Ahmed el-Kâtib’e reddiye (9): Tevrat ve İncil’den Ehl-i Beyt’in imametine istidlâl

Ahmed el-Kâtib’e reddiye (9): Tevrat ve İncil’den Ehl-i Beyt’in imametine istidlâl
Ben derim ki; Ehl-i Beyt’in imametine Tevrat’tan delil getirilmesi müteahhirun dönemi âlimlerinin buluşlarından değildir. Aksine bu delillendirme, Şiî âlimlerin imamete dair sundukları diğer kanıtlar ile birlikte başvurdukları kadim bir yoldu. İlk Şiîler bu metodu İmamlarından (a.s.) almışlardır. Ehl-i Beyt’in bu metodu ise bizzat Kur’ân-ı Kerim’in metodudur

 

 

Seyyid Sâmî el-Bedrî

 

 

Ahmed el-Kâtib şöyle diyor:

 

Müteahhirun dönem yazarlarından bazılarının imamet ve On İki İmam nazariyesini güçlendirmek için Tevrat ve İncil’e dayandıkları mülahaza edilmektedir. Abdullah b. Sebe -böyle bir şahsın mevcudiyetinin gerçekliği varsayımınca- Hz. Mûsâ’nın vasisi Yûşa b. Nun ile Hz. Muhammed’in (s.a.a.) vasisi Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) arasında böyle bir karşılaştırma yapmakla Şia’ya kötülük etmiştir. Şöyle ki bu karşılaştırma ‘‘Şia’nın, nazariyelerini İsrailiyat kültüründen oluşturduğu’’ ithamına malzeme oluşturmaktadır.

 

Ben derim ki; Ehl-i Beyt’in imametine Tevrat’tan delil getirilmesi müteahhirun dönemi âlimlerinin buluşlarından değildir. Aksine bu delillendirme, Şiî âlimlerin imamete dair sundukları diğer kanıtlar ile birlikte başvurdukları kadim bir yoldu. İlk Şiîler bu metodu İmamlarından (a.s.) almışlardır. Ehl-i Beyt’in bu metodu ise bizzat Kur’ân-ı Kerim’in metodudur. Şöyle ki Kur’ân-ı Kerim, Hz. Muhammed’in (s.a.a.) peygamberliği için çeşitli deliller sunmuştur. O’nun gönderileceğine dair Tevrât’tan kanıt sunması bunlardandır. Ayrıca bu karşılaştırmayı tesis eden يا علي أنت مني بمنزلة هارون من موسى إلا انه لا نبي بعدي /Ey Ali senin bana nazaran konumun Hârûn’un Musa’ya (a.s.) konumu gibidir. Ancak şu var ki benden sonra nebi yoktur” ve الخلفاء بعدي اثنا عشر عدتهم كنقباء بني إسرائيل /Benden sonra halifeler Benî İsrâil’in nakipleri adedince on ikidir” sözleriyle Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) ta kendisidir.

 

Şüphe:

 

Yazar Ehl-i Beyt’in (a.s.) imametine Tevrat’tan delil getirilmesine karşı çıktığı bir makale yayınlamıştır. Makale “el-Menhecü’s-Sebeî fi’l-binai’l-fikrî / Düşünsel Yapıda Sebeî Metod” adında büyük manşetlerle yayınlanmıştır. Makalede şu ifadeler geçmektedir: Son dönem âlimlerinden bir bölümünün, teliflerinde imamet ve On İki İmam nazariyesini güçlendirmek için Tevrat’a ve İncil’e dayandıkları gözlemlenmektedir. Seyyid Murtaza el-Askerî Meâlimü’l-Medreseteyn adlı eserinde Sifrü’t-Tekvîn’in 17. Ishahı (bölümü) 20. âyetinden aktarımda bulunarak şöyle der:

 

İsmail’i bereketlendiririm, yetiştirip büyütür, evlâtlarını çoğaltırım; onun soyundan on iki imam çıkartır, büyük bir ümmet meydana getiririm.[1]

