The Cradle: General Süleymani'nin Direniş Ekseni’ndeki dosyaları ve rolü artık Seyyid Nasrallah’ta

The Cradle: General Süleymani'nin Direniş Ekseni’ndeki dosyaları ve rolü artık Seyyid Nasrallah’ta
Süleymani suikastından bir buçuk yıldan fazla bir süre sonra, Direniş Ekseni içindeki kaynaklar The Cradle'a Nasrallah'ın Süleymani'den kalan pek çok bölgesel dosyanın fiili varisi olduğunu söylüyor. Bunların hiçbiri, Süleymani'nin Kudüs Gücü’ndeki halefi ve Nasrallah’ın rolünü tamamlayan İsmail Kaani'nin yetkinliği hakkında herhangi bir olumsuz ima içermiyor.

 

 

Süleymani’nin Direniş Ekseni’ndeki dosyaları ve rolü artık Nasrallah’ta

 

The Cradle

 

İslam Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin Ocak 2020'de Bağdat'ta öldürülmesinden bu yana, bölgedeki dosyalarını kimin devralacağı sorusu dillendirilmeyi sürdürüyor.

 

2011 yılında, Arap ayaklanmalarının ve karşı devrimlerin başlamasıyla birlikte, Süleymani, bugün bildiğimiz Direniş Ekseni gruplarını kurduğu veya güçlendirdiği, her zamankinden çok daha geniş bir coğrafi alanı kapsayan çok sayıda siyasi ve askeri arenaya büyük bir ağırlıkla girdi. Süleymani'nin bu istisnai başarıları, İran'ın lideri Ali Hamanei'nin geniş himayesi ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın tam koordinasyonu ile gerçekleşti.

 

Şimdi, Süleymani suikastından bir buçuk yıldan fazla bir süre sonra, Direniş Ekseni içindeki kaynaklar The Cradle'a Nasrallah'ın Süleymani'den kalan pek çok bölgesel dosyanın fiili varisi olduğunu söylüyor. Kaynak vurguluyor “Burada Nasrallah dediğimizde Hizbullah örgütünün lideri Nasrallah'tan ve şahıs olarak Nasrallah'tan bahsediyoruz.”

 

Bunların hiçbiri, Süleymani'nin Kudüs Gücü’ndeki halefi ve Nasrallah’ın rolünü tamamlayan İsmail Kaani'nin yetkinliği hakkında herhangi bir olumsuz ima içermiyor. Kaynak sadece, Süleymani'nin Hizbullah lideriyle ilişkisinin başka bir düzeyde olduğunu söylüyor.

 

Süleymani bölgedeki direniş grupları ve partileri arasında her yerdeydi; bir gün burada bir savaş alanında, ertesi gün yeni bir aşamayı planladığı başka bir yerdeki oturma odasında.

 

ABD saldırganlığını engelleme ve bunu koordine etme yeteneği Batı Asya'da ve çok daha ötesinde geniş çapta tanınıyordu. 2011'de ABD'nin kışkırttığı bölgesel kargaşanın ardından, Kudüs Gücü Generali bu dış müdahaleye karşı yapılan karşı hamlede etkin bir şekilde yer aldı ve bölge genelinde yüksek eğitimli ve iyi silahlanmış direniş milisleri, koordinatörler ve eylemcilerden müteşekkil geniş bir ağ oluşturmaktan sorumluydu.

 

Süleymani görev süresi boyunca, kamuoyuna bilgi aktarmak ve Suriye, Irak veya başka yerlerdeki bölgesel çatışmaların arkasındaki nedenleri açıklamak için Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ile yoğun bir şekilde koordinasyon halindeydi. Bu tutarlı bilgi alışverişi ve yayılımı, Direniş şemsiyesi içindeki ve dışındaki kitleler arasında fikir birliği oluşturmak için hayati bir zemin hazırladı.

 

Son aylarda bölgedeki siyasi gelişmeler, özellikle Suriye örneğinde dikkate değer bir değişime uğradı. Suriye yakın zamana kadar Fars Körfezi’ndeki komşuları, özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından izole edilirken, bugün bu ülkeler diplomatik temsil, yeniden inşa ve bölgesel işbirliği konulu görüşmeler için hevesle Şam’ı arıyorlar.

 

Tartışmalar ağırlıklı olarak Körfez güvenliğine, özellikle Hizbullah'ın rolünün öne çıktığı Yemen savaşına odaklandı. Örnek olarak kaynaklar, doğrudan Nasrallah'a getirilen ve Hizbullah liderinden "BAE'de tutulan Lübnan vatandaşlarını serbest bırakma teklifleri karşılığında Husilere ateşkesi kabul etmeleri için baskı yapması" istenen bir Körfez önerisine işaret ediyor.

 

Aslında Dubai, Nasrallah'ın Husi lideri Abdülmelik el-Husi ile arabuluculuğunu teşvik etmek için bir iyi niyet jesti olarak bazı Lübnanlı tutukluları serbest bıraktı bile (bu tutuklular konusunun Hizbullah ile hiçbir ilgisinin olmadığı da not edilmelidir). Ancak Nasrallah, Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin istediği gibi el-Husi'ye baskı uygulama fikrini çeşitli nedenlerle hoş karşılamadı.

