Ahmed el-Kâtib'e reddiye (13): Sakife Toplantısı ve sonrasındaki acı hadiseler

Ahmed el-Kâtib'e reddiye (13): Sakife Toplantısı ve sonrasındaki acı hadiseler
Muhammed b. Ebî Bekir ile Muâviye b. Ebî Süfyân arasındaki mektuplaşmalar hakkında ise şöyle der: “İkisi arasında birtakım yazışmalar olmuştur. Ancak içlerinde avamın işitmeye tahammül edemediği şeyler barındırdığından bunlara değinmeyi hoş karşılamadık.” (Taberî, c. 4, s. 557) Acaba Taberî ve benzeri tarihçilerin Hz. Fâtıma’nın evine yapılan saldırının detaylarını zikretmelerini bekleyebilir miyiz?

 

Seyyid Sâmî el-Bedrî

 

 

Dördüncü Bölüm

 

 

Ömer b. Hattâb’ın Diliyle Sakîfe

 

 

Bağdâdî ‘‘Sakîfe’de gelişen olaylar adaylıktan ibaretti. Biat hadisesi ise herhangi bir baskı ve tehdide maruz kalmadan mescitte meydana gelmiştir’’ diyor.

 

Ben derim ki; hadis mecmuaları ve siret kaynakları Sakîfe’de cereyan eden olayın bir biat olduğunu ve adaylıktan ibaret olmadığını ispat etmektedir.

 

Şüphe:

 

Bağdâdî şöyle diyor:

 

Sakîfe’de cereyan eden tartışmalar… Bu, başlı başına bir şûrâ değildir. Aksine Sakîfe’de meydana gelen olaylar adaylıktan ibarettir. Biat ise Hz. Peygamber’in (s.a.a.) mescidinde tamamlanmıştır. Sahâbîler herhangi bir tehdide veya silah zoruna maruz kalmadan kendi özgür iradeleriyle isteyerek biat etmişlerdir.

 

 

Şüphenin Reddi:

 

 

Ben derim ki; Bağdâdî’nin bu sözleri siret, hadis ve tarih kaynaklarının kesin verileriyle çelişmektedir. Ayrıca Ehl-i Sünnet’in meşhur görüşüne de aykırıdır.

 

Şöyle ki; temel kaynaklarda Sakîfe’de cereyan eden olayın bir biat olduğu, adaylıktan ibaret olmadığı belirtilmektedir. Mâverdî gibi Ehl-i Sünnet fakihleri de Sakîfe’de Ömer, Ebû Ubeyde, Üseyd b. Hudayr, Beşîr b. Sa’d, Ebû Hüzeyfe’nin mevlâsı Sâlim gibi beş kişinin Ebû Bekir’e biat etmelerini kurulan hükümetin sahihliğinin delil kabul etmiştir.[1]

 

Gerçi el-Bağdadî, Ehl-i Sünnet âlimlerinin “Ebû Bekir’in yönetimi mescitte yapılan genel biat ile tahakkuk etmiştir. Sakife’de yapılan biatle değil” şeklinde bir görüşe sahip olduklarını da belirtmektedir.[2]

 

 

Sakîfe Olayı

 

Değerli okuyuculara Buhârî’nin Sahih’inden naklen Ömer b. Hattâb’ın Sakîfe olayı hakkındaki sözlerini sunacağız.

حدثنا عبد العزيز بن عبد الله حدثني إبراهيم بن سعد عن صالح عن ابن شهاب عن عبيد الله بن عبد الله بن عتبة بن مسعود عن ابن عباس قال: ان عمر قال في أول جمعة قدمها من حجته الأخيرة:

إنه بلغني أن قائلا منكم يقول والله لو قد مات عمر بايعت فلانا فلا يغترن امرؤ أن يقول إنما كانت بيعة أبي بكر فلتة وتمت، ألا وإنها قد كانت كذلك، ولكن الله وقى شرها، وليس منكم من تقطع الأعناق إليه مثل أبي بكر.

من بايع رجلا عن غير مشورة من المسلمين فلا يبايع هو ولا الذي بايعه تغرة أن يقتلا.

وإنه قد كان من خبرنا حين توفى الله نبيه صلى الله عليه وسلم.

أن الأنصار خالفونا واجتمعوا بأسرهم في سقيفة بني ساعدة.

وخالف عنا علي والزبير ومن معهما.

واجتمع المهاجرون إلى أبي بكر.

فقلت لأبي بكر يا أبا بكر انطلق بنا إلى إخواننا هؤلاء من الأنصار، فانطلقنا نريدهم، فلما دنونا منهم لقينا منهم رجلان صالحان، فذكرا ما تمالأ عليه القوم، فقالا أين تريدون يا معشر المهاجرين، فقلنا نريد إخواننا هؤلاء من الأنصار، فقالا لا عليكم أن لا تقربوهم، اقضوا أمركم فقلت والله لنأتينهم، فانطلقنا حتى أتيناهم في سقيفة بني ساعدة فإذا رجل مزَّمِّل بين ظهرانيهم، فقلت من هذا؟ فقالوا هذا سعد بن عبادة، فقلت ما له؟ قالوا يوعك.