 

Allame Askerî, Tevrat’ın bu pasajına şu notu düşer:

 

Bundan da şu netice alınmıştır: Bereket ve üreme çokluğu sadece Hz. İsmail’in (a.s.) sulbünde belirlenmiş ve apaçık bir şekilde Hz. Resûlullah ile O’nun temiz Ehl-i Beyt’inin İmamları kastedilmiştir. Çünkü Hz. Resûlullah (s.a.a.) ile O’nun Ehl-i Beyt’i, Hz. İsmail’in (a.s) neslinin devamıdırlar.[2]

 

Nitekim Tevrat’ın aynı pasajıyla Tâmir Mîr Mustafa da Beşâirü’l-Esfâr bi Muhammedin ve Âlihi’l-Ethâr adlı kitabında istidlâlde bulunur.[3]

 

Yazar Tevrat’ta Allah’ın İsmail’e dünyaya geleceklerini vadettiği on iki reisi, isimleri Tevrat’ta zikredilen İsmâîl’in (a.s.) on iki çocuğu (Sifrü’t-Tekvîn, 25; 13-16) değil de Hz. Resûlullah’ın (s.a.a) zürriyetinden On İki İmam olarak tefsir eder. Bundan sonra da كثيرا جدا /oldukça çok” kelimesini cümel (ebced) hesabıyla 92 rakamına denk geldiğini ve bunun Muhammed (s.a.a.) kelimesinin toplamına eşit olduğunu söyler.

 

O (Allâme Askerî) devamında şöyle der:

 

İspat ettiğimiz üzere Allahu Teâlâ’nın Hz. İsmail’e ilk bereketi Allah’ın elçisi Hz. Muhammed ile gerçekleşti. İkinci bereketi ise on iki mübarek imamın zuhuru ile gerçekleşecektir. Allahu Teâlâ onları Hz. Resûlullah’ın halifeleri ve mübarek duasının kabulünün devamı kılmıştır. (A.g.e., s. 62)

 

İsrâiliyat pasajlarının arzulanan şeye delalet edip etmediği veya ulaşılmak istenen konu hakkında sarih olup olmadığını iki yazarla tartışmak istemiyoruz. On İki İmam nazariyesi bunca zorlamaya, karşılaştırmaya ve İsrâilî kaynaklardan yardım talep etmeye ihtiyaç duymakta mıdır? Kur’ân-ı Kerim’in âyetleri, Hz. Resûlullah (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt İmamlarının hadisleri aracılığıyla incelenip ispat edilmesi yeterlidir. Bunlarla ispat edilirse ne âlâ!  Manalarının ve detaylarının bir bölümü ispat edilemezse sahih hadislerle yetinmeliyiz. Abdullah b. Sebe -böyle bir şahsın mevcudiyetinin gerçekliği varsayımınca- Hz. Mûsâ’nın vasisi Yûşa b. Nun ile Hz. Muhammed’in (s.a.a.) vasisi Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) arasında böyle bir karşılaştırma yapmakla Şia’ya kötülük etmiştir. Şöyle ki bu karşılaştırma ‘‘Şia’nın, nazariyelerini İsrailiyat kültüründen oluşturduğu’’ ithamına malzeme oluşturmaktadır.[4]

 

 

Şüphenin Reddi:

 

Ben derim ki; yazarın yukarıdaki açıklamalarının sorgulanması gerekir

 

 

İlk olarak;

 

Ben derim ki; Ehl-i Beyt’in imametine Tevrat’tan delil getirilmesi müteahhirun dönemi âlimlerinin buluşlarından değildir. Aksine bu delillendirme, Şiî âlimlerin imamete dair sundukları diğer kanıtlar ile birlikte başvurdukları kadim bir yoldu. Bu husus, ‘‘Birinci Şüphe’’ bölümünde de geçtiği üzere Şia’nın kelam kitaplarının en kadimi olan İbrahîm b. Nevbaht’ın Yâkûtu’l-Kelâm kitabında geçmektedir. Nitekim en-Numânî’nin (ö. h. 361) el-Gaybet adlı eseri de bu delili zikreder. Onun ibareleri şöyledir:

