İsrail ve emperyalizm karşıtı direnişe niçin ‘Şii davaları’ deniyor?
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 21.04.2022
Sünni hükümdarlar tarafından papağan gibi tekrarlanan bir eleştiriyi tekrar ederek, İran'ın "Filistin'de Arap Sünni hükümetlerinin egemenliğini baltalamak için iyi bir araç bulduğunu" ve "bu sayede Arap Sünni kitlelerin" desteğini kazandığını iddia ediyor. Bu değerlendirme, Devrim’den önce bile, İran'ın dini ve laik muhaliflerinin Filistin yanlısı olduğu ve halkın Şah'ın İsrail'e desteğine muhalefet ettiği gerçeğini göz ardı ediyor.
Omar Ahmed
The Cradle
Geçtiğimiz birkaç on yıl, Batı Asya jeopolitiğinde Şii Müslümanların siyasi yükselişine tanık oldu. Bu durum ilk olarak 1979 İran İslam Devrimi tarafından ateşlenirken, 2003'te ABD'nin Irak'ı yasadışı işgalinin ardından ülkedeki Şii çoğunluğuna yönetim yolunun açılmasıyla daha da hızlandı.
ABD birliklerinin Irak'ı işgal etmesinden ve Sünni devlet başkanı Saddam Hüseyin'i devirmesinden bir yıl sonra, Ürdün Kralı II. Abdullah, İran'ın Irak'ın Şii çoğunluğu ve bölgesel mezheptaşları arasındaki artan etkisinden duyduğu korkuyla “Şii Hilali” ifadesini türetti. Bu sözde ideolojik kuşağın Tahran'dan başlayıp bir dizi Arap başkentinden -Bağdat, Şam, Beyrut ve en son Sanaa- geçtiği varsayılıyor.
Bu fikir, Şia'yı yekpare bir bütün olarak gördüğü ve İran'ın bölge üzerindeki kontrol veya etkisinin kapsamını büyük ölçüde abarttığı için eleştirildi.
Tahran'ın dost hükümetlerle, güçlü siyasi partilerle ve milis güçleriyle bağ kurma çabaları, mezhep ideolojisinden ziyade karşılıklı çıkara dayanıyor. İran'a bölgesel stratejik, derinlik ve dolayısıyla nüfuz sağlayan devlet ve devlet dışı aktörler arasında Sünniler, Dürziler, Hıristiyanlar, Aleviler, Zeydiler ve diğer Şii olmayan nüfus da var. Bu ittifak daha yaygın olarak - ve doğru bir şekilde - Direniş Ekseni olarak bilinir ve temel ilkesi hem Batı emperyalizmine hem de Siyonist projeye muhalefet ve kendi kaderini tayin etme arzusudur.
Direniş Ekseni
Bağlantı noktasında Tahran olan bu ağ hem devlete ait hem de devlet dışı aktörlerden oluşuyor. Kayda değer Şii gruplar arasında Irak Halk Seferberlik Birlikleri (Haşdi Şabi), Lübnan Hizbullah hareketi, Afgan ve Pakistan tugayları yer alıyor.
Sünni Filistin direniş hareketleri Hamas ve İslami Cihad da eksenin bir parçası olarak kabul ediliyor ve Hizbullah'ın silahlı bir kolu olan Lübnan Direniş Tugayları ise (“Saraya” olarak da bilinir) Sünniler, Maruni Hıristiyanlar ve Dürzilerden oluşuyor. Devlet düzeyinde, çoğunlukla Zeydilerden oluşan Ensarullah liderliğindeki fiili Yemen hükümeti ve Sünni çoğunluklu Suriye'nin Alevilerin ağırlıklı olduğu hükümeti var.
Kendi başına eksenin bir parçası olmasa da, Sünni çoğunluklu Cezayir de sürekli olarak Siyonizme karşı çıktı ve özellikle hükümeti yakın zamanda İsrail'le hizalanan komşu Fas ile artan gerilimler ışığında İran ile bağlarını güçlendirebilir.
Geleneksel olarak Batı ile uyumlu olan Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi Sünni Arap devletlerinin tümü, 'İran liderliğindeki' bu Şii çoğunluklu eksen hakkında kendi endişelerini dile getirdiler ve İsrail ile birlikte Direniş Ekseni'ne karşı çıktılar. Bu karşılıklı çıkarlar nedeniyle, bir “Sünni-Yahudi ittifakı” için farklı önerilerde bulunulmuştur.
