Ahmed el-Kâtib'e reddiye (16): Hz. Ali hakkında onca nass varken sahâbe bunlara niçin itaat etmedi?

Ahmed el-Kâtib'e reddiye (16): Hz. Ali hakkında onca nass varken sahâbe  bunlara niçin itaat etmedi?
Veda Haccı’nda Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte yetmiş bin, yüz bin veya daha fazla sayıda sahâbî bulunmaktaydı. Bu yıl nübüvvetin son yılıydı. Sahâbe, temettu haccının durumunu Hz. Peygamber’den (s.a.a.) dinlemiş, sert ve uzun tartışmalardan sonra onunla amel etmişti. Bütün bunlara rağmen Halife Ömer onlara temettu umresini/haccını yapmayı yasaklayabilmiş, bu konuda emrine muhalefet edenleri cezalandırabilmiştir. İmam Ali (a.s.), Mikdâd, Ammâr gibi birkaç sahabî dışında bu durumun önünde durmaya kimse cüret edememiştir.

 

 

Seyyid Sâmî el-Bedrî

 

Hacc-ı Temettu Kıssası ve Çıkarılacak Dersler

 

Bağdâdî diyor ki: İmam Ali’nin (a.s.) velâyetine yönelik bir nass olsaydı sahâbîler yüce insanlar olduklarından Hz. Peygamber’in (s.a.a.) emrine muhalefet etmezlerdi.

 

Ben derim ki: Sahâbe masum değildir. Hz. Peygamber’in (s.a.a.) açık nassına pek çok kez muhalefet etmişlerdir. Temettu haccı bunun en büyük kanıtlardandır.

 

Şüphe:

 

Bağdâdî der ki: Hz. Peygamber’in (s.a.a.) Allah’ın emriyle bir şahsı seçmesi, onu yönetici kılması ve bu hususun da ümmetin öncü tabakasının büyük çoğunluğunu tarafından teyit edilmemesi oldukça gariptir.

 

Şüphenin Reddi:

 

Ben derim ki; sahâbenin büyük çoğunluğunun şerî olmayan yükümlülüklere muhalefet etmekle kalmayıp şerî-ibadî emirlere de itiraz ettiği anlaşılınca bu garabet ortadan kalkar. Bu hakikati bize bütün çıplaklığıyla ortaya koyan konulardan biri temettu haccı meselesidir. Bütün hadis mecmualarında temettu haccı ile ilgili rivayetler aktarılmıştır. Değerli okuyucu için özetle bu konuyu sunacağız.

 

İslam’da Umre ve Hac

 

İslam’a göre hac üç kısımdır.

 

İlki:

 

Temettu Haccı:  Bu hac türü, ailesi Mescid-i Harâm civarında oturmayanlar için geçerlidir. Haccın bu kısmı, temettu umresinden ve temettu haccından oluşur. Temettu haccının yapılış şekli şöyledir:

 

Yükümlü, hac aylarında mikatta ihrama girer. Ardından Mekke’ye gelir ve yedi defa Kâbe’yi tavaf eder. Peşinden iki rekât tavaf namazı kılar. Safâ ile Merve arasında sa’y vecibesini yerine getirir. Ardından saçlarını kısaltır. Bununla, ihramda iken üzerine haram olan şeylerin tümü helal hale gelmiş olur. Terviye gününe yani Zilhicce ayının sekizine kadar Mekke’de helallerden istifade ederek ikamet eder. Terviye günü hac için tekrar ihrama girerek Arafat’a varır. Dokuzuncu gün güneşin batışından sonra Arafat’tan Meş‘arü’l-Harâm’a geçer. Oradan da Cemretü’l-Akabetü’l-Kübrâ’ya, Büyük Şeytan’ı taşlamak için Mina’ya geçiş yapar. Bunlardan sonra da taksir yaparak (saçını tıraş etmek) ihramdan çıkar. Kadınlara yaklaşma ve koku sürünme dışındaki diğer bütün helallerden yararlanır. Sonra sırasıyla tavaf eder, namaz kılar ve sa’y eder. Böylece temiz koku sürünmek de kendisine helal olur. Bunlardan sonra da tavaf-ı nisâ yapar ve tavaf namazını eda eder. Bununla kadınlarla ilişki kendisine helal olur. Ardından geceyi geçirmek ve üç şeytanı taşlamak için Mina’ya dönüş yapar. İki geceyi Mina’da geçirdikten sonra ayın on ikinci gününde güneşin batıya kaymasıyla yükümlü için artık ayrılmak caiz olur. İşte bu hacca “temettu haccı” denir. Çünkü hacı, iki umre ile hac ihramları arasında helal olan şeylerden yararlanır. Hac mutası olan bu iki ihram arasındaki yararlanma süresini Halife Ömer haram kılmış, dönemindeki birçok bağlısı ve izleyicisi de ona tâbi olmuştur.

 

İkincisi:

 

Hacc-ı İfrad (İfrad haccı): İfrad haccı ilk olarak hacdan, ardından da umreden oluşur. Hacı, Mina’daki hac ile ilgili fiilleri tamamladıktan sonra umreyi yerine getirir. Bu umreye “umretü’l-müfrede” denir. Nitekim bu hacca da “hacc-ı ifrad” adı verilmiştir. Çünkü hacı hem umreyi hem de haccı birbirinden ayrı ve bağımsız olarak yerine getirir. Bu hac türünde hedy (kurban) bulunmamaktadır.

 

Üçüncüsü:

 

Kıran Haccı: Kıran haccı da ifrad haccı gibidir ancak şu var ki kıran haccında hacı ihrama girip telbiye söylerken kurbanlığı yanında getirir. Zaten haccın bu ismi almasının nedeni de budur. Zira hacı telbiye ile kurbanlığı bir arada yerine getirmektedir.

 

Haccın ikinci ve üçüncü türü (hacc-ı kıran ve hacc-ı ifrad) Mescid-i Harâm sakinleri için farzdır.

 

Câhiliye Döneminde Hac ve Umre

 

Hac ve Umre Câhiliyye Döneminin en önemli şiarlarındandır. Diğer birtakım uygulama ve ibadetler gibi bu iki ibadet de Hz. İbrahim’den (a.s.) miras kalan sünnetlerdendir. Kureyş, Kâbe’nin sakinleri ve İbrâhîm’in (a.s.) zürriyetinden olma sebebiyle haccı ikame etme ve Mekke’ye gelen heyetlere ve halka haccı öğretme sorumluluğunu üstlenmişlerdi. Fil Olayı’ndan sonra Mekke’nin şanı daha da yücelmiş ve bu durum Kureyş’e de yansımıştır. Kureyş, Abdülmuttalib’in vefatından sonra hac hususunda birtakım özel bidatler ihdas etmiş ve Araplar da bu hususlarda onlara tâbi olmuştur. Bu bidatlerden biri de hac aylarında umrenin haram kılınmasıdır. Onlar hac aylarında umre yapmayı en büyük günahlardan saymaktaydılar.

