Ahmed el-Kâtib'e reddiye (8): On İki İmam hadisleri Şia ve Ehl-i Sünnet nezdinde zayıf mıdır?

Ahmed el-Kâtib'e reddiye (8): On İki İmam hadisleri Şia ve Ehl-i Sünnet nezdinde zayıf mıdır?
Ben derim ki; On İki İmam rivayetleri bağlamında incelenen Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Şia’nın sened kriterleri yazarın bu iddiasını çürütmektedir. On İki İmam hakkındaki Şia hadisleri İmam Mehdî’nin (a.s.) veladetinden önce hatta hicretin ikinci asrından itibaren Şiîler tarafından bilinmekteydi.

 

 

Ahmed el-Kâtib şöyle demektedir: “İmamları on iki kişi ile sınırlandıran rivayetler hem Ehl-i Sünnet’in hem Şia’nın sened kriterlerine göre zayıftır.”

 

Ben derim ki; On İki İmam rivayetleri bağlamında incelenen Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Şia’nın sened kriterleri yazarın bu iddiasını çürütmektedir. On İki İmam hakkındaki Şia hadisleri İmam Mehdî’nin (a.s.) veladetinden önce hatta hicretin ikinci asrından itibaren Şiîler tarafından bilinmekteydi.

 

Şüphe:

 

 

Bundan dolayı Zeydiyye, İmâmiyye’ye itiraz etmiş ve şöyle demiştir:

 

İmamların on iki olduğuna dair rivayet İmâmiyye’nin çok sonraları uydurduğu bir görüş olup bu konuda aslı olmayan yalan hadisler de üretmişlerdir.[1]

 

On İki İmam nazariyesini benimseyenler Hz. Resûlullah’tan rivayet edilen, kendisinden sonraki halife ve emirlerin sayısına işaret eden ve on iki sayısını zikreden Ehl-i Sünnet rivayetlerini kullanmış, imametin sadece on iki kişiye özgü olduğuna işaret eden uydurdukları hadisleri de bunlara eklemişlerdir… Muhammed b. Hasan el-Askerî el-Mehdî’nin varlığını, babasının hayatta olduğu dönemde gizlice doğduğunu ifade eden bazı zayıf, karmaşık ve kapalı hadisleri de kullanmışlardır. Resûlullah’tan (s.a.a.) sonra on iki emir veya halife geleceğini belirten rivayetleri almış, onları süslemiş, budamış ve Hasan-ı Askerî’nin (a.s.) varsaydıkları oğlunu da ekleyerek kabul ettikleri imamların sayısına tatbik etmişlerdir.

 

Ahmed el-Kâtib söyle diyor:

 

İmamlar on ikidir. Bunları on iki olarak tanıtmışlardır. Ancak On İki İmam nazariyesinin sahihliğine dair bu haberlerle istidlal, mezkûr rivayetlerin senedlerinin zayıf oluşu gibi bir problemle karşı karşıyadır. Şöyle ki bunlar Ehl-i Sünnet’in sened kriterlerine göre zayıftır ve onlardan hiç kimse bu hadislerin içeriğine bağlı kalmamıştır. Nitekim bu hadisler Şia nezdinde de zayıftır.[2] Şiî ricâl âlimlerinin ölçütlerine göre de bu rivayetler arasında tek bir sahih hadis bile bulunmamaktadır.[3]

 

 

Şüphenin Reddi:

 

Yazarın yukarıdaki sözlerine dair iki notumuz vardır.

 

İlk olarak:

 

Ahmed el-Kâtib şöyle demektedir: Bu rivayetler Ehl-i Sünnet’in sened kriterleri açısından zayıftır ve hiç kimse hadislerin mazmununa uymayı gerekli görmemiştir.

