belirli bir şahsa selâm gönderiyor? Genel selâm verme olayı mevcuttur ve herkes için geçerli. Gerçi Kur'an-ı Kerim, Hz. Nuh'a, Hz. İbrâhîm'e (a.s.) Allah'ın selâm gönderdiğini anlatıyor. Ancak bunlar Allah'ın özel dostları. Ama bu tabakadan daha alt seviyede bulunanlara gelince ise Allah Azze ve Celle'nin bu tür kişilere selâm göndermesi oldukça nadirdir.

 

Tabii bu selâmın içinde mukarreb melekler ve vahyin emini olan Hz. Cebrâîl (a.s.) da var. O da Hz. Hadîce'ye selâm gönderiyor!

 

Sunucu: Hz. Meryem ve Hz. Asiye'ye cennette bir evin müjdesinin verildiği gibi.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İkinci kaynağa geçelim.

 

Sahîhü Müslim. Müslim de aynı rivayeti aktarıyor. Uzatmamak için rivayeti okumayalım. Sadece şu bölümünü aktaralım:

 

Allah azze ve celle'den ve benden yana O'na selâm ilet. Ve kendisine ait cennette… bir evin olduğunu müjdele.[xxii]

 

Aynı rivayet İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde de geçmektedir. Eserin muhakkiki rivayet hakkında şöyle diyor:

 

Bu hadisin isnadı Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir.[xxiii]

 

Ancak bilemiyorum, bu hadisler neden tümüyle rivayet edilmez ve okunmaz. Geliniz, rivayete eklemenin nasıl ve nereden geldiğini görebilmek için büyük hadis âlimlerinden İmam Nesâî'nin (h. 313) es-Sünenü'l-Kübrâsına bir bakalım. Rivayet şöyle:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) yanında Hz. Hadîce'nin de bulunduğu bir esnada Cebrail (a.s.) gelerek şöyle buyurmuştur: Allah azze ve celle, Hadîce'ye selâm söylüyor. Bunun üzerine Hz. Hadîce şöyle karşılık verdiler: Allah es-Selâm'dır. Cebrâîl'e selâm olsun. Allah'ın selâm rahmet ve bereketi senin üzerine de olsun.”[xxiv]

 

Bu rivayet Buhârî'de ve Müslim'de geçen rivayetin aynısı mı yoksa ayrı bir hadis mi, bilemiyoruz. Eğer ayrı bir hadis ise bu durumda Allah azze ve celle, Hz. Hadîce'ye ikinci bir defa selâm göndermiş oluyor. Yani selâm olayı tekrarlanmış oluyor. İnsan hakikaten böyle bir makamı tasavvur edemiyor!

 

Bizler, Hz. Hadîce'nin derecesinin ne olduğunu açıklama sadedinde değiliz. Hiç kuşkusuz bu dereceye, bu ümmetin kadınlarından hiçbiri ulaşamamıştır.

 

Bu ümmet içerisinde esasında Hz. Hadîce ile Hz. Peygamber'in diğer eşlerinin mukayesesi mümkün değildir.

 

Hadisin son üç ibaresine bir bakınız. Üzerinde çokça durmaya takatimiz yok. Ancak Hz. Hadîce, Allah hakkında “Allah selâmdır” diyor. “Benden de O'na selâm olsun demiyor.” Hz. Peygamber'e (s.a.a.) de selâm veriyor, çünkü bu selâm olayını kendisine tebliğ eden Hz. Peygamber (s.a.a.)'di.

 

Büyük âlimlerden birisinin bu üç cümleyi açıklamalarına bir bakalım. Hz. Peygamber'in eşlerinin en üstününün kemâl ve derin kavrayışı hakkında ne dediğini bir görelim.

 

İbn Hacer Fethü'l-Bârî adlı eserinde en-Nesâî'de geçen rivayeti aktardıktan sonra şöyle der:

 

Âlimler derler ki: Bu kıssada Hz. Hadîce'nin derin kavrayış sahibi olduğuna dair delil vardır. Zira Hz. Hadîce “Benden de O'na (Allah'a) selâm olsun.” dememiştir. Nitekim sahâbenin bir bölümü teşehhüdde Allah'a selâm verince Hz. Peygamber (s.a.a.) onların bu davranışını nehyetti ve onlara “Et-tâhiyyatü lillâh'” deyin diye emretti. Böylece Hz. Hadîce, anlayışının doğru olduğunu ve mahlûkata selâm verildiği gibi Allah'a selâm verilmeyeceğini anladı. Bundan dolayı da Hz. Hadîce “Hüve's-Selâm /selâm olan O'dur” demiştir.[xxv]

 

Yani Hz. Hadîce'nin derin kavrayış sahibi, kemâl ve azamete sahip olduğunu söyleyen sadece bir iki kişi değildir. Zira İbn Hacer ‘‘âlimler'' diyor.