فلما جلسنا قليلا، تشهد خطيبهم فأثنى على الله بما هو أهله ثم قال: أما بعد فنحن أنصار الله وكتيبة الإسلام، وأنتم معشر المهاجرين رهط، وقد دفَّت دا فَّةٌ من قومكم، فإذا هم يريدون أن يختزلونا من أصلنا، وأن يحضنونا من الأمر.

فلما سكت أردت أن أتكلم وكنت قد زوَّرت مقالة أعجبتني، أريد أن أقدمها بين يدي أبي بكر، وكنت أداري منه بعض الحد، فلما أردت أن أتكلم قال أبو بكر على رسلك فكرهت أن أغضبه.

فتكلم أبو بكر فقال ما ذكرتم فيكم من خير فأنتم له أهل، ولن يعرف هذا الأمر إلا لهذا الحي من قريش، هم أوسط العرب نسبا ودارا، وقد رضيت لكم أحد هذين الرجلين، فبايعوا أيهما شئتم فأخذ بيدي وبيد أبي عبيدة بن الجراح، وهو جالس بيننا.

فلم أكره مما قال غيرها، كان والله أن أقدم فتضرب عنقي... أحب إليَّ من أن أتأمر على قوم فيهم أبو بكر...

فقال قائل من الأنصار أنا جذيلها المحكك، وعذيقها المرجب، منا أمير ومنكم أمير يا معشر قريش.

فكثر اللغط وارتفعت الأصوات، حتى فرقت من الاختلاف، فقلت ابسط يدك يا أبا بكر، فبسط يده فبايعته وبايعه المهاجرون ثم بايعته الأنصار.

ونَزَوْنا على سعد بن عبادة.

فقال قائل منهم قتلتم سعد بن عبادة، فقلت قتل الله سعد بن عبادة.

قال عمر وإنا والله ما وجدنا فيما حضرنا من أمر أقوى من مبايعة أبي بكرخشينا إن فارقنا القوم ولم تكن بيعة أن يبايعوا رجلا منهم بعدنا، فإما بايعناهم على ما لا نرضى، وإما نخالفهم فيكون فساد، فمن بايع رجلا على غير مشورة من المسلمين فلا يتابع هو ولا الذي بايعه تَغِرَّةَ أن يقتلا "”

 

Buhârî der ki; bize Abdülazîz b. Abdulah rivayet etti ve dedi ki; bana İbrâhîm b. Sa’d, İbn Şihâb’tan; o, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud’dan, o da İbn Abbâs’tan rivayet etti. O şöyle demiştir:

 

Ömer son haccından geldiğinde verdiği cuma hutbesinde şöyle demiştir…

 

Sizin aranızdan birinin ‘‘Emîrü’l-Müminîn ölecek olursa filancaya biat ederim’’ dediğini haber aldım. Sakın hiç kimse onun ‘‘Ebû Bekir’e yapılan biat istişareye dayanmaksızın, birdenbire olmuş ve tamamlanmıştır’’ demesine aldanmasın! Dikkat edin! Hiç kuşkusuz o iş öyle aniden olmuştur. Ancak Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. Aranızda Ebû Bekir gibi önünde boyunların kıl gibi inceleceği biri de yoktur. Bundan sonra her kim Müslümanların istişaresi olmaksızın bir Müslümana biat ederse, onun biati kabul olunmaz. Biat eden de biat edilen de kendilerini öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış olurlar!

 

Allah, Peygamber’in ruhunu kabzettiğinde bizim de bazı olaylarımız oldu. Şöyle ki Ensar bize muhalefet etti ve hepsi de Benî Sâide Sakîfesi’nde toplandılar. Ali ile Zübeyr ve onlarla beraber olanlar da bize muhalefet ettiler.

 

Muhacirler ise Ebû Bekir’in yanında toplandılar.

 

Ben Ebû Bekir’e “Ey Ebû Bekir! Bizi şu Ensar kardeşlerimizin yanına götür” dedim.

 

Akabinde bizler onların yanına gitmek arzusuyla yola koyulduk. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri içlerinden iki salih adam (Uveymir b. Sâide ile Ma’n b. Adiyy, çev.) karşıladı. Bize topluluğun ittifak ettikleri görüşü (Sa’d b. Ubâde’ye biat etme) söylediler ve “Ey Muhacirler topluluğu! Sizler nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler. Biz de onlara “Şu Ensar kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedik. Onlar bize “Ensar topluluğuna yaklaşmayın, siz kendi işinizin hükmünü verin” dediler. Ben onlara “Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” diye cevap verdim. Bu sözün ardından yürümeye başladık, nihayet Benî Sâide Sakîfesi’ne, istişare ettikleri yere, Ensar’ın yanına vardık. Bir de ne görelim! Onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var. Ben “Bu kimdir?” diye sorduğumda “Bu Sa’d b. Ubâde’dir” dediler. Ben “Onun nesi var?” dedim. “Sıtma ateşi var” dediler.