 

Ben derim ki; ah keşke yazar On İki İmam hadislerini zayıf sayan Ehl-i Sünnet’in bu muteber âlimlerinden birinin ismini zikretseydi! Böyle bir şeyi nasıl yapabilir ki? Bu hadisi Buhârî ve Müslim Sahih’lerinde, Ebu Dâvûd ve Tirmizî Sünen’lerinde, bunlardan önce İmam Ahmed b. Hanbel sahih isnad zincirleri ile Müsned’inde ve bunun dışında birçok muhaddis de kendi hadis mecmualarında rivayet etmişlerdir.

 

Buhârî, Câbir b. Semüre’den şöyle rivayet etmektedir:

 

يكون بعدي اثنا عشر أميرا... كلهم من قريش

 

“Benden sonra on iki emir olacaktır… Bunların hepsi Kureyş’tendir.”

 

Müslim’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir:

 

لا يزال هذا الدين عزيزا منيعا إلى اثني عشر خليفة كلهم من قريش

Tamamı Kureyş’ten olan on iki güçlü ve izzet sahibi kişi olduğu müddetçe bu din aziz olacaktır.”[4]

 

Müslim’in diğer rivayetinde ise şöyle geçmektedir:

 

لا تضرهم عداوة من عاداهم

 

“Onlara düşmanlık besleyenlerin düşmanlıkları kendilerine zarar vermez.”[5]

 

Bir başka rivayet ise şöyledir:

 

يكون لهذه الامة اثنا عشر قيِّماً لا يضرهم من خذلهم كلهم من قريش

 

“Bu ümmetin on iki kayyımı olacaktır. Onlara yardım etmeyenler onlara zarar veremezler. Tamamı Kureyş’tendir.”[6]

 

Mesrûk’un rivayetinde ise şöyle geçmektedir:

 

سأل رجل عبد الله بن مسعود قال له يا أبا عبد الرحمن هل سألتم رسول الله كم يملك هذه الامة من خليفة فقال عبد الله سألناه فقال: اثنا عشر عدة نقباء بني إسرائيل

 

Mesrûk’tan şöyle rivayet edilmiştir: Bir adam Abdullah b. Mesûd’a ‘‘Ey Ebû Abdurrahman! Bu ümmetin kaç tane halifesi olacağını Hz. Resûlullah’a (s.a.a.) sordunuz mu?’’ diye sorunca İbn Mesud “Evet bu soruyu kendisine sorduk’’ dedi. Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Benî İsrâîl’in nakipleri sayısınca on iki kişidirler’’ buyurdular.[7]

 

Bir diğer rivayette ise şöyle geçmektedir:

 

يكون بعدي من الخلفاء عدة أصحاب موسى

 

“Benden sonra halifeler Hz. Mûsâ’nın (a.s.) ashabı adedince olacaktır.”[8]

 

Bir başka rivayette ise şöyle geçmektedir:

 

كلهم تجتمع عليه الامة

 

“Ümmet hepsinin üzerinde birleşecektir.[9][10]

 

İbn Kesîr ise şöyle der:

 

Buna benzer hadisler Abdullah b. Ömer, Huzeyfe ve İbn Abbâs’tan da rivayet edilmiştir.[11]

 

Ben derim ki; bu hadisin bir benzerini Heysemî, Mecmeü’z-Zevâid’de Taberânî (Mucemü’l-Evsat ve Mucemü’l-Kebîr) ve Bezzâr kanalıyla Ebû Cuhayfe’den[12] rivayet etmiştir.

 

Bu açıklamalardan on iki emir/halife/imam hadislerinin Ehl-i Sünnet nezdindeki naklinin sadece Câbir b. Semüre ile sınırlı olmadığı, diğer sahâbîler tarafından da rivayet edildiği ve Sünnî hadis mecmualarının da bunları zikrettikleri açığa çıkmaktadır. Herkesin ulaşabileceği beş Ehl-i Sünnet kitabında bu rivayetler kayıtlıdır.