İbnü’l-Kayyım şöyle der: Hz. Peygamber (s.a.a.) hicretten sonra hepsi de Zilkade ayında olmak üzere toplam dört umre yaptı… Sözün özü, Hz. Peygamber (s.a.a.) bütün umrelerini müşriklerin tutumlarına aykırı olarak hac ayları içinde yapmıştır. Müşrikler ise hac aylarında umre yapmayı hoş görmezlerdi.[1]

 

Veda Haccı

 

Veda Haccı, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) temettu haccının hükümlerini beyan ettiği ilk ve son haccıdır. Bu hacda temettu umresi, haccın bir cüzü olmuştur. Bu hac, Arap Yarımadası’nın Müslüman olmasından sonra, Yemen halkından bazılarının ve Hz. Resûlullah’a (s.a.a.) uymak arzusuyla Medine’ye gelen birçok kimsenin katılımı ile hicretin onuncu yılında gerçekleşmiştir. Siyer ehli şöyle der: Zilkade ayının bitimine beş gün kala Hz. Peygamber (s.a.a.) eşleri, Ehl-i Beyt’i, muhacirlerin ve Ensar’ın geneli, Arap kabilelerinden Allah’ın katılmalarını dilediği kimseler ile yola çıktı.[2]

 

Ebû Dâvûd ise Sünen’inde şöyle rivayet etmektedir:

 

حَدَّثَنَا هَنَّادُ بْنُ السَّرِىِّ حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى زَائِدَةَ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ حَدَّثَنِى الرَّبِيعُ بْنُ سَبْرَةَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى إِذَا كَانَ بِعُسْفَانَ قَالَ لَهُ سُرَاقَةُ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِىُّ يَا رَسُولَ اللَّهِ اقْضِ لَنَا قَضَاءَ قَوْمٍ كَأَنَّمَا وُلِدُوا الْيَوْمَ . فَقَالَ « إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى قَدْ أَدْخَلَ عَلَيْكُمْ فِى حَجِّكُمْ هَذَا عُمْرَةً فَإِذَا قَدِمْتُمْ فَمَنْ تَطَوَّفَ بِالْبَيْتِ وَبَيْنَ الصَّفَا وَالْمَرْوَةِ فَقَدْ حَلَّ إِلاَّ مَنْ كَانَ مَعَهُ هَدْىٌ

 

“Bize Hennâd b. es-Serrî rivayet etti ve dedi ki; bize İbn Ebî Zâide rivayet etti ve dedi ki; bize Abdülaziz haber verdi ve dedi ki; bana er-Rebî b. Sebre, o da babası Sebre’den şöyle rivayet etmiştir:

 

Biz Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte hac için yola çıkmıştık. Usfân’a varınca Süraka b. Mâlik el-Müdlicî ‘Ey Allah’ın Resûlü, bize analarından bugün doğmuş kimselere açıklama yapar gibi haccı anlat!’ dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.) ‘Allahu Teâlâ, size şu haccımızla birlikte umreyi de meşru kıldı. Mekke’ye vardığımızda Beyt ve Safâ ile Merve arasını tavaf edenler ihramdan çıksınlar. Ancak yanında kurbanlık olanlar ihramdan çıkmasınlar’ buyurdu.[3]

 

Hz. Peygamber’den (s.a.a.) bu açıklamalarının bir benzeri, Mekke’den altı mil uzaklıkta bulunan Seref’teyken de aktarılmıştır.

 

Şimdi geliniz, sahâbenin, temettu haccının teşrii hakkındaki algısına bir bakalım.

 

Kureyş’in Temettu Haccı Hakkındaki Tutumu

 

Müslim kendi Sahîh’inde Câbir’den şöyle rivayet etmektedir:

 

عن جابر بن عبد الله رضي الله عنهما قال أهللنا مع رسول الله صلى الله عليه وسلم بالحج فلما قدمنا مكة أمرنا أن نحل ونجعلها عمرة فكبر ذلك علينا وضاقت به صدورنا فبلغ ذلك النبي صلى الله عليه وسلم فما ندري أشيء بلغه من السماء أم شيء من قبل الناس فقال أيها الناس أحلوا فلولا الهدي الذي معي فعلت كما فعلتم قال فأحللنا حتى وطئنا النساء وفعلنا ما يفعل الحلال حتى إذا كان يوم التروية وجعلنا مكة بظهر أهللنا بالحج

 

“Câbir b. Abdullah’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte hacca niyet ettik. Mekke’ye varınca ihramdan çıkmamızı ve haccımızı umreye dönüştürmemizi emretti. Bu bize ağır geldi. Bu sebeple içimiz daraldı. Bu durumumuz Hz. Peygamber’e (s.a.a.) ulaştı. Bu durum hakkında Gök’ten bir şey mi nazil oldu, yoksa insanlar mı söyledi, bilemedik. Bunun üzerine O ‘Ey insanlar! İhramdan çıkın! Yanımda hedy (kurbanlık) olmasaydı, ben de sizin yaptığınız gibi yapacaktım’ buyurdular.

 

Hemen ihramdan çıktık. Hatta kadınlarla cinsel münasebette dahi bulunduk, ihramsız bir kimsenin yaptığı her şeyi yaptık. Terviye günü gelip de Mekke’yi arkamızda bıraktığımızda hacca niyet ettik.[4]

 

Buhârî de Sahîh’inde Câbir’den şöyle rivayet etmektedir:

 

فبلغه (أي النبي (صلى الله عليه وآله)) انا نقول : لما لم يكن بيننا وبين عرفة إلا خمس امرنا ان نحل إلى نسائنا فنأتي عرفة تقطر مذاكيرنا

 

“Bizim ‘Arafe ile aramızda ancak beş gece kalmışken Resûlullah (s.a.a.) bize kadınlarımızla cima etmeyi, sonra zekerlerimizden meni damlayarak Arafat’a gelmemizi emretti!’ şeklindeki sözümüz ona ulaştı.”

 

Bu hadisin aynısını Müslim, İbn Mâce, Ebû Dâvûd ve İmam Ahmed de rivayet etmiştir.