 

Bu nedenlerden ilki, Nasrallah'ın Yemen halkına ve ülkenin egemenliğine karşı doğrudan bir saldırı olarak gördüğü Yemen savaşına ilişkin kendi tutumudur. İkincisi, Hizbullah ve Husiler arasındaki ilişkinin doğası, Suudiler ve BAE'lilerin tasavvur ettiği gibi itaate değil, karşılıklı saygıya dayanmaktadır.

 

Üçüncüsü, Nasrallah Husilerin başta ateşkes, ekonomik kuşatmanın kaldırılması ve savaş tazminatı olmak üzere taleplerini destekliyor.

 

Nasrallah, kendisinden gerçekleştirmesi istenen arabuluculuk rolünü tamamen reddetmedi. Bunun yerine, mesajları el-Husi'ye ileteceğini ve Yemenlilerin kendi kararlarını vermek için yeterli özen ve olgunluğa sahip olduklarını açıkladı.

 

Irak'taki açık kapılar ve açık kalpler

 

Irak, Direniş Ekseni harekât sahasında siyasi olarak en karmaşık arenadır ve Süleymani oradaki meselelere büyük önem verirdi. Buna karşılık bugün Nasrallah, Irak’taki siyasi güçlerle, hatta karşıt görüşlere sahip olanlarıyla sağlam ilişkileri olan birisi olarak daha geniş bir rol oynuyor.

 

Hizbullah lideri, Irak'taki siyasi, güvenlik, askeri, sosyal ve dini nüansların son derece farkında ve Bağdat'ın egemenliği ile Tahran'ın çıkarları arasında gerekli olan dengeleme eyleminde hayli ustalaştı. Bu durum hem dostları hem de düşmanlarından saygı görmesini sağlıyor.

 

Mustafa el-Kazımi 2020'de başbakanlığı devraldığında, Halk Seferberlik Güçleri’nin (Haşdi Şabi) grupları tartışmalı bir şekilde onu Süleymani ve Mühendis suikastlarına katılmakla suçlamıştı. Üst düzey Iraklı kaynaklar, Irak Başbakanı'nın Hizbullah şefi ile özel bir ilişkisi olduğunu ve bunun İran’la pek çok meselede kanalların açık kalmasını sağladığını öne sürerek suçlamayla alay ettiler.

 

Bu kaynaklar, Lübnan Genel Güvenlik Komutanı Tümgeneral Abbas İbrahim'in Lübnan'ın Irak petrolünü satın almasıyla ilgili müzakerelerde gösterdiği çabalara da işaret ediyor ve bu alışverişin Kazımi ve Nasrallah’ın doğrudan takibi olmaksızın mümkün olamayabileceğini vurguluyorlar.

 

Kaynaklar, Nasrallah'ın son zamanlarda Irak siyasi hayatındaki varlığını artırdığını belirtiyorlar. İster doğrudan ister Hizbullah'ın Irak'taki temsilcisi Muhammed Kevserani başkanlığındaki yardımcıları aracılığıyla olsun, çeşitli liderlere - Mukteda el Sadr, Nuri el Maliki, Dava Partisi liderliği, Haşdi Şabi ve diğerleri - erişimi sağlam. Ve bunu kritik zamanlarda, özellikle Ekim 2019 isyanlarından sonra ve şimdi de Irak'ta yapılacak parlamento seçimlerine kadarki süreçte Irak'ın siyasi görüşlerini pekiştirmek için kullandı.

 

İran'da özel bağlar ve sıkı sıkıya örülmüş bağlantılar

 

Hizbullah'ın kökenlerinin izi İran'ın Devrim sonrası İslami ideolojisine dek sürülebilse ve örgüt, eski Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani dâhil olmak üzere tüm İran cumhurbaşkanlarıyla iyi ilişkiler sürdürmüş olsa da, İran'ın mevcut Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile ilişkisi tamamen farklı bir kategoride.

 

Reisi’nin Nasrallah ile uzun yıllardır süren yakın bir kişisel dostluğu var ve Süleymani ile olan karşılıklı ilişkileri bu dostluğu daha da derinleştiriyor. Bilgiler, Nasrallah'ın, Reisi'nin Hizbullah bölgelerine yaptığı askeri geziler de dâhil olmak üzere 2018'deki Lübnan ziyaretiyle ilgili tüm düzenlemeleri bizzat takip ettiğini gösteriyor. Reisi'nin birkaç kez Nasrallah'a İran'da yüksek statülü dini bir unvan olan “Ayetullah” diye hitap ettiği söyleniyor.

 

Benzer şekilde, Nasrallah'ın yeni İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir-Abdullahiyan ile de özel bir ilişkisi var. Bu dostluk onun Arap ve Afrika İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde (2011-2016) doğmuş ve güçlendirilmiş, Abdullahiyan'ın Süleymani ile olan güvenilir dostluğu ve Beyrut'un güney banliyölerine sık sık yaptığı ziyaretlerle pekiştirilmiştir.