 

Ehl-i Sünnet’in hadis âlimleri bu on iki kişiden muradın Hz. Resûlullah’tan (s.a.a.) sonra gelen yöneticiler olduğunu zannetmişler, bunlardan ilk dördünün üzerinde ittifak etmişler ve sayıyı tamamlamak hususunda da hayrete ve çıkmaza düşmüşlerdir. Bir bölümü ise Muâviye b. Ebî Süfyân’ı, Yezîd b. Muâviye’yi, Abdülmelik b. Mervân’ı, Velid b. Abdülmelik’i, Süleyman b. Abdülmelik’i, Yezîd b. Abdülmelik’i, Hişâm b. Abdülmelik’i, Süleyman ile Yezîd arasında yer alan Ömer b. Abdülazîz’i ve on ikincisi olarak da Velîd b. Yezîd b. Abdülmelik’i saymışlardır. İbn Hacer bu görüşü tercih etmiştir.[13] Kimileri de bu hadisi ümmet içerisinde Kıyamet Günü’ne kadar farklı zamanlarda yaşayacak on iki kişiye tatbik etmeye çalışmıştır.[14]

 

Bu yorum sıhhatten yoksundur. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.a.) bu kimseleri Hz. Mûsâ’nın ashabına ve Benî İsrâil’in nakiplerine benzetmesi bu kişilerin onların özelliklerine sahip olduğunu göstermektedir. Allah Teâlâ, Benî İsrâil’in nakipleri hakkında şöyle buyuruyor:

 

وَلَقَدْ أَخَذَ الله مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَىْ عَشَرَ نَقِيبًا

 

 “Andolsun ki Allah İsrâiloğullarından söz almıştı. Onlardan on iki de nakîb (temsilci) göndermiştik.”[15]

 

وَمِن قَوْمِ مُوسَى أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ، وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَىْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا

 

“Mûsâ’nın kavminden hak yolu gösteren ve onun ışığında âdil davranan bir topluluk da vardı. İsrâiloğullarını nesillere göre on iki topluluğa ayırdık.”[16]

 

Hz. Mûsâ’dan sonraki bu on iki kişinin ilki Yuşa b. Nun, sonuncusu ise Hz. Dâvud’dur. Bu ikisi arasında İşmoil gibi peygamber ve peygamber olmadığı halde Allah tarafından seçilen, İşmoil peygamber aracılığıyla hakkında nas bulunan Talut da vardır. Bu on iki kişiyi tamamlayan diğer zatlar Âl-i Hârun’dan olup nebi değildiler. Aksine bunlar Allah tarafından seçilen, pak kılınan ve Hz. Mûsâ (a.s.) vasıtasıyla haklarında nas bulunan âlim kimselerdiler. Hz. Mûsâ’dan sonra ve Hz. İşmoîl’den önce yaşayan bu kişiler, Kur’ân-ı Kerim’de “nakip” unvanı ile zikredilmişlerdir.[17] Kur’ân bunların detayına girmemiştir.

 

Allahu Teâlâ’nın şu buyruğunda da onlara işaret edilmiştir:

 

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الكِتَابَ فَلاَ تَكُنْ فِي مِرْيَة مِّن لِّقَائِهِ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ، وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُوا وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يُوقِنُونَ

 

“Andolsun biz Mûsâ’ya kitabı vermiştik; ona kavuşma hakkında şüphen olmasın ve biz onu İsrâiloğulları için kılavuz yapmıştık. Sabredip âyetlerimize kesin olarak iman ettikleri zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yolu gösteren rehberler çıkardık.”[18]

 

Aynı durum Hz. Resûlullah’tan (s.a.a.) sonraki on iki kişi için de geçerlidir. Bunlar hidayet imamları olup yaşadıkları dönemlerde yönetim sadece onların hakkıdır. Allah ve Resûlü tarafından belirlenen bu makamları, insanların onlara yönelmeleri ya da yüz çevirmelerinden etkilenmez.