 

Buhârî’nin bir başka rivayeti ise şöyledir:

ففشت في ذلك القالَةُ فبلغ ذلك النبي (صلى الله عليه وآله)فقام خطيبا فقال : بلغني ان أقواما يقولون كذا وكذا والله لانا أبَرُّ

“Bu sözler Hz. Peygamber’e ulaşınca, O hitap etmek için ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: Birtakım grupların şöyle şöyle demekte oldukları bana ulaştı. Allah'a and olsun ki, elbette ben Allah'a onlardan daha itaatkârım ve onlardan daha takvalıyım!”[5]

 

İbn Mâce, İmam Ahmed ve Mecmeü’z-Zevâid’in rivayetleri ise şöyledir:

 

قال الناس يا رسول الله قد احرمنا بالحج فيكف نجعلها عمرة ؟ قال : انظروا ما آمركم به فافعلوا ، فردوا عليه القول ، فغضب ، فانطلق ثم دخل على عائشة وهو غضبان فرأت الغضب في وجهه فقالت : من أغضبك أغضبه الله ! قال : ما لي لا اغضب وأنا آمر أمرا فلا أُتَّبَع

 

“Sahâbîler ‘Ey Allah’ın Resûlu! Biz hac niyetiyle ihrama girdik. Haccımızı umreye nasıl çeviririz!’ dediler. Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘Size emrettiğim şeyi yapmaya bakın!’ dedi. Sahâbiler ihramdan çıkmaya yanaşmadılar. Resûlullah (s.a.a.) bu duruma hiddetlenip gitti. Sonra öfkeli bir halde Aişe’nin yanına girdi. Aişe, Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) yüzündeki öfke belirtilerini görünce ‘Kim seni öfkelendirdiyse Allah ona gazap etsin’ dedi. Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘Nasıl öfkelenmeyeyim! Ben bir şey emrediyorum ve buna uyulmuyor!’ diye yanıt verdi.[6]

 

Müslim’in rivayeti ise şöyledir:

 

قالت عائشة : قدم رسول الله (صلى الله عليه وآله) لأربع مضين من ذي الحجة أو خمس فدخل عليَّ وهو غضبان ، فقلت من أغضبك يا رسول الله ادخله الله النار ؟ قال : وما شعرت أني أمرت الناس بأمر فإذا هم يترددون

 

“Aişe’den rivayetle O şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.a.) Zilhicce’nin dördünde veya beşinde öfkeli bir halde yanıma geldi. ‘Seni kim kızdırdı ya Resûlullah! Allah onu cehenneme atsın!’ dedim. ‘Duymadın mı? İnsanlara bir emir verdim; bir de baktım ki tereddüt ediyorlar!’ dedi.’’

 

Allâme Murtazâ Askerî şöyle demektedir:

 

Bütün bu olaylardan, temettu umresinin hacla birlikte yapılmasından rahatsız olup buna karşı çıkanların tamamının Kureyşli muhacirler ve Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) ashabı olduğu anlaşılmaktadır. Bunun delili ise şudur:

 

1- İbn Abbâs’ın şu rivayeti: Kureyş’in bu boyu ve onlarla aynı inancı paylaşanlar, zilhicce ve muharrem ayı bitinceye kadar umre yapılmasını haram biliyorlardı.

2- Hz. Resûlullah’tan (s.a.a.) sonra hac aylarında umreyi yasaklayanlar, ileride değineceğimiz gibi Müslümanların Kureyşli yöneticileriydi.

 

Ebû Bekir Döneminde Temettu Haccı

 

عن عبد الرحمن بن الأسود عن أبيه قال :

« حججتُ مع أبي بكر فجرَّد ، ومع عمر فجرد ومع عثمان فجرد

 

Beyhakî Sünen’inde Abdurrahman b. Esved’den, o da babasından şöyle nakleder: Ben Ebû Bekir ile birlikte hac yaptım. Ebû Bekir umre yapmaksızın sadece hac yaptı. Ömer ile de hac yaptım. O da sadece hac yaptı. Daha sonra Osman ile hacca gittim. O da umre yapmadı.

 

Hadisin orijinalinde geçen “cerrede” sözcüğü umreyi devre dışı bırakarak sadece hac yapmak demektir.

 

Ömer Döneminde Temettu Haccı   

 

 “عن عبد الله بن عمر قال :

ان عمر بن الخطاب قال : افصلوا بين حجكم وعمرتكم فان ذلك أتم لحج أحدكم وأتم لعمرته ان يعتمر في غير اشهر الحج

 

“Malik b. Enes, Abdullah b. Ömer’den şöyle rivayet etmektedir: Ömer b. Hattâb şöyle dedi: Hacla umre arasını ayırın. Çünkü hacla umre arasında zaman bırakmanız, haccınızın ve umrenizin eksiksiz olması bakımından daha iyidir.[7]

                                                                                   

عن أبي موسى الاشعري قال : « كنت أفتي الناس بذلك (أي بالحل بعد إتمام أعمال متعة الحج) في إمارة أبي بكر وإمارة عمر فإني لقائم بالموسم إذ جاءني رجل فقال انك لا تدري ما احدث أمير المؤمنين في شان النُّسُك فقلت : أيها الناس من كنا أفتيناه بشىء فليتئد فهذا أمير المؤمنين قادم عليكم فبه ائتموا

 

“Sahîhu’l-Buhârî, Sahîh-i Müslim, Müsned-i Ahmed ve diğer hadis mecmuaları Ebû Mûsâ el-Eşarî’den şöyle rivayet etmektedir: Ben Ebû Bekir ile Ömer’in hilâfetleri döneminde halka bu şekilde (yani temettu haccının amellerinin tamamlanmasından sonra ihramdan çıkma) fetva veriyordum. Bir defasında hac mevsiminde ayaktayken aniden bir adam geldi ve bana ‘Sen, Müminlerin Emiri’nin hac ibâdetleri hakkında ne ihdas ettiğini bilmiyorsun’ dedi. Bunun üzerine ben de ‘Ey insanlar! Biz, kime bir fetva vermişsek acele etmeden hareket etsin! İşte Emîrü’l-Müminîn yanınıza geliyor. Siz, ancak ona uyun’ dedim.[8]

 

Rivayetin devamında haccın umreden ayrılmasını zikretmektedir:

 

ان عمر بن الخطاب نهى عن المتعة في اشهر الحج وقال : فعلتها مع رسول الله وأنا أنهى عنها وذلك :

ان أحدكم يأتي من أفق من الآفاق شعثا نصبا معتمرا اشهر الحج وإنما شعثه ونصبه وتلبيته في عمرته ثم يقدم فيطوف بالبيت ويحل ويلبس ويتطيب ويقع على أهله ان كانوا معه حتى إذا كان يوم التروية أهَلَّ بالحج وخرج إلى منى يلبي بحجة لا شعث فيها ولا نصب ولا تلبية إلا يوما ، والحج افضل من العمرة ، لو خلينا بينهم وبين هذا لعانقوهن تحت الأراك ، وان أهل هذا البيت (أي أهل مكة) ليس لهم ضرع ولا زرع ، وإنما ربيعهم في من يطرأ عليهم » .

