Kur'ân-ı Kerim'in tevili ve İmam Ali'nin tevil için savaşması (1)

Kur'ân-ı Kerim'in tevili ve İmam Ali'nin tevil için savaşması (1)
"Allah, Ali b. Ebî Tâlib’i belirttiği şeylerden dolayı sizden üstün kılmıştır. Ancak O, hiç kimseyi başkasından üstün tutmaz. Sizleri kölelerinizle eşit görür. Eğer yönetim makamına O'nu getirecek olursanız siyahınızı beyazınızla eşit kılar. Öyleyse Osman’ı başa geçirin. Sizi sevindirecek şeylere uymanız daha yerinde bir davranıştır.”

 

 

Sunucu: Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla… Salat ve selâm Efendimiz Muhammed'e (s.a.a.) ve O'nun pak Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. Kum Kevser TV stüdyolarından “Mutârahâtun fi'l-Akîde” adlı programımızın yeni bir bölümüyle huzurlarınızdayız. Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz diyorum. Saygıdeğer Seyyid, Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan, İmam Ali'nin (a.s.) sorumluluğuna işaret eden önemli bir hadisi incelemek için yeni bir konuya başlayacağız: “Ben nasıl tenzil üzere savaştıysam Ali de tevil üzere savaşacak.” Bu konuya başlamadan önce değinmek istediğiniz hususlar var mı?  

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Bu konu, İslam'ın ilk dönemlerinde meydana gelen olayların hakikatini anlama ve idrak etme adına oldukça önemli ve hayatidir. Sizler de biliyorsunuz ki İslam'ın o döneminde -özellikle de Ali b. Ebî Tâlib'in (a.s.) halifeliğe geçtiği dönemde- birtakım savaşlar meydana gelmiştir. Emevî din anlayışına sahip birçok yazar bu savaşları ‘‘fitne savaşları'' ve o dönemi de ‘‘fitne dönemi'' olarak nitelendirmektedir. Biz bu hadisten hareketle bu savaşları incelemek istiyoruz. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) bu hadisine vâkıf olmak için buradan konuya giriş yapıyoruz.

 

Bu konuya -yani Hz. Ali'nin (a.s.) Kur'ân'ın tevili üzere savaştığı konusuna- girmeden önce birtakım hususlara işaret etmek istiyorum.

 

İlk husus; Âl-i İmrân Sûresi'nin yedinci âyetinin açık ifadesine göre Kur'ân'ın bir tenzili, bir de tevili vardır.

 

هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آَيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آَمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ / Sana kitabı indiren O'dur. Onun (Kur'ân) bir kısım âyetleri muhkemdir ki bunlar kitabın esasıdır; diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te'vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te'vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.”[i]

 

Âyette geçen kitaptan kasıt Kur'ân-ı Kerim'dir. Bu âyet çerçevesinde müfessirlerin üzerinde durduğu iki konu vardır. Bu konuların üzerinde uzun uzun durmak istemiyorum.

 

İlk konu: وما يعلم تأويله / Onun tevilini bilemez…” âyetinde geçen “hu / o” zamirinin mercii nedir? Mercii sadece müteşâbih âyetler midir? Yani Kur'ân'ın bir bölümünün -ki bunlar müteşâbih ayetlerdir- tevili vardır. Muhkem ayetlerin ise tevili bulunmamaktadır, şeklindeki olasılık ve anlam.

 

Ancak bu ihtimal doğru değildir. Zira zamirin mercii kitaptır, yani Kur'ân'ın tümüdür. Bir başka ifadeyle ister muhkem ayetler olsun ister müteşâbih ayetler olsun Kur'ân'ın tamamının tevili vardır.

 

Biz şimdi bu meselenin analizi sadedinde değiliz. İster Kur'ân'ın tümünün ister bir bölümünün tevilinin olduğunu söyleyelim, neticede Kur'ân'da hem tenzilin hem de tevilin olduğu sonucunu çıkartıyoruz.

 

Bu konu âlimler arasında görüş ayrılığına neden olan konulardandır. Ben Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt Okulunun büyük âlimlerinden iki kişiye işaret edeceğim.

 

İbn Kayyım el-Cevziyye es-Savâiku'l-Mürsele adlı eserinde şöyle der:

 

Cabir b. Abdullah Veda Haccı hadisinde şöyle diyor: Resûlullah (s.a.a.) bizim aramızda bulunmaktaydı. Kur'ân O'na iner ve O da Kur'ân'ın tevilini bilirdi. O ne ile amel ederse biz de O'nunla amel ederdik. Resûlullah'ın Kur'ân'ın tevilini bilmesi, tefsirini ve delalet ettiği şeyi bilmesidir. Onunla amel etmesi de emrolunduğu ve nehyolunduğu şeylerin tevilidir.[ii]

 

İbn Kayyım mealen şöyle diyor: Tevil sadece müteşâbihe özgü değildir, muhkemin de müteşâbihin de tevili bulunmaktadır. Pasajdan da anlaşıldığı üzere Kur'ân'ın sadece müteşâbih âyetlerinin değil tüm âyetlerinin tevili mevcuttur. Öyleyse bu pasaj ve bu ibareler tevilin sadece müteşâbihlere özgü olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

 

İkinci kaynak, Allâme Tabâtabâî'nin Tefsîrü'l-Mîzân'da geçen şu ifadeleridir:

 

Kur'ân'ın tümünün -muhkeminin de müteşâbihinin de- tevili vardır.[iii]

 

Bu ibare de açık olup tevilin sadece müteşâbih âyetlere özgü olmadığını beyan etmektedir.

 

Yani Kur'ân'ın tenzili olduğu gibi tevili de vardır.

 

Âyet-i kerimedeki ikinci meseleye geçelim. Bu konu üzerinde de detaylıca durmayacak sadece özetle işaret edip geçeceğim.

 

وما يعلم تأويله إلا الله / Hâlbuki onun te'vilini ancak Allah bilir.” Âyetin bu bölümünün üzerinde “mim”, vakf işareti bulunmaktadır. Tecvid ilmine göre ‘‘mim'' harfi, vakf-ı lazımdır ve zorunlu olarak durmayı ifade eder. Yani والراسخون في العلم / ilimde yüksek pâyeye erişenler” ifadesini Allah lafza-ı celaline atfederek وما يعلم تأويله إلا الله والراسخون / Hâlbuki onun tevili ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişmiş olanlar bilir” diyemeyiz. Ancak “Allah bilir” deriz sonra da “والراسخون في العلم يقولون / ilimde yüksek pâyeye erişenler şöyle derler…” deriz. Bunun, üzerinde ittifak bulunan konulardan olduğu şeklinde bir düşünce kimsenin aklına gelmesin. Bu konu çerçevesinde iki yaklaşım söz konusudur. İki yaklaşımdan kastımız da kesinlikle Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Şia değildir. Şiî âlimlerden de Sünnî âlimlerden Allah lafza-ı celalinde durulması gerektiğini belirten bir grup âlim olduğu gibi ilimde yüksek payeye erişenler ifadesinin Allah lafza-i celaline atfedilmesi gerektiğini söyleyen âlimler de vardır.

 

İbn Teymiyye el-Cevâbü's-Sahîh adlı eserinde açık bir şekilde bu meseleye işaret eder. O şöyle der:

 

Bu konuda iki görüş ve kıraat vardır. Âlimlerin bir bölümü Allah lafza-ı celalinde dururken bir bölümü de Allah lafza-ı celalinde durmayarak ‘‘ve'r-rasihune fi'l-ilmi / ilimde yüksek payeye erişenler'' ifadesiyle birlikte okumaktadır.