 

Biz birazcık oturduktan sonra hatipleri (Sabit b. Kays b. Şemmâs, çev.) Allah'ı lâyık olduğu sıfatlarla övmeye başladı. Ondan sonra şöyle devam etti: “İmdi, bize gelince, biz, Ensar’ız ve İslâm’ın askerleriyiz. Sizler ise Muhacirler topluluğu ve Mekke’deki kavminizden ayrılıp bize gelmiş olan bir azınlıksınız. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlikten etmek istiyor!”

 

Ömer şöyle devam etti: “Benim Ebû Bekir’in önünde yapmayı tasarladığım bir konuşmam vardı. Ebû Bekir’de oluşan öfkenin bir kısmını ondan gidermekle de uğraşıyordum. Ensar’ın hatîbi susunca konuşmak istedim, Ebû Bekir bana ‘Yavaş ol’ dedi. Ben de Ebû Bekir’i kızdırmak istemedim. Ebû Bekir kendisi konuşmaya başladı ve şöyle dedi: ‘Ey Ensar topluluğu, sizler hangi faziletten söz ediyor iseniz, gerçekten de ona sahipsiniz. Ancak doğrusu, bu halifelik işi Kureyş’ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla tanınmayacaktır. Çünkü bu Kureyş topluluğu neseb ve yurt bakımından Arapların en adaletlisi ve en üstünüdür. Ben sizler için şu iki adamdan birine biat etmenizi teklif edip buna razı olmuşumdur. Şimdi bu ikisinden istediğinize biat edin’ diyerek benim ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’ın ellerini tuttu. O bu esnada ikimizin arasında oturmaktaydı. Onun bu sözleri dışında hoşuma gitmeyen bir tek sözü yoktu. Gerçekten ileri götürülüp boynumun vurulması, bana aralarında Ebû Bekir gibi birinin bulunduğu bir topluluğa baş yapılmaktan daha kolay gelirdi.

 

Bu sırada Ensar’dan bir sözcü (Habbâb b. el-Münzir, çev.) şöyle dedi: ‘Bizler meyveleri düşmesin, kırılmasın diye yapraklarla, dallarla bağlanmış yüklü hurma salkımlarıyız. Biz Ensar topluluğundan bir emir, sizlerden de bir emir olsun ey Kureyş cemaati!’

 

Bunun üzerine her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Hatta ben bir ihtilâf çıkmasından korktuğum için hemen Ebû Bekir’e ‘Uzat elini sana biat edeyim’ dedim. O da elini uzattı, ben de biat ettim. Benden sonra Muhâcirler ve sonra Ensar, Ebû Bekir’e biat ettiler. Biz böylece Sa’d b. Ubâde'ye karşı atik davranarak onu bertaraf etmiş olduk. Bilâhare Sa’d b. Ubâde’nin yanından geçerken aralarından biri ‘Sa’d b. Ubâde’yi öldürdünüz!’ deyince ‘Sa’d’ı öldürün. Allah onu kahretsin!’ dedim. Bunun üzerine sesler yükseldi, büyük gürültü koptu.”

 

Ömer devamında şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim, biz, hazır bulunduğumuz bu emirlik istişaresinden ve Ebû Bekir’e biat etmekten daha güçlü bir çözüm bulamadık. ‘Eğer oradan bir biat olmaksızın ayrılacak olursak, bunlar bizden sonra birine biat ederler. Bu durumda da onlara ya razı olmadan tâbi olur ya da muhalefet ederiz. O zaman da fesat çıkar’ diye endişe ettim. Artık Müslümanlarla istişare etmeden ve rızalarını almadan her kim bir adama biat edecek olursa ikisine de biat edilmesin ki gururları yüzünden öldürülmesinler!”

 

 

Hadisin Bazı Bölümlerinin Açıklaması

 

Hadisin konumuzla bağlantılı olan bölümlerinin şerhi aşağıdaki gibidir:

 

 “فلا يغترن امرؤ ان يقول إنما كانت بيعة أبي بكر فلتة وتمت إلا وإنها قد كانت كذلك ولكن الله وقى المسلمين شرها/ Sakın hiç kimse onun ‘‘Ebû Bekir’e yapılan biat istişareye dayanmaksızın, birdenbire olmuş ve tamamlanmıştır’’ demesine aldanmasın! Dikkat edin! Hiç kuşkusuz o iş öyle aniden olmuştur. Ancak Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur

 

Belâzurî, bu sözün Zübeyr’e ait olduğunu belirtmektedir. İbn Ebi’l-Hadîd ise aynı sözü Ammâr’a nispet etmektedir. Hadiste geçen “felte/ الفلتة sözcüğü ise İbnü’l-Esîr ve diğerlerinin dediği üzere aniden vuku bulan şeyi ifade etmektedir. Ayrıca İbnü’l-Esîr bu kelime hakkında şu bilgileri de verir: Bu tür bir biat şer ve fitneye vesile olmaya uygundur. Şu var ki Allah Teâlâ ümmeti böyle bir fitneden korumuştur.

 

Ben derim ki; İbnü’l-Esîr’in açıklamasında geçen “el-emrü’l-fucâî” lafzı gerçekleşmesi umulmayan şey anlamına gelmektedir. Bu durumda hadisin ilgili bölümünün anlamı şöyle şekillenmektedir: Ebû Bekir’e biat edilmesi, aslında umulan ve beklenen bir şey değildi. Çünkü boyunlar İmam Ali’ye uzatılmıştı.