 

Hz. Peygamber’in (s.a.a.) “Onlara düşmanlık besleyenlerin düşmanlıkları kendilerine zarar vermez” ve “Onlara yardım etmeyenlerin bu tutumları kendilerine zarar vermez” şeklindeki buyrukları da bunu teyit etmektedir. Çünkü onların bu velayetleri insanlara dayanmamaktadır. Bu durum, yardım etmeye gücü yettiği halde yardımsız bırakanların bu tutumlarından etkilenen bir yöneticinin yönetimi gibi değildir. Çünkü yöneticilerin kuvvet ve saltanatları insanlara dayanmaktadır.

 

Hz. Ali’den (a.s.) aktarılan şu buyruk da bunu teyit etmektedir:

 

أين الذين زعموا انهم الراسخون في العلم دوننا كذبا وبغيا علينا ان رفعنا الله ووضعهم وأعطانا وحرمهم وأدخلنا وأخرجهم بنا يستعطى الهدى ويستجلى العمى ان الائمة من قريش غرسوا في هذا البطن من هاشم لا تصلح على سواهم ولا تصلح الولاة من غيرهم

 

“Bizden (Ehl-i Beyt'ten) ayrı olarak, yalan söyleyip buğzederek kendilerinin ilimde derinleşmiş olduğu zannına kapılanlar nerede? Oysa Allah, bizim derecemizi yükseltmiş, bize bağışta bulunmuş, onları ise mahrum kılmış, alçaltmıştır. Bizi içeri almış, onları çıkarmıştır. Hidayet bizimle istenebilir, körlük bizimle giderilebilir. İmamlar Kureyş'ten, Kureyş'in Hâşimî soyundandır. Onlardan başkasına rehberlik yakışmaz, velayete onlardan başkası layık değildir.”[19]

 

İmam Ali (a.s.) bu hutbesinde Hz. Resûlullah’tan (s.a.a.) sonraki hidayet imamlarına, onların hidayet konusunda Resûlullah’ın konumunda yer aldıklarına, yaşadıkları dönemde hükümetin onlara özgü olduğuna ve bunların tümünün Benî Hâşim’den olduğuna değinmektedir. Bütün Benî Hâşim’in bu hususiyete sahip olmadığında kuşku yoktur. Onlar Ali (a.s.) ve soyundan ve Fâtıma evlatlarından olan on bir kişidir. Açıktır ki İmam Ali’nin (a.s.) bu sözü Hz. Peygamber’in (s.a.a.) الائمة من بعدي اثنا عشر/Benden sonra imamlar on ikidir” sözüne işaret etmektedir. Öyleyse bu İmamlar Allah Teâlâ’nın Hz. Mûsâ’dan (a.s.) sonra İsrâiloğulları arasından seçtiği hidayet imamlarına benzemektedir. Allah onları “esbat”, yani “torun” kılmıştır:

 

ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْض / birbirinden gelme nesillerdir.”[20]

 

Bütün bu açıklamalar ışığında Hz. Peygamber’in كلهم تجتمع عليه الامة /Ümmet onların üzerinde toplanmalıdır” buyruğunun şu anlama geldiği anlaşılıyor:

 

Kıyamet Günü’ne kadar ümmetin tümü onların üzerinde toplanmalı; söz, fiil ve takrirlerini temel almalıdır.

 

 

İkinci olarak:

 

Ahmed el-Kâtib’in “Şia nezdinde ise bu rivayetler daha zayıftır” ve “Çünkü bunlar Gaybet Asrı’nda uydurulmuştur” şeklindeki sözlerine gelelim.

 

Ben derim ki; On İki İmam hadislerinden Kuleynî ve Şeyh Sadûk’un aktardığı rivayetler arasında sahih isnad zincirine sahip olanlar vardır. Bunların en meşhuru ise Süleym b. Kays’a varan rivayettir. Buna ilişkin açıklamalar yedinci bölümde geçmişti. Biz o bölümde şunu belirtmiştik: Süleym’in Kitabı’na ve On İki İmam hakkındaki rivayetine varan kanallar sadece Abertâî ve Ebû Semîne’ye özgü değildir.