وفي رواية مسلم : « فقال عمر : قد علمت ان النبي فعله وأصحابه ولكن كرهت ان يضلوا معرِّسين بهن في الأراك ثم يروحون في الحج تقطر رؤوسهم

 

“Hilyetü’l-Evliyâ’da ise şöyle geçmektedir: Ömer b. Hattâb hac aylarında mutayı (hacca kadar umre ile yararlanma) yasaklamış ve şöyle demiştir: Resûlullah ile (s.a.a.) birlikte bunu yaptım. Ama şimdi onu yasaklıyorum; çünkü her biriniz uzak diyarlardan yorgun argın geliyor, hac mevsimi dolayısıyla umreye niyet ederek Kâbe’yi ziyaret ediyorsunuz. Yorgunluğunuz, toz duman içinde kalışınız ve telbiyeleriniz yalnızca umre için geçerli olur. Kalkıp Kâbe’yi tavaf eder ve ihramdan çıkarsınız. Normal elbiselerinizi giyer, hoş kokular sürünürsünüz, beraberinizde getirmişseniz eğer eşlerinizle de yatarsınız. Sonra terviye günü hac niyetiyle telbiye yaparsınız. Ne yorgunluk, ne bitkinlik, ne de bir günden başka telbiyesi olan bir hac ziyareti ile Mina'ya çıkarsınız. Oysa hac, umreden daha faziletlidir. (Ayrıca) bu uygulamayı yasaklamazsak insanlar, misvak ağaçlarının gölgesinde eşleriyle sarmaş dolaş olurlar. Ve bunun, Mescid-i Harâm çevresinde ikamet eden, çiftçilik, hayvancılık nedir bilmeyen ve tek baharları memleketlerine hacıların akın ettiği zaman olan insanların gözleri önünde yapılması uygun düşmez.

 

Müslim’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir: Ömer ‘Biliyorum ki, Peygamber ile ashabı bunu yapmıştır. Ama halkın Erak denilen yerde kadınlarla cima ederek, sonra başlarından su damlar bir halde hacca gitmeye devam etmelerini iyi görmedim’ demiş.[9]

 

Nevevî, Şerhü Sahîh-i Müslim’de, Kadî İyâz’dan Ömer’in temettu haccını yapanları kamçılattığını rivayet etmektedir.

 

Osman Döneminde Temettu Haccı

 

Halife Osman da hacla umreyi birbirinden ayıranlara ve temettu haccını yapmaya kalkışanlara sertlik göstererek selefi Ömer’in sünnetini izledi. Osman b. Affân bir adamın umre ve hacc için ihrama girdiğini işittiğinde “Bana düşen bunu engellemektir” diyerek onu dövmüş ve saçını tıraş etmiştir.[10]

 

Dövme “tedib” etmek içindi, tıraş ettirmek ise onu halk içinde teşhir etme amaçlıydı.

 

Osman’ın halifeliğinin ikinci yarısı Müslümanların birçok olaydan dolayı kendisine karşı harekete geçtiği dönemdir. Hadis mecmualarında İmam Ali’nin (a.s.) temettu haccının yasaklanmasına var gücüyle karşı çıktığını gösteren pek çok rivayet vardır.

 

İmam Ali Döneminde Temettu Haccı

 

 “ان المقداد بن الأسود دخل على علي (عليه السلام) بالسُقْيا وهو يُنجِع بَكرات له دقيقا وخبطا ، فقال هذا عثمان بن عفان ينهى ان يقرن بين الحج والعمرة ، فخرج علي (عليه السلام)وعلى يديه اثر الدقيق والخبط فما أنسى اثر الدقيق والخبط ، على ذراعيه ، حتى دخل على عثمان فقال : أنت تنهى عن ان يُقْرَنَ بين الحج والعمرة ، فقال : عثمان ذلك رأيي ، فخرج عليٌّ (عليه السلام) مغضبا وهو يقول : لبيك اللهم لبيك بحجة وعمرة معا  ”

 

“Mâlik, Muvatta’sında şöyle rivayet etmektedir: Mikdâd b. Esved, Sükya’da Ali b. Ebî Tâlib’in huzuruna vardı. Hz. Ali saman ve arpayı karıştırıp deve yavrularına yem veriyordu.  Mikdâd ‘Bak, şu Osman b. Affân hacc-ı kıran yapmayı yasaklıyor’ diye söze başladı. Bunun üzerine İmam Ali, ellerinde un ve arpa bulunur bir halde Osman b. Affân'm huzuruna kadar gitti. -Râvî der ki: Ben hâlâ O’nu ve arpa izlerini unutamıyorum- Ona ‘Sen hacc-ı kıran yapmayı yasaklıyormuşsun, öyle mi?’ dedi. Osman ‘Bu benim görüşümdür’ diye karşılık verince İmam Ali kızgın bir vaziyette ‘Lebbeyk Allahumme lebbeyk, bi-haccetin ve umretin mean[11]’ diyerek oradan çıktı.[12]

 

عن سعيد بن المسيب قال : « حج علي وعثمان فلما كنا ببعض الطريق نهى عثمان عن التمتع فقال علي إذا رأيته ارتحل فارتحلوا فلبى علي وأصحابه بالعمرة

 

“Nesâî, Sünen’inde, Hâkim el-Müstedrek’inde, İmam Ahmed Müsned’inde –lafız Nesâî’ye aittir- Saîd b. Müseyyeb’den şöyle rivayet etmektedir: Ali ve Osman hac için yola çıktılar. Yolun bir bölümünde Osman temettu umresini yasakladı. Bunun üzerine Ali ‘Osman hareket edince siz de hareket edin’ buyurdu. Sonra Ali ile arkadaşları temettu umresi için telbiye söylediler.[13]

İmam Sindî, bu hadisin dipnotunda şöyle der: “İmam Ali ‘Osman hareket edince siz de hareket edin’ dedi. Yani sizin Resûlullah’ın (s.a.a) sünnetini onun sözünden öne geçirdiğinizi bilmesi için umre için telbiye söyleyerek onunla birlikte hareket edin; çünkü Resûlullah’ın (s.a.a.) sünnetine aykırı olan bir konuda ona itaat etmek caiz değildir.[14]

 