 

Batı Asya'daki liderler arasındaki bu sağlam bağlar ve yakın ilişkiler, tam da bölge yeni yönü hakkında önemli kararlar alırken, doğru zamanda çakışmış oluyor.

 

İran-ABD müzakerelerinin durma noktasına gelmesi ve iki ülke arasındaki gerilimlerin çeşitli alanlarda zirveye ulaşmasıyla birlikte, birkaç işaret, hem Tahran'ı hem de Washington'u tatmin edebilecek bir ilerleme ihtimalini gösteriyor. Bu belki de en açık şekilde Suriye'de gerçekleşecek.

 

Birkaç hafta önce Ürdün Kralı Abdullah, ABD Başkanı Joe Biden'ı ziyaret etti ve Biden’ın, "Washington, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın uzun süre kalacağını ve bölge ülkelerinin [Suriye ile] bu temelde anlaşmaları gerektiğini kabul ediyor" dediği bildiriliyor.

 

Tahran ve Hizbullah liderliğindeki müttefikleri, Suriye'de ne pahasına olursa olsun Esad'ı devirmek isteyen NATO-KİK destekli paralı askerleri savuşturmak için yıllarca savaştıktan sonra ABD'nin bu kararını kendileri için bir zafer olarak gördüler.

 

Esad ise son toplantılarda, Arap liderlerin çoğunun kendisiyle gizlice iletişim kurduğunu ve Suriye ordusunun yanında on yıldır Şam'ı savunanları asla unutmayacağını özellikle vurguladı.

 

Bu, Hizbullah'ı kendi rahat bölgesinden çıkmaya ve Lübnan'ı ABD'nin ülkeyi zayıflatan ekonomik ve siyasi kuşatmasından kurtarmak için daha proaktif önlemler almaya sevk etti.

 

Suriye, temel ihtiyaç maddelerinin eksikliğini gidermek için Lübnan'ın tek geçerli kara sınırını temsil ediyor, ancak Beyrut'un Suriye ile ticaret yapması veya Suriye ekonomisine herhangi bir şekilde yardım etmesi Amerikan yaptırımları tehdidiyle birlikte yasaklandı.

 

ABD yaptırımlarını delen gemiler

 

Ve böylece iş şu noktaya geldi: İran yakıtıyla yüklü gemiler Lübnan'a doğru yol aldı.

 

Kabul etmek gerekir ki Nasrallah, bu manevrayı yalnızca Lübnan'ın kritik yakıt sıkıntısının üstesinden gelmesine yardım etme çabası olarak 'Lübnan bağlamında' tutmaya çalışsa da, bu sevkiyatlar Beyrut kıyılarının çok uzağında yer alan ve petrol türevleri meselesinin hayli ötesindeki çok sayıda bölgesel çıkarla çatışıyor.

 

Belki de en öngörülebilir tepki ABD'nin Beyrut Büyükelçisi Dorothy Shea'den geldi.

 

Shea, Nasrallah'ın 19 Ağustos'ta İran'ın ilk yakıt gemisinin yola çıktığını bildirdiği konuşmayla aynı günde, enerji sorunlarına kısmi bir çözüm olarak Ürdün ve Suriye üzerinden Mısır gazı ithal etmenin yollarını görüşmek üzere aceleyle Lübnan Devlet Başkanı Mişel Avn ile temasa geçti.

 

Belki de Shea, Lübnanlıların ona inanacak kadar saf olduğunu düşünüyordu. Hizbullah'ın İran'dan gemi getirmek için attığı adımın sonuçlarının farkında olan analistler, bu hareketin yalnızca iç bağlamda değil, belirginleşmekte olan yeni bir bölgesel manzaranın parçası olarak yorumlanabileceğini söylüyorlar.

 

Ne de olsa bu, bazıları Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail gibi İran'a son derece düşman, Suudi Arabistan ve BAE gibi İran’la bölgesel bir rekabet halinde olan ve Suriye ve Yemen gibi izolasyon halindeki diğer ülkeleri de etkileyen bir harekettir.

 

İran yakıtı, güvenli ve engelsiz bir gemi yolculuğunun ardından Suriye'nin Banyas limanına yüklendikten sonra uzun bir tanker konvoyuyla birer birer Lübnan sınırlarına girmeye başladığında, İsrail düşmanının gözleri - tüm kameralar ve gelişmiş ekipmanlar - bu alışılmadık, kafa karıştırıcı sahneyi yakından izliyorlardı.

 

İbrani medyasının kendisi, İran yakıtının bu nakliyesinin Lübnan ve Suriye'ye dayatılan Amerikan kuşatmasını kırdığını ve bunun Hizbullah'ın açık bir siyasi başarısı olduğunu ilan etti. Evet, Nasrallah İran yakıtını Lübnan'a getirdi, ancak bunu yaparken aynı zamanda Batı Asya'daki tarafların hesaplarının dümenini yeni bir bölgesel yönelime sürmüş oldu.

 

 

Çeviri: Medya Şafak