 

İbn İshak ise şöyle der: Muhacirlerin geneli ve Ensar’ın tamamı Hz. Resûlullah’tan (s.a.a.) sonra yönetime Ali’nin (a.s.) geçeceği hususunda hiçbir şekilde kuşku duymuyorlardı.[3] Zira İmam Ali (a.s.), Hz. Resûlullah’tan ayrılmaz ve aralarından su sızmazdı. Beri taraftan Ali (a.s.), Müslümanlar arasında seçkin bir şahsiyetti ve ilk Müslümanlardandı. Gadîr-i Hum’da ve diğer yerlerde Hz. Peygamber tarafından tayin edilmişti.

 

وقى الله شرها /Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur” cümlesi şu anlama gelmektedir: Ebû Bekir’e yapılan biat Müslümanların hiç beklemedikleri ve umut etmedikleri bir gelişmeydi. Bu gelişme bünyesinde şerri, kan dökülmesini barındırmaktaydı. Bunun sebebi ise şerî hak sahibi İmam Ali’nin (a.s.) biat etmekten kaçınması ve Ensar’ı yardıma çağırmasıdır. Eğer onlar bu yardım çağrısına icabet etselerdi kuşkusuz İmam Ali ile halife ve yandaşları arasında bir savaş vuku bulurdu. Bu konunun detayını bir sonraki başlıkta sunacağız. 

 

Hadisin وإنه قد كان من خبرنا حين توفى الله نبيه صلى الله عليه وسلم أن الأنصار خالفونا واجتمعوا بأسرهم في سقيفة بني ساعدة. وخالف عنا علي والزبير ومن معهما. واجتمع المهاجرون إلى أبي بكر/ Allah, Peygamber’in ruhunu kabzettiğinde bizim de bazı olaylarımız oldu. Şöyle ki Ensar bize muhalefet etti ve hepsi de Benî Sâide Sakîfesi’nde toplandılar. Ali ile Zübeyr ve onlarla beraber olanlar da bize muhalefet ettiler. Muhacirler ise Ebû Bekir’in yanında toplandılar” bölümüne geçelim. Bazı rivayetlerden İmam Ali’nin (a.s.) ve O’nunla birlikte olan Benî Hâşim’in, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) defni ile meşgul oldukları, o esnada Ensar’dan bir grubun yönetim meselesini ele alıp kendi aralarında sonuca bağlamak üzere Sa’d b. Ubâde’nin evinde toplandıkları, bir müddet sonra bu tartışmaya Ebû Bekir, Ömer, Ebû Ubeyde ve Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı Sâlim’in de katıldığı, sonunda da Ebû Bekir’e biat edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca İmam Ali (a.s.) ve O’nu yanında yer alan Benî Hâşim ile bazı başka kimselerin Ebû Bekir’e biat etmekten kaçınıp Hz. Fâtıma’nın (a.s.) evinde toplandıkları da anlaşılmaktadır.[4]

 

İbn Kuteybe ise şöyle der:

 

Hz. Ali, Hz. Fâtıma’yı bir bineğe bindirerek gece vakti Ensar’ın toplandıkları yerlere uğradı. Hz. Fâtıma onlardan destek talebinde bulundu. Ancak onlar “Ey Allah Resûlü’nün kızı! Biz bu adama biat ettik.  Şayet amcaoğlun ve eşin, bize Ebû Bekir’den önce gelseydi biz başkasını tercih etmezdik” dediler. Hz. Ali “Resûlullah’ı (s.a.a.) defnetmeden evinde bırakıp insanlarla O’nun hükümeti üzerine çekişse miydim?” diye sordu. Fâtıma (a.s.) “Ebü’l-Hasan ancak görevini ve ona yakışanı yaptı. Onlar ise yapacaklarını yaptılar.  Allah onlara bunu soracak ve onları hesaba çekecektir!” dedi.[5]

 

Bu açıklamaların ışığında belli oluyor ki Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) vefatından sonra İslam ümmeti içinde üç siyasi yapının doğduğunu söylemek doğru değildir. Çünkü iddia edildiği üzere Ensar, Kureyş hizbi gibi ayrı bir hizip değildi. Daha çok anlık toplanmış bir gruba benziyordu. Kureyş hizbinin Ensar’dan birtakım kişiler vasıtasıyla onları buna sevk etmesi ve söz konusu toplantıyı ayarlamış olması da uzak bir ihtimal değildir.[6]

 

İmam Ali, Benî Hâşim ve onların yanında taraf tutanlara gelince; bu topluluk Ebû Bekir’e biat etmekten imtina ederek bir hizip haline geldi ve Kureyş hizbine muhalif oldu.

 

Tarihî metinlerden ve çeşitli hadis mecmualarından Kureyş hizbinin Hz. Peygamber döneminde de var olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bunlar düşüncelerini “Allah’ın Kitabı bize yeter” teorisi üzerine kurmuş ve İmam Ali’ye (a.s.) karşı olumsuz bir tutum takınmışlardır.