Sahîhu’l-Buhârî, Sünenü’n-Nesâî, Sünenü’d-Dârimî, Sünenü’l-Beyhakî, Müsnedü Ahmed, Müsnedü’t-Tayâlisî ve diğer hadis mecmuaları Ali b. Hüseyin (a.s.) kanalıyla Mervân’dan şöyle rivayet etmektedir:

 

شهدت عثمان وعليا (عليه السلام) وعثمان ينهى عن المتعة وان يجمع بينهما فلما رأى علي أهل بهما لبيك بعمرة وحجة معا قال ما كنت لأدع سنة النبي (صلى الله عليه وآله) لقول أحد

 

“Osman ve Ali dönemlerine şahit oldum. Osman hac mutasını ve umre ile haccı birleştirerek haccetmeyi yasaklıyordu. Ali’yi (a.s.) umre ve hacca birlikte niyet ederken ve ikisi için de telbiye getirip ‘Kimsenin sözüyle Nebi’nin sünnetini terk edecek değilim’ derken gördüm.”[15]

 

Nesâî’nin lafzı ise şöyle:

 

فقال عثمان أتفعلها وأنا أنهى عنها فقال علي لم اكن لأدع سنة رسول الله لأحد من الناس

 

“Osman ‘Ben yasakladığım halde, sen temettu umresi mi yapıyorsun’ deyince Hz. Ali ‘Ben hiçbir kimse için Resûlullah’ın (s.a.a.) sünnetini terk edecek değilim’ diye karşılık verdi.”

 

İşte Osman döneminde İmam Ali’nin (a.s.) temettu haccına ilişkin tutumu bu şekildedir. O (a.s.) Ömer döneminde de aynı tutumu göstermiştir. Osman’ın öldürülmesinin ardından İmam Ali (a.s.) yönetime geçince doğal olarak Hz. Peygamber’in (s.a.a.) temettu haccı ve diğer konulardaki sünnetini ikame etmeye, onları yerleştirmeye teşvik etmiştir. İmam Hasan (a.s.) döneminde de aynı durum söz konusuydu.

 

Muâviye Döneminde Temettu Haccı

 

Muâviye yönetime geçince üç halifenin uygulamalarını ihya etmek için çaba gösterdi. Temettu haccının yasaklanması da bu uygulamalardan biriydi.

Sünenü’n-Nesâî’de İbn Abbâs’tan şöyle rivayet edilmektedir:

 

عن ابن عباس قال : هذا معاوية ينهى الناس عن المتعة . وقد تمتع النبي (صلى الله عليه وآله

 

“Muâviye, insanların temettu haccı yapmalarını yasaklıyordu. Hâlbuki Hz. Peygamber (s.a.a.) temettu haccı yapardı.”

 

عن محمد بن عبد الله بن الحارث: « انه سمع سعد بن أبي وقاص والضحاك بن قيس عام حج معاوية ، وهما يذكران التمتع بالعمرة إلى الحج ، فقال الضحاك : يا بن قيس لا يفعل ذلك إلا من جهل أمر الله عز وجل ، فقال سعد : بئس ما قلت يا بن أخي ، فقال الضحاك : فإن عمر بن الخطاب قد نهى عن ذلك ، فقال سعد : قد فعلها رسول الله وفعلناها معه

 

“Mâlik Muvatta’sında, Nesâî ve Tirmizî Sünen’lerinde, Muhammed b. Abdullah b. Hâris’den şöyle rivayet etmektedir: Ben, Sa’d b. Ebî Vakkâs ile Dahhâk b. Kays’ın, Muâviye b. Ebî Süfyân’ın hacca gittiği yıl, temettu haccından bahsettiklerini duydum. Dahhâk b. Kays ‘Böyle bir işi ancak Allah Azze ve Celle’nin emrini bilmeyen biri yapabilir’ dedi. Sa’d da bu söze şöyle karşılık ‘Kardeşimin oğlu sen ne kötü söz söyledin!’ dedi. Dahhâk da ‘Ömer b. el-Hattâb bu işi yasakladı’ dedi. Sa’d ‘Resûlullah (s.a.a.) ise bunu yaptı. Biz de O’nunla birlikte böyle yaptık!’ diye cevap verdi.

 

Ben derim ki Sa’d’ın “Resûlullah (s.a.a.) bunu yaptı” şeklindeki tanıklığı râvîden kaynaklı sahih olmayan bir ifadedir. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) kurbanlığını kendisi ile birlikte götürdüğünden ihramdan çıkmamıştır. Ancak o insanlara ihramdan çıkmalarını emretmiştir.

 

Muâviye, İmam Hasan’ın (a.s.) şehadetinden sonra temettu haccını yasaklama konusunda özel bir çaba içine girmiştir. Aşağıdaki rivayetten de anlaşılacağı üzere hakikati bilenler de ona açıkça karşı çıkmaya cesaret edememişlerdir.

 

 “عن مطرِّف قال : « بعث إليَّ عمران بن الحصين في مرضه الذي توفي منه فقال : أني محدثك بأحاديث لعل الله ان ينفعك بها بعدي فان عشت فاكتم عني وان مت فحدِّث بها ان شئت . . واعلم ان نبي الله (صلى الله عليه وآله) قد جمع بين حج وعمرة ، ثم لم ينزل فيها كتاب يحرم ، ولم ينه عنها رسول الله ، قال فيها رجل برأيه ما شاء

 

“Müslim Mutarrif’den şöyle rivayet etmektedir: İmrân b. Husayn vefatıyla sonuçlanan hastalığında bana bir haber göndererek şöyle dedi: Sana birtakım hadisler söyleyeceğim, umulur ki benden sonra Allah seni onlardan yararlandırır! Eğer yaşarsam bunları benim adıma gizli tut. Ölürsem dilediğin takdirde başkalarına anlat! Bil ki Allah’ın Peygamber’i (s.a.a.) hac ile umreyi cem etmiştir. Sonra bu bapta Allah’ın Kitabından bunu haram kılacak ne bir âyet indi ne de Resûlullah (s.a.a.) bunu yasakladı. Yalnız bir adam bu hususta kendi reyi ile dilediğini söyledi.[16]

 

Ben derim ki: “(…) kendi reyi ile dilediğini söyledi” sözünden kasıt Ömer’in ta kendisidir.

 

İbn Zübeyr Döneminde Temettu Haccı

 

İbn Zübeyr Mekke’de on yılı aşkın bir süre yönetimin dizginlerini ellerinde tuttu. İbn Zübeyr, kardeşleri ve yakın akrabaları, Müslümanların temettu umresi yapmalarını engellemek için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Bu dönemde, Zübeyroğulları ile Müminlerin Emiri Ali’nin bağlıları arasında birtakım tartışmalar ve çekişmeler baş gösterdi.