 

Numânî (r.a.) şöyle der:

 

“Allah’ın izni ile bu bapta bütün muhaliflere hücceti tamamlayacak sağlam delil ve burhan getiriyoruz… Tevrat’ın birinci sifrinin Hz. İsmâîl kıssasında, Yüce Allah Hz. İbrahim’e (a.s.) kendisi ve oğlu hakkında hitap ederek buyuruyor ki:

 

Senin İsmâîl hakkındaki duanı kabul ettim. Onu oldukça da çoğaltacağım. Neslinden on iki yüce insan dünyaya gelecek ve onları büyük bir ulus kılacağım.”

 

Bunu bana Abdülhalîm b. Hüseyn es-Semürî (r.a.) okudu. Ona da bunu bir Yahudi âlim okumuş.

 

Numânî daha sonra şu İbranice pasajı sunar:

 

Veliyeşmeil şimetihâ heniy berehti  utu ve hefreti utu bimed şenim asar nesiyem yuled ve netetif lağvey gadul.

 

Ardından bu pasajı açıklamalarının başında tefsir eder. Numânî bundan sonra şöyle devam eder:

 

Allah Azze ve Celle’nin Kitâbı, Şiilerin Peygamberlerinden ve İmamlarından, Sünni ricâlin kendi kanallarından rivayetleri ve önceki kitapların On İki İmamın durumlarının sahihliğine ilişkin sözleri hidayeti bulmak isteyen veya inatçı inkârcılar için uyulması gereken bir kanıt, açık bir burhan, ilzam edici bir haktır. Bunda Allah’ın nurunu bulmak isteyenler için yeterli, ikna edici delil ve burhan vardır.[5]

 

İlk Şiîler bu metotlarını İmamlarından almışlardır. Şöyle ki Ehl-i Beyt İmamları Ehl-i Kitâb ile tartışırken, onlara karşı Tevrat ve İncil’de Hz. Peygamber’in zikredildiği çeşitli yerleri kanıt  sunmuşlardır.

 

Câselîk’in İmam Rıza (a.s.) ile diyaloğunda da benzer bir durum söz konusudur.

 

كيف حفظك للسفر الثالث من الانجيل قال ما احفظني له ثم التفت إلى رأس الجالوت فقال أتقرأ الانجيل قال: بلى لعمري، قال فخذ على السفر الثالث فان كان فيه ذكر محمد وأهل بيته وأمته فاشهدوا لي وان لم يكن ذكره فلا تشهدوا

 

“İmam Rıza (a.s.) Nestâs er-Rûmî’ye şöyle buyurdu: İncil’in üçüncü sifrine ilişkin ezberin nasıldır?

 

Nestâs cevaben dedi ki: Tamamen ezberimde!

 

İmam (a.s.) Re’su’l-Câlût’a dönerek ‘‘İncil okumasını biliyor musun?’’ diye sordu. Resu’l-Câlût ‘‘Ömrüme kasem olsun ki evet’’ dedi.

 

İmam (a.s.) ‘‘Üçüncü kısmı iyice kavra; eğer o bölümde Hz. Muhammed (s.a.a.), Ehl-i Beyt’i ve ümmeti hakkında bir şeyler olursa, benim için tanıklık edin, ama eğer orada bunlarla ilgili bir şey olmazsa tanıklık etmeyin” buyurdu.[6]

 

Aslında Ehl-i Beyt’in (a.s.) metodu Kur’ân’ın metodunun ta kendisidir. Şöyle ki Kur’ân, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) peygamberliğine dair çeşitli deliller getirmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.a.) risaletine dair Tevrat ve İncil’den deliller Kur’ân-ı Kerim’de sunulmaktadır. Allahu Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

 

أَوَ لَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ

 

“İsrâiloğulları âlimlerinin bunu bilmesi onlar için bir delil değil midir?”[7]

  

يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَ الاِنْجِيلِ

 

“Onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye…”[8]

 

İslam âlimleri, Ehl-i Kitâb ile tartışırken Hz. Muhammed’in (s.a.a.) peygamberliğine dair Tevrat ve İncil’den delil getirme hususunda icmâ etmişler, bu konuda onlarca kitap yazmışlardır.