 

Bunların karşısında ise Ebû Zer, Ammâr, Selmân (r.a.) gibi bazı sahâbîlerin teşkil ettiği bir grup bulunmaktaydı. Bu topluluğun Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminde Allah ve Resûlü’nün İmam Ali’ye ilişkin emrine icabet edişleri nedeniyle “Ali Şiası” olarak tanındıkları da bilinmektedir.

 

 

Hz. Fâtıma’nın (s.a.) Evinde Toplananlar

 

Tarihçiler Ebû Bekir’e biat etmekten imtina eden bazı kimselerin Hz. Fâtıma’nın (a.s.) evinde İmam Ali (a.s.) ve Zübeyr ile toplandıklarını belirtmektedir. Abbâs b. Abdülmuttalib, Utbe b. Ebî Leheb, Selmân el-Fârisî, Ebû Zer el-Gıffârî, Ammâr b. Yâsir, Mikdâd b. Esved, Berâ b. Âzib, Übeyy b. Ka’b gibi şahıslar da bu evde toplanmışlardı.

 

İbn Abdürabbih, bu kişileri Hz. Fâtıma’nın (a.s.) evinden çıkarmak için Ebû Bekir’in, Ömer b. Hattâb’ı gönderdiğini ve ona “Eğer evden çıkmaktan kaçınırlarsa evi içindekilerle yak!” diye emir verdiğini, Fâtıma’nın (a.s.) Ömer’in karşısına çıkıp “Ey Hattâb’ın oğlu! Evimizi mi yakacaksın?” dediğini Ömer’in de “Ya ümmetin girdiği yola girersiniz veya evinizi yakarım” diye cevap verdiğini belirtmektedir.[7]

 

Taberî ise Ömer b. Hattâb’ın, içinde Talha, Zübeyr ve bazı muhacirlerin de bulunduğu İmam Ali’nin (a.s.) evine gelip “Vallahi ya biat etmek için evden çıkarsınız yahut da evi sizinle yakarım!” dediğini rivayet etmektedir.[8]

 

Hadisçiler ise Zührî’den şöyle rivayet etmektedirler: “Ali ve Benî Hâşim, Hz. Fâtıma vefat edinceye kadar altı ay boyunca biat etmediler.[9]

 

İmam bir buyruğunda ise şöyle demektedir: “ولم يكن لي معين إلا أهل بيتي فضننت بهم عن الموت / Baktım ki bir de ne göreyim; ehl-i beytimden başka yardımcım yok; onları ölüme atmaktan sakındım.

 

Yine O لو وجدت أربعين ذوي عزم / Kararlılık sahibi kırk kişi bulabilseydim…”[10] demiştir.

 

Muâviye’nin, İmam Ali’ye (a.s.) yazdığı mektubunda ise şu ifadeler geçmektedir: “Sanki her şey dün olmuş gibi hatırlıyorum. Ebû Bekir’e biat edildiğinde geceleyin evinde oturan Fâtıma’yı bir merkebe bindirdin ve iki oğlun Hasan ve Hüseyin’in ellerinden tutarak Bedir ehlinden ve İslam’da öncelik sahibi olanlardan hiçbirisini atlamaksızın hepsinin evine giderek onları kendine davet ettin. Hanımınla onlara gittin ve iki oğlunu onlara karşı şefaatçi edindin. Onlardan Hz. Resûlullah’ın ashabına karşı yardım talep ettin. Dört beş kişi hariç kimse sana olumlu yanıt vermedi. Ömrüme yemin olsun ki eğer haklı olsaydın sana icabet ederlerdi. Her şeyi unutsam da Ebû Süfyân’a söylediğin sözünü unutamam. O seni tahrik edip heyecanlandırdığında ‘Eğer bunların içinden azim sahibi kırk kişi bulsaydım kuşkusuz bu kavme karşı kıyam ederdim’ dedin.”[11]

 

Sahîhu’l-Buhârî’de geçen Ömer’in وليس منكم من تقطع الأعناق إليه مثل أبي بكر / Aranızda Ebû Bekir gibi önünde boyunların kıl gibi inceleceği kimse yoktur” şeklindeki sözüne gelince…

 

Ben derim ki; bu vasıf/niteleme Ebû Bekir’e muvafık değildir. Çünkü onun Hz. Peygamber (s.a.a.) ile ne bir yakınlığı ne de cihad ve İslamî öncelik açısından bir hususiyeti söz konusudur. Ayrıca onun yöneticiliğe ehil olduğuna dair bir nas da yoktur. Hâlbuki İmam Ali (a.s.) böyle değildir. O bunların tümüne sahipti.

 

Hadiste geçen Ebû Bekir’in ولا نعرف هذا الأمر إلا لهذا الحي من قريش / Fakat bu halifelik işi Kureyş’ten olan şu topluluktan başkasında asla tanınmayacaktır” şeklindeki sözüne gelince; İmam Ahmed b. Hanbel’in rivayetinde “ولن تعرف العرب هذا الأمر إلا لهذا الحي من قريش /Araplar bu işi ancak Kureyş’in şu topluluğundan başkasında asla tanımayacaklardır” diye kayıtlıyken İbn İshâk’ın rivayetinde ise قد عرفتم ان هذا الحي من قريش بمنزلة من العرب ليس بها غيرهم وان العرب لا تجتمع إلا على رجل منهم /Sizler de biliyorsunuz ki Kureyş’in bu boyunun Araplar içindeki konumu diğerlerinin Araplar içindeki konumu gibi değildir. Araplar ancak bir Kureyşlinin etrafında toplanırlar” biçimindedir.