 

Bunlar şöyle derler: İlimde yüksek payeye erişenler müteşâbih ayetlerin tevillerini bilirler… Her iki görüş de seleften bir gruptan aktarılmıştır.[iv]

 

Neden böyle söylüyor? Çünkü o bir önceki konuda ele aldığımız zamiri Kur'ân'ın tümüne değil de müteşâbih ayetlerine döndürmektedir.

 

Buraya kadar yaptığımız açıklamalarla şu sonuca ulaştık. Bir konuyu hatırlatalım. Biz bu iki konuyu “İlmü'l-Kitâb” ve “er-Râsihûne fi'l-İlm” adlı eserlerimizde ele alıp etraflıca inceledik. Şu sonuca ulaştık.

 

Kur'ân'ın tenzili olduğu gibi tevili de vardır. Şu an Kur'ân'ın tümünün mü yoksa bir bölümünün mü tevili olduğu konusunu göz ardı ediyoruz.

 

İkinci konu: Bu konu da oldukça önemli ve hayatidir. Sahih ve sarih naslar tenzil ve tenzilin insanların hayatında ikamesi görevinin Kur'ân'ın tevili ve bu tevilin insanların hayatında ikamesi görevinden ayrı olduğunu ortaya koymaktadır. Bunlar iki ayrı sorumluluktur. Bu iki görevden her birisinin bu görevi yerine getirecek sorumluları vardır. Kur'ân'ın tenzil ve tevilinin olduğu sabit olduktan sonra Kur'ân'ın tenzili üzere savaşmakla emrolunan kimse bulunduğu gibi Kur'ân'ın tevili üzere savaşmakla emrolunan kimsenin de var olduğuna delalet eden açık naslar da mevcuttur.

 

Daha açık bir ifadeyle söyleyeyim: Tenzil üzere savaşmak ve çarpışmakla sorumlu olan kimse tevil üzere savaşmakla da görevlidir, şeklinde zorunlu bir kural yoktur. Çünkü tenzil üzere savaşmanın belirli birtakım şartları olduğu gibi tevil üzere savaşmanın da bazı şartları vardır. İlk sorumluluk ile ikinci sorumluluk birbirinden ayrıdır.  

     

Sunucu: İç  ve dış emniyet gibi.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu hakikati anlayıp kavrayamazsak savaş ve gazalardan birçoğunu, Hz. Resûlullah (s.a.a.) veya halifeler döneminde özellikle de Müminlerin Emiri Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) döneminde meydana gelen hadiselerin çoğunu anlayamayız. Bu taksimi kavrayamadığımız müddetçe bu gruba giren savaşlar ile diğer gruba girenlerin niteliklerini anlamamız mümkün değildir. İlk grup savaşın -yani tenzil üzere savaşın- gayesi nedir? İkinci grup yani tevil üzere savaşın hedef ve maksadı nedir? İkisinin gayeleri nelerdir? Tenzil üzere savaşın bir hedefi, tevil üzere savaşın ise başka bir hedefi vardır.

 

Sunucu: Bu iki konuyu karıştırdıklarından ötürü birileri ‘‘Efendimiz Muâviye'' ve ‘‘Efendimiz Ali (a.s.)'' diyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çünkü İmam Ali'nin (a.s.) Muâviye ile savaşının ve Cemel Savaşı'nın hedeflerini bilmiyor.

 

Sunucu: Dilinize sağlık. Sayın Seyyid, kültürel mirasımızda işaret ettiğiniz bu hususa değinen Hz. Resûlullah'tan (a.s.) aktarılan ve bu manaya delalet eden açık ve net hadisler bulunmakta mıdır? Yahut başka bir ifade ile Hz. Ali b. Ebî Tâlib'in tevil üzere savaşma emrini yerine getirmekle sorumlu olduğuna delalet eden açık naslar var mıdır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Burada iki soru vardır: Böyle bir taksimin doğruluğu ve bu sorumluluğun kime yüklendiği hususunda.

 

Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır. Defalarca vurguladığımız üzere bütün Müslümanlar için kanıtlık özelliğine sahip olacak bir hadis şu üç şartı taşımalıdır:

 

.  Sahih olmalı,

 

. Manası açık olmalı,

 

. İttifak edilen bir hadis olmalı.

 

Çünkü Hz. Resûlullah “Ümmetim dalalet üzere birleşmez” diyor. Ümmet bir hadis hakkında görüş birliğine varırsa bu hadis, dalalet içerikli bir hadis olmaz. Aksine bu hadis, sahih bir yol ve sırât-ı müstakîmdir.

 

Yukarıda geçen iki soruya cevap verecek bu konu çerçevesinde vârid olan rivayetleri arz edeceğiz. Böyle bir taksimin bir hakikati ve sağlam bir temeli var mı? İkinci olarak tevil üzere savaşın sağlam bir temeli var mı?  

 

Sunucu: Ta ki bidat olmasın.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel.

 

. İlk olarak tenzil üzere savaş, tevil üzere savaştan farklıdır.

 

. Acaba bu sorumluluk taksim edilmiş midir? Yahut da bir şahıs hem tenzil hem de tevil üzere mi savaşacak? Yoksa bir şahıs sadece tenzil üzere savaşacak ve diğer sorumluluğu yerine getirmeyecek midir? İşte rivayetler aracılığıyla bu hususun açığa çıkmasını istiyoruz.

 

Bu konu hakkında bazı kaynaklara değinmek istiyorum. Ehl-i Beyt İmamlarından hadisleri ve Ehl-i Sünnet Okulunun kaynaklarından bilgileri sizlere sunacağım. Sonra da hızlı bir şekilde geçeceğim.

 

İlk kaynak İmam Ahmed'in Müsned'i:

 

Ebû Saîd'den şöyle rivayet edilmektedir: Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: “Ben nasıl ki Kur'ân'ın tenzili üzere savaştıysam içinizden Kur'ân'ın tevili üzere savaşan da olacaktır.'' Bunun üzerine Ebû Bekir ve Ömer kalkıp ‘‘Ben miyim?'' dediler. Hz. Resûlullah ‘‘Hayır, o ancak ayakkabıyı onarandır. Hz. Ali o esnada ayakkabısını onarıyordu.”

 

Bu hadis sahihtir. Hadisin isnad zinciri de da hasendir. Hadisin isnadındaki ricâl sikadır ve Fıtır dışındakiler sahih hadisin ricâlidir.[v]

 

Bu cümle şu iki hakikate birlikte işaret etmektedir.

 

a-Tenzil ve tevil ayrı birer olgudur.

 

b-Tenzil üzere savaşmak sorumluluğu tevil üzere savaşmak sorumluluğundan ayrıdır.

 

Yani hadisten anladığımız Ebû Bekir ve Ömer bu menkıbeye sahip olabilmek için boyunlarını uzattılar.

 

İmam Ali'nin onardığı ayakkabı kendisinin ayakkabısı mıydı, yoksa Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ayakkabısı mıydı? Bu konuyu sonraki rivayetler aracılığı ile öğreneceğiz.

 

Defalarca belirttik. Hadisin isnadı ile hadisin metni ve içeriğini birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Hadis, metin ve içerik açısından sahihtir ve hiçbir kuşku barındırmamaktadır. Gerçi hadisin isnadı hasendir ve sahih bir isnad değildir.