 

İşte Allahu Teâlâ Ehl-i Beyt’e de ikram etmiştir. Şöyle ki Allahu Teâlâ onların isimlerini, ilk kitaplarda geleceği vadedilen Mekkî Resûlün yanında anmıştır. Şiîlerin, İmamları için böyle bir delillendirmeye gitmeleri niçin tuhaf olsun ki?

 

Önceki kitaplarda geçen Hz. Muhammed’i (s.a.a.) müjdeleyen metinlere nazar eden bir kimse bu metinlerde Ehl-i Beyt’in Hz. Peygamber (s.a.a.) ile anıldığını görür. Sifrü’t-Tekvîn’in 17. bölümünün 20. ayetinin [9] (İsmail’e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım.) Hz. Peygamber’i, Ehl-i Beyt’ini ve Ehl-i Beyt İmamlarının sayısını konu edinen en açık ve en meşhur pasaj olduğunda kuşku yoktur. Yahudi âlimler bunu açık bir şekilde görüyorlardı. Kalpleri İslam nuruyla ışıyınca da, ister Ehl-i Beyt İmamlarının huzur döneminde ister gaybet asrında yaşasınlar, Ehl-i Beyt İmamlarına tâbi oluyorlardı.

 

İbn Teymiyye On İki İmam Hadisi’ne şu dipnotu düşer:

 

İşte Câbir b. Semüre’nin hadisinde müjdelenenler bunlardır. Bunlar ümmete dağılacaklardır ve mevcut oldukları sürece kıyamet kopmayacaktır. Yahudilerden İslamiyet’le müşerref olan birçok kimse, bunu yanlış anlamış ve davet edildikleri fırkanın Râfizî fırkası olduğunu zannederek onlara tâbi olmuştur.[10]

 

İbn Teymiyye’nin bu sözleri her ne kadar Tevrat pasajının Ehl-i Beyt’e (a.s.) tatbiki açısından olumsuz bir tutum gibi görünse de, diğer açıdan Numânî’nin, Tevrat ve İncil’de Ehl-i Beyt İmamları hakkında nasların bulunduğu şeklindeki ifadelerini doğrulamaktadır. Nitekim aynı durum Hâtemü’l-Enbiyâ (s.a.a.) için de geçerlidir.

 

İbn Teymiyye ve benzerleri Müslüman olup Şiîliği benimseyen Yahudi âlimlerin, kendilerini, sadece Ehl-i Beyt mektebini destekleyen Tevrat’ın açık pasajları karşısında bulduklarını gözden kaçırmaktadır.[11]

 

 

İkinci olarak:

 

Ahmed el-Kâtib şöyle demektedir:

 

Abdullah b. Sebe –böyle birinin varlığını kabul edersek- Hz. Mûsâ’nın vasisi Yuşa b. Nun ile Hz. Muhammed’in (s.a.a.) vasisi Ali b. Ebî Tâlib (a.s.) arasında bu şekilde bir karşılaştırma yapmakla Şia’ya kötülük etmiştir.