İsrail ile Arap normalleşmesi
Bu yeni açık ittifak, 2020'de Abraham Anlaşmalarının imzalanması ve İsrail ile BAE, Sudan, Fas ve Bahreyn (Sünni kraliyet ailesi tarafından yönetilen Şii çoğunluklu bir ulus) arasındaki bağların normalleşmesiyle somutluk kazandı. Tel Aviv ile birkaç Arap devleti arasında dolaylı, gizli bağlar olduğuna dair yıllarca süren spekülasyonlara da son verilmiş oldu.
Ancak, bu hükümetlerin politikaları ile vatandaşları arasındaki yaygın duygular arasında ayrım yapmak önemlidir. Katar merkezli Arap Araştırma ve Politika Araştırmaları Merkezi (ACRPS) tarafından 2019-2020 yılları arasında gerçekleştirilen bir kamuoyu yoklamasına göre, Arap dünyasının çoğunluğu (yüzde 88) İsrail ile herhangi bir normalleşmeye karşı çıkıyor. Bu, Basra Körfezi'ni de kapsıyor: Raporda, "İsrail'i tanımayı reddetmek, oransal olarak Körfez bölgesinde en yüksek aşamada" deniyor.
Bununla birlikte, geçen ayki Negev Zirvesi, İsrail ve Arap devletleri arasında eşi görülmemiş düzeyde bir güvenlik işbirliğini başlattı ve bu durum Direniş Ekseni'ne karşı, bir "Arap-İsrail NATO'su" kurulması niyetinin habercisi olabilir. Özellikle de Viyana'daki Ortak Kapsamlı Eylem Planı'nı (JCPOA) canlandırmaya yönelik çabaların başarısız olmasının ardından nükleer güce sahip bir İran’la yüzleşme korkusu düşünüldüğünde.
Filistin meselesi
Pan-Arap milliyetçiliğinin 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından işgal altındaki Filistin'i özgürleştirmedeki küçük düşürücü ve yankı uyandıran başarısızlığından sonra Mısır, Arap dünyasının lideri konumunu kaybetti. Bu durum, İran'daki İslam Devrimi ile aynı yılda (1979) Enver Sedat yönetimindeki Mısır’ın İsrail'le barış yapmasının ardından pekişti.
Zamanımızın en acil ve uzun süredir devam eden Arap ve Müslüman davalarından biri -eğer en başta geleni değilse- olan Filistin davası, Sünni Arap liderliği tarafından tamamen terk edilirken, sadece İran İslam Cumhuriyeti ve onun bölgesel müttefikleri tarafından destekleniyor. Sembolik olarak, devrimci İran'ı ziyaret eden ilk devlet adamı, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat'tı. Arafat, tarihi ziyareti sırasında "İmam Humeyni'nin önderliğinde Filistin topraklarını özgürleştireceğiz" demişti.
İran, Filistinli silahlı direniş grupları Hamas ve İslami Cihad'ın daimi ve ana hamisi olduğu için, 1990'lar boyunca Filistinlilere sadece diplomatik değil askeri destek de verdi. Bu durum ilgili hareketler tarafından da kabul ediliyor.
İran'ın İslam Devrimi Muhafız Ordusu (IRGC) yardımıyla kurulan Lübnan'daki Hizbullah hareketi de, Filistinli gruplara silah yeteneklerini eğitme ve geliştirme konusunda yardım etmede etkili oldu. Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı Emir Ali Hacızadeh geçen yılın başlarında, "Gazze ve Lübnan'da görebileceğiniz tüm füzeler İran'ın desteğiyle üretildi" demişti.
'İran destekli' olmaları bunları 'Şii davaları' yapmaz
Abraham Anlaşmalarından çok önce, Arap otokratlarına Arap/Müslüman dünyasının popüler davalarından, yani Siyonizme ve Batı emperyalizmine karşı direnişten kopmalarında yardımcı olmak için, bölgesel bir anlatının geliştirildiğine dair işaretler vardı.
Kral Abdullah'ın 'Şii hilali' anlatısının kullanılmaya başlanmasından iki yıl sonra, 2006 Lübnan-İsrail savaşı patlak verdi. O yıl İsrail'e karşı tarihi bir 'Arap ulusu' zaferi elde edilmiş olsa da, Arap Birliği ve özellikle Suudiler, Lübnan direniş hareketi Hizbullah'ı, sorumsuzca provoke edilmiş bir çatışmaya girdiği için eleştirmeye başladılar.