 

İkinci kaynağa geçelim. Ahmed Hamza Zeyn'in tahkikini yaptığı İmam Ahmed'in Müsned'i. Bu hadisin Müsned'deki sened değerlendirmesine bakalım. Ahmed Hamza Zeyn hadisi aktardıktan sonra şöyle der:

 

Hadisin isnadı sahihtir.[vi]

 

Üçüncü kaynak yine Müsnedü Ahmed b. Hanbel.

 

Ravi şöyle der: Ebû Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediğini işittim: Bizler oturmuş Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) bekliyorduk. O, eşlerinden birisinin evinden çıkarak yanımıza geldi. Biz de O'nunla kalktık. Ayakkabısı koptu. Ali onu onarmak için uğraşınca geride kaldı. Hz. Resûlullah (s.a.a.) yoluna devam etti. Biz de O'nunla hareket ettik. Sonra kalkıp beklemeye koyuldu. Biz de O'nunla kalktık. “Ben bu Kur'ân'ın tenzili için nasıl savaştıysam içinizden bir kişi de Kur'ân'ın tevili üzere savaşacaktır'' buyurdu. Bu makam bize mi verilecek diye boyunlarımızı uzattık. Aramızda Ebû Bekir ve Ömer de bulunmaktaydı. Bunun üzerine Hz. Resûlullah ‘‘Hayır, O ancak ayakkabıyı onarandır'' dedi.

 

Biz de bunun üzerine bu müjdeyi O'na vermek üzere gittik. Sanki bunu işitmiş gibiydi.

 

Bu hadis sahihtir. Hadisin isnadı ise hasendir.[vii]

 

Sunucu: İmam Ali'nin (a.s.) kimin ayakkabılarını onardığı açığa çıktı.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hz. Resûlullah'ın ayakkabısı. İşte bizim inandığımız Ali budur! Hz. Ali (a.s.), Hz. Resûlullah'ın ayakkabılarını onarmak ile şeref kazanıyor. Evet, bazı aykırı ve cahilce sesler televizyon kanallarına çıkıp ‘‘Şiîler, Hz. Ali'yi (a.s.) Hz. Resûlullah'tan üstün tutuyorlar'' diyorlar! Hz. Ali'nin bu davranışı -ayakkabıyı onarma- bizim Hz. Ali (a.s.) hakkındaki inancımızdır. Bu aynı zamanda Hz. Ali'nin amelî inancıdır. Siz bu haslet ve bu üstünlüğü başka bir sahâbîde göremezsiniz. O, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ayakkabısını onarmaktadır ve Hz. Resûlullah'ın ayakkabısını onarmak için geride kalmaktadır.

 

Öyleyse Hz. Resûlullah (s.a.a.) açıkça Kur'ân'ın bir bölümünün değil tümünün tevilinin olduğunu belirtmektedir. Biz de zaten yukarıda buna işaret etmiştik.

 

Lütfen, bu hususa dikkat ediniz aziz dostlarım. Hz. Resûlullah (s.a.a.), İmam Ali'nin (a.s.) tevil üzere savaşını kendisinin tenzil üzere savaşına denk ve o seviyede görmektedir. Bu hususa programın ilerleyen bölümlerinde işaret edeceğiz.

 

Böyle bir makam için sahâbe boynunu uzatıyor ve ‘‘Acaba bu yüce makam kime verilecek?'' diyorlar. Öyle bir savaşçı ki savaşı, Hz. Resûlullah'ın tenzil üzere savaşı seviyesinde! Bundan daha üstün makam, menkıbe ve fazilet var mı?

 

Bu olayın bir benzeri Kisa Hadisesinde de olmuştu. Peygamber'in (s.a.a.) hanımları Kisanın altına girmek isteyince Hz. Resûlullah “Hayır. Her ne kadar siz hayır üzere olsanız da bu makam bu dört kişiye özgüdür” demişti. Burada da Ebû Bekir ve Ömer de var. Gerçi rivayette “Ebû Bekir ve Ömer hayır üzeredir” diye bir ifade olmasa da ben buradan ekliyorum. Sizin ayrı bir konumunuz ve yeriniz var, Ali'nin (a.s.) ise bambaşka bir konumu var.

 

Hadiste de ifade edildiği gibi Hz. Ali (a.s.) bunu Hz. Resûlullah'tan daha önce işitmiş gibiydi.

 

Değerli izleyiciler ben bu hadisi farklı muhakkiklerden sunuyorum ki sened, isnad, cerh ve tadil sahası âlimlerinin bu hadisin sıhhati noktasındaki görüşlerinin aynı olduğunu ve bu konuda herhangi bir görüş ayrılığının bulunmadığını anlayabilesiniz.

 

Ben değişik kaynaklardan aktarınca bazı dostlar diyorlar ki “Seyyidim tek bir kaynaktan ancak farklı baskılardan naklediyorsunuz, bunun nedeni nedir?” diye soruyorlar.

 

İkinci sebepten dolayı;

 

a- Bu kitapları tahkik eden muhakkiklerin tümü hadisin sıhhati hususunda ittifak halindedirler.

 

b- Bu âlimlerin kendileri ne demişler? Yani Müsnedü İmam Ahmed bu hadisin sahihliğine kaildir.

 

Yani İmam Ebû Ya'lâ el-Mevsılî  (h. 307) Müsned'inde şöyle rivayet etmektedir:

 

Ebû Saîd el-Hudrî şöyle der: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu işittim: “Ben nasıl ki Kur'ân'ın tevili üzere savaştıysam içinizden bir kimse de Kur'ân'ın tevili üzere savaşacaktır. Ebû Bekir ‘‘O ben miyim ey Allah'ın Resûlü?'' diye sorunca Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Hayır'' buyurdular. Ömer ‘‘O ben miyim ey Allah'ın Resûlü?'' diye sorunca Resûlullah ‘‘Hayır, O ayakkabıyı onarandır'' buyurdular. Hz. Resûlullah (s.a.a.) onarması için ayakkabısını Ali'ye vermişti.

 

Hadisin isnadı sahihtir.[viii]

 

Yani Ahmed Zeyn, Hüseyin Selim Esed ve Şuayb el-Arnâvût hep bu hadisin sıhhatine kaildirler. Kadim ve modern dönem âlimlerinden birçoğu…

 

Hadis oldukça açık! Eğer tevil üzere savaş bir fazilet olmasaydı Ebû Bekir böyle bir şeyi talep eder miydi?

 

Allâme Şuayb el-Arnâvût ‘‘bu hadisin isnadı hasendir'' derken Hüseyin Selim Esed ise isnadının sahih olduğunu söylüyor.

 

Bir diğer kaynak Tahâvî'nin (h. 321) Şerhü Müşkilü'l-Âsâr adlı eseridir. Rivayet şöyledir:

 

Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet edilmektedir: “Bizler oturmuş Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) bekliyorduk. Resûlullah, Aişe'nin odasından çıkarak yanımıza geldi. Ayakkabısı kopmuştu, onarması için Ali'ye verdi ve sonra da oturdu. ‘‘Kuşkusuz ben nasıl ki Kur'ân'ın tenzili üzere savaştıysam içinizden de Kur'ân'ın tevili üzere savaşan birisi olacaktır'' buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekir ‘‘O ben miyim?'' diye sorunca Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Hayır'' buyurdular. Ömer ‘‘O ben miyim?'' diye sorunca Resûlullah ‘‘Hayır, O hücrede ayakkabıyı onarandır.'' buyurdular. Hz. Resûlullah (s.a.a.) onarması için ayakkabısını Hz. Ali'ye vermişti.