 

Ben derim ki; iki vasi arasında karşılaştırmayı yapan “يا علي أنت مني بمنزلة هارون من موسى إلا انه لا نبي بعدي / Ey Ali senin bana nazaran konumun Hârûn’un Mûsâ’ya (a.s.) olan konumu gibidir. Ancak şu var ki benden sonra nebi yoktur” buyruğu ile bizzat Hz. Resûlullah’ın (s.a.a) kendisidir. Üstelik bu hadis sadece Şiî kaynaklarında değil Ehl-i Sünnet’in muteber kitaplarında da sahih olarak rivayet edilmiştir.[12]

 

عن سلمان قال: قلت يا رسول اللّه لكلّ نبي وصيّ، فمن وصيّك؟ فسكت عني. فلمّا كان بعد رآني فقال: يا سلمان! فأسرعت إليه قلت: لبّيك. قال: تعلم من وصىّ موسى؟ قلت: نعم، يوشع بن نون، قال: لم؟ قلت: لأنه كان أعلمهم. قال: فإن وصيي وموضع سرّي وخير من أترك بعدي، ينجز عدتي ويقضي ديني: علي بن أبي طالب

 

Selmân-ı Fârisî’den şöyle nakledilir:

 

Hz. Resûlullah’a ‘‘Her peygamberin bir vasisi vardı; peki sizin vasiniz kimdir?’’ diye sordum. O bana cevap vermeyip sustu. Bir müddet geçtikten sonra beni görünce ‘‘Selmân!’’ diye buyurdu. Ben aceleyle huzuruna giderek ‘‘Buyurun’’ dedim. Resûlullah (s.a.a.), ‘‘Mûsâ’nın vasisinin kim olduğunu biliyor musun?’’ buyurdu. Ben ‘‘Evet, Yûşa b. Nun’du’’ dedim. O ‘‘Neden’’ diye sorunca ben ‘‘Çünkü döneminin en âlimiydi o’’ dedim. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Vazifemi üstlenen ve borcumu ödeyen Ali b. Ebî Tâlib de aynı şekilde benim vasim, sırlarımın mahzeni ve geride bıraktıklarımın en hayırlısıdır!” buyurdu.[13]

 

Yine Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır:

 

الخلفاء بعدي اثنا عشر عدتهم كنقباء بني إسرائيل

 

“Benden sonra halifeler Benî İsrâil’in nakipleri adedince on ikidir.”

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

 

إني سميتهما باسم شبر وشبير ولدي هارون

 

“Ben onları Hârûn’un iki oğlu Şübber ve Şübeyr’in adlarıyla isimlendirdim.”

 

Buna göre yazar acaba Hz. Peygamber’e (s.a.a.) de İslâm’ı İsrailiyat kültüründen aldın mı diyecek?

 

Bütün bunlardan öte Kur’ân-ı Kerim’in kendisi bu karşılaştırmayı temellendirmekte ve tohumlarını ekmektedir. Sonraki ümmetlere önceki milletlerde cereyan eden olaylardan örnekler sunmaktadır. İsrâîloğulları ile İsmâîloğulları arasında büyük bir benzerlik olduğundan, Hz. Muhammed’in gönderilmesinden Kıyamet’e kadarki süreye ışık tutacak şekilde İsrâîloğullarının kıssalarına özel bir inayet göstermiştir. Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır:

 

كل ما كان في الامم السالفة فإنه يكون في هذه الامة مثله حذو النعل بالنعل والقُذَّة بالقذة

 

“Önceki ümmetlerde olan her şey, bu ümmette de adım adım, tıpatıp olacaktır.”[14]

 

Bir diğer rivayette ise şöyle geçmektedir:

 

لتركبن سنن من كان قبلكم حلوَها ومرَّها

 

“Sizler sizden öncekilerin hayat tarzlarını acısıyla tatlısıyla adım adım izleyeceksiniz.”[15]

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak



[1] Meâlimü’l-Medreseteyn, c. 1, s.  539.

[2] A.g.e., a.g.y.

[3] Tâmîr Mir Mustafa, Beşâirü’l-Esfâr bi Muhammedin ve Âlihi’l-Ethâr, 1414-Kuveyt, Dârü’t-Tevhîd.

[4] Eş-Şûra, Sayı: 3, s. 6.

[5] Numânî, el-Gaybet, s. 109-111.

[6] Şeyh Sadûk, Kitabü’t-Tevhîd, s. 314.

[7] Şuâra, 197.

[8] A’râf, 157.