 

Sunucu: İşte kemâl budur.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel. Çünkü selâm, Allah'ın isimlerinden biridir.

 

İbn Hacer devamında şöyle der:

 

Ayrıca selâm demek, birisinin esenlik içinde olmasına yönelik bir dua anlamı taşır. Dolayısıyla bu iki nedenden dolayı Allah'a selâm verilemez. Sanki Hz. Hadîce (a.s.) şöyle demiş gibi oluyor:

 

Allah'ın ismi es-selâm iken ve selâm da O'ndan talep edilip istenirken ben O'na nasıl selâm vereyim?

 

Yine O'nun sözünden istifade edildiğine göre Allah ancak övgü ve sena ile anılır. Sanki Hz. Hadîce selâm vermek yerine Allah'a övgüde bulundu. Allah'a övgüde bulunduktan sonra mahlûkatı içinde selâma layık olanları seçip onlara selâm verdi. Yani Cebrail'e (a.s.) selâm verdi. Sonra da Hz. Peygamber'e yönelerek “Sana da selâm olsun” dedi.[xxvi]

 

Bütün bu konuşmalar, Hz. Cebrâîl'in de hazır bulunduğu bir mecliste gerçekleşiyor. Öyleyse Hz. Hadîce vahyin tahakkuk ettiği bir ortamda bulunuyor. Seyyidim, ‘‘Buhârî'de Aişe ve başkaları için de rivayet vardır'' diyecek olursanız bu rivayetin bizim için bir kıymeti yoktur. Çünkü bu rivayet üzerinde ittifakın gerçekleştiği bir rivayet değildir. Biz bir naklin kabulü için sahih ve sarih olmasını, üzerinde ittifakın gerçekleşmiş olmasını şart koşmuştuk.

 

Biz bu rivayetin Hz. Hadîce ve Âlü'l-Beyt'in makamının ve değerinin düşürülmesi için Ümeyyeoğulları tarafından uydurulan rivayetlerden olduğuna inanmaktayız.

 

Bu hususa işaret eden büyük âlimlerden birisi de Allâme Alûsî'dir. Rûhu'l-Meânî adlı tefsirinde şöyle der:

 

Buradan da Hz. Hadîce'nin Aişe'den üstün olduğu anlaşılır. Kimileri ise “Dininizin üçte ikisini şu Humeyrâ'dan alınız” ve “Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir” hadisiyle istidlal ederek Aişe'nin Hadîce'den (a.s.) daha üstün olduğu görüşünü benimsemiştir.[xxvii]

 

‘‘Dininizin üçte ikisini şu Humeyrâ'dan alınız” hadisine muhakkik Mâhir Habûş şu notu düşer: İbn Kayyım'ın dediği gibi bu hadis bâtıl ve mevzudur.[xxviii]

 

Aişe'nin üstünlüğü hakkında iki hadisle istidlal etmektedirler. İlki muhakkikin de belirttiği gibi uydurma olduğuna göre geriye tirit hadisi kalıyor.  

 

Bu ikinci hadis hakkında bakınız Allâme Alûsî ne diyor:

 

İkinci hadise gelince ise bu hadis diğerlerinin Aişe'den daha üstün olduğuna delâlet eden diğer hadislerle çatışmaktadır. İbn Cerîr, Ammâr b. Sa'd'dan şöyle tahric etmektedir:

 

Resûlullah (s.a.a.) bana şöyle buyurmuştur: Hadîce'nin (a.s.) ümmetimin kadınlara üstünlüğü Hz. Meryem'in âlemlerin kadınlarına üstünlüğü gibidir. Hatta bu hadis gözünü taassubun bürümediği ve işi yokuşa sürmeyen herkes için efdaliyet hususunda daha açık, övgü noktasında daha kusursuzdur.[xxix]

 