 

Süleym’den rivayet eden Ebân b. Ebî Ayyâş’ın güvenilirliği hususunda Şiî âlimlerin ihtilaf halinde olmaları Süleym’in rivayetine zarar vermez. Çünkü On İki İmam ve İmamların isimlerinin zikri ile ilgili hadislerde ulaşılmak istenen sonuç, Şia nezdinde bu hadislerin Gaybet-i Suğra döneminden önceki varlığının ispat edilmesidir.

 

Kuleynî’nin ve Şeyh Sadûk’un Ebân b. Ebî Ayyâş’a (ö. h. 128) ulaşan senedlerinden bir grubun sahih olduğunda hiç kuşku yoktur. Bunları Muhammed b. Ebî Umeyr (ö. h. 217) ve Hammâd b. İsa (ö. h. 209) rivayet etmişlerdir.

 

İbn Ebî Umeyr, Ömer b. Üzeyne’den (ö. h. 168) rivayet etmiştir.

 

Hammâd ise Ömer b. Üzeyne ile İbn Üzeyne’nin çağdaşı İbrâhim b. Ömer el-Yemânî’den rivayet etmiştir.

 

Bütün bu açıklamalar şu anlama gelmektedir: Senedi Süleym b. Kays’a ulaşan On İki İmam hadisleri Şia’nın hicrî ikinci asırda yaşayan sika râvîleri tarafından bilinmekteydi.

 

Bütün bunlara şu dokuzuncu hadisi de ekleyebiliriz: Kuleynî, el-Kâfî’nin “Ma cae fi’l-İsna aşere imamen” babında meşhur Levh Hadisi’ni[21] rivayet etmiştir. Kuleynî bu hadisi Muhammed b. Yahya’dan, o Muhammed b. Hüseyin’den, o İbn Mahbûb’dan, o da Ebü’l-Cârûd’dan, o da İmam Bâkır’dan (a.s.) rivayet etmiştir. Kuleynî’nin Hasan b. Mahbûb es-Serrâd’a (ö. h. 224) varan isnad zinciri sahihtir.

 

Buna Kuleynî’nin el-Kâfî’sinin aynı babında geçen birinci ve ikinci hadis de eklenebilir. Böylece Şia’nın ricâl ilminin ölçütlerine göre bu iki hadisin isnad zincirlerinde herhangi bir sorun bulunmadığı anlaşılıyor.

 

Ayrıca el-Kâfî’nin aynı babında rivayet edilen yirminci hadisi de ekleyebiliriz. Kuleynî bu hadisi Muhammed b. Yahyâ’dan ve Ahmed b. Muhammed’den, onlar Muhammed b. Hüseyin’den, o Ebû Tâlib’den, o Osmân b. İsa’dan, o da Semae’den şöyle rivayet etmektedir:

 

عن سماعة بن مهران قال كنت أنا وأبو بصير ومحمد بن عمران مولى أبي جعفر (عليه السلام) في منزله بمكة فقال محمد بن عمران سمعت أبا عبد الله (عليه السلام) يقول "نحن اثنا عشر محدَّثاً فقال له أبو بصير سمعت من أبي عبد الله (عليه السلام) فحلفته مرة أو مرتين انه سمعه فقال أبو بصير لكني سمعته من أبي جعفر (عليه السلام)”

 

Ben, Ebû Basîr ve Ebû Cafer el-Bâkır’ın (a.s.) azadlısı Muhammed b. İmrân, Mekke’deki evinde bulunuyorduk. Muhammed b. İmrân şöyle dedi:

 

Ebû Abdullah es-Sâdık’ın (a.s.) şöyle dediğini duydum: ‘‘Biz, on iki muhaddesiz.’’

 

Ebû Basîr ona ‘‘Sen bunu Ebû Abdullah’tan mı duydun?’’ diye sordu.

 

O, bir veya iki kere yemin ederek, Ebû Abdullah’tan duyduğunu söyledi.

 

Bunun üzerine Ebû Basîr ‘‘Ama ben bu sözü Ebû Cafer el-Bâkır’dan (a.s.) [da] duydum” dedi.

