ÖZEL: Yenilgici Düşünceye Yanıt (7): Bir Arap Konfederasyonu Olsaydı…
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 13.05.2024
Eğer pek çok devlet değil de tek bir Arap devleti ya da daha gevşek bir Arap konfederasyonu mevcut olsaydı, bu devlet ulusal sorumluluklarından kaçamaz ve sanki dar bir asansörde sıkışmış birçok yabancıdan sadece biriymiş gibi gökyüzüne bakamazdı! Filistinli bir devrimci aynı zamanda mutlaka pan-Arapçı olmalıdır.
Bir Arap Konfederasyonu Olsaydı…
Free Arab Voice
1964 yılında Catherine Genovese adlı bir kadın New York'ta öldürüldü. Yardım çığlıkları attığı 30 dakika boyunca itilip kakıldı ve defalarca bıçaklandı. Ancak bu çileye tanık olan kırk ya da daha fazla kişiden hiçbiri yardım etmek için araya girmemişti.
Bu olay Latane ve Darley adlı iki psikoloğu, Genovese'ye neden kimsenin yardım etmediğini anlamak için bir dizi deney yapmaya sevk etti. İlk başta, oyun ve bulmacalara yönelik bireysel tercihlerini belirlemek için bir dizi masum insandan sahte bir bilimsel ankete katılmalarını istediler. Ancak test odasında ilgili anketler doldurulurken, psikologlar yan odada sahte bir acil durum sahnelediler. Bir ses kayıt cihazından kaza sesleri geliyor ve ardından bir kadının ağladığı duyuluyordu: "Aman Tanrım, ayağım! Hareket ettiremiyorum onu! Oh bileğim… Bu şeyi üzerimden kaldıramıyorum!" (kaynak: Sosyal Psikoloji, Robert Feldman, Prentice Hall, Inc., 1995, sayfa 18, 22-24 ve 247). Psikologlar katılımcıların tepkilerini gözlemleyerek incelediler.
Düzinelerce deneyden sonra, keşfettikleri şey bilimsel bir yasa otoritesi kazandı ve sonraki on yıl boyunca birkaç yüz kez de doğrulandı. İnsanlar acil bir durumda yardım ediyorlardı, ama yalnız olduklarında, başkalarıyla birlikte olduklarından çok daha fazla yardım ediyorlardı. Bir deneyde, sadece bir seyirci ve bir "kurban" olduğunda, seyirciler vakaların yüzde 85'inde yardıma koşmuştu. İki seyirci ve bir "kurban" olduğunda, seyircilerin yüzde 62'si yardım etmeye çalıştı. Ancak görgü tanıklarının sayısı beşe çıktığında, sadece yüzde 31'i "mağdura" yardım etmek istemişti (a.g.e., s.247).
Elbette, ortam, kültür, risk ve yardımın gerektirdiği zahmet yukarıda belirtilen yüzdeleri etkileyebilir, ancak Sorumluluğun Yayılması İlkesi olarak adlandırılan temel ilke muhtemelen her iki durumda da geçerli olacaktır.
Bahsi geçen kitaba göre "sorumluluğun yayılması, insanların eylemde bulunma sorumluluğunun mevcut kişiler arasında paylaşıldığını hissetme eğilimidir. Acil bir duruma tanıklık eden kişi sayısı arttıkça, bireylerin sorumluluk duygusu azalır ve kişinin yardım etmek zorunda hissetmesi daha az olasıdır".
Şimdi kurbanın adını (Catherine Genovese) Filistin diye değiştirsek ve görgü tanıklarını kırk kişiden yirmi küsur Arap devletine çevirsek, aynı ilke bu durumda da geçerli olur mu? Durum şimdi size tanıdık geliyor mu?
Modern tarihimiz bunun böyle olduğunu gösteriyor! Görünen o ki, ne kadar çok Arap devleti varsa, Filistin'in ya da Güney Lübnan'ın alenen tecavüze uğrama ihtimali –bu devletlerin hiçbiri elini uzatmayacağından- o kadar artıyor.