 

Recâü'z-Zebîdî dedi ki: Bir adam Kufe Mescidinin geniş avlusunda bulunan İmam Ali'ye gelerek ‘‘Ey Müminlerin Emiri! Na'l Hadisinde başka bir şey var mıydı?” dedi.[ix]

 

Galiba en sahih olanı da bu rivayet olsa gerek. Çünkü ayakkabı olmadan nasıl yürüyecek!

 

Soruyu soran İmam Ali'ye diyor ki Na'l Hadisinde bilinenin dışında başka bir şey var mı?

 

Sunucu: İmam Ali'nin halifeliği döneminde yani… 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet. İmam Ali adamın sorusuna şöyle karşılık veriyor:

 

“Allah'ım sen de şahitsin ki bu Resûlullah'ın (s.a.a.) bana verdiği sırlardandı.''

 

Hadisin isnadı sahihtir.[x]

 

Yani risaletle bağlantılı ne kadar konu varsa Hz. Resûlullah (s.a.a.) İmam Ali'ye sır olarak bağışlamıştı…

 

Bir diğer kaynağa geçelim: Sahîhü İbn Hibbân. Aynı hadisi aktarır. Ancak dikkat çeken nokta Allâme Şuayb el-Arnâvût bu hadise şu notu düşer:

 

Bu hadisin isnadı Müslim'in şartına göre sahihtir.[xi]

 

Yani bu hadis Müslim'in şartı seviyesinde kuvvete sahiptir.

 

Bu hadisi tahric edenlerden bir diğeri İmam Beğâvî'dir. İmam Beğâvî Şerhü's-Sünne'de hadisi rivayet ettikten sonra şöyle der:

 

Ebû Saîd el-Hudrî'den…

 

Ebû Abdullah el-Hâfız (yani İmam Beğâvî; Seyyid Kemal Haydarî) dedi ki: Bu hadisin isnadı sahihtir.

 

Dipnotta ise muhakkik şöyle der: Bu hadis de sahihtir.

 

Buhârî ve Müslim, sahihlerinde bu isnad zincirinin aynısını kanıt saymışlardır.[xii]

 

Yani Buhârî ve Müslim böyle bir isnad zincirini delil kabul etmişlerdir. 

 

Sunucu: Öyleyse bu hadis Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir, demektir. İster Zehebî'nin de onayladığı üzere Hâkim en-Nîsâbûrî'nin kullandığı ifade olan “Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir” doğru olsun, ister sadece Buhârî ve Müslim'den birisinin şartına göre sahih olsun ya da bunlarda ihtilaf olsun durum değişmez. En azından rivayet sahih isnad zincirine sahiptir.

 

Sunucu: Dğer muhakkikler hadisi hasen olarak kabul etmişlerdir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hadisin bazı isnadları hakkında hasendir diyorlar. Yoksa hadisin geriye kalan isnad zincirleri hakkında sahihtir demişlerdir.

 

Bu hadisi sahih olarak kabul edenlerden birisi de Tarîhü'l-İslam'ın müellifi Hafız Zehebî'dir. Hafız Zehebî rivayeti aktardıktan sonra eserin muhakkiki Beşşâr Avvâd Marûf dipnotta ‘‘Bu hadisin isnadı sahihtir'' der.[xiii]

 

Bu hadisin sıhhatine değinenlerden bir diğeri Sübülü'l-Hidâye'nin müellifi İmam Şâmî'dir. O şöyle der:

 

Bu hadisi Ebû Ya'lâ sahih hadisin ricâliyle Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet etmiştir.[xiv]

 

Yani Buhârî veya diğer muhaddisler sahih isnad zinciri ile rivayet etmiştir.

 

Ben öyle düşünüyorum ki bu hadis ya Buhârî veya Müslim'in şartına göre sahihtir veya en azından Müslim'in şartına göre sahihtir. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Buna göre bu rivayet Buhârî ve Müslim'in yahut da ikisinden birinin şartına göre sahih olunca, sened açısından Ehl-i Sünnet nezdindeki en üst derecelere sahiptir demektir. 

 

Sunucu: Sayın Seyyid sizler bu hadisin sened ve içeriği hakkında konuşuyordunuz. Yine tevil mesuliyetini kimin yerine getireceğinden bahsediyordunuz. Bir kimse şöyle diyebilir: Bu kelamı tamamlamak istiyorsunuz. Sahih hadis kitaplarında vârid olması ilmî değer açısından ayrı bir olgudur, büyük muhakkiklerin işaret ettiği hususlar ise başka bir hadisedir. Bu değerlendirmeler senedin ilmî kıymetini daha da artırır. 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel. Cerh ve tadil sahasına ilişkin ricâl incelemelerinin günümüzdeki araçlarına geçmiş âlimlerden birçoğu sahip değildi.

 

Allâme Şuayb el-Arnâvût, Ahmed Zeyn, Zühey Şaviş bunlardan bazılarıdır. Bunlardan biri de Allâme Albânî'dir. Allâme Albânî Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha adlı eserinde şöyle diyor:

 

‘‘Ben nasıl ki Kur'ân'ın tenzili üzere savaştıysam içinizden bu Kur'ân'ın tevili üzere savaşan çıkacaktır.'' Râvî der ki; (Bu makam) Kime verilecek diye boyunlarımızı uzattık. Aramızda Ebû Bekir ve Ömer de bulunmaktaydı. Resûlullah ‘‘Hayır, (bu görevi yerine getirecek olan; çev.) ancak ayakkabıyı onarandır, yani Ali'dir.”[xv]

 

Görüldüğü gibi Kur'ân'ın tümünün tevili vardır.

 

Muhammed Nâsırüddin Albânî, bu hadisi kimlerin tahric ettiğini belirttikten sonra şöyle der:

 

Hâkim'in ve diğerlerinin lafzı ise şöyledir: Ali başını kaldırmadı. Bunu Resûlullah'tan daha önce işitmiş gibiydi.

 

Bu hadis, Buhârî ve Müslim'in şartına göre sahihtir. Zehebî de onun bu yargısına muvafakat etmiştir.

 

Ben (Albânî; çev.) derim ki; bu hüküm, o ikisinin vehimlerindendir. Bu hadis sadece Müslim'in şartına göre sahihtir.[xvi]

 

Öyleyse görüş ayrılığı olan nokta, bu hadisin Sahihayn'ın şartlarına göre mi yoksa sadece Müslim'in şartlarına göre mi sahih olduğudur. Bu tartışma ise bu hadisin senedinin kıymetini azaltmaz.

 

Demek ki bu hadisin senedinin sıhhatinde herhangi bir kuşku yoktur.

 

Gerçi burada bir parantez açıp bu mesele özelinde Allâme Albânî ile ilgili bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Allâme Albânî maalesef burada kendi ilmî metoduna uygun düşmeyen bir açıklamada bulunuyor. Konu İmam Ali'nin (a.s.) savunulması meselesi olunca neden ilmî ölçütlerini yitirme hastalığına tutulmamaktadır ki?

 

Allâme Albânî bu hadisin zeylinde şöyle diyor:

 

“TENBİH: Abdülhuseyin eş-Şiî, Müracaât adlı eserinde bu hadisin tahricinde çok ilginç bir şekilde bocalamıştır.”[xvii]

 

Kastettiği Abdülhüseyin eş-Şerefüddîn ve onun el-Müracaât adlı eseridir. Bu sözü söyledikten sonra birtakım açıklamalarda bulunur. Bu sözlerin detaylarına girmek istemiyorum.