 

Hadisin isnad zincirindeki râvîler sikadır. Osmân b. İsa’nın Vâkıfî olması hadisin isnad zincirine zarar vermez. Çünkü Osman b. İsa sonraları dönmüş ve tövbe etmiştir.

 

Şeyh Sadûk bu hadisi İkmâlü’d-Din’de (s. 335) Muhammed b. Ali b. Mâciluveyh’den ve Muhammed b. Mûsâ b. Mütevekkil’den rivayet etti ve dedi ki; bize Muhammed b. Yahya el-Attâr, Muhammed b. Hasan es-Saffâr’dan, o Ebû Tâlib Abdulalh b. es-Salt el-Kummî’den, o Osman b. İsa’dan, o da Semâe b. Mihrân’dan rivayet etmiştir.

 

Yine Şeyh Sadûk bu hadisi Muhammed b. Ahmed b. Velîd’den, o Muhammed b. Hasan es-Saffâr’dan, o da Ebû Tâlib’den rivayet etmiştir. Hadisin bu varyantında “muhaddes” (kendisine ilham olunan) yerine “mehdî” sözcüğü geçmektedir.

 

Ayrıca Kuleynî el-Kâfî’de aynı babda on beş numaralı bir hadis rivayet etmektedir. Kuleynî, Ali b. İbrahim’den, o babasından, o İbn Ebî Umeyr’den, o Saîd b. Gazvân’dan, o Ebû Basîr’den, o da İmam Bâkır’dan (a.s.) şöyle rivayet etmektedir:

 

عن أبي بصير عن أبي جعفر (عليه السلام) قال "يكون تسعة أئمة من ذرية الحسين بن علي تاسعهم قائمهم

 

“Hüseyin b. Ali’den (a.s.) sonra dokuz imam gelecek ve bunların dokuzuncusu Kâim’dir”

 

Bu hadisin isnadı sahihtir.

 

 

Özet:

 

Kuleynî, Şeyh Sadûk, Tûsî ve Numânî’nin Semâe b. Mihrân’a, İbn Ebî Umeyr’e, Hammâd b. İsa’ya, İbrâhim b. Ömer el-Yemânî’ye, Hasan b. Mahbûb es-Serrâd’a, Abdullah b. Salt el-Kummî’ye, Ebû Hâşim Dâvud b. el-Kasım el-Caferî’ye ulaşan sahih isnad zincirleri ile rivayet ettikleri bu hadisler, On İki İmam rivayetlerinin İmam Mehdî’nin (a.f.) doğumundan önce hatta hicrî ikinci asırdan itibaren Şia’nın sika râvileri nezdinde bilindiğini göstermektedir.

 

Aynı durum Ehl-i Sünnet için de geçerlidir. Çünkü bu hadisleri İmam Mehdî’nin veladetinden 15 yıl kadar önce hicrî 240’ta vefat eden İmam Ahmed b. Hanbel de rivayet etmiştir.

 

Bizler Ahmed el-Kâtib’in ve ondan önce Zeydiyye’nin “İmâmiyye’nin On İki İmam hadisleri hicrî dördüncü asırda uydurulmuştur” sözlerini iptal etmek için, hadislerin İmâmiyye’nin kitaplarında mevcut olduğunu veya hicretin ikinci asrında yahut da İmam Mehdî’nin veladetinden önce yaşayan seçkin râvîlerince bilindiğini ispat etmekten daha fazlasına muhtaç değiliz.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak  

 



[1] eş-Şûra, Sayı: 10, s. 12.

[2] Ahmed el-Kâtib, el-Mehdî.

[3] Ahmed el-Kâtib, Nazariyyetü’l-İmâmeti’l-İlâhiyye.

[4] İbnü’l-Esîr, Câmiü’l-Usûl, c. 4, s. 45-46.

[5] Fethu’l-Bârî, c. 16, s. 338.

[6] Kenzü’l-Ummâl, c. 13, s. 27.