 

Bu sözden şu iki hususu elde ediyoruz:

 

İlki; Benî Saîde Sakîfesi’nde anlaşmazlığa neden olan konu sadece icra gücünün kimde olacağı meselesi değildir. Nizaya neden olan konu, dinî önderliği de içinde barındıran icra gücüdür. Çünkü Araplar Cahiliyye döneminde Kureyş’e sadece yönetimde boyun eğmekle kalmıyor, dinî açıdan da onlara tâbi oluyorlardı. Yani Kureyş’in dinî sahada ortaya koydukları bütün kuralları dinî birer hüküm kabul ediyorlardı. Bilhassa da hac konusunda durum böyleydi. Bu duruma ilişkin malumat siyer kitaplarında mevcuttur.[12] Ömer kendi halifeliği döneminde bu dinî önderlik gücüne dayanarak temettü haccını yasaklama cüretinde bulunmuş ve insanlar da bunu kabul etmiştir.[13]

 

İkincisi; Sakîfe’deki bu dört muhacir İslam’ın ortadan kaldırdığı cahilî düşünceye dayanarak orada hazır bulunan Ensar grubuna galebe çaldılar. Şöyle ki Cahilîye düşünce yapısı Kureyş’e dinî bir imtiyaz tanımaktaydı. Hâlbuki İslam Kureyş’in bu imtiyazını çekip almış, onu Hz. Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’ine (a.s.) tahsis etmişti.

 

Ömer’in şiarı ve Kureyş sancağın yükseltilmesiyle, bir yandan da Evs kabilesinin reisi Üseyd b. Hudayr’ın[14]  ve Hazrec’in ileri gelenlerinden Beşîr b. Sa’d’ın[15] ikisinin Kureyş hizbine meylederek yanlarında bulunanlarla birlikte Ebû Bekir’e biat etmesi üzerine Sa’d b. Ubâde’nin bütün ümitleri kırıldı. 

 

Rivayette geçen Ömer’in كان والله ان اقدم فتضرب عنقي... احب إليَّ من ان أتأمر على قوم فيهم أبو بكر / Gerçekten ileri götürülüp boynumun vurulması, bana aralarında Ebû Bekir gibi birinin bulunduğu bir topluluğa baş yapılmaktan daha kolay gelirdi” şeklindeki sözüne gelince o bundan önce de şu sözü söylemişti: وليس منكم من تقطع الأعناق إليه مثل أبي بكر / Aranızda Ebû Bekir gibi önünde boyunların kıl gibi inceleceği hiç kimse yoktur.”

 

Ben derim ki; bilemiyorum artık, onun bu iki sözü acaba ciddî bir şekilde mi söylenmiştir? Yoksa onun bu iki sözdeki tutumu Hz. Peygamber (s.a.a.) vefat ettiği esnada Muğîre b. Şube’yle birlikte Hz. Peygamber’in yüzündeki örtüyü açıp “Allah’ın Resûlünün baygınlığı ne kadar da şiddetli!” demeleri, sonra da  “Resûlullah ölmüştür.” diyenleri tehditle, “Münafıklardan bazı kimseler Resûlullah’ın vefat ettiğini söylüyorlar. Hayır, Allah’ın Resûlü ölmemiştir. Musa b. İmrân’ın kırk gün süreliğinden kavminden ayrıldıktan ve öldüğü söylenildikten sonra geri döndüğü gibi O da Rabbinin yanına gitmiştir. Vallahi Allah’ın Resûlü dönecektir. O (s.a.a.), kendisinin öldüğünü iddia edenlerin ellerini ve ayaklarını kesecektir. Kim onun öldüğünü söylerse şu kılıcımı başının üstünde sallandıracağım. O ancak semaya yükselmiştir!” demesiyle aynı ciddiyette midir?[16]

 

İbn Ebi’l-Hadîd ise şöyle der:

 

Ancak o, Resûlullah’ın (s.a.a.) vefat ettiğini anlayınca imamet konusunda fitne çıkmasından ve kavimlerin imamet konusunda istedikleri gibi hareket etmelerinden korktu. Ensar veya diğer kavimlerde İslam’dan dönmelerin vuku bulmasından endişeye kapıldı… Ona göre maslahat Resûlullah’ın henüz ölmediği şeklinde bir tabloyu izhar etmekte ve insanların kalplerine böyle bir şüpheyi yerleştirmekte yatmaktaydı… İşte Ömer o esnada bu mecliste olmayıp Sunh’da bulunan Ebû Bekir’in gelişine kadar din ve yönetimin korunmasını gerektiren şeyleri izhar etti.[17]

 

Buhârî’nin rivayeti ve bu rivayetin şerhine dair sunduğumuz bilgiler Sakîfe’nin durumunu yeterli miktarda açıklamaktadır. Bu rivayet Ebû Bekir’e yapılan biatin kabilevî-asabiyyeci bir atmosferde ve bu saiklerle yapıldığını, bunun yalnızca bir adaylıktan ibaret olmayıp, tehdit ve kuvvet zoruyla gerçekleşen bir biat olduğunu ortaya koymaktadır.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 

 



[1] el-Mâverdî eş-Şâfiî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s. 7; Kâdî Abdülcebbâr el-Mutezilî, el-Muğnî, 20. Cilt, 1. Bölüm, s. 256.