 

Ardından şöyle devam eder:

 

İKİNCİ TENBİH: Mezkûr Şiî eserin 166. sayfasının dipnotunda hadisi şöyle sevk eder: ‘‘ كما قوتلتم على تنزيل  / Sizinle tenzili üzere savaşıldığı gibi…”[xviii]

 

Yani iki tane tenbih sunmaktadır. Sizler de biliyorsunuz ki bu ilmî bir üslup değildir. Zaten biz Allah'a hamd olsun bu hususta onunla ittifak halinde değiliz.

 

Sunucu: Abdülhüseyin Şerefüddîn.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Abdülhüseyin Şerefüddîn'in kim olduğunu çok iyi biliyorsunuz.

 

Yani şöyle diyor: Allâme Şerefüddîn ‘‘كما قاتلت على تنزيله / nasıl ki tenzili üzere savaştıysam'' şeklinde değil de ‘‘كما قوتلتم / Sizinle tenzili üzere savaşıldığı gibi'' diye rivayet etmiştir.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Sahâbeye dokundurmak ve ta'n etmek için hadisin ‘‘كما قاتلت على تنزيله/nasıl ki tenzili üzere savaştıysam'' lafzını tahrif ederek ‘‘كما قوتلتم/Sizinle tenzili üzere savaşıldığı gibi'' şeklinde rivayet etmiştir.[xix]

 

Yani şöyle diyor: el-Müracaât'ın müellifi Allâme Şerefüddîn ‘‘Ali'nin tevil üzere savaşması Resûlullah'ın (s.a.a.) tenzil üzere savaşmasıyla aynıdır'' demeye çalışıyor. Çünkü Resûlullah'ın (s.a.a.) tenzil üzere kendisiyle savaştığı kimse Ali'nin (a.s.) tevil üzere kendileriyle savaştığı kimselerdir. Hz. Resûlullah'ın kendileriyle savaştığı kimseler ile İmam Ali'nin kendileriyle savaştığı kimseler ayrı gruplar değildirler. Öyleyse Allâme Şerefüddîn sahâbeye ta'n etmek istemiştir. Yani ‘‘Ey Şiîler siz, hadisi tahrif ediyorsunuz'' demeye getiriyor.

 

Aslında Allâme Albânî'nin açıklamalarına saygı göstermekle birlikte -sizler de biliyorsunuz ben ilmî metoda saygı gösteririm- maalesef onun üslubu ve tarzı bu şekildedir.

 

Ben bugün Allâme Albânî'nin kaynak olarak aldığı baskının bizzat kendisini bulup getirdim, başka bir baskıyı değil. Ki ‘‘Albânî başka bir basıma, siz başka birine dayanmışsınız'' şeklinde bir itiraz gelmesin.

 

el-Müracaât'ın 166. sayfasını açtım. Bu baskıda ne eserin ne zaman basıldığı ne de yayınevinin adı bulunmaktadır. Allâme Albânî'nin dayanak aldığı baskıya bakalım:

 

Nasıl ki sizinle tenzili üzere savaşıldıysa içinizden Kur'ân'ın tevili üzere savaşacak bir şahıs da çıkacaktır.”[xx]

 

Dediği gibi bu sözler dipnotta geçmektedir. Bu dipnot, musannifin dipnotudur, tahkik ve tahricini yapanların dipnotu değildir. Yani bu dipnot Allâme Şerefüddîn'in dipnotu olup ona yapılan bu nispet doğrudur.

 

Ancak benim bu hadisin aktarımı hakkında Allâme Albânî'ye bir sorum olacaktır. Çünkü bu hadis eserin 180. sayfasında da geçmektedir.

 

“Ben nasıl ki Kur'ân'ın tenzili üzere savaştıysam içinizde Kur'ân'ın tevili üzere savaşan birisi de çıkacaktır.” Neden bu hadisi unuttu? En azından ilmî açıdan bu hadisi de söylemen gerekirdi. O bir yerde قوتلتم /sizinle savaşıldığı gibi”, bir yerde de “kateltu / savaştım” olarak rivayet etmektedir. Doğru olan “kateltu” şeklindeki varyantıdır, demen gerekirdi.

 

Üstad Ala, lütfen bana müsaade ediniz. Ey Allâme! Belki de Allâme Şerefüddîn'in vâkıf olduğu ve senin gözünden kaçan başka bir kaynak vardır?

 

Azizlerim, önümüzde İbn Ebî Şeybe'nin (h. 235) el-Musannef'i bulunuyor.

 

Bu zat, hadis naklettiğimiz diğer muhaddislere göre hadisin söylendiği döneme daha yakındır. Herkes bu imamın nasıl bir kıymeti haiz olduğunu bilir. Doğumu İmam Sâdık'ın (a.s.) dönemine yakındır (h. 159). Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) döneminde yaşamıştır. Yani nasların toplandığı döneme oldukça yakındır.

 

Hadisin ifadesi şöyledir:

 

Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet edilmektedir: Bizler mescitte oturuyorduk. Hz. Resûlullah çıkıp yanımıza geldi. Sanki başlarımızın üstünde kuş varmış gibiydik. İçimizden hiç kimse konuşmuyordu. Hz. Resûlullah ‘‘Nasıl ki Kur'ân'ın tenzili üzere sizinle savaşıldıysa içinizden bir adam da Kur'ân'ın tevili üzere savaşacaktır'' buyurdular. Bunun üzerine Ebû Bekir ayağa kalkarak ‘‘O ben miyim ey Allah'ın Resûlü'' dedi. Hz. Resûlullah ‘‘Hayır'' buyurdu. Ömer ayağa kalkarak ‘‘O ben miyim ey Allah'ın Resûlü'' dedi. Hz. Resûlullah ‘‘Hayır. O ancak hücrede ayakkabıyı onarandır'' buyurdu. Ali, elinde Resûlullah'ın onardığı ayakkabısı olduğu halde hücreden çıkıp geldi.

 

Bu hadisin isnadı sahihtir.[xxi]

 

Öyleye Allâme Şerefüddîn bu hadisi naklederken hangi esere dayanıyormuş? İlginç olan şudur ki tahkik ve araştırma ehli olduğu iddia edilen bir adam, bir şeyi bulamayınca hemen diğerlerini itham ediyor. Bu nasıl ilmî bir mantıktır! Burada bir eleştiriye, dokundurmaya delalet eden bir ibare söz konusuysa ilk önce İbn Ebî Şeybe'ye sorun, Allâme Şerefüddîn'e değil.

 

Sunucu: Eğer bu hadis sahâbeye eleştiri şeklinde yorumlanacaksa neden bazı sahâbîler bu görev için boyunlarını uzattılar?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ben sadece bu konuda bir dokundurma var mı ona değinmek istiyorum.

 

Buraya kadar yaptığımız açıklamalarla şu husus vuzuha kavuştu. Bu mübarek hadis sahih bir hadistir. En azından bu hadis, mütekaddimun ve müteahhirun dönemli ismi geçen bu büyük âlimlere göre Buhârî ve Müslim'in veya en azından Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Aziz dostlarımıza söz verdiğimiz üzere bizler sadece Ehl-i Sünnet kanallarından aktarılan rivayetlerle yetinmeyeceğiz.

 

Bir kimse şöyle diyebilir: Seyyidim bu rivayet Ehl-i Beyt Okulunun âlimleri kanalıyla da aktarılmış mıdır?

 

Ben sadece üç veya dört kaynakla yetineceğim.

