"İran İslam Devrimi 'nin Arabistan’a Etkileri"

"İran İslam Devrimi 'nin Arabistan’a Etkileri"
"İran İslam Devrimi’nden sonra ortaya çıkan çok boyutlu meseleler Arabistan’ın 20. yüzyılda yüzleşmek zorunda kaldığı en tehlikeli durum oldu. Bu tartışmalar daha önceki Haşimilik ve Nasırcılık tartışmalarının sahip olduğu bütün unsurları içinde taşımakla beraber yeni bir boyutu da sahipti."
"İran İslam Devrimi\'nin Arabistan’a Etkileri

Seyyid Muhammed Rıza Musevi

irdc.ir

Suudi şehzadeler arasında fesadın yayılmasının asıl nedenlerinden biri Arabistan’ın petrol gelirlerinin artması ve zengin sınıfın çoğalmasıdır. Ülkede zahirde görünen şeyler ile perde ardındaki gerçeklikler birbirinden çok farklıdır. Bu ülkede şarap içme, kumar oynama vs. ifrat derecesinde fazladır. Bu dönüşümün sonucu; saltanat hanedanı ve bazı destekçileri arasında açık bir şekilde fesat ve aşırı tüketimin mevcudiyeti ve orta sınıf ile kabileler  arasındaki yoksulluğun görece  artmasıdır.

İran İslam Devrimi’nden sonra ortaya çıkan çok boyutlu meseleler Arabistan’ın 20. yüzyılda yüzleşmek zorunda kaldığı en tehlikeli durum oldu. Bu tartışmalar daha önceki Haşimilik ve Nasırcılık tartışmalarının sahip olduğu bütün unsurları içinde taşımakla beraber yeni bir boyutu da sahipti. Bu da, Suudi hanedanının hakimiyetinin meşruiyetini zan altında bırakan ameli, ideolojik ve dini tartışmalardı. Arabistan Şiilerinin çoğu ülkenin geniş petrol yataklarına ve Aramco tarafında işletilen zirai kaynaklara sahip el-İhsa eyaletinde yaşamaktadırlar. Bu eyalet her ne kadar petrol ve zirai kaynaklar açısından zengin olsa da bölgenin sakinleri yoksul ve çoğu da işçidir.[1]

El-İhsa sürekli olarak ülkenin imar projelerinden mahrum bırakılmıştır ve bölge valisi Şiilerin sorunlarının ancak baskı ile çözülebileceğine inanmaktadır.[2]Şiilerin ibadet merkezleri korunmaktan uzaktır ve ekonomik ayrımcılığa tabi tutuldukları gibi siyasi hayata katılımları da çok sınırlıdır.

Hasaneyn Heykel’in ifadesi ile İran İslam Devrimi’nin etkisiyle ortaya çıkan Ortadoğu tarihindeki en harikulade olay Kasım 1979’da Kabe’nin bir grup Müslüman tarafından ele geçirilme çabasıdır. İlk başlarda saltanat muhafızları bunlara karşı koymaya çalıştı. Ancak Müslümanların bu ayaklanmasını bastıramadıklarından, Fransız ve Amerikan istihbarat teşkilatlarının antiterör komandolarından oluşan yabancı askerlerden oluşan bir ekibi Arabistan’a göndermek zorunda kaldılar. Bu ekip ayaklanan Müslümanları ele geçirdikleri bölgede muhasara etti. Göz yaşartıcı gazlarla, ayaklanan bütün Müslümanları öldürdüler veya esir aldılar. Bu saldırıdan sonra bu ayaklanmacı Müslümanların içerde ve dışarıda taraftarları arttı. Hatta Arabistanlı bir subay bu hususta şunları söylemektedir: “Eğer onlar bu eylemlerini Kabe dışında bir yerde gerçekleştirmiş olsalardı kesinlikle bunlara katılırdım.” Kuşkusuz bu subay gibi düşünen birçok kişi vardı[3]

Her halükarda Sünniler tarafında gerçekleştirilen bu girişim Şiilerin daha çok cesaretlenmelerine vesile oldu. Aynı yıl el-İhsa Şiileri ilk defa Aşura merasimini açık bir alanda yapmaya karar verdiler. Arabistan’ın ulusal muhafızları bunu engellemek amacıyla müdahale ettikleri zaman Katif, Safra, Ebakik, Hafci ve Şihat şehirlerindeki Şiiler de ayaklandı. Ayaklanmayı bastırmak için 20 bin muhafız bölgeye gönderildi ve günlerce süren çatışmalarda 17 kişi öldü.[4]

