ABD-Çin geriliminin doğası / ABD’nin Uygur yemini kimler yuttu?

ABD-Çin geriliminin doğası / ABD’nin Uygur yemini kimler yuttu?
Siyasi pusulaları Suudi destekli "âlimler" tarafından belirlenen Selefi eğilimli Müslüman çevreler, Washington’un Uygur yemini yutmuş görünüyor. Pekin'in NATO'nun tuzağına düşmekten kaçınmasının tek yolu, Uygur Müslümanlarına karşı uyguladığı...

 

 

 

Tahir Mahmoud

 

 

crescent.icit-digital.org

 

 

 

Çin’in şeytanlaştırılması, Batılı şirket medyasının manşetlerini meşgul etmeye devam ederken, ABD ile Çin arasında gerçekleşecek doğrudan bir askeri çatışma hakkındaki spekülasyonlar sıklıkla su yüzüne çıkıyor. Olası askeri angajmanla ilgili medya manşetleri, öncelikle daha fazla izleyici / okuyucu çekmek ve reytingleri artırmak için yem görevi görüyor.

 

Başka bir düzlemde ABD'nin Çin ile askeri çatışması hakkındaki söylemler, her iki taraftaki askeri sanayi kompleksine de hizmet ediyor; her iki taraftaki askeri kuruluşlara, daha büyük bütçeler ve askeri konulara daha fazla odaklanma için kendi hükümetlerinde lobi yapma fırsatı sağlıyor.

 

Askeri çatışma sorununu incelerken Çin ve ABD'nin yeteneklerini analiz etmek bir medya modası oldu. Bu nedenle, olası ABD-Çin savaşının askeri yönlerini analiz etmekten kaçınacağız. Ekonomik ve jeopolitik nedenler, kısa ve orta vadede doğrudan savaş olasılığını azaltıyor. Bununla birlikte Washington ile Pekin arasındaki gerilim kalıcı olacak ve artacak. Bu nedenle, bunun nasıl gelişeceğinin temel yönlerini analiz etmek önemlidir.

 

İki dev arasında doğrudan askeri çatışmanın neredeyse imkânsız olmasının temel jeopolitik nedenlerine bakalım. Birçok askeri lidere atfedilen eski bir askeri atasözü şu şekildedir: Amatörler taktiklerden bahseder, profesyoneller lojistiğe bakarlar. Washington'un Çin ile doğrudan askeri çatışmadan kaçınmak için elinden gelenin en iyisini yapmasının birincil nedeni, böyle bir savaşı kendi başına yürütememesi ve bir miktar Rus desteğine veya en azından Moskova'nın tarafsızlığına ihtiyaç duymasıdır.

 

Rusya'nın ABD'ye destek verme ihtimali yok. Rusya-Çin ortaklığı, karşılıklı fayda sağlayan stratejik çıkarlar üzerine inşa edilmiştir. ABD'nin bu ilişkiyi bozmak için Rusya'ya sunabileceği hiçbir şey yoktur.

 

Ayrıca ABD'nin, Çin ile savaşı sürdürmek için altyapıyı çeşitlendirmek amacıyla Orta Asya'da güçlü askeri lojistik noktalar kurması gerekecektir. Eskiden Sovyetler Birliği'nin bir parçası olan tüm Orta Asya devletleri bugün Rusya'nın uydusu olarak hizmet verdiğinden, siyasi olarak bu mümkün değildir. Bu ülkeler, ABD'yi Rusya sınırlarında stratejik ve askeri düzeyde güçlendirmek için Moskova'nın jeopolitik kırmızı çizgisini geçmeye cesaret edemezler. Bunu yapsalar bile Moskova, Ukrayna’nın kendisini NATO güvenlik mimarisine entegre etme girişimlerini iptal etmesi gibi, böyle bir hareketi de derhal etkisiz kılacaktır.

 

Dahası, son 50 yıldaki ABD savaşlarının modeli, Washington'un yalnızca önemli askeri avantaja sahip olduğu ülkelere karşı konvansiyonel bir savaş başlattığını gösteriyor. Suriye, Somali, Panama veya Libya'nın aksine Çin’in ordusu güçlüdür. ABD, Venezuela veya Küba gibi orta düzey ordularla bile doğrudan askeri çatışmaya girmeye cesaret edemiyor. Amerikalılar en son orta düzeyde güçlü geleneksel bir askeri düşmanla Vietnam'da karşılaştı ve bunun nasıl bittiğini hepimiz biliyoruz.