 

İlk kaynak Kuleynî'nin Kâfî'sidir. Rivayet oldukça uzundur. Keşke vaktimiz olsaydı da bu rivayetin üzerinde etraflıca durabilseydik. Rivayet İmam Sâdık'tandır ve şöyledir:

 

Bir adam babama Müminlerin Emiri'nin savaşları hakkında sordu. Soruyu soran bizim sevenlerimizdendi. Ebû Cafer el-Bâkır (a.s.) ona şöyle karşılık verdi: ‘‘Allah-u Teâlâ Muhammed'i (s.a.a.) beş kılıçla gönderdi. Bunlardan üç tanesi kınından çekilmiş ve açık idi… Bu kınından çekilmiş üç kılıca gelince bunlardan bir tanesi Arap müşriklerine karşı çekilen kılıçlardır. İkincisi zimmet ehline karşı çekilmiş idi. Üçüncüsü ise Acem müşriklerine karşı idi… Kınında bırakılan ve dokunulmayan kılıçlara gelince ise bunlar bağy ve tevil ehline karşı kullanılacak kılıçlar idi… ‘‘Eğer müminlerden iki grup birbiriyle savaşa tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmişse -Allah'ın emrine geri dönünceye kadar- haksızlığa sapanlara karşı savaşın'' âyeti nazil olunca Hz. Resûlullah şöyle buyurdular: ‘‘Ben nasıl ki tenzil üzere savaştıysam içinizden benden sonra tevil üzere savaşan bir kimse çıkacaktır.'' Hz. Peygamber'e (s.a.a.) ‘‘O kimdir'' diye sorulunca ‘‘O, ayakkabıyı onarandır'', yani Müminlerin Emiri'dir dedi. Bunun üzerine Ammâr b. Yasir şöyle dedi: ‘‘Ben bu sancağın altında Resûlullah ile birlikte üç defa savaştım. Bu dördüncüsüdür. Vallahi onlar bizi Hecer hurmalıklarına kadar vurup kovalasalar da biz biliyoruz ki bizler hak üzereyiz.”[xxii]

 

Azizlerim, el-Kâfî'de aktarılan rivayetlerin geneli aksine delil olmadığı müddetçe sened itibariyle sahihtir. Çünkü Sikatü'l-İslam Kuleynî mukaddimede İmam Bâkır ve İmam Sâdık'tan (a.s.) aktarılan ve sahih hadislere dayandığını açıkça belirtmiştir.

 

Öyle anlaşılıyor ki bu mesele o dönemde de ortaya konulmuş ve ele alınmıştır. Bu savaşların gerekçeleri nedir, diye sorulmuştur.

 

Bu taksime göre her bir savaş türünün kendisine has özel bir kılıcı bulunmaktadır. Şimdi bu kılıçların detayına girmek istemiyorum.

 

Rivayet oldukça uzun olup bu kadarı benim ihtiyacımı görmektedir. Yani hadis aynı lafızlarla rivayet edilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında vârid olan lafzın aynısı Ehl-i Beyt kaynaklarında da geçmektedir. İşte bu husus, hadisin bu lafzına özel ilmî bir kıymet vermektedir. Bu da bize şunu göstermektedir: Yani bu hadis manen değil de lafzen nakledilmiştir. Bir başka ifadeyle bu sözler Hz. Resûlullah'ın mübarek dillerinden nasıl çıkmışsa bize o şekilde nakledilmiştir.    

 

Sunucu: Bu da işaret etmiş olduğunuz üç şartı da taşımaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yani açık olmalıdır. Bu ilk kaynak.

 

Bu hadis Şeyh Sadûk'un (h. 381) el-Hisâl'inde geçmektedir.[xxiii] Siz de biliyorsunuz ki Kuleynî el-Kâfî'nin müellifidir. Şeyh Sadûk da Men lâ Yahduruhü'l-Fakih'in müellifidir.

 

Üçüncü kaynağa geçelim. Ancak açıklamam gereken bir husus var.

 

Şimdi değineceğim kaynak Tertîbü'l-Emâlî adlı eserdir. Bu kitap yararlı eserlerdendir. Şeyh Sadûk, Şeyh Tûsî ve Şeyh Müfid'in Emâlî'lerini içermektedir. Yani bunlar ders veriyorlar ve bu derslerini de öğrencilerine yazdırıyorlardı. Bunların hepsi bu eserde bir araya getirilmiştir. Müfid, Sadûk ve Tûsî'nin Emâlî'lerinin tümü bu eserde bir araya getirilmiş olup toplamı on cilttir. Bu naslar hakkında tahkik de mevcuttur.

 

Bir kimse “Seyyidim bu rivayetin senedi hakkında ne diyorsunuz? Hadisin isnadı sahih midir?” diye soracak olursa aziz dostlarım, emin olunuz ki bu rivayet isnad zincirine ihtiyaç duymamaktadır. Çünkü biz nassı bölüm bölüm ele alıp sıhhat metodunu uygulayacağız. Değerli izleyiciler bu hususa değindiğimizi hatırlayacaklardır. Şöyle demiştik: Eğer bir rivayet uzunsa bütün bölümlerinin sahih zayıf olması zorunlu değildir. Eğer hadisin isnad zinciri sahihse tüm bölümleri de sahih olur. Ama hadisin isnad zincirinin zayıf olduğunu varsayacak olursak bu durumda hadisin bölümlerini teker teker ele alır, ilgili bölümün başka hadislerden sıhhatine delalet eden şahitlerin bulunup bulunmadığına bakarız. Eğer doğruluğuna delalet eden kanıtlar varsa hadisin ilgili bölümünü kabul ederiz.

 

Rivayet oldukça uzundur. Rivayet şöyledir:

 

Ebû Zer'den şöyle rivayet edilmiştir: “Ömer b. Hattâb; Ali (a.s.), Osman, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve Sa'd b. Ebî Vakkas'a bir odaya girip üzerlerine kapıyı kapatmalarını, onlara kendi durumları hakkında istişare etmelerini emretti ve onlara üç gün süre verdi. ‘Eğer beş kişi bir görüşte olur ve o bir kişi de onlara karşı gelecek olursa o kişi öldürülsün. Eğer dört kişi bir görüş üzerinde birleşir iki kişi de bu görüşü kabulden kaçınacak olursa o ikisi öldürülsün' dedi. Hepsi bir görüş üzerinde birleşince Ali b. Ebî Tâlib onlara şöyle dedi: Benim, sözlerime kulak vermenizi istiyorum.”[xxiv]

 

İşte halifenin demokratlığı! İkinci halifenin başkasının görüşüne saygısı! Bir kimse şöyle diyerek itiraz edebilir: “Bu rivayet bizim kanallarımızdan sabit olmamıştır.” Biz deriz ki doğrudur, bizim kanallarımızda sabittir.

 

Şura Meselesi Müminlerin Emiri'nin Nehcü'l-Belâga'sının hutbesinde geçtiği şekliyle sonuçlanmıştır. Şimdi ben bu konunun detaylarına girmek istemiyorum. İmam Ali diyor ki, siz bir noktaya vardınız, bırakınız da hakikatin ne olduğunu sizlere anlatayım. 