Belirtildiği üzere İslam Devrimi’nin zafere ulaşmasıyla Ortadoğu ve hassas Fars Körfezinin güç dengeleri değişmişti. İslami iradeyi yansıtan sloganlar, Müslüman halkların ve ülkelerin kalbinde bütün kuvvetiyle gündeme geliyordu. Müslümanlar bu mihver üzerinde bir araya gelmişlerdi ve İran’da İslam Devrimi’nin zafere ulaşmasıyla daha açık ve geniş alanda hareket kabiliyetine sahip oldular. Örneğin Arabistan’da gözle görünür ayaklanmalar başladı. Bunların en açık ve en büyük olanı devrimin ilk yıllarında Kabe’de vuku bulan kanlı çatışma idi. Arabistan Batılı kuvvetlerin yardımıyla Kabe’ye sığınan devrimci Müslümanları Kabe’nin içinde bastırdı. İran’daki İslam Devrimi’nin zafere ulaşmasından sonra Suudi Arabistan kralı, “İran’da kurulan İslam Cumhuriyeti yakınlaşmamızın ve işbirliğimizin artmasının başlangıcıdır” demiş, Suudi Arabistan Veliahtı Fahd, Cezayir Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmede “İran’ın yeni devletini onaylıyoruz. Önderliğine büyük saygıda bulunuyoruz” ifadelerini kullanmıştı.[5] Ancak Arabistan Yarımadası Kurtuluş Cephesi’nin Tahran’da büro açarak burada toplantılar yapmasından ve İranlı hacılar tarafında ilk defa gerçekleştirilen “müşriklerden beraat” yürüyüşünden ötürü Arabistan’ın bu ilk aşamadaki onayı İran aleyhinde gizli muhalefete dönüştü. Kısa bir süre sonra Arabistan resmi medyasında İran aleyhindeki sert politika dillendirilmeye başlandı ve Devlet Bakanı Emir Naif açıkça İslam Cumhuriyeti aleyhinde pozisyon aldı.[6]Aradan fazla bir zaman geçmeden İran-Irak savaşının başlamasıyla bu muhalefet açıkça yapılmaya başlandı.

Arabistan, İran-Irak savaşında her ne kadar ilk başlarda tarafsız kalacağını söylese de pratikte Irak’taki Baas rejimini destekliyordu. Verdiği milyar dolarlık krediler Saddam’ın en önemli mali kaynakları arasında yer alıyordu.

Bahreyn emirinin ifadesiyle İran-Irak savaşında Fars Körfezi ülkeleri Irak’a 40 milyar dolar maddi yardımda bulundular ki bunun çoğu Arabistan ve Kuveyt rejimleri tarafından karşılanmıştı. Buna ilave olarak Fars Körfezi ülkeleri Irak’a 70 milyar dolardan fazla teçhizat sağladılar ve bunun da 30 milyar dolarlık kısmını tek başına Arabistan sağlamıştı. Nitekim Arabistan günde 280 bin varil petrolü kendi topraklarından Menbe Limanı’na ulaştırıyordu.  

Arabistan, Irak’ın alınması gecikmiş bazı askeri alımlarını da üstlendi. İslam Devrimi’nin Ortadoğu bölgesinde ve özellikle Fars Körfezi ülkelerinde etkili olmasından korktuğu için İran’a karşı Irak rejimini destekliyordu. Mali yardımlara ilave olarak Irak ordusunun ihtiyaç duyduğu askeri teçhizatların sevkiyatı için bazı liman ve havaalanlarını Irak rejiminin hizmetine açmıştı. Suudi Arabistan’da konuşlanan AWACS uçakları topladıkları askeri bilgileri Irak’a aktarıyordu. Bu girişimler iki ülke arasındaki ilişkilerin kötü olmasına ve İran İslam Cumhuriyeti yetkililerinin Arabistan’ı sürekli olarak eleştirmelerine neden oldu. Hatta  bu durum, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri de etkiledi. Nitekim iki ülke arasında bugün bile gözle görünür bir ticari ilişki yoktur.[7]

