Ahmed el-Kâtib’e reddiye (18): Yazarın eserinde geçen bazı konuların eleştirisi

Ahmed el-Kâtib’e reddiye (18): Yazarın eserinde geçen bazı konuların eleştirisi
Benzer bir durum Hz. Hârûn’un zürriyeti için de söz konusudur. Şöyle ki imamet O’nun zürriyetine hasredilmiştir. Bu imamet silsilesinin zamansal açıdan sonlarında yer alanlardan biri olan Hz. Yahyâ henüz on yaşına ulaşmadan imamet mevkiine ve insanlar üzerinde şahitlik makamına ulaşmıştır. Kimisi de iki gaybet sahibi ve ahir zamanda zuhur edecek olan Hz. İsa (a.s.) gibi insanlar üzerinde hüccet mevkiindedir.

 

Ahmed el-Kâtib’in eserinde geçen bazı konuların eleştirisi

 

Önsöz

 

Bu bölüm, Şübühât ve Rudûd adlı eserin üçüncü kısmıdır. Ben bu bölümü Ahmed el-Kâtib’in Tatavvuru’l-Fikri’s-Siyâsiyyi’ş-Şiî mine’ş-Şûrâ ilâ Velâyeti’l-Fakîh adıyla basılan eserinin birinci kısmına reddiye olarak kaleme aldım.

 

Yazarın eseri üç bölümden meydana gelmiştir ve tek cilttir. Yazarın kendi iddiasına göre eserin ilk bölümü ilahî imamet düşüncesini iptal etmekte, ikinci bölümde İmam Mehdi’nin doğumu reddedilmekte, üçüncü bölümde ise müellif başta velâyet-i fakih olmak üzere birtakım meseleleri ele alıp kendince çürütmektedir.

 

Biz ise eserimizin ilk iki cildinde takip ettiğimiz sistemi bu üçüncü bölümde de devam ettireceğiz. Yani reddetmek istediğimiz bölümü kırpmaksızın alıntılayacak sonra da eleştirilerimizi sunacağız.

 

Eserin ilk üç bölümünü mütalaa ettiğimizde şöyle bir genel kanıya vardık. Üstad Kâtib, Ehl-i Beyt ile ilgili iki meseleyi birbirine karıştırmıştır.

 

İlk Konu:

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ehl-i Beyt’i (a.s.), Allah’ın emriyle insanlar üzerinde şahit olarak atamıştır. Onlar hidayet imamlarıdır; söz, fiil ve takrirlerine tutunulacak pâk kimselerdir. Şeriatın koruyucuları ve Resûlullah’ın makamının sürdürücüsüdürler. Şu var ki onlar nebi değildir. Sayıları da Benî İsrâîl’in nakipleri kadar olup on iki kişidirler. On ikincileri Hz. Nûh (a.s.) gibi uzun bir ömre sahiptir ve Hz. İsâ (a.s.) gibi iki gaybet sürdürecektir.[1] O, peygamberlerin müjdelediği ilahî vaadi gerçekleştirecek olandır. Bu meseleyi ispat ise sadece nass ile veya nass ve mucizeyle geçerlidir.

 

İkinci Konu:

 

Onlar yaşadıkları dönem itibariyle yönetime en layık kişilerdirler. Bu liyakat ve evleviyet, “ihtisas evleviyeti” anlamındadır [onlara mahsustur]. Şöyle ki onların izni olmadan başka birisinin bu makama geçmesi caiz değildir. Onlar kendi ilimlerini taşıyan âdil fakihlere Gaybet Döneminde halkı yönetmeleri için izin vermişlerdir. Bu meseleyi ispat için de nass dışında başka bir yol yoktur. Ancak bu ikinci konunun ilkinden farkı şudur: Bunun gerçekleşmesinde [hükümetin tesisinde] Ümmet’in rolü vardır ve bir açıdan yönetime ortaktırlar. Ümmet toplumda Kitap ve Sünnet esaslarına dayalı bir yönetimi tesis etmede siyasi bir işleve sahiptir. Hâkim; peygamber veya vasi olsa bile yürütme (icra) ile bağlantılı meselelerde halkın reyine rücu eder. Bu açıklamalar ışığında meseleye bakıldığında nass ile şûra arasında herhangi bir çatışma söz konusu olmaz. Şöyle ki nass yönetim hakkının kime ait olduğunu teşhis ederken Ümmet de ona biat ederek onu muktedir kılar, ahkâmın ve hadlerin icrasına imkân sağlar ve fakih hâkim ile meşveret ederek umurun icrasında ona yardım eder. Şehid Sadr (r.a.) gibi büyük âlimler bunları açıklamıştır.[2]

 