 

Devamında şöyle diyor:

 

Eğer sözlerim hak ise kabul edin, yok eğer bâtıl ise ona karşı çıkın. Onlar ‘‘Haydi söyle'' dediler. Ali (a.s.) ‘‘Allah aşkına söyleyiniz -veya Allah için söylemenizi istiyorum-, O sinelerinizde olanları -doğru söylerseniz doğru söylediğinizi, yalan söylerseniz de yalanınızı- biliyor. Aranızdan benden önce Allah'a ve Resûlü'ne iman edip iki kıbleye de namaz kılan bir kimse var mıdır?'' deyince onlar (beş kişi *Seyyid Kemal Haydarî) ‘‘Allah şahid olsun ki hayır'' dediler.[xxv]

 

Sunucu: Bu kesindir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Üstad A'la ben bu hadisi aktaracak ve değerlendirmeyi sayın izleyicilere bırakacağım. Bu hadisi ben bölümlere ayırdım ve gördüm ki hadiste yetmiş beş bölüm vardır. Hadis oldukça uzundur. Dolayısıyla her iki taraftan da aktarılan bölümlerinin önüne bir işaret koydum. Devamında şöyle demektedir:

 

Ali ‘‘Aranızda benden önce Allah'ı birleyen ve O'na hiç şirk koşmayan biri var mıdır?'' deyince onlar ‘‘Allah aşkına hayır'' dediler… Aranızda Allah Resûlü'nün ‘‘Ben kimin mevlâsı isem Ali (a.s.) de onun mevlâsıdır'' dediği kimse var mı? Onlar ‘‘Allah için hayır'' dediler.”[xxvi]

 

Bunların tümü sabit hadislerdir. Neden bu hadisi seçtiğimi de söyleyeyim. Son dönemlerde derinliği olmayan ve olaya yüzeysel bakan bazı kimseler ‘‘Bu hadisler hilafete delalet ediyorsa neden Ali (a.s.) bunları hilafete delil olarak kullanmadı?'' diye itiraz ediyorlar. Azizlerim, İmam Ali'nin bunları kanıt olarak kullanmadığını kim söyledi?  Evet, Resûlullah'tan sonraki hadislerin yazımı yasağı yüzünden bunların bize ulaşmasına mâni oldular. Ancak bizler Ehl-i Beyt İmamlarının hadislerine dayanmaktayız. Bu hadisler ise bize Ehl-i Beyt İmamları kanalından değil de sahâbe kanalından gelmiştir.

 

Devamında şöyle diyor:

 

Aranızda Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ‘‘Ben sancağı yarın öyle bir adama vereceğim ki O Allah ve Resûlü'nü sever, Allah ve Resûlü de O'nu sever'' dediği kimse var mıdır? ... Aranızda Allah Resûlü'nün hakkında ‘‘Allah'ım, sana en sevimli gelen kimseyi bana gönder'' dediği kimse var mıdır? Aranızda Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hakkında ‘‘Ali'ye buğzettiği halde beni sevdiğini iddia eden kimse yalancıdır'' dediği benim dışımda başka hiç kimse var mı? Aranızda benim dışımda Hz. Resûlullah'ın dilinden ‘‘İçinizden birisi Nâkisîn, Kâsıtîn ve Mârıkîn ile savaşacaktır'' dediği bir kimse mevcut mu?” Onlar ‘‘Hayır'' dediler.[xxvii]

 

En sevimli gelen hadisiyle Tayr (kızartılmış kuş) Hadisini kastediyor.

 

Sunucu: İmam Ali (a.s.) bu son hadisi olayların olmasından önce söylüyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tabii ki.

 

Aranızda Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ben nasıl ki tenzil üzere savaştıysam sen de tevil üzere savaşacaksın'' dediği bir kimse var mıdır? Onlar ‘‘Hayır'' dediler. ‘‘Aranızda ikindi namazını vaktinde eda etsin diye güneş battıktan sonra veya neredeyse batacak üzereyken kendisi için geri döndürüldüğü bir kimse var mıdır?'' Onlar ‘‘Hayır'' dediler. ‘‘Aranızda Hz. Resûlullah'ın ‘Senin bana konumun Hârûn'un Mûsâ'ya (a.s.) olan konumu gibidir' dediği bir kimse var mıdır?[xxviii]

 

Şimdiye kadar yirmi yedi maddeye ulaştım. Değerli izleyiciler, bu eser izleyicilerin elinde bulunmaktadır.

 

Sunucu: Peki bu topluluğun cevabı ne olmuştur?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Allah mükâfatınızı versin, çok güzel bir soru. İnancımıza göre bu yetmiş beş noktanın tümü Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılmıştır veya tümü olmasa da en azından yüzde doksanı her iki grubun ittifakıyla aktarılmıştır. Bütün bunlara rağmen bunlar ‘‘Hz. Resûlullah'tan sonraki en faziletli kişi birinci veya ikinci halifedir'' diyorlar!

 

Devamında şöyle diyor:

 

Hz. Ali (a.s.) Allah'ın kendisine bağışladığı ikram ve nimetleri öğle namazı vaktine kadar sunup hatırlatmaya devam etti. İmam Ali (a.s.) onlara dönerek şöyle buyurdular: ‘‘Aleyhinize ikrar verdiğinize ve benim dilimden çıkanlar tarafınızdan anlaşıldığına göre size düşen bir olan Allah'tan sakınmanızdır. Ben sizi Allah'ın gazabına uğramaktan nehyediyorum. Buna karşı çıkmayın ve artık işi zayi etmeyin. Hakkı ehline geri çevirin ve Peygamberinizin sünnetine tâbi olun.”[xxix]

 

Aslında bu yetmiş husus İmam Ali'nin sunduğu bütün deliller değildir. Ebû Zer bize bu kadarını nakletmiştir. Sabah namazı vaktinden öğle vaktine kadar sürmüş, oldukça ilginç.

 

Sunucu: Yani size düşen takvadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yani size belirttiğim hususlarda Allah'tan korkun.

 

Aslında Hz. Ali (a.s.) pasajın son bölümünde bunları niçin zikrettiğinin cevabını veriyor.

 

‘‘Ey Müminlerin Emiri sen makamını mı açıklamak istiyorsun'' veya ‘‘hilafete mi ulaşmak istiyorsun'' ve ‘‘hilafet benden başka kimsenin hakkı değil midir'' demek istiyorsun, şeklindeki muhtemel sorulara ‘‘Allah'tan sakının'' diyerek zımnen cevap veriyor.

 

Birinci ve ikinci halife döneminde işi gasp ettiniz, şimdi hakkı ehline verin.

 

Ayrıca Peygamber'in sünnetini hatırlatıyor. ‘‘Sünnet, Sünnet!'' diyorsunuz ‘‘işte Sünnet budur!'' diyor.

 

Sunucu: Yani onlara şöyle demek istiyor: Sizler, sahâbenin önde gelenleri Sünnet diyorsunuz ancak Peygamberinizin sünnetine uymuyorsunuz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Çok güzel, devamında şöyle diyor:

 

“Eğer sizler bana muhalefet edecekseniz biliniz ki Resûlullah'a muhalefet ediyorsunuz. Bunu O'ndan hepiniz duydunuz. Onu artık bu işe ehil olana teslim edin. Vallahi ben sizin dünyanıza rağbet ediyor değilim, bunları size söylerken de size karşı böbürlenmek veya nefsimi temize çıkarmak için de söylemiyorum. Ben ancak Rabbimin bana olan nimetini anlattım ve ben sizi hüccet üzere tutarım. Sonra namaz için kalktı.”[xxx]

 

“Bu sunduğum faziletler aslında benim değil Resûlullah'ın sözleridir, Kıyamet Gününde Ali (a.s.) bize bu konuda bize kanıt sunmadı demeyesiniz diye bu kanıtları sunuyorum” diyor İmam Ali.

 

İmam Ali (a.s.) daha sonra topluluktan ayrılıyor.