Yani tirit hadisinin Aişe'nin Hz. Hadîce'den daha üstün olduğuna delâlet ettiğini düşünen kimsede bir taassup ve zorlama vardır. Allâme Alûsî, Hz. Hadîce'nin Aişe'den daha üstün olmadığı konusunun araştırmaya ihtiyaç duyulmayan konulardan olduğunu söylemektedir. Ancak taassubunun basiretini kapattığı kimseler müstesna…

 

Emin olunuz ki bu dünya hayatında basiretleri kapanan kimseler Kıyamet Gününde de kör olarak diriltileceklerdir:

 

“Bu dünyada kör olan âhirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.” (İsrâ, 72)

 

İbareyi tekrar okuyalım:

 

Hatta bu hadis övgünün kemâli ve fazileti noktasında taassup ve zorlama yüzünden gözünü kapatmayan bir kimse nezdinde diğer hadisten daha açıktır.”

 

Allâme Alûsî işi abartmıştır, diyebilirsiniz. Geliniz, Hâfız İmam İbn Kesîr ed-Dımaşkî'nin Aişe'nin Hz. Hadîce'den üstün olduğuna dair açıklamalarının ilmî bir temele mi dayandığını yoksa kendisinin taassupla mı hareket ettiğini görelim.

 

O şöyle diyor:

 

Bu mesele üzerinde öteden beri anlaşmazlık vuku bulmuştur. Bunun yanı sıra Şia ehli ve diğer bazı kimselerin tutundukları ve başkasını kabul etmedikleri bazı yollar vardır ki, bunlar, Hadîce'ye başka hiçbir kadını denk görmezler. Zira derler ki, Yüce Rab, O'na selâm göndermiştir. Ve İbrâhîm dışında, Hz. Peygamberin çocukları hep O'ndandır.”[xxx] 

 

Evet, bu biz Şia'nın akidesidir. Bizim akidemiz sağlam bir temel üzerine oturmaktadır. Yoksa el-Bihâr ve Usûlu Kâfî üzerine değil. Her ne kadar bu kitaplar bizim nezdimizde muteber olsa da inançlarımız sadece bu temeller üzerine oturmamaktadır.

 

Sunucu: Tirit hadisi nerede, Rabbinin kendisine selâm göndermesi fazileti nerede?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bakınız devamında ne diyor:

 

Ehl-i Sünnet'e gelince, bunlardan da bazıları aşırı giderek Hz. Hadîce ile Aişe'den her biri için bilinen bazı faziletler belirlemişlerdir. Ama Sünnet'e olan aşırı bağlılıkları (guluvları) onları, Ebû Bekir'in kızı ve Hadîce'den daha bilgili oluşundan Aişe'yi, Hz. Hatice'den daha üstün tutmaya sevk etmiştir.[xxxi]

 

O, bu kimseler için ‘‘Ehl-i Sünnet'' diyor, bizim kanaatimize göre onlar Ehl-i Sünnet değil, kalbi pas tutmuş mutaassıp olan kimselerdir. Yoksa Allâme Alûsî de Ehl-i Sünnet'tendir. Bir de Aişe'nin üstünlüğünü kendisi ‘‘guluv / aşırılık'' olarak ifade ediyor. Guluv ise hakkında delilin olmadığı bidattir. Bidatlerin tümü ise ateştedir. Bilemiyorum, bu Sünnet'e tutunma kuvveti mi yoksa taassup kuvveti mi?

 

Sunucu: Sünnet, Allah'ın elçisinin dediğini inkâr etmek midir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yahut da sahih nasları, Hz. Resûlullah'ı yalanlamak mıdır? Konuyu önümüzdeki programda tamamlayacağız, inşallah…

 

Sunucu: Seyyidim teşekkür ediyoruz. Önümüzdeki programda görüşmek üzere…

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 



[i] Şerîf er-Râzî, Nehcü'l-Belâga, s. 33 2. Hutbe, şerh: Muhammed Abduh.

[ii] Şihâbuddîn Mahmûd el-Alûsî, Rûhu'l-Meânî fî Tefsîri'l Kur'ani'l Azîm ve's-Sebi'l-Mesânî, c. 4, s. 183, thk: Mâhir Habûş, Müessesetü'r-Risâle, 1. Basım.

[iii] A.g.e., a.g.y.

[iv] El-Buhârî, Muhammed b. İsmâîl, Sahîhü'l-Buhârî, c. 3, s. 188, Kitâbü Fedâili's-Sahâbe, Bab No: 29, Hadis No: 3767, thk: Şuayb el-Arnavût.

