İran İslam Devrimi ve sol dogmatizm

İran İslam Devrimi ve sol dogmatizm
İran'da İslami hareket dışında hiçbir sosyo-politik hareket; tek bir merkezi önderliğin otoritesi altında ve tutarlı bir ideolojik çerçeve içinde faaliyet yürüten siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri şubelere sahip değildi.

 

 

 

Tahir Mustafa

 

 

 

Crescent.icit-digital.org

 

 

 

İçeriden ve dışarıdan sürekli sabotaja uğramasına rağmen, İran İslam Devrimi varoluşunun 42. yıl kilometre taşına ulaştı. Aynı şekilde küresel ölçekte de dikkat çekmeye devam ediyor. İran’ın birçok alandaki başarıları objektif analistler tarafından kabul edilmekle birlikte, emperyalist güçler ve onların vekilleri İslami İran’ın kazanımlarını küçümsemeyi amaçlayan yanlış anlatıları öne çıkarmayı sürdürüyorlar.

 

Bu anlatılardan biri, İran'daki İslami hareketin, devrimi, esas olarak sol eğilimlilerden oluşan bir dizi gruptan “çaldığı” yönündedir. İşin başında bir anlatının (narrative) ne olduğunu anlamak önemlidir.

 

Ekonomist Robert Shiller'e göre “Anlatı; duygularla, ahlakla ve dünya görüşleriyle aşılanan bir öykünün anlatımıdır. Faydalı, aydınlatıcı, zevkli ya da sadece dramatik olduğunu düşündüğümüz için isteyerek anlattığımız bir hikâye. İnsanlar dramatik hikâyeleri severler.”

 

Anlatılar yalnızca bir dizi ham veri setinden ibaret değildir. Çoğunlukla gerçeklere dayalı verilerden oluşmalarına rağmen, halka belirli bir dolayımla sunulurlar. Bu nedenle, özellikle de bu karışıma bir “doğrulama önyargısı” eklendiğinde, bir anlatı aracılığıyla gerçeği görmek genellikle zordur. Bunun içindir ki, tekelci şirket medyasının İslami hareketin İran'daki iktidar yürüyüşünü gayri meşru gösterirken sahip olduğu önyargısını başta belirlemek önemlidir.

 

Batılı güç merkezleri tarafından İslami yönetim sistemine dayatılan “kaçırma, çalma” anlatısının temel sütunu, Batı'nın Hristiyanlıkla yaşadığı olumsuz deneyimi üzerine kuruludur. Egemen Batı zihniyetinde dinin, ilerlemeye giden bir yol açması imkânsız, gerici bir toplumsal güç olduğu varsayılır. Bu, 1500'lerden beri Batılı entelektüellerin ilk adımda kabul ettiği temel önermedir. Dolayısıyla, Batı akademisi ve iktidar kurumları, İslami bir hareketin kitlesel meşruiyet yoluyla iktidara geldiğini ve ilerici bir toplumun kurulmasına katkıda bulunduğunu kabul etmeleri durumunda, Batı tarihinin ve Batı toplumlarına egemen olan çağdaş sekülerizmin "Aydınlanma" evresini zedelemiş olurlar. Dolayısıyla bu durum, Batı’nın din karşıtı anlatısının rasyonaliteye değil aceleci genellemelere ve yanlış neden yanılgısına dayandığını ifşa etmektedir.

 

Yukarıdaki kavramları göz önünde bulundurarak, İran'daki İslam Devrimi sürecinin bazı yaygın ve yerleşik gerçeklerine bakalım.

 

İslam Devrimi'nin zaferine giden süreçte birçok sosyo-politik grubun Şah karşıtı mücadelede yer aldığı doğrudur. Bunların bazıları oldukça büyük ve diğerleri de küçüktü. Bir bölümünün tutarlı bir sosyo-ekonomik programı vardı, ancak çoğunun Şah'ın despot rejimi devrildiğinde ne yapacakları hakkında hiçbir fikri yoktu. Bu, çoğu sosyo-politik süreçte mevcut olan bir olgudur. Gerçek bir örgütlü muhalefetle, muhalefet faaliyetleri sadece mevcut düzeni eleştirmekten ibaret olan memnuniyetsizler yan yana bulunurlar. Donald Trump başkan olduğunda bu türden, eleştiri temelli bir muhalefet tezahür ettirmişti fakat tutarlı bir sosyo-politik programı yoktu.