[9] Bu pasajı detaylı bir şekilde ele aldığımız makalemiz “Mikatü’l-Hacc” dergisinin ilk sayısında yayımlanmıştır. 

[10] el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 6, s. 250.

[11] Biz pasajlar için detaylı bir inceleme hazırladık. İnşallah bu incelemeyi en yakın zamanda yayımlamayı ümit ediyoruz. 

[12] Buhârî ve Müslim Sahih’lerinde, Ahmed b. Hanbel Müsned’inde, diğerleri de kendi hadis mecmualarında bunu rivayet etmişlerdir.

[13] Taberânî, el-Mucemü’l-Kebîr, c. 6, s. 221, Hadis No: 6063. O bu hadisi şu kanalla tahric etmiştir: Bize Muhammed b. Abdullah el-Hadramî rivayet etti ve dedi ki; bize İbrahim b. Hasan es-Salebî rivayet etti ve dedi ki; bize Yahya b. Yala, Nâsıh b. Abdullah, Semmâk b. Harb’tan; o Ebu Saîd el-Hudrî’den; o da Selmân’dan rivayet etmiştir.

Taberânî daha sonra bu hadise şu notu düşer: Hz. Peygamber’in (s.a.a.) “benim vasim” sözü ‘‘ehli arasındaki vasisidir’’ anlamına gelmektedir, yoksa ‘‘hilafet konusunda benim vasimdir’’ anlamına gelmemektedir.  

Hadisin “خير من اترك بعدي /benden sonra geriye bıraktıklarımın en hayırlısıdır” ifadesi de aynı şekilde ‘‘benden sonra Ehl-i Beytim içinde en hayırlısıdır’’ anlamına gelmektedir.

Eserin muhakkiki Hamdî es-Selefî dipnotta Taberânî’ye hitap ederek şöyle der: ‘‘Ey Ebü’l-Kâsım (Taberanî)! Bunu da nereden çıkardın? Hadis sahih değildir. Eğer hadis sahih ise kaçınılmaz olarak hilafet anlamına gelecektir ve tevil edilemez. Yoksa senin dediğin gibi değildir.’’

İbn Hacer el-Heysemî ise Mecmeü’z-Zevâid’de şöyle der: Hadisin isnad zincirinde metruk olan Nâsıh b. Abdullah vardır.

Ben derim ki; ricâl âlimlerinin Nâsıh’ı terk etmeleri söz konusu bu hadisin ve İsmâil b. Ebân’ın ondan, onun Semmâk’tan, Semmâk’ın da Câbir’den rivayet ettiği aşağıdaki hadisin delaletlerinin sarih olduğunu bilmelerinden ötürüdür.

عن جابر قال قالوا يا رسول الله من يحمل رايتك يوم القيامة قال من عسى ان يحملها الا من حملها في الدنيا

Câbir’den şöyle rivayet edilmiştir: Sahâbe ‘‘Ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet gününde sancağını kim taşıyacaktır?’’ diye sorunca şöyle buyurdular: ‘‘Dünyada kim taşıyorsa ahirette de ancak onun taşıması ümit edilir.’’ (Bu hadisi Zehebî, Mizânül-İtidal, Nâsıh’ın tercüme-i halinde rivayet etmiştir.)

Zehebî onun hakkında şöyle der: O âbidlerdendi. Hasan b. Salih onu zikrederek şöyle der: O, salih bir adamdı. Ne güzel bir adamdı!

Selmân’ın bu hadisini Sıbt b. el-Cevzî Tezkiretü’l-Havass adlı eserinde, Muhibbüddîn et-Taberî ise er-Rıyâdü’n-Nadıra adlı eserinde (c. 2, s. 178) rivayet etmektedir.

[14] Şeyh Sadûk, İkmâlü’d-Dîn, s. 576.

[15] Fethu’l-Bârî, c. 17, s. 64; Müsnedü Ahmed, c. 3, s. 94; c. 2, s. 327, 367, 450, 511, 527; c. 3, s. 94; c. 4, s. 125; c. 5, s. 218 ve 340.