[v] Rûhu'l-Meânî, c. 4, s. 184.

[vi] Albânî, Muhammed Nâsırüddîn, Sahîhü Süneni't-Tirmizî, c. 3, s. 573, Hadis No: 3878.

[vii] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 409, Hadis No: 3668, thk: Allâme Şuayb el-Arnavût ve Adil Mürşid.

[viii] Albânî, Muhammed Nâsırüddîn, Sahîhü'l-Câmii's-Sağîr, c. 1, s. 628, Hadis No: 3143. Hadis No: 3328, haz. Züheyr Şâvîş, el-Mektebü'l-İslamî.

[ix] Sahîhü'l-Buhârî, Kitâbü Ehâdîsi'l-Enbiyâ, c. 3, s. 68 Bab No: 46, Hadis No: 3433, thk: Allâme Şuayb el-Arnavût ve Adil Mürşid.

[x] A.g.e., Aişe'nin Fazileti babı, Bab No: 30 Hadis No: 3769.

[xi] Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye, Mecmûetü'l-Fetâvâ, c. 13, s. 385, haz. Hamid Cezzâr ve Envâr el-Bâz.

[xii] Ebû Cafer et-Taberî (h. 310) Câmiü'l-Beyân An Tevîli Âyi'l-Kur'an, c. 5, s. 395 thk: Abdullah İbn Abdülmuhsin et-TürkÎ, DÂrü Âlemi'l-Kütüb, 1. Basım, 1424.

[xiii] Salebî, el-Keşf ve'l-Beyân, c. 9, s. 253, thk: Ebû Muhammed b. Aşûr.

[xiv] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 3, s. 299, thk: Muhammed Reşâd Sâlim.

[xv] İbn Teymiyye, el-İstikâmet, c. 2, s. 156, thk: Muhammed Reşâd Sâlim, Mektebetü İbn Teymiyye.

[xvi] Şeyh İbn Teymiyye, er-Risâletü's-Safediyye Kâidetün fi Tahkîki'r-Risâleti ve İbtâli Kavli Ehli'z-Zayği ve'd-Dalaleti, s. 209, Takdim: Abd b. Abdurrahmân b. Sa'd, Edvâü's-Selef.

[xvii] İbn Bâz, Mecmûu Fetâvâ ve Makalatün Mütenevvietun, c. 7, s. 406, thk: Muhammed b. Sa'd eş-Şuveyir.

[xviii] Ebû Abdullah Muhammed İbn Ebîbekr İbn Kayyım el-Cevziyye, İctimâü'l-Cuyuşi'l-İslâmiyye ala Harbi'l-Muattilleti ve'l-Cehmiyye, s. 5, thk: Zâid b. Ahmed en-Nuşeyri, Dârü Âlemi'l-Fevâid, 1. Baskı, 1431.

[xix] Hâfız İmâdüddîn Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâyetü ve'n-Nihâyetü, c. 2, s. 430- 431, thk: Abdullah Muhsin et-Türkî, Dârü'l-Âlemi'l-Kütüb.

[xx] el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 11, s. 339.

[xxi] Sahîhü'l-Buhârî, c. 3, s. 206, Kitâbü Menâkıbı'l-Ensâr, Hz. Rasûlullah'ın (s.a.a.) Hz. Hadîce ile evlenmesi ve Hz. Hadîce'nin Fazileti bâbı, Hadis No: 3820.

[xxii] Sahîhü Müslim, c. 4, s. 233.

[xxiii] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 12, s. 71.

[xxiv] Nesâî, Sünenü'l-Kübrâ, c. 2, s. 1297, Hadis No: 8300 thk: Muhammed Nâsırüddîn Albânî, Mektebetü'r-Raşid ve Dârü'l-Usmâniyye, Umman, 1. Basım, 1427.

[xxv] İbn Hacer, Fethü'l-Bârî bi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, c. 8, s. 28, thk: Abdurrahmân b. Nâsır el-Berrâk

[xxvi] A.g.e., a.g.y.

[xxvii] Allâme Alusi, Rûhu'l-Meânî, c. 4, s. 183-4, thk: Mâhir Habûş.

[xxviii] A.g.e., a.g.y.

[xxix] A.g.e., a.g.y.

[xxx] el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 4, s. 321.

[xxxi] A.g.e., a.g.y.