 

Ayrıca, ABD’de yakın zamanlarda Trump'ı başkanlıktan atmak için harekete geçen bazı gruplardan oluşan bir kitle hareketine tanık olduk. Grubun yelpazesinde dindar Müslümanlardan Yahudilere ve sadık solculara dek uzanan çeşitlilikte insanlar yer alıyordu. Ancak, Joe Biden’ı ön yüz olarak kullanan tekelci sermaye Amerikası’nın Trump karşıtı hareketi çaldığını söyleyecek olursak, Batı medyası ve Batı’daki egemen sosyal güçler, olayların bu şekilde okunmasını doğru olsa bile kabul etmeyecektir.

 

İslam Devrimi sürecinde, Şah sonrası İran için bir program ortaya koyanlar dinî kurumlar ve toplumsal aktörlerdi. İslami hareket, devlet rolünü üstlenmeye ve yeni bir yönetim sistemi kurmaya hazır akademik, politik, ekonomik ve sosyal örgütlere sahipti. Diğer gruplar ise mahzâ entelektüel, militan ya da sosyal bir görünüm arz ediyorlardı. İran'da İslami hareket dışında hiçbir sosyo-politik hareket; tek bir merkezi önderliğin otoritesi altında ve tutarlı bir ideolojik çerçeve içinde faaliyet yürüten siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri şubelere sahip değildi.

 

En önemlisi, İmam Humeyni'nin (r.a.) sağduyulu liderliğindeki İslami hareket, çeşitli İslami liderleri ve eylemcileri bir araya getirmeyi başarmıştı. Murtaza Mutahhari, Ali Şeriati, Seyyid Muhammed Musevi Hoyiniha, Mustafa Çamran, Ayetullah Beheşti ve diğer farklı düşünürler ve devrimciler, İran'daki İslami hareketin dinamizmine başka hiçbir devrimci grubun sağlayamayacağı bir şekilde uyum sağladılar. İran'daki çoğu Şah karşıtı grup arasındaki küçük görüş farklılıkları bile hizipçiliğe ve hatta şiddetli çatışmalara yol açıyordu. İslami hareket, İmam Humeyni'nin karizmatik liderliği sayesinde bunu yaşamadı. Çoğu Batılı ve onların yerli muhbirleri için bu gerçeği sindirmek çok zordur. Batılıların ve politika merkezlerinin sürekli reddetmeye ve şeytanlaştırmaya çalıştıkları "eski" bir dünya görüşü, fildişi kule entelektüelizminin sunabileceğinden daha ilerici bir düşünce haline gelmişti.

 

1970'ler ve 1980'lerdeki İslam Devrimi sürecinde İran İslami hareketinin önde gelen figürlerinin fikirlerini ve eylemlerini analiz eden pek çok uzman, bu kişilerin bazılarının sırf Komünizme benzer düşünceleri olduğu için komünist olmaları gerektiğini varsayar. Genellikle bu, İslam'ı ilerici veya rasyonel olmaktan çıkarmak için kasıtlı olarak yapılır. Zira onlara göre bunlar yalnızca seküler dogmaların ayırt edici özelliği olabilir.

 

Örneğin bazı Müslümanların ve gayrimüslimlerin Ali Şeriati'nin görüşlerini incelerken yaptığı yaygın bir hata, bu düşünceleri solcu dogmalara atfetmektir. Eserlerinin dikkatli bir şekilde incelenmesi, tamamıyla İslami olan karakterini-yapısını hemen ortaya çıkarır. Nebevi rol modelinin merkeziliği Şeriati tarafından şu sözlerle özetlenmektedir: “Peygamber’i anlarsak ve onun yöntemini uygulamaya koyarsak, çok aydınlık ve doğru bir yolu kabul etmiş olacağız.”

 

Pek çok çağdaş sözde Müslüman "imam", baskıcı olmayan toplumlarda yaşarken bile İslam hakkında bu iddiayı yapacak güvenden yoksundur. Şeriati bu noktayı, İran Şahının despotik ve İslam karşıtı yönetimi altında yaşarken cesurca savunmuştur. Bir komünist, nebevi modelin önemini göstermek için hayatını riske atmazdı. Bugün pek çok Müslüman, "aşırılıkçı" veya "geri" olarak etiketlenmemek için birçok Peygamber Sünnetinin rasyonalitesini savunmaktan utanç duymaktadır.