 

كان ابن عباس يأمر بالمتعة وكان ابن الزبير ينهى عنها

 

“İbn Abbâs temettu haccını emrediyor, İbn Zübeyr ise onu nehyediyordu.”

 

قال عبد الله بن الزبير افرِدوا الحج أي لا تجمعوا بين الحج والعمرة ودعوا قول أعماكم هذا (يريد ابن عباس)فقال عبد الله بن عباس : ان الذي أعمى قلبه لأنت ، ألا تسأل أمك عن هذا ، فأرسل إليها فقالت : صدق ابن عباس جئنا مع رسول الله (صلى الله عليه وآله) حجاجا فجعلناها عمرة ، فحللنا الإحلال كله ، حتى سطعت المَجامِر بين الرجال والنساء” ,

 

Zâdü’l-Meâd’da şöyle geçmektedir: Abdullah b. Zübeyr ‘Haccı, ifrâd şekilde yapın! (yani hacla temettu umresini birleştirmeyin.) Şu sizin körün sözünü de bırakın!’ dedi.

 

Bunun üzerine İbn Abbas ‘Allah’ın, kalbini kör ettiği kimse kuşkusuz sensin. Annene bunu bir sorsana!’ deyip onu annesine gönderdi. Annesi ‘İbn Abbas doğru söylemiş. Biz, Allah Resûlü (s.a.a.) ile birlikte hac yapmak için geldik. Haccı umreye çevirdik. İhramdan tamamen çıktık. Hatta erkeklerle kadınlar arasında buhurdanlar yandı!’ diye açıklamada bulundu.[17]

 

Müsned-i Ahmed’de ise şöyle geçmektedir:

 

قال عروة بن الزبير لابن عباس: متى تضل الناس يا بن عباس؟

قال وما ذاك يا عُرَيَّة   ؟

قال تأمرنا بالعمرة في اشهر الحج وقد نهى عنها أبو بكر وعمر !

فقال ابن عباس : قد فعلها رسول الله (صلى الله عليه وآله) 

 

“Urve b. Zübeyr, İbn Abbas’a, ‘Ey İbn Abbâs! Daha ne zamana kadar insanları saptıracaksın!’ dedi. İbn Abbâs ‘Ey Urvecik! Neden bahsediyorsun?’ diye karşılık verdi. Urve, ‘Bize hac aylarında umre yapmamızı emrediyorsun; oysa Ebû Bekir ve Ömer bundan sakındırmıştır!’ dedi. İbn Abbâs ‘Fakat Resûlullah (s.a.a.) bunu yapmıştır…’ cevabını verdi.”[18]

 

Bir başka rivayette ise şöyle geçmektedir: İbn Abbas, Urve’ye şöyle cevap vermiştir:

 

‘‘Onların yakında helâk olacaklarını görür gibiyim! Ben, ‘Resûlullah (s.a.a.) bunu emretti’ diyorum. O, ‘Ebû Bekir ve Ömer bunu yasakladı’ diyor![19]

 

عن أبي نضرة قال : « كنت عند جابر فأتاه آت فقال : ان ابن عباس وابن الزبير اختلفا في المتعتين فقال جابر فعلناها مع رسول الله ثم نهى عنها عمر فلم نَعُد لهما

 

“Müslim, Sahîh’inde Ebû Nadre’den şöyle rivayet eder: Bir defasında Câbir b. Abdullah’ın yanındaydım. Biri geldi ve dedi ki, ‘İbn Abbâs ile İbn Zübeyr hac mutası ve muta nikâhı konusunda ayrılığa düştüler.’ Bunun üzerine Câbir şöyle dedi: Biz Resûlullah (s.a.a.) döneminde her ikisini de yaptık. Sonra Ömer bize bunları yasakladı; o yüzden bir daha yapamadık.[20]

 

İbn Zübeyr, insanları Ömer’in sünnetine uygun bir tarzda temettu haccını yaptırmaya muvaffak olamadı. Zira insanların kalpleri İmam Ali’nin ihya ettiği üzere artık Hz. Peygamber’in (s.a.a.) sünnetine bağlıydı.

 

قال رجل من بني الهجيم لابن عباس ما هذه الفتيا التي تشغفت أو تشغبت بالناس ان من طاف بالبيت فقد حل فقال سنة نبيكم وان رغمتم

 

Sahîh-i Müslim’de şöyle rivayet edilmektedir: “Benî Hüceym kabilesinden bir adam İbn Abbâs’a ‘Halkın kalplerine işleyen yahut halkı fırkalara ayıran bu fetvan da nedir? Beyti tavaf eden ihramdan çıkarmış!” diye sordu. İbn Abbâs (r.a.) ‘Hoşunuza gitmese de bu Nebinizin (s.a.a.) sünnetidir’ cevabını verdi.

 

ان هذا الأمر قد تفشغ بالناس من طاف بالبيت فقد حل

 

Müslim’de yer alan bundan sonraki rivayete göre adam İbn Abbâs’a şöyle dedi: ‘‘Bu iş halk arasına yayılmıştır. Güya Beyt’i tavaf eden ihramdan çıkarmış.”[21]

 

Benî Mervân Döneminde Temettu Haccı

 

Abdülmelik ve sonraki Benî Ümeyye yöneticileri Ömer’in tutumunu yaşatmaya çalıştılar. İnsanlar onların dönemlerinde temettu haccının cevazına dair fetva vermekten korkuyorlardı. Nitekim İbn Hazm’ın aktardığı şu rivayette de bu husus görülmektedir:

 

حج الحسن البصري وحججت معه في ذلك العام ، فلما قدمنا مكة جاء رجل إلى الحسن ، فقال : يا أبا سعيد إني رجل بعيد الشقة من أهل خراسانوإني قدمت مُهِلاًّ بالحج ، فقال له الحسن : اجعلها عمرة واحل ، فانكر ذلك الناس على الحسن ، وشاع قوله بمكة ، فأتى عطاء بن أبي رباح فذكر ذلك له ، فقال صدق الشيخ لكنا نفرق ان نتكلم بذلك

 

“Mansûr b. Mutemir diyor ki: Hasan Basrî’nin hac yaptığı yılda ben de onunla birlikte hacca gittim. Mekke’ye ulaştığımızda adamın biri Hasan’ın yanına gelerek ‘Ey Ebû Saîd! Ben Horasanlıyım, çok uzak yoldan geldim ve hac için telbiye söyledim’ dedi. Hasan, ‘Yaptığını umre say ve ihramdan çık’ dedi. İnsanlar Hasan’ın bu sözünü yadırgadılar. Hasan’ın fetvası Mekke’de yayılıp herkesin kulağına ulaştı. Sonra Ata b. Ebî Rebâh, Mekke'ye geldi. Hasan’ın fetvası kendisine sorulunca Ata, ‘Hasan Basrî doğru söylemiştir; fakat biz bu gerçeği açıklarsak, halkı bölmüş oluruz’ dedi.[22]

 

Benî Abbâs Döneminde Temettu Haccı

 

Abbâsîler döneminde temettu haccına ilişkin bu korku ve zorluk ortadan kalktı. Onların döneminde temettu umresini benimseyen görüş yayıldı. Abbasî halifelerinin temettu umresini teyit edip desteklemesinde dedeleri Abdullah b. Abbâs’ın tutumunun önemli rol oynadığı söylenebilir. Yine aynı dönemde Hanbelîlerin imamı Ahmed b. Hanbel, temettu umresine fetva verdi ve doğal olarak bu fetva, onun mezhebine tâbi olanların arasında yayılıp günümüze kadar geldi.