[7] Müsnedü Ahmed, c. 1, s. 398 ve 406 (Hadisin dipnotunda muhakkik Ahmed Şâkir ‘‘Bu hadisin isnadı sahihtir’’ der); el-Hâkim, el-Müstedrek, c. 4, s. 501; Fethu’l-Bârî, c. 16, s. 339; Mecmeü’z-Zevâid, c. 5, s. 190; Kenzü’l-Ummâl, c. 13, s. 27.

[8] el-Bidâyetü ve’n-Nihâye, c. 6, s. 248; Kenzü’l-Ummâl, c. 13, s. 27.

[9] Aslında bu cümle her ne kadar yapı itibariyle ihbarî olsa da mana ve kasıt inşaîdir. Yani cümlenin ifade ettiği anlam şudur: Ümmet bunların üzerinde birleşmelidir. (çev.)

[10] Sünenü Ebî Dâvûd, c. 2, s. 423.

[11] el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 6, s. 248.

Huzeyfe: Huzeyfe b. Üseyd, Hz. Resûlullah’a (s.a.a.) Rıdvan Biatı’nda bağlılık sözü veren sahâbîlerdendir. Kûfe’ye yerleşmiş ve orada da vefat etmiştir.

Abdullah b. Ömer’in rivayetine gelince onu da Suyûtî’nin Târihü’l-Hulefâ (s. 61, Dârü’s-Saâdet, Mısır) adlı eserinde belirttiği gibi Ebü’l-Kâsım el-Beğâvî hasen bir isnad zinciri ile rivayet etmiştir.  

[12] Mecmeü’z-Zevâid, c. 5, s.  190.

Ebû Cuhayfe: Vehb b. Abdullah es-Sevâî. Sıgarü’s-sahâbedendir. Kûfe’ye yerleşmiştir. Ali (a.s.) onu Kûfe’de Beytülmal’ın başına getirmiştir. O, Ali’nin (a.s.) bütün gazalarında yanında yer almıştır. (el-İstîab, c. 4, s. 1619.)

[13] Fethu’l-Bâri, c. 16, s. 341.

[14] Meâlimü’l-Medreseteyn, c. 1, s. 541-547. Yazar bu hadisin yorumu hususunda Ehl-i Sünnet âlimlerinin hayret ve şaşkınlıklarını ortaya koyan birtakım açıklamalarda bulunmuştur.

[15] Mâide, 12.

[16] A’râf, 159-160.

[17] Bakara, 246-248.

[18] Secde, 23-24.

[19] Nehcü’l-Belâga, 144. Hutbe.

[20] Âl-i İmrân, 34.

[21] Hadisin ibaresi: قال جابر دخلت على فاطمة (عليها السلام) وبين يديها لوح فيه اسماء الاوصياء من ولدها فعددت اثني عشر اخرهم القائم ثلاثة منهم محمد وثلاثة منهم علي” 

“Câbir b. Abdullah el-Ensârî’den şöyle rivayet edilmiştir: Bir gün Hz. Fâtıma’nın (a.s.) evine gittiğimde, elinde bir levha olduğunu gördüm. Bu levhada O’nun soyundan gelen vasilerin isimleri yazılıydı. On iki isim saydım, en sonuncuları Kâim’di. Üçünün adı Muhammed, üçünün adı da Ali'ydi.”

Hadiste geçen “onlardan üçü” sözünden murat ‘‘evlatlarından üçü’’ demektir. On İki İmam’dan dördünün ismi “Ali”dir ve bunlardan üçü O’nun evladıdır.

Şeyh Sadûk (r.a.) bu hadisi el-Hisâl’de babasından, o Sa’d b. Abdullah’tan, o Muhammed b. el-Hüseyin b. Ebi’l-Hattâb’dan, o Hüseyin b. Mahbûb es-Serrâd’dan, o Ebü’l-Cârud’dan, o da Ebu Cafer el-Bâkır’dan (a.s.)  rivayet etmiştir.