 

Diğerleri kendi aralarında konuşup istişare ediyorlar. Allah, Ali b. Ebî Tâlib'i belirttiği şeylerden dolayı sizden üstün kılmıştır. Ancak O, hiç kimseyi başkasından üstün tutmaz. Sizleri  kölelerinizle eşit görür. Eğer yönetim makamına O'nu getirecek olursanız siyahınızı beyazınızla eşit kılar. Öyleyse Osman'ı başa geçirin. Çünkü o en kıdemliniz ve en duygusalınızdır. Sizi sevindirecek şeylere uymanız daha yerinde bir davranıştır.[xxxi]

 

Pasaj İmam Ali'nin (a.s.) hilafetini neden kabul etmediklerini ortaya koyuyor. Yani O'nun yanında herkes eşit olur! Hz. Ali (a.s.) ‘‘Bir kimse ya senin dinde kardeşindir yahut da yaratılışta eşin (ya da benzerin)'' buyurmaktadır. İşte İmam Ali budur!

 

Yani ‘‘Kendi aranızda sizi sevindirecek şey ne ise ona uyun'' diyorlar.

 

Bize şöyle diyebilirler: Seyyidim “Ali sizi sırât-ı müstakîm üzere tutar, başkaları sırât-ı müstakîm üzere tutamaz” sözü sadece sizin kanallarınızla geçmektedir ve bizim için kanıt değildir.

 

Azizim uzatmadan söyleyelim.

 

İbn Hacer el-Askalânî'nin el-İsâbe'sine bakalım:

 

Müsnedü Ahmed'de ceyyid bir isnad ile Ali'den şöyle rivayet edilmiştir:

 

Resûlullah'a (s.a.a.) ‘‘Ey Allah'ın Resûlü senden sonra kimi emir yapalım?'' diye soruldu. Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Eğer Ebû Bekir'i emir kılarsanız onu güvenilir bir kişi olarak bulursunuz. Ömer'i emir ederseniz onu kuvvetli, güvenilir ve korkmayan biri bulursunuz. Eğer Ali'yi (a.s.) emir edinirseniz -ki bunu yapacağınızı görmüyorum- O'nu hidayete erdirici ve hidayete erdirilmiş bulursunuz. O sizi dosdoğru yolda tutar'' buyurdu.[xxxii]

 

Ebû Bekir ve Ömer ile ilgili bölüm bizim için hüccet değildir. Hz. Ali (a.s.) ile ilgili bölüm Şeyh Tûsî'nin Emâlî'sinde aynı şekilde geçmektedir. Yani Ali (a.s.), sizi Kur'ân ve Sünnet'in getirdiği açık ve net hüccet üzere tutar. 

 

Sunucu: Bunu yapacağınızı görmüyorum.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İşte bu Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) mucizelerinden ve geleceğe yönelik ihbarlarındandır. İbn Hacer, ceyyid bir sened ile nakledilmiştir diyor.

 

Bir kimse bu rivayet sahih değildir, diyebilir. Geliniz, hadisin geçtiği Müsned'e bakalım.

 

Hadis No: 859

 

“Eğer Ali'yi emir edinirseniz -ki bunu yapacağınızı görmüyorum- O'nu hidayete erdirici ve hidayete erdirilmiş bulursunuz. O sizi dosdoğru yolda tutar.”

 

İsnadı sahihtir.[xxxiii]

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkür ediyoruz. Aziz izleyiciler bir sonraki programda görüşmek üzere. Sizleri Allah'a emanet ediyorum. Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 



[i] Âl-i İmrân, 7.

[ii] el-Cevziyye, İbn Kayyım, es-Savâikü'l-Mürsele, c. 1, s. 181, Tahkik: Doktor Muhammed Ali Dahil, Dârü'l-Âsıme.

[iii] el-Mîzân fî Tefsîri'l-Kur'ân, c. 3, s. 63, Müessesetü'l-Alemi.

[iv] İbn Teymiyye, el-Cevâbü's-Sahîh li men beddele dîne'l-mesîh, c. 4, s. 72, Dârü'l-Asıme.

[v] Müsnedü İmam Ahmed, c. 17, s. 390, Hadis No: 11289, Tahkik: Şuayb el-Arnavût, Müessetü'r-Risâle.

[vi] Müsnedü Ahmed b. Hanbel, c. 10, Tahkik: Ahmed Hamza Zeyn.

[vii] A.g.e., c. 18, s. 296, Tahkik: Şuayb el-Arnâvût, Müessetü'r-Risâle.

[viii] Müsned, Ebû Ya'lâ el-Mevsılî, c. 2, s.  346, Hadis No: 1086, Tahkik: Hüseyin Selim Esed, Mektebetü'r-Rüşd.

[ix] Tahâvî, Ebû Cafer Ahmed Şerhü Müşkilü'l-Âsâr, c. 10, s. 237, Tahkik: Şuayb Arnâvût, Müessesetü'r-Risâle.

[x] A.g.e., a.g.y.

[xi] Sahîhü İbn Hibbân, c. 15, s. 385, Tahric ve Talik: Allame Şuayb el-Arnâvût, Müessesetü'r-Risâle.

[xii] İmam Beğâvî, Şerhü's-Sünne, c. 10, s. 232 Tahkik: Züheyr Şaviş ve Şuayb el-Arnâvût, el-Mektebü'l-İslamî.

[xiii] Hafız Zehebî, Tarîhü'l-İslâm ve Vefiyyâtü'l-Meşâhiri ve'l-A'lâm, c. 2, s. 336, Tahkik: Doktor Beşşâr Avvâd Maruf.

[xiv] İmam eş-Şâmî (h. 942), Sübülü'l-Hidâye ve'r-Reşâd fî Sireti Hayri'l-İbad, c. 11, s. 290, Tahkik: Şeyh Adil Ahmed Abdülmevcud, Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye.

[xv] Allâme Muhammed Nâsırüddîn Albânî, Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 5, s. 639, Hadis No: 2487.

[xvi] A.g.e., a.g.y.

[xvii] Age, s. 640.

[xviii] A.g.e., a.g.y.

[xix] A.g.e., a.g.y.

[xx] el-Müracaât, s. 166.

[xxi] İbn Ebî Şeybe (h. 235), Ebûbekir Abdullah b. Muhammed, el-Absi el-Kûfî, el-Musannef, c. 17, s. 105, Hadis No: 32745, tahkik: Muhammed Avvâme.

[xxii] el-Kuleyni (h. 329), Sikatü'l-İslam, el-Furu mine'l-Kâfî, c. 9, s. 376. Kitabü'l-Haccc ve'l-Cihad, Tahkik: Merkezü Buhûsi Dâri'l-Hadis.

[xxiii] Şeyh Sadûk, el-Hisâl, c. 1, s. 275, “Allah beş kılıç göndermiştir” Bâbı, Müessesetü'n-Neşri'l-İslamî.

[xxiv] Muhammed Cevâd el-Mahmûdî, Tertîbü'l-Emâlî, c. 3, s. 422, Hadis No: 1482, Müessesetü'l-Mearifi'l-İslamî.

[xxv] A.g.e., a.g.y.

[xxvi] A.g.e., a.g.y.

[xxvii] A.g.e., a.g.y.

[xxviii] A.g.e., a.g.y.

[xxix] A.g.e., a.g.y.

[xxx] A.g.e., a.g.y.

[xxxi] A.g.e., a.g.y.

[xxxii] el-Askalânî, İbn Hacer, El-İsâbe fî Temyîzi's-Sahâbe, c. 7, s.  282.

[xxxiii] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, c.1, s. 537, Hadis No: 859, Tahkik, şerh ve fihrist: Ahmed Muhammed Şâkir, Dârü'l-Hadis, Kahire.