 

Temettu Haccı Kıssasından Çıkarılacak Dersler

 

Ben derim ki: Veda Haccı’nda Resûlullah (s.a.a.) ile birlikte yetmiş bin, yüz bin veya daha fazla sayıda sahâbî bulunmaktaydı. Bu yıl nübüvvetin son yılıydı. Sahâbe, temettu haccının durumunu Hz. Peygamber’den (s.a.a.) dinlemiş, sert ve uzun tartışmalardan sonra onunla amel etmişti. Bütün bunlara rağmen Halife Ömer onlara temettu umresini/haccını yapmayı yasaklayabilmiş, bu konuda emrine muhalefet edenleri cezalandırabilmiştir. İmam Ali (a.s.), Mikdâd, Ammâr gibi birkaç sahabî dışında bu durumun önünde durmaya kimse cüret edememiştir. Bu açıklamalar ışığında sahâbenin, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) İmam Ali (a.s.) hakkındaki açık nassı olan Gadîr Hadisi’ne muhalefet etmeleri artık garip karşılanabilir mi? Üstelik Gadîr Hadisi’ne muhalefet etmedeki gerekçeler temettu haccına göre daha kuvvetliyken… Çünkü Gadîr Hadisi riyaset ve topluma önderlik ile alakalıdır.

 

Araştırmacı, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) temettu haccının hükmünü tebliğ etme keyfiyetini ve bu konudaki tedricîliği ile İmam Ali’nin (a.s.) velayetine ilişkin nassı tebliğ keyfiyetini ve tedriciliği karşılaştırıp, sonra da sahâbenin hem Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminde hem de O’ndan sonra, bu iki hükmü reddetme çabalarını, beri taraftan Peygamber’in (s.a.a.) Ali ve Ehl-i Beyt’i hakkındaki nassını ve temettu haccı konusundaki sünnetini diriltmek için İmam Ali’nin takip ettiği stratejiyi değerlendirdiğinde aradaki büyük benzerlikleri görerek hayrete düşer. Allahu Teâlâ ibret ve dersler almak isteyenler için bunu bir ibret kılmıştır.

 

Hz. Peygamber’in (s.a.a.) temettu haccını tebliğ etme konusundaki tedricî uygulamalarından, O’nun (s.a.a.) “Artık ebediyete kadar umre haccın içine dâhil olmuştur” ve “İçinizden dileyen onu umre kılsın veya onu hacca dönüştürsün” buyruklarından bu açığa çıkıyor. Onlar tavaflarını tamamlayınca Hz. Peygamber (s.a.a.), kurbanlıklarını getirmeyenlere bu ibadetlerini umreye dönüştürmelerini kesin bir şekilde emretmiştir. Sahâbenin Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminde O’nun temettu haccına ilişkin buyruklarını reddetmelerine gelince,  Hz. Peygamber (s.a.a.) ile çokça münakaşa ettikleri ve nihayetinde O’nu öfkelendirdiklerinden söz ettik.

 

İmam Ali (a.s.), Osman’ın yönetiminin son dönemlerinde bu konudaki muhalefetini o derece şiddetlendirmiştir ki neredeyse onun tahtını sallamış, insanların bu konuda çokça söz söylemelerine neden olmuştur. Kendi yönetimi döneminde ise temettu haccını ihya etmek için çaba göstermiştir.

 

Hz. Peygamber’in (s.a.a.) Ehl-i Beyt’in (a.s.) velâyetini tebliğ etmedeki ve İmam Ali’nin ismini belirtmedeki tedriciliğe gelince; bu da Hz. Peygamber’in (a.s.) Dâr Olayı’ndan (Yevmu’l-İnzar) Veda Haccı’na kadarki süreç içinde Ehl-i Beyt hakkındaki sözlerini düşünen kimseler için açıktır. Özellikle de Benî Hâşim ile birlikteyken dile getirdiği Dâr Hadisi’nde, Ümmü Seleme’nin ve sahâbenin bir grubunun huzurunda dile getirdiği Kisâ Hadisleri’nde de bu nokta görülebilir. İmam Ali’nin (a.s.) veya Ehl-i Beyt’ten herhangi birisinin faziletleri hakkında Hz. Peygamber’den (s.a.a.) aktarılan bütün hadislerde de aynı durum söz konusudur. Arefe Günü’ndeki hutbesinde ve Gadîr’deki konuşmalarında da sayıları yüz bini bulan hatta aşan sahâbî topluluğu karşısında Ehl-i Beyt’ini ve İmam Ali’yi (a.s.) anmıştır. Hz. Peygamber (s.a.a.) Ehl-i Beyt’ini Kur’ân ile birlikte anarak bu ikisine tutunmayı dalaletten kurtulmanın güvencesi olarak niteleyince ve onlardan on iki kişiyi zikredince[23] sözler ve tartışmalar almış başını gitmiştir. Çıkan karmaşa ve gürültülerden ötürü Arefe Günü hutbesinde İmam Ali’nin (a.s.) ismini anmamıştır.

 

Hacdan dönüp Gadîr-i Hum’a ulaşınca Allahu Teâlâ يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَالله يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللهَ لايَهْدِي القَوْمَ الكَافِرِينَ / Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O’nun risâletini iletmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphe yok ki Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Mâide, 67) âyetini indirdi. Hz. Peygamber (s.a.a.) ayağa kalkıp ashabına hitap etmiş ve Ehl-i Beyt’ini zikretmiş, Ali’nin (a.s.) ismini anmış, O’nun velâyetinin kendi velâyeti gibi olduğunu belirtmiş -nitekim kendisinin velâyeti de Allahu Teâlâ’nın velâyetidir- Ali (a.s.) hususunda insanlardan Allah’ın emrine uymalarını istemiştir. Hepsi de O’na “Müminlerin Emiri” sıfatını kullanarak selam vermişlerdir. Ömer “Bravo, bravo sana ey Ali! Benim, bütün mümin erkek ve kadınların mevlâsı oldun!” demiştir.