[2] Şeyh en-Nebhânî, eş-Şahsiyyetü’l-İslâmiyye, c. 2, s. 25.

[3] İbn Bekkâr (h. 272), el-Ahbârü’l-Muvaffakiyât, s. 580; Târîhü’l-Yakûbî, c. 2, s. 103.

[4] Buhârî, İmam Ali ve taraftarlarının toplanma mekânlarına ve biatten niçin kaçındıklarına değinmemektedir. Ahmed b. Hanbel ise Müsned’inde (c. 1, s. 55) İshak b. İsa et-Tabbâ’dan, onun Mâlik b. Enes’ten, onun da İbn Şihâb ez-Zührî’den aktardığı rivayette bu hususa değinir. Bu iki kaynakta da bunlara değinilmektedir: Bkz: Fethü’l-Bârî, c. 15, s. 163; Sîretu İbn Hişâm, s. 3384.

Bunun mukabilinde ise Seyf b. Ömer ve diğerleri tarafından aktarılan birtakım uydurma rivayetler vardır. Bu rivayetler İmam Ali’nin (a.s.) Ebû Bekir’e isteyerek biat ettiğini, Ebû Bekir’in biat almak için mescitte oturduğunu işittiğinde üzerinde izar ve rida gibi dış giysisi olmaksızın sadece gömleğiyle çıkarak biat etmek için acele ettiğini, biat etme hususunda geri durmayı ve işi ağırdan almayı hoş görmediğini ifade etmektedir. Allâme Murtaza Askerî Abdullah b. Sebe Masalı adlı eserinde bu tür rivayetleri ele alıp incelemiş ve bâtıl ve temelsiz olduklarını ispat etmiştir.

[5] el-İmâmetü ve’s-Siyâse, c. 1, s. 19.

[6] İleride tercüme-i hâllerini sunacağımız Evs’in lideri Üseyd b. Hudayr ile Hazrec’in eşrafından Beşîr b. Sa’d bunlardandır.

[7] el-İkdü’l-Ferîd, c. 4, s. 259-260; Kenzü’l-Ummâl, c. 3, s. 140; el-İmâmetü ve’s-Siyâsetü, s. 121; Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 586.

[8] Târîhü’t-Taberî, c. 3, s. 202; Zehebî, Mîzânü’l-İtidâl, c. 3, s. 108. İbn Hacer ise (Lisânü’l-Mîzân, c. 4, s. 188) Ulvân b. Dâvûd’un tercüme-i hâlinde şöyle der: “Ebû Bekir’in ölüm döşeğindeyken ‘Fâtıma’nın (a.s.) evinin hürmetini çiğnememeyi, bana savaş açsa dahi onun saygısını çiğnememiş olmayı ne kadar da çok isterdim’ demiştir. Bu olayı ayrıca Mesûdî, Murûcu’z-Zeheb’de (c. 2, s. 309) ve Taberî’de Târih’inde (c. 3, s. 430) rivayet eder. Bu olayı rivayet eden en eski tarihî kaynak Ebû Ubeyd’in (h. 224) el-Emvâl adlı eseridir. Ancak şu var ki Ebû Ubeyd bu olaya kinayeyle değinir ve açıkça anlatmaz. O “Ebû Bekir dedi ki; şöyle şöyle yapmamış olmayı ne kadar da çok isterdim!” der. Ebû Ubeyd ‘‘Ebû Bekir’in bu sözünü aktarmak istemedim’’ diye yazar.

Ben derim ki; Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm ve emsalleri Hz. Fâtıma’nın evine saldırı olayının aslını zikretmekten kaçınmışlardır. Bu zatın böyle bir olayı anlatması hiç umulur mu? Yani Hz. Fâtıma’nın evine saldırı hadisesinin detaylarını ve bunun Hz. Zehra üzerindeki korkunç sonuçlarını aktarması beklenebilir mi?

Buradan da İbn Ebi’l-Hadîd’in (c. 2, s. 60) “Şia’nın naklettiğii Kunfuz’un Hz. Fâtıma’nın evine gönderilmesi, O’na kırbaçla vurması, bu olay üzerine Hz. Fâtıma’nın pazusunda bir yaranın oluşması ve ölünceye kadar da bunun izinin kalması, Ömer’in O’nu kapı ile duvar arasında sıkıştırması… Ali’nin (a.s.) boynuna bir ip atılıp sürüklenerek götürülmesi… gibi çirkin ve ayıp şeylerin tümü ashabımız nezdinde asılsız kabul edilmektedir… Bunları yegâne aktarıcıları da Şiîlerdir” şeklindeki sözlerinin hatalı olduğu anlaşılıyor. Taberî’nin Ebû Zer ile Muâviye arasında cereyan eden olayların detaylarına değinmemesini İbn Ebi’l-Hadîd gözden kaçırmıştır. Taberî haberin aslının olduğuna işaret etmiş, ancak halktan çekindiğinden bunu aktarmamıştır. O Tarih’inde (c. 4, s. 283) “Şam’da Muâviye ile Ebû Zer arasında tartışma vuku bulmuş, Muâviye onu Şam’dan çıkartıp Medine’ye göndermiştir. Bu konu çerçevesinde birçok olay vuku bulmuş olup bunları zikretmeyi hoş karşılamadık” der.