İlk konunun Kur’ân ve Sünnet nasslarının delalet etmesi nedeniyle inanca dayalı, kelâmî; ikincisinin ise fıkhî bir mesele oluşunda ve bunların arasındaki sınırın bilinmesi gerektiğinde kuşku yoktur. Mutlak imamet Ehl-i Beyt’e (a.s.) ait olup Hz. İbrahim’in imamlığına benzemektedir. Şöyle ki imamet O’nun nesline ve onlardan sınırlı sayıda bir gruba tahsis edilmiştir. Bu şahıslar aynı zamanda Allahu Teâlâ tarafından pâk kılınmıştır. Benzer bir durum Hz. Hârûn’un zürriyeti için de söz konusudur. Şöyle ki imamet O’nun zürriyetine hasredilmiştir. Bu imamet silsilesinin zamansal açıdan sonlarında yer alanlardan biri olan Hz. Yahyâ henüz on yaşına ulaşmadan imamet mevkiine ve insanlar üzerinde şahitlik makamına ulaşmıştır. Kimisi de iki gaybet sahibi ve ahir zamanda zuhur edecek olan Hz. İsa (a.s.) gibi insanlar üzerinde hüccet mevkiindedir. Hz. Peygamber’in imameti için de benzer bir durum söz konusudur. Şöyle ki imamet O’nun ailesinden sınırlı sayıda insana hasredilmiştir. Bu imamet silsilesinin zamansal açıdan sonlarında yer alanlar yaş küçüklüğü, gaybet yaşamaları ve ahir zamanda zuhur etmek gibi noktalarda Hz. Yahyâ ve Hz. İsa’ya (a.s.) benzemektedirler.

 

İkinci konuya gelince, bu da fıkhî bir mesele olup sadece 12. İmam’ın yönetim hakkıyla bağlantılıdır, gerçi bir yönüyle inanca dayalı konularla da ilişkilidir. ‘‘Masum Hâkimin ümmetin reyine başvuracağı genel meselelerin sınırları nelerdir? Yönetime geçecek kişiye biatin akdedilmesi için hangi şartlara riayet edilmelidir? Emr bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münkerin şartları nelerdir? Zalim yönetimi devirmenin koşulları nedir?’’ gibi konuların tümü bu türdendir. Bunlar fıkhî meseleler olup Masum Zat’ın siretinden elde edilirler.

 

Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunun düştüğü hataya Üstad el-Kâtib de düşmüş ve bu iki meseleyi birbirine karıştırmış, meselenin Ehl-i Beyt ile bağlantılı olduğunu ve Şia’nın bayraklaştırdığı ve yüksek sesle dillendirdiği meselenin sadece ikincisi olduğunu sanmıştır. İmamların muayyen bir sayıda olması çerçevesinde hem onun hem de diğerlerinin ileri sürdüğü ve ortaya attığı şüpheler ve problemler hep buradan kaynaklanmıştır. İmam Cevâd, İmam Hâdî (a.s.) ve İmam Mehdî (a.f.) henüz daha on yaşına ulaşmadan nasıl imam olabilirler? İmamet nasıl belirli bir aileye özgü olabilir? Buna benzer yığınlarca konu ve soru!

 

Bu karışıklığın yanı sıra kitabın her üç bölümünde de birtakım yanlışlıkların olduğu görülüyor. Şu meseleler bu kabildendir.

 

Bazı rivayetler ile kadim dönem Şiî âlimlerinin bazı sözlerinin yanlış anlaşılması.

 

Şia’nın kitaplarında yer alan Ehl-i Sünnet rivayetlerinin Şiî rivayetler olduğunun zannedilmesi. Seyyid Murtaza’nın eş-Şâfî örneğinde olduğu gibi. Şiî müellif bu rivayetleri eserine reddetmek için dercettiği halde yazar onun bunlara inandığını sanmaktadır.

 

Bazı rivayetlerin muarızlarına işaret etmeksizin sadece işine geleni sunarak okuyucuyu aldatma.

 

Aktarım yaparken pasajı yarıda kesmek ve iddiayı teyit edecek tarzda sunmak.

 

İlk iki ciltte ve değerli okuyucunun elinde bulunan bu ciltte işaret edip dikkat çekmek istediğimiz buna benzer yığınlarca örnek var. Bu eserin Ehl-i Beyt mezhebinin haklılığını ortaya koymasını, “Allahu Teâlâ’nın huzuruna selim kalple varma dışında mal ve çocuğun yarar sağlamadığı o günde” benim için bir azık olmasını ümit ediyorum.

 

 

 

14 Receb 1418

 

Seyyid Sâmî el-Bedrî

 

Kum

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak



[1] Birinci cildin ilk bölümünde bu hususa işaret etmiştik.

[2] Şehid Sadr’ın el-İslâm yakudu’l-Hayat (s. 162) adlı eserine bakınız.