 

Tamamen entelektüel bir düzlemde; İmam Humeyni, Murteza Mutahhari, Allâme Tabatabai ve Ayetullah Beheşti'nin entelektüel ve felsefi çalışmalarının Karl Marx ve Lenin'in yazılarını amatör öğrencilerin denemeleri gibi gösterdiğini söylemek abartı olmaz. Solcu entelektüel çalışmalar esas olarak ekonomi-politiğe odaklanır ve insanlığı etkileyen birçok başka konuyu bir kenara bırakır. Meselelere İslami yaklaşım bütüncüldür ve ekonomik yön, insan varoluşunun yalnızca bir boyutudur, solcu dogmaların gösterdiği gibi tamamı değil. Bu nedenle sol dogmalar, entelektüel ve siyasi kapasiteleri açısından İran'daki İslami hareketin gerisindeydi.

 

Siyasi düzeyde, İran'daki solcular geniş bir halk desteği elde edemediler çünkü merkezi ve en örgütlü sol grup, ülkenin çıkarları pahasına İran'da Sovyetler Birliği'nin uydusu olarak hareket eden Tudeh Partisi idi. Tudeh Partisi'nin 1920'lerde İran'ın Gilan vilayetinde ve 1940'larda Azerbaycan vilayetindeki ayrılıkçı hareketleri destekleyen rolü, İran'ın ulusal bilincinde acı bir miras bırakmıştı. Böylece Tudeh Partisi ve onun sol ideolojisi, İran bilincine dışa bağımlı bir sosyo-politik grup olarak nakşoldu. İranlıların çoğu Tudeh'i hain bir grup olarak görmeye başlamıştı.

 

Bugünün İran'ında, yaygın bir sol sosyo-politik muhalefet yoktur. Solun bazı ekonomik görüşleri İslam'ın kendi sosyo-ekonomik çerçevesi tarafından emilmiş ve geçerliliğini yitirmiştir. Üstelik yurtdışındaki solcu yönetimler İran’ın siyasi müttefikleridirler. Venezuela, Bolivya, Küba ve Vietnam gibi ülkeler İslami İran'ı, varlığı Venezuela veya Küba'yı zayıflatmayan, aksine güçlerini artıran siyasi bir yoldaş olarak görmektedir.

 

Özetle İran'daki sol hareketler, İran'ın İslami açıdan bilinçli nüfusuna hitap etmeyen, tamamen ithal edilmiş bir olguydu. Dış fiş - Sovyetler Birliği - çekildiğinde, solcu dogmalar da eriyiverdi.

 

Bu nedenle bugün, Batı medyasının sözde İran muhalefeti olarak gösterdiği İslam karşıtı gruplar arasındaki sol eğilimli yapılar ve görüşler, Batı'nın İran'ın iç sosyal dinamiklerine ilişkin zayıf anlayışını yansıtıyor. Birkaç günlüğüne paraşütle Kuzey Tahran'a atlayan ve zamanlarının çoğunu beş yıldızlı otellerde benzer düşünen laiklerle sohbet ederek geçiren Batılı gazeteciler ve “düşünce tankçı”ları, küresel kamuoyu için sekülerliğin yankı odası gibi davranıyorlar. Elbette bu yanlış bilgilendirme, İranlıların laiklik istedikleri anlatısını pazarlamak için bilinçli olarak yapılmıştır.

 

Batılı kurumların, İslam karşıtı grupların bir bölümünü solcular olarak göstermedeki birincil hedefi, İran'ın iç istikrarını bozma umuduyla ülkedeki İslam öncesi devrimci siyasi hizipçiliği yeniden canlandırmaktır. Bu, bugünle hiçbir ilgisi olmayan ve İslam öncesi devrimci döneme dayanan ilkel bir stratejidir. Son 40 yıldır bilimden jeopolitiğe somut başarılar üreten İslami harekettir. Solcu olsun ya da olmasın sözde İran muhalefet grupları, 1979'dan beri Batılı rejimlerden milyonlarca dolar aldılar ve buna rağmen İran'ın İslami yönetimine karşı on yıllardır somut bir zafer elde edememişlerse eğer, İran’ın çok daha güçlü olduğu bugünlerde ve yakın gelecekte de hiçbir zaman başarılı olamayacaklar demektir, İnşAllah.

 

 

 

Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu

 

 

Medya Şafak