 

Hz. Peygamber’in (s.a.a.) vefatından sonra O’nun bu konudaki sünnetinin reddedilmesine gelince ise bu durum, İmam Ali’den (a.s.) yüz çevirmek olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta Hz. Peygamber’in (s.a.a.) O ve Ehl-i Beyt’i (a.s.) hakkındaki hadislerinin dile getirilmesi dahi yasaklanmıştır. Hatta işi daha ileriye vardırıp Sünnet-i Nebeviyye’nin naklini mutlak surette yasakladılar. İnsanların temettu haccını yapmalarına karşı çıkarak bu hac türünü eda etmelerini haram kıldılar. Nitekim bu eserimizin önceki bölümlerinde buna delalet eden kaynaklar geçmiştir.

 

İmam Ali’nin (a.s.) Sakîfe ehline karşı çıkması ve biat etmekten kaçınması, sonra da hayatını korumak için onlarla barışması, Osman’ın öldürülmesinden sonra hilafete geçmesi, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) kendisi ve Ehl-i Beyt’i hakkındaki sözlerini ihya etmesi, Kûfe Mescidi’nde namaz kılan binlerce Müslüman’ı toplayıp Gadîr Hadisi’ni rivayet ederek hazır olan sahâbeden tanıklıkta bulunmalarını istemesi şeklindeki tutumu ise bilinmektedir. Gadîr Hadisi, sahâbe ve tâbiûn tabakalarından râvîlerinin çokluğu ile temayüz etmiş bir rivayet olmuştur. Dördüncü asrın âlimlerinden İbn Ukde, sahâbeden 110 kişinin Gadîr Hadisi’ni rivayet ettiğini tescil etmiştir. İster faziletler ister hükümler sahasında olsun, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) hadislerinden hiçbirinde böyle bir rakama ulaşılabilmiş değildir.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

Medya Şafak

 



[1] Zâdü’l-Meâd, c. 1, s. 209.

[2] El-İmtâü’l-Esmâ, c. 1, s. 511; es-Sîretü’l-Halebiyye, c. 3, s. 308. Mekke’den Hz. Peygamber ile kırk bin kişi yola çıkmıştır. Yetmiş bin kişi oldukları da söylenmiştir. Diğer rivayetlerde ise doksan bin, yüz on dört bin, yüz yirmi bin veya daha fazla kişi oldukları da geçmektedir.

[3] Sünenü Ebî Dâvud, c. 1, s. 159; Sahîhu’l-Buhârî, c. 1 s. 189; Sahîh-i Müslim, s. 875.

[4] Sahîh-i Müslim, Kitâbü’l-Hacc, Babu Beyani Vucuhi’l-İhrami Yecuzu İfradu’l-Hacci ve’t-Temettui ve’l-Kıran, Hadis No: 1216.

[5] Sahîhu’l-Buhârî, Kitâbü’ş-Şeriketi, Bâbü’l-İştirâki fi’l-Hedyi ve’l-Bedeni ve İza Eşreke’r-Reculu er-Recule fi Hedyihi ba’de ma Heda, Hadis No: 2371.

[6] Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 286; Mecmeu’z-Zevâid, c. 3, s. 233; Sünen-i İbn Mâce, s. 993.

[7] Mâlik b. Enes, Muvatta, Hadis No: 1259.

[8] Ebû Musâ el-Eşarî’nin bu sözleri Hz. Peygamber’den (s.a.a.) sonra Kureyş sultasının her şeye hâkim olduğu yargısını teyit etmektedir. Yani Kureyş yasamaya dayalı sultaya sahip olduğu gibi teşriî alanda da belirleyiciydi.

[9] Sahîh-i Müslim, s. 896, Hadis No: 157; Müsnedü’t-Tayâlisî, c. 2, s. 70, Hadis No: 516; Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 49-50; Sünenü’n-Nesâî, c. 2, s. 16 Bu rivayetlerden Ömer’in, Hz. Resûlullah’ın (s.a.a.) temettu haccını emretmesine karşı çıkan grup arasında yer aldığını anlıyoruz.

[10] el-Muhallâ, c. 7, s. 170.

[11] Manası: Emrine amadeyim Allah’ım, emret! Hacla umreye (Hacc-ı Kıran'a) birlikte niyet ettim!

[12] Muvatta, Hadis No: 40, Bâbü’l-Kırâni fi’l-Hacc, s. 336; İbn Kesir, c. 5, s. 129.

[13] Nesâî, Sünen, Kitâbü’l-Hacc, Babü Hacci’t-Temettu; Müsnedü Ahmed, c. 1, s. 57, Hadis No: 402, Müsnedü Osmân; Müstedrek ala’s-Sahîhayn, c. 1, s. 472; el-Bidâyetü ve’n-Nihâye, c. 5, s. 126-127.

[14] Bu rivayetten ve Sindî’nin hadise düştüğü nottan şu husus açığa çıkıyor: İmam Ali (a.s.) ve ashabı hac konusunda Sünnet’e uygun, Ömer ve Osman ile onlara uyanlar ise Sünnet’e aykırı hareket ediyorlardı.

[15] Sahîhu’l-Buhârî, c. 1 s. 190.

[16] Sahîh-i Müslim, Hadis No: 161, 168, 169. İmrân b. Husayn hicretin 52. yılında Basra’da vefat etmiştir. Bu rivayette de Hz. Peygamber’in (s.a.a.) vefatından sonra Kureyş sultasının Sünnet’i nasıl tahrif ettiği görülmektedir. Bir kişi kendi kişisel reyiyle dilediği şekilde Sünnet’e bir şeyler sokuşturmaya çalışabiliyor.

[17] Zâdü’l-Meâd, c. 1, s. 248. Ayrıca bkz: Zevâidü’l-Mesânidi’s-Semâniyye, c. 1, s. 330, Hadis No: 1108; İbn Ebî Şeybe, Musannef, c. 4, s. 103.

[18] Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 252.

[19] Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 337.

[20] Sahîh-i Müslim, s. 914, Hadis No: 1249.

[21] Sahîhü Müslim, s. 206-207.

[22] el-Muhallâ, c. 7, s. 103. Hasan-ı Basrî h. 110 yılında doksan yaşlarında, Ata ise h. 114’te vefat etti.

[23] Müsned-i Ahmed, c. 5, s. 99, Semüre b. Cündeb Hadisi.