 

Ayrıca, ABD ve vekillerinin Çin'e ve özellikle Kemer ve Yol Girişimi'ne (BRI) karşı siyasi söylemini analiz ettiğimizde, hedeflerinin ne olduğu netleşiyor: BRI güzergâhı boyunca bir dizi çatışmayı kışkırtarak Çin’in ekonomik faaliyetlerine engel olmak.

 

War on the Rocks, geçen yıl Amerika’nın siyasi, güvenlik ve akademik kurumlarından uzmanların hazırladığı bir analiz yayınladı. ABD'nin Çin'in yükselişiyle nasıl başa çıkacağına dair bir çerçeve sundular. Eski bir üst düzey ABD yetkilisi olan Philip H. Gordon, Çin'in karşısına çıkmak için ABD'nin kendi iç ekonomisine yatırım yapmasını, ittifaklardan yararlanmasını, bölgesel caydırıcılığı desteklemesini ve Çin'i diplomatik olarak angaje etmeye devam etmesini öneriyor. Barack Obama rejiminin eski yetkilisi tarafından önerilen bu çerçeve, ABD'nin yürüttüğü politikada etkili olmaya şimdiden başladı. Başkan Joe Biden geçtiğimiz günlerde federal hükümet alımları için "Amerikalı Olanı Satın Alın" politikasını ilan etti. Ayrıca, ABD'nin Avrupalı ​​müttefiklerinin Çin politikasına dâhil edilmesinin gerekliliğini vurguladı. Görünüşe göre Gordon'un çerçevesi Çin ile ilişkilerde Biden rejimi tarafından kabul edilmiş durumda.

 

Caydırıcılığı artırmak açıkça askeri bir bileşendir. Gordon, “ABD üslerinin, lojistik hatlarının ve bölgesel iletişim ağlarının güçlendirilmesine ve siber saldırılar da dâhil olmak üzere saldırılara karşı dirençlerini artırmak için bölgesel müttefiklerle birlikte çalışmaya odaklanılması gerektiğini” söylüyor. “Bu müttefiklerden zorla daha fazla para almaya çalışmak yerine, müttefik yük paylaşım düzenlemelerini iyi niyetle müzakere etmeli, masrafları büyük ölçüde ev sahibi ülkeler tarafından ödenen Amerikan üslerinin stratejik faydaları kabul edilmelidir. Amerika Birleşik Devletleri ayrıca, Amerikan ordusunun küresel güç gösterisini, Trump'ın söz verdiği ancak yerine getirmeyi başaramadığı şekilde Orta Doğu'da büyük konuşlandırmalar yapmaksızın dengelemek ve Hint-Pasifik bölgesindeki varlığını güçlendirmek zorunda kalacak.”

 

Görünüşe göre ABD’nin caydırıcılık yönü Güney Kore, Tayland ve Japonya gibi ülkelerle olan yakın ilişkisinden kaynaklanıyor. Bunlar önemli bölgesel oyuncular olsa da, Asya'daki siyasi oyun alanı son 20 yılda önemli ölçüde dümdüz oldu. Malezya, Vietnam, Endonezya ve hatta Amerika’nın sadık Asya platformları olan bölgesel ülkelerin hepsi Çin ile iyi ekonomik ilişkiler kurmak istiyorlar.

 

Pekin, kapitalist ekonomik oyununda ABD'den daha iyi performans gösterdiğini biliyor ve coğrafi bir avantaja sahip. Asya'daki kültürel etkisi de artıyor. Dolayısıyla hem siyaset hem de ekonomi Çin'in lehine.

 

Pek çok Asya ülkesindeki büyük ve aktif Çin diasporası, Pekin'e Doğu Asya'daki siyasi akımları etkilemek için geniş fırsatlar sunmaktadır. Washington da siyasi etkiye sahip olmakla birlikte, büyük ölçüde yabancı ve sömürücü bir güç olarak görülüyor. ABD coğrafi, kültürel veya entelektüel olarak Asya'nın bir parçası değildir. Bu, ABD'yi siyasi açıdan dezavantajlı duruma düşürüyor.

 

Çin’in BRI projeleri, alıcı ülkelere somut altyapı faydaları sağlıyor. Eğer ABD destekli istikrarsızlaştırma politikaları yoluyla bu BRI altyapı projeleri zarar görür veya işlevsiz hale gelirse, topraklarında ABD-Çin nüfuz savaşına tanık olan ülkeler Çin'i inşacı, ABD'yi de yağmacı olarak görecekler.