Arabistan öte yandan OPEC’te sahip olduğu kudreti daima İran’ı zayıflatmak için kullanıyordu. Arabistan’ın politikalarının hedefi, bilhassa OPEC’teki faaliyetlerinin gayesi petrol pazarında ekonomik açıdan İran’ı felce uğratmak ve düşman Irak’ı takviye etmekti. Arabistan ilk günden itibaren farklı yöntemlerle tek taraflı mali ve eşya yardımlar, ilaveten de sağladığı kredilerle Irak’ın savaş makinesini yağlamaya devam ediyordu.[8]   

Arabistan, İran-Irak savaşından sonra da İran’ın konumunu zayıflatma politikalarını devam ettirdi. New York Times gazetesinin haberinden de anlaşılacağı üzere 20 Ağustos 1988’de Irak ile İran arasında ateşkes ilan edildikten hemen sonra Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikler ve Katar petrol üretimlerini artırma yoluna gitti. Aynı zamanda Arabistan ve OPEC’e üye diğer Arap ülkeleri OPEC’in fiyat ve üretim hususunda yeni anlaşma şartı unvanıyla İran’ı Irak ile aynı oranda üretimi kabul etmeye zorladı. Bu, çok insafsızca bir şarttı. Zira Irak’ın her zaman daha az üretim payı vardı ve buna ilave olarak İran ekonomisi daha büyük ve nüfus yoğunluğu da daha fazlaydı. Arabistan padişahı daha sonra söz konusu anlaşmanın icrasını İslam Cumhuriyeti ile bazı ihtilafların çözümü şartına bağladı ve İran’ın onaylamaması durumunda petrol fiyatlarını düşüreceği tehdidinde bulundu.[9]

İslam Devrimi’nin Arabistan’ı Etkiyen Faktörleri

- İslam Devriminin küresel mahiyete sahip olması

Küresel İslam devleti kurma, “Ümm’ül-Kura” düşüncesi ve İslam Devrimi’nin ihracı konusu dini ve siyasi şahsiyetler tarafından güdülen bir hareketti. Bu hareket ve düşüncelerden ötürü bazı ülkeler devrim ihracını İran’ın sınırlarını genişletme istemi olarak algılıyordu. Nitekim bu gibi hareket ve düşüncelerin Arabistan’ı da kapsayacağı korkusu onlara dehşete düşürüyordu.

- Hacc ve İranlı  hacıların tutumları

İranlı hacılar sahip oldukları devrimci psikolojilerinden ötürü dini merasimlere ilave olarak gösteriler yapıyor ve bildiriler dağıtıyorlardı. Bazen başka ülkelerin hacıları da bu yürüyüşlere katılıyordu. Arabistanlılar bundan o kadar korkuyorlardı ki İranlılarla konuşmayı cezası hapis olan bir tür suç saymak zorunda kalmışlardı.

- Mezhebi baskılar

Arabistan devleti hiçbir şekilde Şiilerin yeni cami yapmalarına veya camilerini büyütmelerini ya da şeklini değiştirmelerine izin vermemektedir. Aynı şekilde Şiilerin mezhebi merasimlerini yapmalarına da onaylamamaktadır.

- Sarayın fesat ve hırsızlığı

Şehzadeler arasında fesadın yayılmasının asıl nedenlerinden biri Arabistan’ın petrol gelirlerinin artması ve zengin sınıfın çoğalmasıdır. Ülkede zahirde görünen şeyler ile perde ardındaki gerçeklikler birbirinden çok farklıdır. Bu ülkede şarap içme, kumar oynama vs. ifrat derecesinde fazladır. Bu olgunun sonucu, saltanat hanedanı ve bazı destekçileri arasında açık bir şekilde fesat ve aşırı tüketimin mevcudiyeti ve kabileler ve orta sınıf arasındaki göreceli yoksulluğun artmasıdır.[10]

Sonuç

İran ve Arabistan’ın dış politikaları daima rekabet ve işbirliği ya da tezat ve uzlaşı ile dolu olmuştur. Her ne kadar zamanın gereksinimlerine göre bazen işbirliğine gitmiş ve bazen de rekabet etmişlerse de daima bu iki ülke arasında işbirliği yaptıkları dönemlerde bile tezat olagelmiştir. İslam Devrimi’nin başarıya ulaşmasından ve devrimin ihracı meselesi gündeme geldikten sonra mezhep ve yabancı güçler faktörü bu iki ülke ilişkilerini belirlemiştir.