Dikkatinizi çekerim, bu konu Arapların bölünmesi yüzünden yaşadığımız stratejik, siyasi ve askeri zayıflamayla ilgili değildir. Konu, Siyonist harekete karşı mücadelede yenilgici bir psikolojik unsur rolü oynayan fazla sayıda olma durumuyla ilgilidir: Bölünmenin bu formu, her Arap devletinin halkı önünde, Filistin'in kendisinden başka herkesin meselesi olduğunu iddia etmesini sağlıyor. Böylece sorumluluk duygusu kolaylıkla başkalarına devredilebilir ve müdahil olma yükümlülüğü de hafifletilmiş olur. Etrafta bu kadar çok insan varken neden bana bakıyorsunuz ki?
Tek bir Arap ya da tek bir Müslüman devlet olsaydı bu eylemsizlik imkânsızdı. Örneğin, son Osmanlı Halifesi Abdülhamid, diğer birçok hatasına rağmen, belki de bunun sorumluluğundan asla kurtulamayacağı için Filistin'i sömürgeci güçlerin emriyle Siyonist harekete vermeyi reddetti. Filistin sadece kendi devletinin sorumluluğundaydı. Başka bir İslam devletinin Filistin'i verdiğini iddia edemezdi. Filistin'den sorumlu başka bir devlet yoktu!
Camp David Anlaşması’ndan önce resmi medya tarafından Mısır kamuoyuna sunulan bahane, Mısır'ın Arap-Siyonist çatışmasının yükünü yıllardır tek başına taşımaktan yorulduğu şeklindeydi. Benzer sesler, Oslo'yu ve "İsrail" ile yapılan diğer haince anlaşmaları meşrulaştırmak için "Filistinlilerin yalnız kaldığı" iddiasını kullanan FKÖ liderliği de dahil, bugün "İsrail" ile barışı savunan her Arap devleti tarafından çıkarılmaktadır.
Bunun nedeni, sadece Filistin odaklı düşünmenin mecburen yenilgici olmasıdır. Çünkü sadece Filistin göz önüne alınarak düşünüldüğünde, "İsrail" ile aramızdaki siyasi güç matematiğinin altında ezilmek kaçınılmazdır. O zaman 242 sayılı karar ya da Oslo gibi boş anlaşmalar makul görünecektir. Öte yandan, tüm Arap potansiyelini göz önünde bulundurarak düşünmek de zorunlu olarak yenilgicilik karşıtıdır. Filistinli bir devrimci aynı zamanda mutlaka pan-Arapçı olmalıdır.
Ancak bu analiz doğruysa, Arap bölünmesi ile "İsrail"in varlığı arasında, yani Arap bölgeciliği (Kutriye) ile Filistin'in işgali arasında bir başka kısır bağlantı daha ortaya çıkmaktadır. Dahası, Arap bölünmüşlüğünün bir sonucu olarak Filistin bağlamındaki aynı yenilgici tutum, Irak'a yönelik ölümcül kuşatma, Libya ve Sudan'ı hedef alan yaptırımlar, Sudan'daki Eş-Şifa fabrikasına saldırı ve diğer birçok örnek karşısındaki sorumlulukları konusunda Arap devletleri tarafından da benimsenmiştir. Eğer tek bir Arap devleti ya da daha gevşek bir Arap konfederasyonu mevcut olsaydı, bu devlet ulusal sorumluluklarından kaçamaz ve sanki dar bir asansörde sıkışmış birçok yabancıdan sadece biriymiş gibi gökyüzüne bakamazdı!
Ancak bölünmüş olsak da olmasak da, Filistin, Güney Lübnan, Irak kuşatması, Libya ya da Sudan'a uygulanan yaptırımlar ve hatta Arap birliği davası gibi büyük meseleler söz konusu olduğunda siyasi vicdanı olanlar her zaman tek seyirci kendileriymiş gibi hareket edeceklerdir. Doğal olarak bu tür büyük durumlarda bir kişi tek başına her şeyi yapamaz ve ihtiyaç duyulan yardım türü uzun vadeli ve çok çeşitli olabilir. Yine de hiç kimsenin tek başına her şeyi yapamayacağı gerçeği nedeniyle, eğer etkili olmak istiyorsak, HEPİMİZ sanki etrafımızdaki tek seyirci bizmişiz gibi davranmalıyız. Belki o zaman, bu dünyanın kurtları tarafından her taraftan kuşatıldığımızda ve seyirci kalanlar da birer birer kurbanlara dönüşürken, eski ve yeni sömürgecilere saçma tavizler vermekte kendimizi haklı hissetmeyiz.
Çeviri: Medya Şafak