 

Çin, ABD ile doğrudan veya dolaylı olarak savaşmaktan kaçınacaktır. Pekin, zamanın ve coğrafyanın kendi tarafında olduğunu biliyor. Çin, ekonomik ilerleme kaydetmeye devam ederken, ekonomik teşvikler yoluyla yakın komşularını ikna edebileceğini biliyor. Öte yandan Washington'un sunabileceği çok az şey var. Asya'daki varlığı diktatörlük rejimleri, yozlaşmış iş-politika elitleri ve Vietnam'da bölgenin hâlâ etkilerinden kurtulamadığı yıkıcı bir savaş doğurdu.

 

ABD ile Çin arasındaki gerilim artarsa, Washington muhtemelen stratejik inkâr politikasını benimseyecektir. Yani ABD hegemonyası altına girmedikçe bölgenin ilerlemesini altüst edecektir. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 50 yıllık gazisi ve Suudi Arabistan'ın eski büyükelçisi Charles Freeman tarafından dile getirilen bu politika, ABD'nin Batı Asya'da yaptığı şeydir.

 

Bu açıdan bakıldığında, Çin sınırlarında ve hatta ülke içinde, Hong Kong ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi gibi yerlerde önemli gerilimler meydana geleceği için ABD Çin'e göre avantajlı olacaktır. Gerçekçi konuşursak, siber saldırılar dışında Çin, ABD'deki toplumsal eğilimleri etkileyemez. Hong Kong'daki göstericiler ABD bayraklarını sallayarak vandalizme girişiyorlar, oysa Teksaslı ayrılıkçıların Çin bayraklarını sallamalarını hayal bile edemeyiz!

 

Washington, Çin'i kontrol altına almak için stratejik inkâr politikası benimseyerek, doğrudan ve dolaylı vekiller aracılığıyla Pekin için ciddi tehditler oluşturmayı hedefleyecektir. ABD'nin, Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki Müslümanlara yönelik kötü muamelesini abartmasının başlıca nedeni budur. Guantanamo Gulag'ını kuran, düzenli olarak Müslüman ülkeleri bombalayan, İslam'ı şeytanlaştırmaya çalışarak İslam dünyasının en acımasız diktatörlerini destekleyen ABD'nin Çin'deki Müslümanların içinde bulunduğu kötü durumu önemsediğini söyleyen herkes çok saftır. Bu nedenle Müslüman kartı, Müslümanları Çin'e karşı politik ve ekonomik savaş topu olarak seferber etme umudunu taşıyan Washington’un Pekin’e karşı kullanacağı kaldıraçlarından biridir.

 

Siyasi pusulaları Suudi destekli "âlimler" tarafından belirlenen Selefi eğilimli Müslüman çevreler, Washington’un Uygur yemini yutmuş görünüyor. Ancak Müslümanları Çin'e karşı bir koz olarak kullanmanın başarısı, büyük ölçüde Türkiye’nin bu projeye katılımına bağlı olacaktır. Crescent International, 2010 yılında, Türkiye'nin yakın zamana kadar NATO'nun Orta Asya'daki politikasının bir aracı olduğuna dikkat çekmişti.

 

Ankara, ABD'nin Çin, Rusya ve İslami İran'a karşı kullandığı bir unsurdu. NATO, Pan-Türkizm kavramı altında Rusya, Çin ve İran'da yaşayan Türkik halklar içinde ayrılıkçılığı teşvik etmeyi amaçladı. Bu politika, Pan-Türkizm yoluyla Çin'in Pasifik'teki Tayvan Boğazı'ndan uzaklaştırılacağını ve iç meselelerle boğulacağını varsayıyordu. Pekin'in NATO'nun Müslüman tuzağına düşmekten kaçınmasının tek yolu, Uygur Müslümanlarına karşı uyguladığı baskıcı önlemlerle ateşe benzin dökmeyi bırakmasıdır.

 

Genel olarak, ABD-Çin gerilimleri Batı etkisini azaltmaya devam edecek. Pekin, Çin ekonomisine bağımlı tedarik zincirlerini tıkayarak Batı ülkelerine baskı yapacak ve Rusya ile çok daha yakın bir ittifak kuracak. Her iki politika da Çin tarafından zaten uygulanmaktadır. Müslüman toplumlar için, bu blokların hiçbirinin özünde kendi çıkarlarını düşünmediğini anlamaları önemlidir. Bu nedenle, Müslüman ülkelerin benzeri görülmemiş küresel ABD-Çin rekabetinde piyon olarak kullanılmamasının tek yolu kendilerini güçlendirmelerinden geçmektedir.

 

 

 

Çeviri: Medya Şafak