Bugünlerde de Batı Asya'daki çok sayıda direniş çabasına verilen sözlü veya maddi desteğin, Arap veya Müslüman davalarından ziyade "Şii" ve hatta "Fars" davası olarak görüldüğü bir çağa ulaştık. Bunlara merkezi Filistin meselesi de dâhildir, çünkü her şeyden önce onun can damarına -yani silahlı mücadeleye- maddi destek sağlayan yalnızca Direniş Ekseni'dir.
İsrail yanlısı Demokrasileri Savunma Vakfı'ndan Hüseyin Abdul-Hüseyin, Hizbullah'ın yükselişinden önce Güney Lübnan'da yaygın olan Filistin karşıtı duygulara atıfta bulunarak, Filistin davasının her zaman bir "Şii" davası olmadığını savunuyor. Batı yanlısı Sünni hükümdarlar tarafından papağan gibi tekrarlanan bir eleştiriyi tekrar ederek, İran'ın "Filistin'de Arap Sünni hükümetlerinin egemenliğini baltalamak için iyi bir araç bulduğunu" ve "bu sayede Arap Sünni kitlelerin" desteğini kazandığını iddia ediyor. Bu değerlendirme, Devrim’den önce bile, İran'ın dini ve laik muhaliflerinin Filistin yanlısı olduğu ve halkın Şah'ın İsrail'e desteğine muhalefet ettiği gerçeğini göz ardı ediyor.
Siyonizme ve Batı emperyalizmine başka kim karşı çıkacak?
Irak'ta, IŞİD kalıntılarından kaynaklı bir tehdit ve ABD'nin askeri varlığının devam etmesiyle ilgili meşru şikâyetler var ve bu muhtemelen önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Irak egemenliğine yönelik bu tehditlerin her ikisi de, çoğu Irak silahlı kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan Haşdi Şabi bünyesindeki “İran destekli Şii milisler” tarafından hedef alındı. İronik olarak, bu IŞİD karşıtı güçler aslında İran'ın diktelerinden bağımsız olarak Irak içinden dini bir fetvayla harekete geçirilmişti.
BM'ye göre dünyanın en feci insani krizi, ABD/İngiltere destekli ve silahlı, Suudi liderliğindeki bir koalisyon tarafından yedi yıldır neredeyse aralıksız şekilde bombalanan ve kuşatılan Yemen'de yaşanıyor. Yemen'in bu yabancı saldırganlığa karşı direnişi, Ensarullah hareketi ve onun müttefiki Yemen silahlı kuvvetleri tarafından koordine ediliyor. Burada da Arap Sünni hükümdarların anlatısı, Yemen'in direnişini 'Şii' olarak nitelendirerek -aslında Hanefi Sünnilere birçok yönden daha yakın olan ve Sünni camilerde namaz kılan Zeydiler- kötü bir rol oynamıştır. İran ve bölgesel ekseni anti-emperyalizmi desteklediğinden, doğal olarak, Suudi Arabistan’ın onlarca yıldır süren sömürü ve boyun eğdirme çabasına karşı mücadeleleri nedeniyle şimdilerde sürekli “İran destekli” veya “Şii” olarak etiketlenen Yemen direnişiyle daha uyumlular.
Suriye örneğinde, düşman devletlerin saldırılarına karşı devletin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü desteklemek de, Suriye'deki Şii cemaatinin –Alevilerle karıştırılmaması gereken– çoğunluğu Sünni olan ülkede çok küçük bir azınlığı oluşturmasına rağmen, bir 'Şii' davası olarak görülüyor. Ancak Direniş Ekseni'nde önemli bir aktör olarak, özellikle İran ile Lübnan ve işgal altındaki Filistin arasında bir geçiş noktası olduğu düşünüldüğünde, mezhepsel adlandırmaların sebebi belirginleşiyor.
Tüm bu çatışmaların ortak paydası, Normalleşme Ekseni ve onun destekçisi ABD'ye karşı çıkan bir gücün varlığıdır. Özellikle filizlenen Sünni Arap-İsrail ittifakı için, kendi halklarının kitlesel direnişe verdiği desteği azaltması hedefiyle, bu güçlerin kasten "İran destekli Şii vekilleri" olarak tanımlanması zorunlu hale gelmiştir.
Aksi takdirde, her yerdeki Arap ve Müslüman nüfus, Batı'nın askeri müdahaleciliğini ve İsrail'in Batı Asya'daki saldırılarını tasfiye etme operasyonlarını destekleyecekti. Ama 'İran', 'Pers' veya 'Şii' deyin ki Arap Sünni seçkinleri, kendi kötü niyetli davranışlarına yönelik kitlesel öfkeyi yolundan saptırmayı ve bastırmayı başarsınlar.
Çeviri: Medya Şafak