Muhammed b. Ebî Bekir ile Muâviye b. Ebî Süfyân arasındaki mektuplaşmalar hakkında ise şöyle der: “İkisi arasında birtakım yazışmalar olmuştur. Ancak içlerinde avamın işitmeye tahammül edemediği şeyler barındırdığından bunlara değinmeyi hoş karşılamadık.” (Taberî, c. 4, s. 557) Acaba Taberî ve benzeri tarihçilerin Hz. Fâtıma’nın evine yapılan saldırının detaylarını zikretmelerini bekleyebilir miyiz? Özellikle de bu hadisenin halk üzerinde bırakacağı tesir, Ebû Zer ile Muâviye veya Muhammed b. Ebî Bekir ile Muâviye arasında cereyan eden olayların detaylarının aktarılıp sunulmasından çok daha büyük bir etki ve infial yaratacak iken!

[9] Sahîhu’l-Buhâri, Kitâbu’l-Meğâzî, Bâbu Gazveti Hayber, c. 3, s. 28; Sahîhu Müslim, c. 1, s. 72; c. 5, s.  153; el-İstîâb, c. 2, s. 244; Üsdü’l-Gâbe, Ebû Bekir’in tercüme-i hâlinde şu ifadeler geçmektedir: “Ali (a.s.), Ebû Bekir’e ancak altı ay sonra biat etti.”; Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 586; el-Gadîr, c. 3, s. 102; İbn Hazm, el-Fasl, s. 96-97. (İmam Ali’nin (a.s.) altı ay boyunca biat etmekten uzak durduğunu görmekteyiz.)

[10] İbn Ebi’l-Hadîd der ki; İmam (a.s.) bu sözü sürekli tekrarlamıştır. O bu sözü Resûlullah’ın vefatının ardından söylemiştir.  (Şerhu Nehci’l-Belâga, c. 2, s. 22)

[11] Nasr b. Muzâhim, Vak’atu Sıffîn, s. 182; Şerhu Nehci’l-Belâga, c. 2, s. 27.

[12] İbn İshâk şöyle der: Kureyşliler kendileri için “hums” lakabını uydurdular (Hums -çoğulu ahmestir- din işinde sert ve tavizsiz olmak demektir.) Kureyş’e hums denmesi kendi iddialarına göre dinlerinde tavizsiz olmalarındandır… Sonra buna kendilerinde olmayan şeyler eklediler. (…) “Helal bölgedekiler (ki bunlar Mekke’nin dışında oturan Araplardır) hacca yahut umreye geldiklerinde yanlarında getirdikleri şeyleri yiyemez; Beyt’i tavaf etmeye geldikleri zaman ancak Humsların elbiseleri ile tavaf edebilirler. Eğer bunu bulamazsa çıplak tavaf ederler” dediler…

İbn İshâk devamında şöyle der: Onlar da bunu din olarak kabul ettiler… Allah, Hz. Muhammed’i (s.a.a.) elçi olarak gönderinceye kadar Araplar bu hal üzere idi…  Allah, Resûlünü İslam ile gönderdiğinde hums olayını ve Kureyş’in uydurup insanlara yüklediği şeyleri kaldırdı. (İbn Hişâm, es-Siretu’n-Nebeviyye, c. 1, s. 201-203.)  

[13] Bu eserimizin ikinci cildinin 7. bölümünde bu konuyu ele alacağız.

[14] Bzk: Üsdü’l-Gâbe, Üseyd b. Hudayr’ın tercüme-i hâli. Üseyd, Birinci Akabe Biati’nde Musab b. Umeyr’in eliyle Müslüman olmuştur. Ebû Bekir de kendi halifeliği döneminde ona saygı gösterir, hiç kimseyi ondan üstün tutmaz ve onun önüne geçirmezdi. Beşîr b. Sa’d ile Üseyd b. Hudayr’ın tutumları için bkz: Târîhu’t-Taberî, c. 3, s. 221.  

[15] Denildiğine göre o, Ebû Bekir’e Ensar’dan ilk biat eden kimsedir. O İkinci Akabe Biati’nde hazır bulunmuş, başta Bedir olmak üzere bütün gazalara katılmış ve hicretin 12. yılında Hâlid’in komutanlığını yaptığı Aynü’t-Temr Savaşı’nda öldürülmüştür.

[16] Târîhu’l-Yakûbî, c. 2, s. 95; el-Bidâyetü ve’n-Nihâyetü, c. 5, s. 242; Teysîru’l-Vusûl, c. 2, s. 41; Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 565; Târîhu Ebi’l-Fidâ, c. 1, s. 164.

[17] Şerhu Nehci’l-Belâga, c. 2, s. 43.